Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

86 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Yaşlı Adam ve Deniz
“Her şeyi ihtiyardı balıkçının -yenilgi nedir bilmeyen, neşeli, deniz rengi gözlerinden başka…” Bu kitabı okurken kendimi her ayrıntının ince ince anlatıldığı sahnelerde, hızla giden bir trenin içinde duran küçük ve meraklı bir çocuk gibi hissettim. Etrafımda her şey hızla akarken, ben durup o çocukla beraber yaşlı adamı dinlemek istiyordum. Gerçi Saraybosna’ya geldiğimden beri hayatım Ankara’ya nazaran epey yavaşlamış ve dinginleşmişti. Boşnakların sürekli “Polako polako” dedikleri gibi her şey “Yavaş yavaş” ilerliyordu burada. Bu seferki novellada yaşlı bir balıkçı olan Santiago ve ailesine rağmen ona yardımcı olmaya çalışan bir çocuk var. Yaşlı adam günlerce balık tutamadığı için çocuğun ailesi onun yanında çalışmasını istememektedir, bu isteye hayır diyemeyen çocuk aslında yaşlı adamı çok sever ve ara sıra gelerek ihtiyaçlarını karşılar. “Babam ayırdı. Ben çocuğum, onun sözünü dinlemem gerek." “Seksen beş uğurlu sayıdır, " dedi yaşlı adam. "Bir de bakarsın, yarın beş yüz kiloluk koca bir balık getirmişim.” 84 gün eli boş dönen yaşlı balıkçı hala bu ümidini kaybetmeden, yaşına ve yaşananlara rağmen güzel düşünebiliyordu. Neydi onu bu kadar günümüz tabiri ile pozitif yapan. Elinde balıkçılıktan başka tutunacak dalı olmaması mı yoksa iyiye ve güzele olan inancı mı? Ve 85. Gün yaşlı adam tek başına yine denize açılır. “Uçan balıklardan çok hoşlanırdı, okyanustaki en yakın dostları onlardı çünkü. Kuşlara, özellikle incecik, kara denizkırlangıçlarına acırdı, durmadan uçan, bir şeyler arayan, ama aradıklarını çoğu zaman bulamayan denizkırlangıçlarına.” “Yaşlı adam hep dişi olarak düşünürdü denizi, büyük iyilikler yapan, büyük iyilikler saklayan biri olarak.” “Her gün yeni bir gündür. Şanslı olmak daha iyidir. Ama ben dikkatli olmayı yeğ tutarım. Şans kapıya geldiğinde hazır olur insan.” Bu cümle bana Fatma Bayram hocamızın şu sözünü hatırlattı: “Hayatta bazı fırsatlar insanın karşısına bir defa çıkar. Eğer kaçırmak istemiyorsanız, o fırsat geldiğinde hazır olmanız gerekir.” “Yaşlı adam, koca yunusların kaçan balıkları kovalarken sudan hafifçe çıkan sırtlarını görebiliyordu. Kaçak balıkların altında yüzüyordu yunuslar, hızla yüzüyorlardı.” David Attenborough belgesellerini anımsadım. Yunus ve kuşların ortaklaşa planları ile balıkları nasıl yakaladıkları bölümü. “Yalnız başınayken yüksek sesle konuşmaya ne zaman başlamıştı, hatırlamıyordu. Belki de çocuk ayrıldıktan sonra yalnız kalınca konuşmaya başlamıştı. Ama hatırlamıyordu.” “Denizde gereksiz yere konuşmamak bir erdem sayılırdı, yaşlılar bir erdem olarak görürlerdi bunu, konuşmazlardı.” “Başkaları yüksek sesle konuştuğumu duysalar deli sanırlar beni," dedi yüksek sesle "Ama deli değilim ya, aldırmıyorum. Zenginlerin kendileriyle konuşacak radyoları var teknelerinde, kendilerine beyzbol haberlerini iletecek radyoları var.” İçimi acıtan cümlelerden biri daha… Hikâyenin bundan sonrasında yaşlı adamın oltasına takılan, teknesinden bile büyük kılıç balığını yakalamak için verdiği mücadeleyi ve kılıç balığının da aynı şekilde oltadan kurtulmak için giriştiği yaşam savaşını okuyoruz. Bir tarafta günlerdir balık tutamayan ve artık talihsiz olarak addedilen yaşlı balıkçı, diğer tarafta da tek isteği yaşamak olan kılıç balığı… “Bu öldürecek onu, diye düşündü yaşlı adam. Sonuna kadar dayanamaz. Ama dört saat sonra, balık tekneyi sürükleyerek aynı hızla gidiyordu denizde, yaşlı adam sırtında iple hala dayanmaktaydı.” Balık zokayı yutmuştu ama bakalım kim kazanacaktı bu savaşı… “Sonra, "Keşke çocuk yanımda olsaydı. Bana yardım etmek için, bunu görmek için," dedi yüksek sesle.” “İhtiyarlığında yalnız kalmamalı kimse, diye düşündü. Ama kaçınılmaz bir şey bu. Gücümü kaybetmemek için, bozulmadan önce şu turnayı yemem gerekiyor, unutmamalıyım. Unutma, sakın, canın istemese de sabahleyin yiyeceksin. Unutma sakın, dedi kendi kendine.” “Balık, derin karanlık sularda, tuzakların, kötülüklerin ötesinde kalmayı seçmişti. Ben, bütün insanların ötesinde onu bulmayı seçtim. Dünyadaki bütün insanların ötesinde. İkimiz birleştik, öğleden beri birlikteyiz. İkimize de yardım edecek kimse yok.” “Keşke akıntıya kaptırsa kendini. Yorulduğunu gösterir.” Bizim de hayatın akışına kaptırmamız bir nevi mücadeleyi bırakıp yorulduğumuzu göstermez mi? Bazen akış iyi gelmez insana, somon balıkları gibi akıntıya karşı yüzerek doğduğumuz yere gitmemiz gerekir. Üstelik bunun için okyanuslar aşmamız gerekse bile... “Balık," dedi, " Seni seviyorum, büyük saygı duyuyorum sana. Ama gün bitmeden seni öldüreceğim.” Onun mücadele edişine ve hayata tutunuşuna duyulan bir saygıydı bu belki de. Bu günlerce süren yolculukta sona gelirken her an koca okyanusun ortasında yaşlı balıkçı ölecek diye nedense çok korktum okurken… “Canın adamakıllı yanıyor şimdi, balık," dedi. "Tanrı bilir ya, benim de yanıyor. " “Dindar değilim," dedi. "Ama şu balığı bir yakalasam on kere Babamız duasını okuyacağım, on kere de Meryem Ana duasını...” Lokman 32: “Dalgalar onları kara gölgeler gibi kapladığında içten bir inanç ve bağlılıkla sadece Allah’a yakarırlar; Allah kendilerini sağ salim karaya çıkardığında ise içlerinden bir kısmı ortada kalır. Hıyanete gömülmüş nankörler topluluğundan başkası âyetlerimizi inkâr etmez.” “Hiç düşünmeden arka arkaya dua okumaya başladı. Bazen o kadar yoruluyordu ki, hatırlayamıyordu duayı, kelimeler hiç düşünmeden ağzından çıksın diye hızlı hızlı okumaya başlıyordu. Meryem Ana, Babamız'lardan daha kolay, diye düşündü.” “Balık çember çizmeye başladığında, denize açıldığında beri üçüncü kere doğuyordu güneş.” Artık sona iyice yaklaşmışlardı. " Böyle bir balık karşısında yenik düşüp ölemem," dedi. "Ne güzel çıkıyor; Tanrım, güç ver bana, dayanayım. Yüz kere Babamız'a, yüz kere de Meryem Ana'yı okuyacağım. Ama şimdi okuyamam. Okudun say, diye düşündü. Sonra okursun.” "Balık," dedi yaşlı adam. "Balık, nasıl olsa öleceksin. Beni de mi öldürmek istiyorsun?" Ama hakkın da var. Senden daha büyük, senden daha güzel, daha soğukkanlı, daha soylu bir şey görmedim, kardeşim. Hadi, öldür beni. Kimin kimi öldürdüğünün hiç önemi yok.” Sonunda yaşlı balıkçı kazanır ama balık onu o kadar çok kıyıdan uzaklaştırmıştır ki, şimdi de dönüş yolunda mücadele etmesi gereken köpekbalıkları vardır. Çünkü balık tekneden bile büyük olduğu için, onu ancak bağlayarak götürebilecektir. “Yüksek sesle, " Yirmi kilo kadar götürdü," dedi yaşlı adam. Zıpkınımı da götürdü, bütün sicimi de diye düşündü, benim balık yine kanıyor, başkaları da gelecek.” “Sürüp gidemeyecek kadar güzeldi bu, diye düşündü. Keşke bir rüya olsaydı şimdi, onu hiç yakalamasaydım, yatağımda, gazetelerin üstünde bir başıma olsaydım.” "Bu kadar açılmamalıydın, balık," dedi. "İkimiz için de iyi olmadı bu. Üzüldüm, balık." "Talih satılan bir yer varsa gidip almak isterdim biraz,” dedi.” “Çocuk sabahleyin kapıdan baktığında uyuyordu. O kadar sert esiyordu ki rüzgar, balığa çıkılmayacaktı o gün, çocuk geç vakte kadar uyumuş, sonra da, her sabah yaptığı gibi, yaşlı adamın kulübesine gelmişti. Yaşlı adamın soluk aldığını gördü çocuk, sonra yaşlı adamın ellerini gördü, ağlamaya başladı. Biraz kahve getirmek için sessizce dışarı çıktı, yol boyunca ağladı." "Aradılar mı beni?" "Tabii. Hem motorla, hem uçakla. " "Okyanus çok büyük, tekne desen küçük, zor görülür," dedi yaşlı adam. Biriyle konuşmanın kendi kendine konuşmaktan, denizle konuşmaktan çok daha güzel olduğunu farketti. " Özledim seni, " dedi. "Balık tutabildin mi?'' "Çabuk iyileşmelisin, çünkü öğreneceğim çok şey var senden, bana her şeyi öğretebilirsin. Çok acı çektin mi?" "Çok," dedi, yaşlı adam." Bu hikaye mutlu biterken, yaşlı adam ve çocuk tekrar birlikte çalışmaya başlayacaktı ama yazarın kendi hikayesi bu kadar nasipli değildi maalesef. “Tutulmadan da hiç hoşlanmam, diye düşündü. İnsana gövdesinin oynadığı en kötü oyun. İnsan zehirlenip de karnı sürerse ya da kusarsa, başkalarının yanında küçük düşer. Ama tutulma insanı tek başınayken de kendi kendine karşı küçük düşürür.” Bu paragraf ne kadar da kardeşinin yazarımız Hemingway’in ölümü üzerine söylediklerini ve o anki duygularını anlatıyor! “Ernest Hemingway’in ölümü intiharla mı yoksa kazara mı olduğu hep tartışıla gelse de bu konuda en kesin bilgi, kardeşi Leicester Hemingway tarafından verilmiştir: “Ertesi sabah, yedi sularında, en son olumlu işini gördü. Başka birinin sözü ya da davranışı yüzünden şerefinin lekelendiğini anlayan, bir Samurai gibi, Ernest de vücudunun kendisine ihanet ettiğini hissetti. Buna göz yummaktansa, silâhını doldurdu, sonra eğilerek bu en gözde tüfeğinin dipçiğini salonun döşemesine dayadı ve geride duran horozları indirmenin bir yolunu buldu.” (Anday, 1972: 6) Melih Cevdet Anday bu ölüm şeklini olumlar ve umutsuzluğun değil bir güzellik bütününün anlamını kaybetmemesi için gerçekleştirilen bir eylem olarak telakki eder.” 1 İlginç olan ise Hemingway’in yüzü, güçlü ve hayata meydan okuyan yaşlı balıkçıya ne kadar da çok benziyordu! balkandays.blogspot.com/2023/04/ernest-...
Yaşlı Adam ve Deniz
Yaşlı Adam ve DenizErnest Hemingway · Bilgi Yayınları · 202331,9bin okunma
·
212 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.