Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ZAVALLILAR Köy muhtarı, beş yıl evvel kura çeken oğluyçün Üç dört köyü üst üstüne aratarak birkaç gün Yetim, yoksul, yosma, güzel bir kızcağız bulmuştu. O yetimcik, kocasını kurtararak askerden Bu ocağa «evim» diye sevinerek girmişken Biraz sonra bir ortağın beslemesi olmuştu. Bir yıl var ki dirlik yüzü görmemekte zavallı, Bir yıl var ki bir dul gibi yürek yanık, göz yaşlı; Bir yıl var ki İshak gibi ah etmede her gece. Bir yıl var ki ırgat gibi bayırların sırtında. Bir yıl var 1 hayvan gibi yumruk, sopa altında. Şimdi ise kovulmaklık isteniyor bu evcel Kaynana İla Damat — Bu ne iştir?... — Ne olmuş ki... — Hiç bir şey yok, öyle ya, Hep işlerin oldu bitti, şimdi asker değildin. Artık onu ne yapmalı?... Yakalardan atmalı, Bir kâhpenin kucağına yaslanarak yatmalı; Beride de o yetimcik varsın ölsün, gebersin. — Bir suç muymuş, dörde kadar hakkım yok mu almaya? — Hakkın vardır; fakat bir yol mollalardan sor, öğren. Bak, bir molla sana der mi: «Bir karını hoş kullan; ötekini ağlat, inlet, her dakika ağula.» Ona günah değil mi ki göz yaşında boğula? , öküz gibi... — Edepsizlik edip durma oradan. — Söyle, söyle, sövmek değil, öldürürsün istersen. Çünkü benim hiç kimsem yok, yardımcım yok, yalnızım. Ben yoksulum; senin baban köyün zengin muhtarı. Ben zayıfım; senin kolun benimkinden kuvvetli. Sen uslusun, akıllısın; ben bir ahmak, bir deli. Sen her şeysin; ben zavallı, eksik etek bir karı. Lâkin ben de bir anayım!... — Yıkıl şuradan!.. — Ya kızım? Ya her gece yastığına yaşlar saçan o yavrum, O, n’olacak?... — O da gitsin cehenneme yolu var! — Ey Allah'ın zalimleri! onu niçin aldınız. Sonra böyle soldurarak çamurlara çaldınız? Bir gün olur sizleri de öç alıcı Hak çalar. — Haydi carlan, gel gidelim, gel gidelim, gel kuzum. Sus ağlama, benim ahu gözlü, yosma meleğim. Artık bitti acı sözler, artık, bitti dayaklar; Onun olsun o bahçeler, o altınlar, inciler, Onun olsun o tarlalar, o inekler, keçiler. Onun olsun o dört gözlü, ak sıvalı konaklar!... Sana yeter benim damım, kara kuru ekmeğim!... * * Bahtsız gelin, eski bir car altında. Gözü artta, ağlayarak gidiyor... Nineciği, bu zavallı kadın da: «Anan sana kurban olsun, sus!» diyor. Yürüyorlar: sanki yaslı her bir yer; Yürüyorlar: diken olmuş hep güller; Yürüyorlar: kan ağlıyor her ırmak; Yürüyorlar: bir taşlıkta yalınayak... Köyün büyük meydanına gelince, İçlerinden dediler ki: «Ah bu yeri... Burada neler yapılmıştı kaç gece? Hep yalanmış o demekler, şenlikleri» Biraz daha sağa, sola yüründü; Artık viran kulübecik göründü. İkisinin yüzünde de renk soldu. Kan çanağı gözlerine yaş doldu. * * Zavallıcık eve girdi, yere döşek yayıldı; İçeresine cansız imiş gibi düştü, bayıldı. Ateş, alev içeresinde dalıp dalıp gidişler Ninesini çılgın gibi sokaklara uğrattı. Ona köy köy hekim, hoca, ilâç, şifa arattı; Kadıncağız bırakmadı baş vurmadık hiçbir yeri Bugün tamam onuncu gün. Hâlâ iyi olmadı; Ne hekimden, ne hocadan hiç bir şifa bulmadı; Hak’tan başka hiçbir yerden artık ümit kalmadı. Biçare kız pek bozulmuş, kadit olmuş her yeri; Yanakları deri kalmış, sönmüş güzel gözleri... O ipince boğazında bir boğucu hırıltı!... Ana İle Kızı — Ne istersin? — Bilmem ki! - Ayran içer misin’ Şifalıdır - Ha. Peki. — Vay başıma!... Her tarafı ateş gibi yanıyor!... Yine daldı: bak bak. yine o çapkını anıyor. Keşke o gün gelmeseydi; lâkin o, gitsin dedi; Kendisi de, orda iken, gelmesini istedi. İşte yine sayıklıyor: «O nasılsa ben de öyle bir canım; Niçin beni dövüyorsun?... Bak, çürüdü her yanım...» Ah evlâdım, uğurunda ben kendimi kul ettim; Genç ömrümü yüz bin mihnet içeresinde tükettim. Seni baban bir yaşında yetim koydu kucakta; Ne çul vardı altta üstte, ne od vardı ocakta; Ben seninçün tarlalarda kan terlere batardım; Pazarlara yalın ayak koşar, odun satardım. Bir kerecik gülmen için bir soytarı olurdum. Bir damlacık göz yaşında ne ağular bulurdum; Ah ben seni, çiçek gibi, esen yelden korurken Taş yürekli bir canavar pençesine düştün sen!... Sayıklama pek sıklaştı: «Bu gece de koynunda!... Bak, sağ kolu işte yine, yine onun boynunda.» Merhametsiz!... Evlâdınım eksiği ne, suçu ne?... O, yüzünün akı ile girmedi mi evine? Bunca yıldır bir ayıbını söyledi mi bir insan? Ocağına canla, başla olmadı mı kul, kurban? Ah, sen onu tepe tepe kullanarak yıllarla, Sonra bunca emeğini yaratmadın bir pula!... Benim yavrum şu iki yüz evli köyde bir idi. Bu yerlerde onun yoktu güzellikte menendi... O açılmış gül yanağı, süt köpüğü gerdanı. On beş örgü sırma saçı bayıltırdı insanı; İşte hâlâ baygın, lâkin yine ahu o gözler! . Ah, o vakit vermeliydim istiyorken o rençper!... Kandırdılar, bana: «Kadın, ver kızını, zengin yer; Sakın dönme, bırak, yetim rahat etsin.» dediler. Ben biçare, bu sözlere budalaca inandım; İnsan yüzlü şeytanların düzenine aldandım. Sanmıştım ki: nerde altın varsa dirlik ordadır; Bir insana zenginlikler saadetler yaratır. Ne o kızım? O tarafa bakma yavrum, bak bana; Gözlerini bana çevir, çevir kızım bu yana!... Gözlet döndü. Ah, uçuyor yuvadan!... Ey kurumuş sarı ota can verici Yaradan! Sen yavrumu ıssız kalan ocağıma bağışla; Yetimimin mezarında yaş saçtırma bu dula. «Çabuk olun; nerde benim telli pullu duvağım?.. O boşamış, artık orda değil imiş ortağım; Düğün, düğün!» Ah, gözleri yukarıya dikildi, Ne oluyor? Niçin öyle birdenbire irkildi?... Deli karı, hiç kimseyi görmedin mi ölürken? Can veriyor!... Gitti, gitti, gitti, gitti elimden; Gitti, gitti, uçtu kuşum, ıssız kaldı yuvası; Gitti, gitti, soldu gülüm, yas bağladı burası... Ah, ben artık şimden sonra nerelere gideyim?... Yavrum, yavrum! artık sensiz bu dünyada nedeyim? Şendin garip gönlün eşi, viran evin çerağı; Şendin ömrün tek ümidi, zayıf elin dayağı! Bundan sonra benim için bütün dünya mezardır; Dağlar, taşlar... her şey bana seni söyler, ağlatır!... Yavrum, yavrum! bu dünyada bir murada ermeden Kara toprak içeresine gireceksin yarın sen. Dilerim ki sana eden hainler de bulsunlar. Bir gün dirlik görmesinler, canlarından olsunlar!... Ey Allah'ım! artık beni yaşatmakla kayırma, Sen yavrumun vücudundan vücudumu ayırma. Divanında evlâdımın davasını görürken Bu davada beni dahi hazır eyle o gün sen!... A H R E T L İ K — Buyurunuz kahvenizi. Baktım: bir kız, köy kızı!... Yanağının çıkıklığı, minimini ağızı, Her bir hali: «Anadolu koncasıyım!» demekte. İç çekişi, titrek sesi, o kızarmış gözleri, Melül melül bakışları, bükük boynu, her yeri Birçok şeyler okutuyor bu acıklı çiçekte!... — Kızım, senin anan, baban, kimin, kimsen var mı? — Var. — Neredeler? — Onlar, bacım, hepsi köyde kaldılar. — Nerelisin? — Boluluyum. — Niçin geldin? — Bunaldık; — Tarlamızı süremedik; yiyeceksiz, aç kaldık. — Peki, senin İstanbul’a gelmen ile n’olacak? — Benim birkaç yıllığımla babam öküz alacak!... Ne acıklı bir haldir bu?... Baba evlât satıyor. Bir masunun gözlerine her gün yaşlar doluyor. Bir el onun bal ömrüne her gün ağu katıyor. Bir çift öküz uğurunda bir kız kurban oluyor. Bari sizler dokunmayın, şu yuvasız kuşçuğa; Dokunmayın, memleketin şu bereli gülüne; Dokunmayın, annesizdir; dokunmayın çocuğa, Dokunmayın, şimdi ağlar; dokunmayın gönlüne!... ANADOLU Gençliğe Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar, Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar, Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar, Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar. Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın: Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz azgın; Derileri çatlak, bağrı kapkara; Sağ elinin nasırında bir yara; Başında bir eski püskü peştamal. Koltuğunda bir yamalı boş çuval... * * — Ne o bacı? — Ot yiyoruz, n'olacak!... — Tarlan yok mu? — Ne öküz var, ne toprak. Bugüne dek ırgat gibi didindim; Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim. Bundan sonra... — Kocan nerde? — Ben dulum; Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum. — Soyun, sopun? — Onlar dahi hep yoksul! Ah efendi, bize karşı İstanbul Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi? Taşraların hayvanlık mı nasibi? ☆ Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın. Onun için doğdun ki sen, kadınlığın hakkıyla Ocağının karşısında saadete eresin; Göğsünü kabart inan anneliğin aşkıyla Evlâdına sütün gibi pak duygular veresin. Sen bir aziz yoldaşsın: Senin sesin hayat için dövüşmeye koşturur, Senin sevgin vatan için fedakârlık öğretir. Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur; Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir. Lâkin bizler bu hakları unuttuk. Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk. Ninen gibi sana dahi hor baktık; Seni dahi garip, yoksul bıraktık!... Evet, seni genç kocandan uzun yıllar ayırdık; Sen zavallı, duvağına doymadığın bir günde Bir ihtiyar kadın gibi haykırarak saç yoldun; Birçok parlak dileklerle dolu olan gönlünde Bir muradın ülkerini göremeden dul oldun. Günden güne bir kırık Ağaç gibi içlenerek, yaprak gibi solarak Tırtıl üşmüş dallar gibi kurumaya yüz tuttun; Kadınlığın duygusunu genç bağrında uyuttun Ve dedin ki: «Artık bana ne bir bahar, ne şafak!» Bugün sende en yaralı bir rençperin derdi var; Ağaların hasadını biçen paslı orağın Sana yalnız ot ve diken demetleri söktürür; Aç yavrunun çırılçıplak uyuduğu ocağın Sana gece yanları acı yaşlar döktürür. Her şey seni hırpalar: Memleketin ağır yükü senin zayıf sırtında. Bu yük senin kemik kalmış vücudunu ezip yer. Senin ömrün, kara bahtın demir eli altında. Bu el senin kocan gibi oğlunu da sürükler. Kinler için karalar bağlayan, Zevkler için zelil, sefil ağlayan. Acı gören, cefa çeken, ezilen. Irzdan başka her şeyini veren sen! Sen, şu güzel vatanında cehennemde gibisin; Güz yaşınla ıslattığın kanlı toprak üstünde Sana her yer bir çöl gibi cıvıltısız, çiçeksiz; «Ekmek!» diye ağladığın sağır bir halk önünde Sana herkes bir kurt gibi merhametsiz, yüreksiz... Senin her bir ümidin Ayrılıksız, yoksulluksuz bir dünyaya kalmıştır. Oraya ki, masum çiftler hıçkınksız yaşarlar; O melekçe sevgilerle birbirini okşarlar Ve burada Allah bütün dilekleri yaratır! Ey mülk Anadolu toprağı! Hanı senin bahtiyarlık hukukun. Hür düşüncen, millî duygun, kanunun? Hani senin yeni ruhlu çocuğun. Sevgin, neşen, çalgın, türkün, oyunun? Ey dertliler yatağı! Ne vakte dek, gençliğine hakaret. Bu ayrılık, bu göz yaşı, bu ölüm? Ne vakte dek, kızlarına esaret. Bu sert demir, bu ağır yük, bu zulüm? Yazık, sana ağlamayan şiire; Yazık, sana titremeyen vicdana; Yazık, sana uzanmayan ellere; Yazık, seni kurtarmayan insana!.. Ey vatanın bağrı yanık bucağı! Hani senin bereketli hasadın. Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftçin? Hani senin medeniyet hayatın. Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin? Ey Türklüğün otağı! Ne vakte dek, bu acıklı sefalet. Bu viranlık, bu inilti, bu kaygu? Ne vakte dek, bu uğursuz pehalet. Bu taassup, bu görenek, bu uyku? Yazık, sana ağlamayan şiire; Yazık, sana titremeyen vicdana; Yazık, sana uzanmayan ellere;. Yazık, seni kurtarmayan insana!...
497 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.