Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Fatih Başaran

Fatih Başaran
@FatihBasaran
Sıkı Okur
Sufiler, Tanrı’nın ‘’Ben gizli bir hazineydim, bulunmak istedim’’ dediğini rivayet eden bir hadisi alıntılarlardı. Buna göre Tanrı dünyayı yarattı; aklı varoluşa yansıttı ve aklın bütünlüğü içinde var olan her çeşit olanakların tümünü ifade eden muazzam bir çeşitlenme -yıldızlar, gezegenler, kayalar, kimyasal elementler- meydana geldi. Bütün bu çoğalıp yayılmanın içinde ise elementlerin hep daha kusursuz biçimde bir araya gelmesiyle oluşan bitkiler veya hayvanlar gibi karmaşık nesneleri yarattı. En sonunda da her türlü farklılaşmanın tek bir odakta bir araya geldiği, her çeşit akli olanağın onlarda kavranabileceği varlıkları, yani insanları yarattı. Bu varlıklar son kertede (var olan her şeyi kavrayabilmelerini ve her şeyi asıl kaynağına kadar izleyebilmelerini sağlayan) kendi refleksif bilinçleri sayesinde her şeyin kökeninin, yani Tanrı’nın- onun olanaklarını ifade eden bütün bu mucizevî varoluş çeşitliliği aracılığıyla ve bunun ötesine geçip onu keşfederek ve onun varlığına geri dönerek- bilincine varabilecek güçteydiler.
Sayfa 265Kitabı okudu
Reklam
Rağbet görmeyen fikirlerin özgürce dile getirilmesi, onları bastıracak konumda bulunabilecek herkesin önemli ölçüde dayanıklılık ve toplumsal disiplin sahibi olmasını gerektirir.
Sayfa 228Kitabı okudu
Müslümanlar, ihtiyaç duydukları her durumda, kendilerine en fazla vaatte bulunan yardım kaynaklarına başvurdular; bunlar da çoğunlukla şehirlerin kesinlikle her yerde büyük itibar gören yüksek kültürüyle ilişkilendirilerek onaylanan pratikler oldu. Şehirli seçkinlerin davranışlarının kırsal kesimde yayılmasıyla birlikte yerel hurafeler de daha incelikli töresel bilgilerle desteklendi, bununla birlikte bu da köylünün ekonomik ve toplumsal olanaklarına bağlı olarak çarpıtıldı ve bayağılaştı. (177)
Sayfa 177Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Başka yerlerde olduğu gibi İslam dünyasındaki olağan yaşamda da sınıflar arasında doğrudan uygulanan daha gayrı resmi kısıtlamalar daha fazla işe yarıyordu. Nüfusun geneli bazen, egemen sınıflara pahalıya mal olan ayaklanmalarla kendi hassasiyetlerinin dikkate alınmasını sağlayabilirdi. Esnaf ve tüccarlar ise -yeni bir vergi ya da aralarından birine kötü muamele edilmesi gibi- ciddi bir aşırılığı protesto etmek için daha değerli bir silaha sahiplerdi: Hep birlikte dükkânlarını kapatabilir, böylece kasaba yaşamının ve onunla birlikte orduya erzak tedarikinin de durma noktasına gelmesini sağlayabilirlerdi. Sadece tam anlamıyla güçlü bir hükümdar böyle bir hamleye zor kullanarak etkili bir karşılık verebilirdi. Bununla birlikte Şeriat’ın eşitlikçi öğretisi ne ayrıcalıklılar arasında özel soyluluğu ne de tebaanın örgütlü direnişini destekliyordu.
Sayfa 160Kitabı okudu
Medreseler merkezileşmiş bürokrasiye yönetici kadrosu temin etmeyi başaramadılar. Bunun yerine Müslümanların birliği davasına farklı yollardan hizmet etmeyi başardılar. Medreseler İslam dünyasının dört bir yanına yayılırlarken nispeten yeknesak eğitim müfredatları sayesinde Sünnî ulemâ arasında yerel siyasi koşullardan bağımsız, evrensel bir birlik ruhunun gelişmesini sağladılar. Böylece medrese, Müslüman cemaatinin Medine’deki ilk cemaatten beri var olan yeknesaklığını daha kurumsallaşmış yollardan devam ettirmenin önemli bir aracı haline geldi.
Reklam
Uyumsuzun ilk gerçeği meydan okumadır. Bu meydan okuma, bu şahlanış hayata gerçek değerini verir, bir hayatın uzunluğu üstüne yayılmış olarak büyüklüğünü yeniden yerine getirir. Gözleri bağlanmamış bir insan için kendisini aşan bir gerçekle çarpışan zekanın görünümü kadar güzel bir görünüm yoktur.
Sayfa 508Kitabı okudu
Nizamülmülk’ün Selçuklu iktidarını eski İran’a özgü bir siyasal düşünce olan evrensel mutlak monarşiye dayandırma girişimi başarısızlığa uğramış olsa da izlediği siyasetler çok önemli iki toplumsal sınıfın Orta Dönemlerin gelişmekte olan uluslararası düzeni içinde kendi rollerini oynayacak duruma geldikleri süreci hızlandırdı. Bu sınıflar din bilginleri sınıfı olan ulemâ ve ordu, özellikle de askeri reisler olan emirlerdi; ulemâ ve emirler hep birlikte, resmi siyasal yapılara asgari düzeyde bağımlılık göstererek yeni toplumdaki otoritenin çekirdeğini oluşturdular.
Bu uygarlık, toplumun herhangi bir parçasının üyelerinin başka herhangi bir yerde toplumun üyesi olarak kabul edilmesini sağlayarak fikirlerin ve âdetlerin her yerde dolaşımını temin eden, İslam uygarlığına özgü, ortak bir toplumsal örüntü sayesinde bir arada tutuldu. Müslümanlar kendilerini daima tüm Darülislam’ın yurttaşları bildiler. Çeşitli sanatların ve bilimlerin temsilcileri, cömert bir hükümdar tarafından ülkesine davet edildiklerinde ya da zalim bir hükümdardan baskı gördüklerinde bir Müslüman ülkeden diğerine serbestçe seyahat edebildiler; Darülislam’ın herhangi bir yerinde itibar gören birinin diğer yerlerinde de kısa sürede tanınması ve itibar görmesi olanaklıydı.
Toplumda kültürel dışavurum fırsatları, bireylerin kendilerini ifade etmelerine olanak tanıyan toplumsal kurumların çeşitlenip farklılaşmasıyla birlikte artar. Kurumlarda farklılaşma, olağan ekonomik yatırımların yanı sıra insanların kendilerine ayırabildikleri zamana -kişisel girişimlere ve ilgilere- yapılan yatırımların seviyesine de bağlıdır. Fakat yatırım seviyesinin yüksek olması demek sadece halkın karnının tok, sırtının pek tutulması demek değildir. Gerçi bu da uzun vadede önemli bir etkendir fakat en az bunun kadar önemli bir başka etken de insanların kişisel ihtiyaçlarının ve ilgilerinin karşılanmasıdır. Dolayısıyla bu kişisel ihtiyaçları ve ilgileri karşılamak için gerekli olan muazzam mali desteği ve boş zamanı sağlayacak ihtiyaç fazlası üretimin var olması anlamında refah elzemdir. Başka bir deyişle refah, kültürel yaratıcılığı tek başına temin edemezse de uzun vadede onun bir ön koşuludur.
945’ten sonraki beş yüz yılda eski halifelik toplumunun yerini, sayısız bağımsız devlet tarafından yönetilen, sürekli genişleyen, dilsel ve kültürel bakımdan uluslararası nitelik kazanmış bir toplum aldı. Bu toplum tek bir siyasal düzen veya tek bir kültür dili tarafından bir arada tutulamıyorsa da bilinçli ve etkili bir biçimde tek bir tarihsel bütün olarak varlığını sürdürmeyi başardı. Bu İslamileşmiş toplum, kendi çağı içinde yeryüzünde en geniş coğrafyaya yayılan, en etkili toplum haline geldi.
Reklam
688 syf.
·
Puan vermedi
İslam'ın Serüveni - 2.Cilt
İslam'ın Serüveni - 2.CiltMarshall G. S. Hodgson
8.7/10 · 19 okunma
Doğada, toplumda ve bilinçte tüm nesneler, olaylar ve süreçler içlerinde bir karşıtlık (eşdeyişle eytişimsel iç çelişki) taşırlar, bu karşıtlık tüm devim ve gelişmenin kaynağıdır. Nesneler, olaylar ve süreçler bu karşıtlıkla devinir ve gelişirler. Bu karşıtlıklar hem bir birlik (biri olmadan öbürü de olmaz), hem de bir savaşım (biri öbürünü sürekli olarak dışındalar) içindedirler, birbirlerine geçişirler (biri öbürünü sürekli olarak alt etme, onun yerine geçme eğilimindedir) Doğa, toplum ve bilinç bu evrensel yasayla işler ve gelişir. Gelişme, bu savaşım sonucu, birliğin ortadan kalkıp yerine yeni bir birliğin doğması demektir.
Sayfa 454Kitabı okudu
Hiç doğmamış olmak, doğmuş olmaktan çok daha iyidir, diyor Schopenhauer. Varolmak, acı çekmek anlamını taşır. Olumlu mutluluk sonsuz bir kuruntudur. Olsa olsa olumsuz bir mutluluğa kavuşabilir insanlar, bu olumsuz mutluluk da acılarının kısa sürelerle azalmasından ibarettir. Parmağınıza bir iğne batar, acı duyarsınız. İğneyi çıkarır, acınızı dindirerek sevinirsiniz. Mutluluğunuz bu kadarcıktır, daha çoğunu beklemeyin. Binbir yeni bela sizleri hiçbir zaman rahat bırakmayacaktır. O belaları birer birer yoketmeye çabalamakla geçecek ömrünüz. Birini yokedince de, ardında ikincisinin sizi beklediğini düşünmeden, mutlu sanacaksınız kendinizi. Düşünce gücümüz, tutkularımızın, eğilimlerimizin boşluğunu anlamak içindir. Bunu anladıktan sonra vazgeçmelere doğru yöneliriz. İçimizde, çevremizdekilere karşı bir acımadır başlar. Tüze (adalet) duygumuz gelişir.
Sayfa 380Kitabı okudu
261 syf.
·
Puan vermedi
Piyasa, Sandık ve Başkan Arasında
Piyasa, Sandık ve Başkan ArasındaTanıl Bora
0/10 · 1 okunma
Çelişme, oluşun itici gücüdür. Her varlaşma yoklaşmayı, eşdeyişle her olumlama yadsımayı içerir. Gelişme, bu içeriksel çelişmenin sonucudur. Bu sonuç, toplumun gelişmesinde de görülür; bir zaman için topluma yararlı bulunan yasalar ve kuruluşlar, bir zaman sonra toplumun yeni çıkarlarıyla çelişerek kendi karşıtlarına dönüşürler. Akıl akılsızlığa, adalet adaletsizliğe, yarar zarara dönüşür. Gelişmiş aşama, bu çelişmeden doğar. Örneğin adaletsizlik adaleti yadsır, ama bu yadsıyan adaletsizlik de yeni bir adaletle yadsınır. Sentez, yadsımanın yadsınmasıdır. Hegel, Mantık adlı yapıtında şöyle der: ‘’Bu, yeni bir kavramdır. Ama öncekinden daha zengin, karşıtıyla zenginleşmiş, eşdeyişle hem kendisini hem de karşıtını birlikte taşıyan, öncekinden daha gelişmiş bir kavramdır. İşte kavramlar sistemi böylelikle gerçekleşir ve kesintisiz bir akış içinde ilerler’’
Sayfa 362Kitabı okudu
942 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.