Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hürriyet ve kader nasıl birbirine bağlı ise kapris de kötü kadere bağlıdır. Fakat hürriyet ve kader nasıl, manayı şekillendirmek üzere birbiriyle sözleşmiş ve birbirini benimsemişse kapris ve kötü kader, ruhun hayaleti ve dünyanın kâbusu, manasızlık içinde, aynı evde ilgisiz ve ihtilafsız komşu olarak yaşayarak ve birbirlerinden sakınarak bir arada geçinir giderler –vaktaki biranda göz göze gelsinler ve her ikisi birden, kurtuluştan nasipsiz oldukları itirafı aniden ortaya çıkıversin. Bu olayı önlemek veya hiç değilse örtüp gizlemek için bugün ne kadar entelektüel belagat ve sanatkârlık kullanılmaktadır! Kaprisli olmadan isteyen insan, hürdür. Bu insan, gerçeğe inanır, yani BEN ve SEN’in gerçek düalitesinin gerçek birlikteliğine inanır. Alın yazısına ve aynı zamanda, onun da kendisine ihtiyaç duyduğuna inanır. Alın yazısı kişiyi sürüklemez, kişiyi bekler. Kişi, onun kendisini nerede beklediğini bilmeden, ona doğru ilerlemelidir. Bütün varlığıyla ileri çıkması gerekir, o bunu bilir. Kararının kastettiği şekilde olmayacak, fakat olmasını istediği şey, ancak arzu edebildiği şey yapmaya karar verirse tahakkuk edecektir. Hür olmayan, şeyler ve itkilerle idare edilen kendi küçük iradesini, alın yazısını bulmak için belirlenen büyük iradeye teslim etmelidir. O artık, ne müdahale eder ne de yalnızca şeylerin olmasına izin verir. Kişi, dünya içindeki Varlık yoluna çıkan şeye, onunla beraber sürüklenmek için değil, daha doğrusu, kişi tarafından gerçekleştirilmesini istediği tarzda ona ihtiyaç duyarak, -insan ruhu ve ameliyle, hayatı ve ölümüyle- gerçekleştirmek için kulak verir. Ben, kişi ‘inanır’ dedim; fakat bu, kişi ‘karşılaşır’ demektir. Kaprisli insan, inanmaz ve karşılaşmaz. Birlikteliği bilmez, o, sadece dışarıdaki heyecan veren dünyayı ve onu kullanmak üzere kendi ateşli arzusunu bilir. Çok eski, klasik bir tabiri kullanmanın yeridir; o, ilahlardan bir ilahtır. SEN dediği zaman SEN, benim kullanma yeteneğimdir, demek ister! Alın yazısı ise adeta, onun kullanma yeteneğinin bir süsü ve teyididir. Hakikatte onun, yalnızca şeyler ve itkiler tarafından belirlenenden başka alın yazısı yoktur, despottur ve kaprislidir. Büyük iradesi yoktur ve kaprisi onun yerine koymaya uğraşır. Ondan çok söz etmekle beraber, fedakârlık konusunda kabiliyetten tamamen mahrumdur ve siz bu durumu, onun hiçbir zaman somut olmamasını fark ederek anlarsınız. Bir şeyi ‘oldurmak’ için daimi surette müdahalede bulunur. Size, alın yazısına neden müdahil olunamadığını sorar. Böyle bir gaye için gerekli olan bütün uygulanabilir araçlar, nasıl olur da kullanılamaz? Bu, aynı zamanda, hür olan insanları nasıl gördüğünü, onları farklı şekilde anlayamadığını gösterir. Fakat hür insanın burada bir hedefi yoktur ve şu halde, araçları da oradan gelir; onun sadece tek bir şeyi vardır: daima alın yazısına doğru ilerleme kararı. Kişi, bu kararı vermiş olarak, her yol ayrımında onu yenileyecek ve büyük iradenin kararının yetersiz ve araç desteğinin gerekli olduğuna inanmasından daha kısa zamanda, gerçekten yaşamakta olmadığını düşünecektir. O, inanır ve karşılaşır. Fakat kaprisli adamın inanmayan özü, inançsızlık ve kapristen, amaçları tespit ve araçları tasarlamaktan başka bir şey algılayamaz. Onun dünyası, birçok amaç ve araç hariç, fedakârlık ve lütuftan, karşılaşma ve şimdi anlayışından mahrumdur; amaç ve araçlara düşkün bir kişi olarak, farklı olamazdı ve işte bunun adı kötü kaderdir. Bütün despotça yükü yüzünden varoluşunu gerçekleştirememekte, içinden çıkılmaz şekilde, başını derde sokmuş olur, ancak kendini toparladığında, durumunun farkına varır. Bu sebeple böyle bir farkına varışı önlemek veya hiç değilse, çapraşık hale getirmek için aklını sonuna kadar kullanmaya uğraşır. Eğer kişinin, düşüşünün varoluşunu gerçekleştirememiş BEN ve gerçekleştirilebilen BEN’inin farkına varmasına, insanın ümitsizlik diye adlandırdığı köklerine inmesine izin verilse bundan, öz-yıkımı be yeniden doğuşu gelişir, bu da geri dönüşün başlangıcı olur. Yüz yolun Brahmana’sı, bir vakitler ilahlar ile şeytanların bir yarışmada bir araya geldiklerini anlatır. Şeytanlar: “Hediyelerimizi (Kurbanlarımızı) kime sunacağız?” dediler. Onlar, bütün sunularını kendi ağızlarına aldılar. Fakat ilahlar, sunularını birbirlerinin ağzına verdiler. Daha sonra Prajapati, asli ruh, kendini tanrılara bağışladı.
Sayfa 124 - ÇEVİRİ: İNCİ PALSAY, KOPERNİK YAYINEVİ, 2. BASKI,2020
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.