Salih Ağa bana birgün dağını gösterirken onu bir kitap gibi okuduğuna tanık oldum.Dağın bütün çiçeklerini, otlarını, tepelerini, kuşlarını, böceklerini (çoğunun adını kendi koyduğu) adlarıyla okuyordu. Vadiler, dereler, tepeler, yarlar, uçurumlar onun sözlüğünü kurduğu için, dağının bir coğrafyasını çıkarmıştı. Yalnız coğrafyasını mı? Yerbilimi, tarihi, bitki örtüsü, madenciliği, gökbilimiyle dağını kuşatmış, zırhlandırmıştı. Böylece de otları, dağları, suları, kuşları, göğü okur olmuştu. Doğayla bu denli içli dışlı olmasının sonunda da, Salih Ağa doğadaki bir yaprağın, suyun, ağacın, böceğin, toprağın kılığına girmiş, doğa ulusunun bir vatandaşı olup çıkmıştı. Bir çiroz inceliğindeki Salih Ağa’yı ben dünyamızın yapıcılarından biri olarak düşünürüm.