Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ortaçağ, toplumsal olarak ele alındığında olağanüstü huzursuz bir dönemdi. Şiddet gündelik bir olaydı, kavgalar daha ateşliydi, çoğu kez savaş kaide, barış daha ziyade istisnaydı. Salgın hastalıklar dünyada kol geziyor; binlerce insan hiçbir yardım ve teselli bulamadan ıstırap ve pislik içinde ölüyordu. Kötü hasatlar, birkaç yılda bir fakirlerin ekmeğini ufaltıyordu. Dilenci ve sakat yığınları, Ortaçağ manzarasının alışılmış bir parçasıydı. İnsanlar, büyük iyilikler yapma kabiliyetine sahip oldukları gibi; aynı şekilde katı zulümlere, başkalarının ıstıraplarından haz almaya ve bunların sefaletlerine karşı kayıtsızlığa da kabiliyetliydiler. Zıtlıklar günümüzdekinden daha keskindi. Bir yanda şehvetin dizginlenmemiş tatmini, diğer yanda yürek sızlatan pişmanlıklar; bir yanda dehşet veren günah korkusunun baskısı altında riyazet ve tövbe, diğer yanda efendilerin şatafatı ve fakirlerin sefaleti. Ölümden sonra cezalandırılma korkusu yani ruhun kurtuluşuna dair korku, ekseriyetle fakir ve yoksulları hazırlıksız yakalardı. Hükümdarlar işi sağlama almak için kilise ve manastırlara bağışta bulunur; fakirler ise dua ve tövbe ederlerdi.
·
66 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.