Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

160 syf.
8/10 puan verdi
Lise Öğrencimin İnsanlığın Dirilişi Kitabı Tahlili
Es-Selam kıymetli dostlar!.. Bugün sizinle Sezai Karakoç üstadın bir yeraltı haritası özelliği taşıyan İnsanlığın Dirilişi kitabı için yazdığım tahlil yazısını paylaşmak istiyorum. Çünkü medeniyet ,ruhumuzla ,aklımızla, kalbimizle ilgili evrensel bir gerçekleşiştir. Bir tarihi oluş ve değişimdir. (S.10) İnsanlık daima yenilene yenilene gidecektir. Ancak burada yenilenmekten kasıt eskinin yıkıntılarını ayıklamak demektir. Çünkü ancak yıkıntıyı ayıklarsak altında ki toz içinde kalmış sapasağlam değerleri görebiliriz. Medeniyet demek kimlik demektir. Eğer bir medeniyeti kökten bir değişime mecbur edersek onun kimliğini eninden almış oluruz. Kimlik kaybı demek benlik kaybı demektir. Medeniyet insanlık tarihidir .İnsanın kendini gerçekleştirdiğinin kanıtıdır. İnsanın özgünlüğünün ve dahi özgürlüğünün temelidir. Bu yüzden her medeniyet kendidir. Kendine aittir .Zira eğer böyle olmazsa buna medeniyet değil ‘taklit silsilesi’ denir. Şimdi bu minvalde Batı Medeniyetini inceleyeceğiz. VAROLUŞ BUNALIMI Batı ve dolayısıyla tüm dünya büyük çaplı bir bunalım yaşıyor. Bu öyle bir bunalım ki mesele çağa, yaşanan gelişmelere ayak uyduramamak değil, direkt olarak var olamama , mevcut çağda varlığını koruyamama sorunudur. Yani dünya Varoluşsal Bunalım yaşamaktadır. Kökten değişimin veya çöküşün başladığı yerde bu sorun en başta düşünürleri, şairleri etkisi altına alır. Şairler ve düşünürler bir medeniyetin yaşayacağı muştuyu önceden hissettikleri gibi medeniyetin yaşayacağı krizleri de öncesinde hissedip halkan daha önce yaşanacak krizin etkisi altına girerler. Bu yüzdendir ki Avrupa düşünürleri yaşadıkları bu bunalımın sebebine tam olarak eremediler. Sezai Karakoç’a göre bu krizin kaynağı Rönesansa kadar uzanmaktadır Rönesans özünde şu iki eksiği taşıyor. Birincisi, Rönesans artık Ortaçağın kapılarını kapatmış kendine yeni bir oluş kurmuştu. Ancak her yeni oluşta olması gereken orijinal öz Rönesansta bulunmuyordu. Rönesans insana her yeninin getirdiği gibi büyük bir yenlik ve tazelik getirmemişti hatta ahizeden eskinin kokusu bile duyuluyordu. İkincisi ise Rönesansın İslam’a olan ilgisinin zayıflığıdır. Bunu aslında İslam’a olan karşıtlığı diye söylemek daha yerinde olur çünkü Rönesans Ortaçağa karşı çıkar gibi görünüp İslam’ın yolunu kesmek ve onun yerini almak istemiştir. Batının İslam’a karşı kullanabileceği en güçlü silahı eskiye dönmekti. Bu yüzden Hristiyanlığı ve antikiteyi yardıma çağırmıştı. Evet Rönesans ile birlikte Hristiyanlık yok olmaktan kurtuldu yeniden var oldu ancak bu öyle bir varoluştur ki Hristiyanlık bir daha tek başına var olamayacaktır. Rönesansın amacı Hristiyanlığa uymak değil, Hristiyanlığı kendine uydurmaktır. Bu yüzden doğulu çehresinden ve hakiki özünden uzaklaştırmaya çalışmıştır. Yani aslında İsmet Özel’in deyimiyle Avrupa Hristiyanlaşmamıştır, Hristiyanlık Avrupalaşmıştır. Rönesans ile birlikte Hristiyanlık artık hakikati değil, Batı’yı anlatır olmuştur. Roma’dan sonra Batı samimiyetini ve hasbiliğini kaybetti. Onun bu çıkışının temelinde yatan en temel unsur ‘gururdu.’ Batı bir hakimiyet hegemonyası kurmak istiyordu. Bu yüzden insana ve tabiata olay sağlıklı bakış açısını kaybetti. Batı tabiata hakim olmak istedi ve tabiatı katletti. Batı insana hakim olmak istedi ve insanı katletti. Rönesans’ın kurduğu metafiziksel temel en başından itibaren sallantılıydı çünkü sonsuza değin sürecek bir ilahi temel bulunmuyordu. Bu zamana kadar sıkıntılarını kendi içinde yaşadı ancak Batı artık kendi içinde değil tüm dünyaya açılmıştı ve dolayısıyla kendi içindeki krizlerle gittiği yerleri de boğmuştu. PEYGAMBER (HAKİKAT) İZİ Vahiy nişanı, Peygamberlik izi: İşte insanın yitirdiği cennet işaretleri . Bu işaretler kalbi diri tutan işaretler. Bu işaretler insanı; hayvana, bitkiye, eşyaya dönüşmekten koruyan işaretler. Çekilişi dolmayacak bir boşluk ve anlam karmaşası sonunda ise varoluş bunalımı. Peygamber izi insana ayrı bir kişilik sunuyor. Onun alınyazısına alabildiğince genişlik ve ÖZ-GÜRlük veriyor. Her insanın içinde bulunan özü gür bir şekilde çıkarabilme imkanı veriyor. Yalnız bu özgürlük kişiye sınırsız bir alan tanımak değildir çünkü bir kere sınırların artık sınır tanımaz hale gelecektir. Hiçbir kural olmaksızın sınırsızlık içinde yaşamak ruhun nefsinin içinde boğulmasına ve benliğini unutmasına sebebiyet verir. Batı tam olarak bunu yapmaktandır. Batıyı geçmişinden bugüne özetleyecek olursak aşırılık, ego ve tarihi egosantrizmden ibaret diyebiliriz. Peygamber izi ruhun etrafına hakikatin sınırlarını çizer. Bu sınırlarla birlikte insan benliğini keşfeder ve özünü korur. Yani bu sınırlar ruhun eşyayı ve aklını putlaştırmasına engel olur. ÖLÜM DİKKATİ İşte Batının bunalımın sebebi, ölüm dikkatsizliği. Ölüme bakışımızı yitirdiğimizden beri deri çağı yaşıyoruz. (S.43) Öylesine sığ öylesine derinliksiz öylesine tekdüze… Ruh ebedidir ve ebediyette yaşamak ister. Batının günübirlik yaşayışı ruhu eşyaya hapseder, eşyanın soğuğu ruhun var olmasına engel olur. Oysaki ruh ateştir. Yanar ve yanarak benliğini korur. Batının yaşam tarzının aksine ruh sonsuzluk sınırlarını aşar ve sonsuzun da ötesinde zamanın mekanında ötesinde olan Rabbini bulur. Rabbinin varlığında kaybolur. Kaybolduğu yerde var olur ve hiçliğin içerisinde kendini bulur. Ve bu şekilde de bize asıl sonsuzluğu tanımını yapmış olur. Ölüm dikkati ruhun önünde bir ayna gibidir. Yalnız bu ayna pasif bir halde ruha sadece kendini gösteren bir ayna değil, ona nefsini bildiren Hakk’ı hakikati hatırlatan, sonsuzluğunu hatırlatan, ruhun hayatında en aktif rolü alan bir aynadır. Ölüm dikkati ruhu dolayısıyla uygarlığı diri tutar. Her daim yanan hakikat ateşinde kavrulmasını sağlar. Ölüm dikkati insanın ruhunu yıkayan ebedilik abdesti gibidir. Ancak yaşadığımız bu çağda ölüm sadece ölmüş olanı görünce hatırlanıyor. Ölmeden önce ölmeyen ruhlar kendini ölümle denememiş ruhlar eşyanın elinde günbegün ölüyor. Ölüm sınavını verememiş uygarlıklar ise kaç yıl ayakta kalırsa kalsın var olamıyor. PROPAGANDA Batının bu kadar renkli ve canlı görünmesinin sebebi reklam ve propaganda. Bugün tüm dünyaya-içinde bizde bulunuyoruz- çığ gibi büyüyen reklam furyası Rönesans sonrası Batıdan gelmektedir. Rönesans’a kadar hiçbir medeniyette ne Mısır ne Roma ne Yunan ne de İslam medeniyetinde reklam bu denli kullanılmamıştı. Şüphesiz reklam kullanımının bu şekilde artması birazda tekniğe bağlıdır ancak burada da araç amacın yerini almaya başlamıştır. Tekniğin yani aracın amacın üstüne çıkacak konuma gelmesi , eserin içeriğinin değil biçiminin ön plana çıkmasına sebep oldu yani bir dış görünüş çağı oluştu. Daha önce ki medeniyetlerde bir reklam yapılması için işin bitmiş olması eserin ortaya konmuş olması gerekirdi ve hiç kimse reklama eseri ortaya koyduğu harcamadan daha fazla harcama yapmazdı. Klasik medeniyetin ilkelerine göre ortaya konan eser ya da iş bizzat reklamdır. Reklam eserden bağımsız değildir eserin içeriğini ve eser sahibinin muhtevasını dışa yansıtır. Yani eser kendi reklamını ve propagandasını özünde barındıracak şekilde yapılmıştır. Ancak Rönesans bunu tam tersine çevirmiştir. Önce reklam ve propaganda sonra eser ve iş demiştir. Reklama eserden daha çok maddi harcama yapmak akıllara bile gelmezken artık reklam ve propaganda yapmak amacıyla kuruluşlar kurulmuştur. Günümüzde eser olmadan yapılan reklam iş olmadan yapılan propaganda zihni ve estetik bir tatminlik verdiğinden hakiki düşünmenin ve gerçek sanatın yolunu kesmektedir. Bu da iyi ile kötünün, sahte ile gerçeğin birbirine karışmasına sebebiyet vermektedir. Bu da insanların güvensiz bir şekilde yaşadığı her gördüğü işe şüpheyle baktığı bir ortam oluşturmaktadır. Diriliş Erinin Özellikleri Kitapta Batı Medeniyetinden bu kadar bahsedilmesini sebebi özellikle Rönesans dönemiyle birlikte çağımıza kadar dünya üzerinde ki değişimi en çok etkileyen medeniyetlerden biri olmasından dolayıdır. Ancak bu etkileyiş insanlık tarihi için olumlu olmamış ve dünya bir varoluş krizi yaşamaktadır. Ancak artık bu krizin aşılma zamanı gelmiştir. Bunu tek bir diriliş eri bile yapabilir. Zira tüm dünyanın uyanması için tek bir uyanık yeterlidir. Peki diriliş eri nasıl olur? Aslında bu şekilde bir kalıp oluşturmak doğru değil. Bir insan hakikati kendi özünde nasıl biçimlendirmişse o halde bir diriliş eri olmalıdır. Ancak bu insanların olmazsa olmaz bazı özellikleri vardır. Bir diriliş eri ne düşünceleri ne eşyayı ne şahısları putlaştırmaz. Hakkın mizanının tecelli ettiği kalbinde doğruyu ve yanlışı tartar ve ona göre hareketeder. Aklı tanrılaştırmaz aklı ile Hakka hizmet eder. O hep yeniden doğuş adamıdır, durumalış özdeğişimcidir.(S.151) Soyut ve sonsuz olan yaşam somut ve sonlu olan yaşamının içeriğini oluşturur. Ve onun hakkı herkesin hakkını aldığı yerde başlar ve o ancak herkes özgür olduğu zaman özgür olabilir. Tüm insanlığın sorumluluğunu omzunda hisseder. İşte bunu başarırsa gerçek bir diriliş eri olur. HAMİŞ; İnsanlık hakikati kaybettiğini kavramasıyla birlikte bir varoluş krizine girdi. Şüphesiz bu bunalımın sebebi Rönesansın tüm değerleri yok sayıp tüm hakikati akla ve eşyaya indirgemesi ve bu haliyle attığı metafizik temellerden geçiyordu. Ancak artık dünya yaşadığı bu krizi kavrayabilmiş ve Batıdan hesap sormaktadır. Artık yeni bir dünya kurulması bu dünyayı kuracak yeni insanların doğması günü gelmiştir. İnsanlığın üzerine atılmış ölü toprağını kaldıracak hakikati hatırlatacak bir diriliş insanı doğmalıdır artık. Bu diriliş insanı öyle bir uygarlık kurmalıdır ki uygarlığı oluşturacak metafizik temel gerçek canlı ve sonsuz olmalıdır. Bu diriliş insanı İslam Uygarlığının özünü ,ruhunu öyle yaşatmalıdır ki hakikatin tabiatında, fiziğin hatta fizikötesinin de ötesinde büyük bir güç olduğunu anlatmalıdır. Eşyanın, maddenin akıl almaz diktelerin sınırlarını aşan bir perspektifi deruni ve geniş bir bakış açısını evvela kendine sonra tüm uygarlığa açmalıdır. Allah bu insanlığa zaman bendedir, mekan bana emanettir şuurunda bir gençlik nasip eylesin. Emine AYDIN / 11.Sınıf
İnsanlığın Dirilişi
İnsanlığın DirilişiSezai Karakoç · Diriliş Yayınları · 20236,7bin okunma
··
485 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.