Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"Bir gün Tokyo'da hayatımın dönüm noktalarından birini yaşadım. Bir bahar gününün öğleden sonrası idi ve tren oldukça boştu, çocuklarıyla alışverişe çıkmış birkaç ev kadını, yaşlı iki-üç çift vardı vagonda. Tren istasyonlarda duruyor, pek inen binen olmuyordu. Bir istasyonda içeriye, avazı çıktığı kadar bağıran sarhoş, pis, leş gibi kokan, amele kılıklı biri geldi. Sendeleye sendeleye içeri girdi, üzerinde kusmuk kurumuştu ve ekşi ekşi kokuyordu. Önüne çıkan ilk kişiye-bu kucağında bebek tutan bir kadındı- bir yumruk salladı. Kadın geri çekildiği için yumruk omzuna isabet etti ve onu vagonun öbür ucundaki yaşlı bir çiftin kucağına savurdu. Yumruğun bebeğe gelmemesi bir mucizeydi. Yaşlı bir kadın kalkıp sarhoştan uzaklaşmaya çalışırken adam ona da bir tekme savurdu, kadın tekmeden kaçarken sarhoş, 'Seni pis orospu!' diye küfrediyordu. Vagonun ortasındaki demiri yerinden çıkarmak istedi; sağ elinin kanadığını gördüm. Herkes korkuyla sinerken o kime saldıracağını kestirmek üzere etrafa göz attı. "Oturduğum yerden kalktım. O zaman bir doksan boyunda, 100 kilo ağırlığında, günde sekiz saat aikido eğitimi gören biriydim. Kendime güvenim tamdı. Henüz gerçek dövüş içinde kendimi denememiştim. Aikido hiçbir zaman bir saldırı aracı olarak kullanılmamalıydı; hocam bana sürekli aikidonun bir barış gücü olarak kullanılmasını, ancak başkalarını korumak gerekirse dövüşme aracı olarak kullanılacağını söylemişti. Aikido çatışmayı çözmek için kullanılır, çatışma yaratmak için değil, derdi hocam. Hocama saygım o kadar yüksekti ki, birkaç kere, sokak serserileriyle kavga etmemek için kaldırım değiştirdiğimi hatırlıyorum. Fakat içimden, 'şöyle haklı bir durum çıksa da, başkalarını haksız yere rahatsız eden, zayıfları ezen biri üzerinde bildiklerimi bir uygulasam,' arzusu geçerdi. "İşte dedim; şimdi bildiklerimi uygulamanın tam sırası. Bu terbiyesiz hem sarhoş, hem küfürbaz, hem de kadınlara ve çocuklara karşı saldırgan küstahın teki. Ona haddini bildirmezsem, şimdi bir masumun canını yakacak. İçim rahat olarak onun pestilini çıkartabilirim. "Beni ayakta görünce sarhoş bana şöyle bir baktı ve, 'Bu yabancı piçinin Japonlara nasıl saygı gösterildiği konusunda bir derse ihtiyacı var, diye ağzından tükürükler saçarak konuştu. Ben onu kızdıracak şekilde vagonun tavanındaki demirden tutmuş hafif hafif ayaklarım üzerinde sallanıyordum. Ona, önemsemeyen, küçümseyen bir şekilde baktım. Bu herifin leşini serecektim. Büyük ve cüsseliydi, ama sarhoştu ve kızgındı. Ben soğukkanlıydım, çok iyi eğitilmiştim ve ne yapacağını iyi bilen birinin güveni içindeydim." "Sana bir ders vereyim de hiç unutma, pezevenk!' diyerek üzerime yürüdü. Hiç yerimden kıpırdamadım, hatta ona gözlerimi süzerek bir ibne öpücüğü gönderdim. Bana saldırmak üzere tam tavrını aldı. Neye uğradığını anlayamayacaktı. "O bana saldırmadan birkaç saniye önce, biri, 'Hey!' diye ona seslendi. Yüksek, tiz bir sesti, ama kendine güvenli ve neşeli birine ait olduğu hemen anlaşılıyordu. Bir şey bulmuş birinin 'bak ben ne buldum,' diyen tonu çınlıyordu bu seste. Hem ben, hem sarhoş döndük ve bu küçük ihtiyar adamı gördük. Yetmiş yaşlarında olmalıydı, kimono ve hakaması içinde tertemiz giyimli biriydi. Bana hiç bakmıyordu, ama sarhoş işçiye, onunla önemli bir sırrı paylaşacakmış gibi gözlerinin içi gülerek bakıyordu. "'Buraya gel,' diye eliyle işaret etti, buraya gel ve benimle konuş'. Sarhoş kendine ip bağlanmış bir kukla gibi yaşlı adamın yanına gitti. Önünde durdu, yukarıdan şöyle bu küçük yaşlı adama baktı ve, 'Ne istiyorsun içi kurumuş adam bozması, osursam seni düşürürüm, dedi. Sarhoş yaşlı adama saldırmaya kalksa onu hemen altıma alacaktım. Ama yaşlı adam gözlerinin içi hiç korkusuz, 'Ne içiyordun sen arkadaşım?' diye gülerek ona sordu. " 'Saki içiyordum, maymun yüzlü moruk. Benim ne içtiğimden sana ne? diye yaşlı adama hakaret etti. Yaşlı, 'O, çok güzel. Gerçekten çok güzel, çünkü ben sakiyi severim. Her akşam üstü ben ve karım-o şimdi yetmiş altı yaşında- biraz saki ısıtır, bahçemize büyükbabamın öğrencilerinin onun için yaptığı divanın üstüne oturur, yavaş yavaş sakimizi içeriz. Günün batışını seyreder ve hurmalarımıza bakarız. Geçen yılki soğuklardan hurmalarımız hırpalandı. Benim büyükbabamın dedesi dikmişti o hurmayı. Sakimizi içerek hurmaya bakarız, güneşin batışını izleriz. Güler yüzle, bir dostun diğerleriyle konuşmasındaki rahatlık ve sevecenlikle sarhoşun yüzüne bakıyordu. "Sarhoş, yaşlı adamın söylediği şeylerin ayrıntılarını takip etmeye çalışırken yüzü yumuşamaya başladı. Sıkılı yumrukları gevşedi, ve yaşlı adam sözünü bitirince, 'Ben de saki severim,' dedi. Ve sesi yavaş yavaş yumuşadı, eski haşinliğini kaybetti. Yaşlı adam, 'Evet, ve eminim senin de harika bir hanımın vardır.' "Sarhoş hüzünlü hüzünlü başını sallamaya başladı, 'Hayır, bende karı yok, aile yok.' Trenin sallantısına uyan bir baş sallamasıyla sözünü tekrar etti, 'Benim eşim yok, ailem yok.' Biraz durdu ve biraz önceki haliyle hiç uymayacak yumuşak bir sesle, 'Ne karım var, ne evim var, ne elbisem var, param yok, alet edavatım yok, yatacak yerim yok, kendimden utanıyorum.' Koca sarhoş hıçkıra hıçkıra ağlarken bütün bedeni sarsılıyordu. Onun üstündeki kısımda bir reklam, bir oturma beldesinin konforlarından bahsediyordu. Reklamın dediği ve şu anda gözümün önünde yer alan manzara tam bir alaysama idi. Bu alaysama beni etkiledi. Birdenbire kendimden utandım. Temiz elbiselerimden ve 'bu dünyayı demokrasi için güvenli bir yer yap' tutumundan utandım; kendimi o sarhoştan daha fazla kirli ve aşağılık hissettim. "Yaşlı adam, 'Vah vah, gerçekten kötü bir şansızlık olmuş,' diyerek onu anlayışla dinledi. Ama, onun mutlu ve coşkulu gözleri yine aynıydı. 'Gel şuraya otur, hadi bakalım, bana hepsini anlat!" "Bu esnada tren ineceğim istasyona gelmişti. İstasyon çok kalabalıktı ve kapı açılır açılmaz insanlar trenin içine hücum ettiler. Vagondan dışarı çıkarken yeniden arkama dönüp baktım; sarhoş işçi bir çuval gibi kanepeye yığılmış ve yaşlı adamın kucağına başını koymuştu. Yaşlı adam kurumuş kusmuklu başı okşuyordu; gözlerinde anlayış ve şefkat vardı. "Tren istasyondan ayrılırken oradaki bir kanepeye oturup, bu yaşantıyı yeniden gözden geçirmek istedim. Benim kasla ve kemikle başarmaya çalıştığımı yaşlı bir adam gülümseme, anlayış ve şefkat dolu birkaç cümleyle başarmıştı. Gerçek aikidoyu şimdi gördüğümü anladım: kurucusunun dediği gibi aikido bir uzlaşma sanatı idi, bir dövüş aracı değil. Kendimi ahmak, saldırgan ve kaba hissettim. Bu olaydan sonra tamamiyle farklı bir anlayışla aikido çalışması yapmam gerektiğini görüyordum. Henüz aikidoyu ve uzlaşmayı bilmediğimi anlamıştım."
·
172 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.