Heidegger ölüm üzerine bir dizi çekseydi herhalde böyle bir şey olurdu.
Ölüm, kayıplar ve yasın anlamına dair çok güzel bir diziydi. Bugün finalini izledim. Eğer bilseydim finali izlemeden önce bir ambulans da çağırırdım. İnsanı yerden yere vurabilecek bir sonu vardı. Ki zaten konusu itibariyle baştan sona ağırdı.
Bazen bir kitabı okuduktan sonra günün birinde yeniden bazı sayfalarını açıp eski bir dostu görür gibi olmak istiyoruz. Bazen de bir diziyi bitirdikten sonra ara sıra açıp herhangi bir bölümünü öylesine yeniden izlemek, dizinin akıp geçmesini yeniden görmek. Six Feet Under benim için öyle oldu. Son bölümü izlemekle birlikte dizi bittikten hemen sonra özlemeye de başladım.
Uzun soluklu dizilerin bitişi bir boşluk bırakıyor ki bu da öyleydi. Dizideki birçok arkadaşla vedalaşır gibi olduk, taa ki bir gün bir yerlerde yeniden rastlaşana dek.
En sevdiğim karakter ise Nate’ti. Ne kadar ilginç değil mi, dünyanın bambaşka bir yerinde yaşayan bambaşka koşulları, bambaşka kültürü olan biriyle ortaklık kurabiliyoruz. Bu da hem senaristlerin hem de oyuncunun başarısı sanırım. Sanat böyle bir şey, uzakları yakın ediyor.
Uzun zamandır burada hiçbir şey yazmıyordum ama insanı böylesine duygulandıran bir şeyi de insan paylaşmak istiyor, insanın eli yazıya gidiyor.
İşte öyle. ☺️ #sixfeetunder