Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
Aşk Tanrısının Gücü Adına.
Canım sıkkınken, hayatımda olan ve olmayan "caaaaanım insanlara" küsmüşken, karakteri itibariyle müthiş bir "anti-sosyal" canavar olan arthur reisi incelemek için vakit, doğru vakittir artık. :) Prologla başlayalım yine: Sevgili arthurcuğumuz bir garip kişi. Bir toplum düşmanı. İçinde nefret biriktiren her kişi gibi onun da kılıcı bilenmiştir, yumrukları sıkılmıştır, dişleri kenetlenmiştir düşman bellediklerine karşı. Sadece bir kıvılcım kalmıştır fırtınayı koparmaya. Bu kalp nefretle şişecektir, sonra da içindekilerle birlikte patlayacaktır, nefretini kusacaktır en nihayetinde... Sevgili arthurcuğumuz varlıklı bir ailen çocuğu, babası zengin bir tüccar, anası yazar sosyetik bir hanım arkadaş. Felsefe tarihinde(cinsiyetçilikle bir ilgisi var mıdır bilinmez) anne schopenhauer "hafif-meşrep" bir hanım olarak geçiyor. Çağında oldukça başarılı bir yazarmış anne schopenhaure, tanınmış bir kişiymiş. Tarihin cilvesi ki felsefe dünyasının en büyük beyinlerinden biri "kendisine ve temsil ettiği karaktere düşman olduğu için" felsefe tarihine habis karakter olarak geçiyor. Kadınların makus talihini temsil eden iyi bir örnek. Hikayemizde bir vakit geliyor ki Arthur'un babası ruhunun taşıdığı yüke dayanamıyor intihar ediyor, kendisini asıyor tavana. Karısının, yani arthur'un annesinin kendisini aldattığından dolayı bir bunalım anında yapıldığına dair bir söylenti var bu intiharın. Kırık kalpler, şüpheler, öfkeler, cinsel maceralar ve tabi bunların tabii sonucu olarak da mide bulantılarının olduğu bir çocukluk bu. Kadın, cinsellik, kadın cinselliğinin maceraları sayın arthur'un ergenlik döneminin ana konularından biri, evde oldukça içkili partiler veriliyor her daim. Sosyal bir kadın anne schopenhaure, bu ev ortamında arthur'un kendinden yaşça çok büyük kadınlarla cinsel ilişkileri olduğu biliniyor. Bu ilişkiler ilerleyen zamanlarda ruhunda çok büyük travmalar yaratacak arthur'un. Özelikle annesinin bu partilerde erkeklerle olan samimi halleri, tavırları, kahkahalari, makyaji, kiyafeti, ettiği danslar biraz farkli etkiler bırakacak arthur'un kalbinde. Sevgili arthurumuz hınç dolu bir hançer, nefret dolu bir kılıç artık herkese ve her şeye karşı...Karakteri, bu durumda en büyük etmen büyük ihtimal... Babasının ölümünden sonra annesi daha bağımsız, daha hür davranışlar sergiliyor. Sosyal faaliyetlere ve cinselliğe de ilgisi olduğu için, özgürlüklerini sanırım bu sahalarda sergiliyor ki Arthur ve annesi arasında annesinin davranışları konusunda çok ciddi tartışmalar oluyor. Arthur annesine karşı sergilediği tavırlar tüm erkeklerin yaptığı genel bir karakteristik özellik bence. Bugün zamanımızda da, kadın özgürlüğü daha çok kadınların karşı cinsle münasebetlerinde olan bir özgürlük arayışı olarak karşımıza çıkıyor. Kadın özgürlüğü, kendini(kadını) kontrol etmeye çalışana; kısıtlayana karşı bir başkaldırı olarak gerçekleşiyor günümüzün sosyal hayatında, aile hayatında, evlilik hayatında. İşte olayın özünde bu durum yattığı için; kadın sorunlarında çatışan iki taraf birbirine en yakın iki taraf oluyor maalesef: yani baba ile kız, karı ile koca, abi ile kız kardeş, anne ile oğul. Bu iki taraf kadın özgürlüğü mevzusunda birbirinin en büyük düşmanı oluyor birdenbire. Garip bir durum çünkü bu iki taraf birbirine en çok destek vermesi gereken iki taraf. Bin yıldan beri devam eden bu paradoks hala değişmiş değil. Bizim hikayemizde de düşman "ana ile oğul". Ana oğul arasındaki kavganın şiddeti dayanılmaz hale geliyor ve bu kavgaların sonunda arthur evden atılıyor. Bu kavgalar anlaşmazlığın sonlarına doğru daha çok mektup üzerinden yapılıyor, çünkü anne schopenhauer artik çocuğunu görmeye tahammül edemediğini söylüyor. Fiziksel şiddet içeren bir kavgadan da korkuyor olabilir. Yani konu tam bir kadın sorunu günümüzdeki kadın sorunlarına benzeyen. Anne schopenhauer yazdığı mektuplara ulaşılabilir, biraz feminist beyanina benzeyen sözler bana sorarsanız. "Sen hangi hakla benim hayatıma karışıyorsun? Hangi hakla beni "adam etmeye" kalkıyorsun? Benim yaptıklarımı yapan "annen(kadın)" değil de "baban(erkek)" olsaydı sen onu da adam etmeye, onu da düzeltmeye kalkacak mıydın?" minvalinde mektuplar yazılıyor. Sonra da ekliyor senin tavırlarından, "garip düşüncelerinden" bıktım artık, babanın mirasındaki payını al ve bir daha bu eve gelme diyor. Sonra da yollar ayrılıyor, bir daha da görüşmüyorlar.. İşte arthur schopenhauer'un geçmişi böyle. Bizi ilgilendiren kadın düşmanlığı değil, bizi ilgilendiren annesinin şu bahsetmiş olduğu "garip düşünceleri" ;) Şimdi kitabımıza geçelim. Bu kitap dünyadaki en büyük felsefesi teorilerinden biri. Dünyanin belli başlı "hayatın anlamını çözen, hayatın işleyiş mekanizmasını anlatan" fikirlerinden biri. Soyut olarak teori içinde geçen mekanizmaya anlayabilirseniz bu teoriyle dünyanın bir çok toplumsal fenomeni çözülebilir. Heyecanlanmadan okuyabilmek mümkün değil. İçinizde bir yanardağ patlar, beyninizde yedi şiddetinde depremler olur. Fazla uzatmayalım öze gelelim: Kitabımız özü itibariyle kadin-erkek cinselliğinin metafizik bir yorumu. Biraz uhrevi, biraz dünyevi. Ama neresinden bakarsanız bakın bilimsel bir felsefe. NE DİYOR SEVGİLİ REİSİMİZİN, SAYIN PESİMİSTİMİZ? Şunu diyor: Eğer bir canlı olarak sizin bedeninizde ya da zihninizde bazı zayıf yönleriniz varsa(kusur olarak da görülebilir) siz bu kusurlarınızdan kurtulmak için metafizik bir varlık tarafından( kitapta "türün koruyucu ruhu" olarak geçiyor ismi, aslında "aşk tanrısı" konseptidir yani: "eros") kendi iradeniz dışında sizdeki kusurları ortadan kaldıracak genlere sahip karşı cinsle aşk ilişkisi yani cinsel ilişki yaşamaya yönlendirilirsiniz. Ve bu ilişkiden doğacak bireyler sizdeki kusurların ortadan kalktığı daha "mükemmel" formda bir birey olur. Somut olarak örneklemek gerekirse teori şöyle: insan yaratılışında bazı kusurlar var ise : belki zeka seviyesi düşük; belki vücut ebatları ideal değil, belki boyu fazla kısa, belki fazla zayıf; belki gözlerde görme kusurları, dişlerde çürümeye yatkınlık var. Kanser gibi, cilt problemleri gibi hastalıklara yatkin ve kişinin ömrü bunlarla mücadele ederek geçiyor, kim bilir belki karakteri çok zayıf , asosyal, kaygı problemleri, bozuk psikolojisi var. İşte burada aşk tanrısı dediğimiz eros devreye giriyor, kendisi tanrı olduğu için sendeki tüm kusurları biliyor bu yüzden cinsel birliktelik yaşayacağın kişiyi kusurları ortadan kaldıracak genlere sahip "doğru kişi" olarak o kendisi seçiyor ki sizin bu cinsel birliktelikten doğan çocuklarınız sendeki kusurlardan arınmış daha mükemmel, daha kusursuz, daha sağlıklı, daha güçlü bir kusursuz formda olsun. (Bknz: İnsan en çok, kendini tamamlayanı sever) (Bknz: İnsan, kendinde olmayanı sever.) Bu mekanizmaya göre aslında kişiler kendi eşlerini kendi özgür iradeleriyle seçmezler, türün koruyucu ruhu (eros) elinde aşk okları ile seni kendi seçtiği kişiye aşık eder. Elindeki aşk okunu kime fırlatırsa sen ona aşık oluyorsun, onun peşinden gidiyorsun. Pek farķında olmasan da aşk tanrısı sana bir aşk oyunu kuruyor. İster evli ol, ister bekar ol, ister dindar ol, ister ahlaklı bir varlık ol; aşk tanrısı seni sana uygun bir bireye aşık etmeye kafaya koymuşsa önünde hiçbir şey duramaz; çünkü sendeki kusurları ortadan kaldıracak kişiyle cinsel birliktelik yaşamak zorundasın ki doğacak çocuklarınız ideal türün bir örneği olsun. Bu aşk tanrısının iradesidir ve senin özgür iraden buna karşı çıkamaz. Asıl karmaşa bundan sonra doğuyor işte: Çünkü bizim aşk dediğimiz şey; insanın kendinden daha güçlü bir birey ortaya çıkarmak için (doğacak çocuk ) cinsel birliktelik yaşayacağı kişinin peşinden koşarak kendini tüketmesidir. İnsan hayatı, Eros'un aşk oklarının hedefi olup, aşk tanrısının manüpülasyonu ile tüm ideallerinden, onurundan, ahlakından, karakterinden vazgeçip cinsellik (zina) peşinde koşmasından ibarettir. İster dindar, ister ahlaklı, ister karakter sahibi ol kendine ve onuruna yediremeyeceğin şehvet ve zina tuzağından kendini kurtaramazsın... Ve başın asla, ''çoluğunun çocuğunun'' rızkını fuhuşa yatırmak, metres tutmak, eşini aldatmak gibi "yasak aşķ" maceralarından kurtulmaz. İşin sonunda bu maceralar senin psikolojini düzeltilemez şekilde bozar, sürekli üstünde bir suçluluk psikoloji ile bir kirlilik hissiyatı ile dolaşırsın. Kandırılmış ve aptal yerine konmuş gibi negatif düşünceler yakanı bırakmaz, hayata miden bulanarak bakarsın..( bknz: ''Cinsel ilişki sonrası kandırılmışlık hissi, işte hayatın özü budur) Biz bu hipotetik mekanizmada Schopenhauer'in pesimist, hayatın özünün kötü olduğunu düşünen mizantropik (insan düşmanı) felsefesini ayrıntılı şekilde görürüz: Çünkü senin tüm hayatın ''yaşam iradesi'' dediğimiz sürekli seni yoran, tüketen, yozlaştıran eylemlere yönlendiren, schopenhaure göre bir manüpülatör olan, bir enerji haliyle mücadele ederek geçer. Bu mücadele seni zayıf düşürür. Kişinin mutluluğu bulmasının önündeki en büyük engel bu yaşam iradesidir. Ve ondan kurtuluşun tek yolu da ''yaşam iradesini'' reddetmektir. Yaşam iradesi, insanın özgür iradesinden bağımsız, insan zihninin dışında, bilinçli ve otonom bir varlıktır. Ve bu iradenin fonksiyonu insanın biyolojik olarak tüm ihtiyaçlarını karşılamak için eyleme yönlendiren bir enerji yaratmasıdır. . Bu kitapta ise biz ''yaşam iradesinin'' insanın cinselliğindeki rolünü; yani insanı cinsel davranışa iterek manüpüle etmesini görüyoruz. Bu manüpülasyona göre, kişinin cinsel ve duygusal davranışlarını kontrol eden kendi iradesi değil; türün koruyucu ruhunun iradesidir. Türün ideal bireyini ortaya çıkarmak için kişiyi sürekli zorlayan, kişiyi olmadık yanlış insanlara aşık ettiren, zina peşinden koşturan ortaya çıkmak isteyen, doğmak isteyen çocuğun yaşam enerjidir. Bu yaşam enerjisi, türün koruyucu ruhuyla bir birlik, bütünlük halindedir. Hristiyanlık dininde görülen ''baba, oğul, kutsal ruh'' üçlemesinde olan bir mekanizma var burada. Toplamda 3 ayrı varlık varmış gibi görünse de aslında hepsi aynı iradenin, bir bütünlüğün parçası. Bunu tam olarak kavramak bizim için zor görünüyor. Biz işimize dönersek: İnsan en nihayetinde, büyük çerçeveye bakınca bu yaşam iradesi ile savaş içindedir, çünkü insan mutluluğu ve huzuru ancak kendi içinde ve kendisinde arayarak bulabilir, ama yaşam iradesi senin kendine dönmene izin vermez çünkü bir çocuğun olması için senin bir eşe ihtiyacın var, ve sen onu elde etmek için tüm varın yoğunla savaşmalısın, kendi içinde yaşayamazsın. Schopenhaura göre bu kavga bitmez. Yaşam iradesi, senin peşini bırakmayacak, asla mutluluğu ve huzuru bulamayacağın bedenlerde savrulup duracaksın. Hep bir yabancılık duyacaksın her eyleminde. Neden orda olduğunu bilmediğin yerlerde dolaşacaksın. Her zaman bir geç kalmışlık hissiyatı peşinde olacak. Sanki senden bir şey isteyen, bir şey bekleyen, bir yere yetişmeye zorlayan bir güç varmışta onun isteklerini zamaninda yerine getirmiyormuşsun, bir şeyleri yapmıyormuşsun, başka boş işlerle kendini oyalıyormuşsun hissiyatına kapılacaksın. O irade sanki seni iplerle bağlamış da istediği zaman iplerini çekip seni istediği gibi yönlendiriyormuş gibi hissedeceksin. Eş bulmaya çalışırken o iplerini çekilmeni hissedeceksin, iş bulmaya çalışırken, arkadaşlık kurmaya çalışırken o irade senin başında sana emirler savuracak. Garip hissiyatlar içinde olacaksın insanlarla ilişkilerinde. Cinsel ilişkide de bu görülecek, orda da senin yanında olacak bu irade. Elin ayağın otomatik hareket edecek, sanki bunları yapan sen değilmiş gibisin, sanki kendi benliği orda yokmuş gibi tuhaf duygularda olacaksın. VE sonunda cinsel ilişki bitince yani kendi genlerini eşinin genleriyle birleştirince yaşam iradesini senle işi bitecek. Yeni doğan bireyle o hep ölümsüz kalacak sende kandırılmışlık ve kendi istemediği şeylere zorlanmış insan hissiyatında asla kurtulamayacaksın. Bu koyduğumuz son noktada Schopenhaure felsefesi bitiyor ve Nietzsche felsefesi başlıyor. Nietzsche, insanın tanrının(yaşam iradesinin) kulu rolünde olmasından dolayı acı çektiğini düşünüp, insanın birileri tarafından ipi çekilen varlık olması rolünü değiştirecek ve insanın tüm zayıflıklarından ve tabii ki acılarından kurtulması için kendisinin tanrıya dönüşmesi gerektiğini düşünen ''übermensch'' fikrini yaratacak...Onu da Nietzsche faslında anlatmıştık zaten. Benim görevim burada bitiyor, eğer bu yazıyı okuyorsanız umarım keyif almışssınızdır. Bundan sonra kendi ayakların üstündesin ona göre, benden bu kadar ;)
Aşkın Metafiziği
Aşkın MetafiziğiArthur Schopenhauer · Ayrıntı Yayınları · 201813,2bin okunma
·
287 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.