Dursun Gürlek
"Nerede o eski ramazanlar!" şeklinde geçmişe duyulan özlem ile birlikte kurulan bu mahzun cümle
daima dilimizde bir yakarış olarak vuku bulmaktadır. “Dersaâdet'te Ramazan Akşamları” ise bu
yakarışlara cevaben biraz hasret giderme görevi biraz da biraz da o eski ramazanlara daha yakından
şahit olma şansı sunuyor. Eserinin büyük bir kısmını yazarların, şairlerin ve edebiyatçıların ramazan
hakkında yazmış oldukları hatıralar teşkil ediyor.
Dursun Gürlek ise bu yazıları tasnif etmiş ve bir nizam içinde okuyucularla sunmuştur. Sunulan
bu hatıralar renkli ve çeşitli kaynaklardan derlenmiş olduğundan kendi deyimi ile bir “Ramazan
Edebiyatı” ortaya çıkarmıştır. Bu çeşitliliğe kaynaklık eden isimler arasında, başta İstanbul
hanımefendisi olarak bilinen Semiha Ayverdi de vardır. Yahya Kemal, Necip Fazıl, Refik Halid, Tevfik
Fikret, Mehmed Akif ve daha nice yazarlarımızdan oluşan bu listede kıymetli yazı ve şiirler
bulabilirsiniz.
Yazıların önemli hatlarını oluşturan başlıca konular arasında şunlar vardır; İstanbul'daki eski
ramazanlar, ramazanların genel hususiyetleri, iftar ve sahur sofraları, ramazanın kadim parçaları
olan, karagöz ve meddah sadece birkaçıdır. Her başlık altında ayrı ayrı ilgili olduğu konuya derin bir
şekilde değinilmiş ve örnekler verilerek samimi bir ortam sağlanmıştır. Ben özellikle bilinmesi gereken
birkaç konuya değinmek istiyorum.
Bu konulardan birisi eski ramazanlardaki hususiyetlerdir. Ramazanın gelişi ve Hilal Ayının görülmesi
hususuna değinilir. Hilal Ayının görüldüğü ilk gece ramazanın bir nevi habercisidir. Hilal’in yolu,
büyük bir özlemle gökyüzüne dikilen gözler ile beklenir. Daha sonra minarelerde kandillerle verilen
işaretlerde tüm şehrin ve her Müslümanın haberi olur. Artık ramazan gelmiştir. Ramazan gecelerinde
ise semayı kandil ve mahyaların nuru olan “Hoşgeldin yâ şehr-i ramazan" yazıları süsler. Ta ki son
gecesinde kadar…
Kulaklarda hoş bir seda olan top sesinin ardından, sofralar etrafına toplanılır ve iftarlar büyük bir
neşe ve sohbet ile gerçekleşirdi. İftar ve sahur sofraları, en fakirden zengine kadar aynı özen ve
titizlikle hazırlanılırdı. Sofralar, reçel, pastırma, peynir ve meşhur Hasanpaşa fırınından alınan baş
köşe misafirleri olan , pide ve ramazan çörekleri ile süslenirdi. Terâvih sonrası tabla tabla satılan
Beylerbeyi'nin kazandibisi ve Üsküplünün susamlısı da işin cabası!
Eski ramazanlarda, eğlence ve cümbüş hiçbir zaman göz ardı edilmeyen detaylar olmuştur. Bu
eğlencelerin ve oyunların en meşhurları karagöz ve meddah idi. Efendi Hacivat'la, sevimli Karagöz,
çok eskiye dayanan adetleri yaşatmakla birlikte milli bir eğlencemizdi. Bir o kadar da samimi ve
köklü…
Meddahlık ise, Türk temaşasının ilk halidir. Adeta tek bir kişinin üstlendiği koca bir tiyatrodur. Hayal
genişliğinden beslenir, zamana ve mizaca sırtını yaslardı. Ustalık isterdi.
”Söylemesi kolay, dinletebilmesi güç işti”.
Kısacası eski ramazanların bir ruhaniyeti olduğunu ve o hisli dünya içinde meydana geldiğini
anlayıp, daha bahsetmediğim nice detay ve tatlılık ile karşılaşacaksınız. Ramazanın, sanat ehli ve
musikisi için ne denli ilham kaynağı olduğunu öğrenerek bu defa dile getireceğiniz "Nerede o eski
ramazanlar!" siteminiz artık bir anlam bulmuş olacak. Çünkü o eski ramazanların her detayını ve
hattını öğreneceksiniz. Umarım keyifle okuyup, bolca altını çizeceğiniz cümleler olur. Yazıma son
verirken, eserde Cemal Oğuz Öcal'a ait şiirden bir dörtlük ile bitirmek istiyorum.
“Dağıldı karanlıklar, nura gark oldu cihan,
Merhabâ! Hoş gelmişsin, ey mübârek Ramazan!
Merhabâ! Ey ayların şehinşâhı, sultânı!
Merhabâ! Ey Allah’ın eşsiz lûtfu, ihsânı!”
Aslınur Börtek / 02.05.23