Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Theodore Herzl 12 Haziran 1895 tarihli Günlük'ünde sunu yazar: "... Bize ayrılmış topraklarda özel mülkiyetin kamulaştırılmasını yavaşça yürütmeliyiz. Geçim imkânları kıt olan kitleleri bir yandan ülkemizde çalışmalarını engelleyerek, diğer yandan kendilerine komşu ülkelerde iş teklif ederek sınırdan dışarı atmalıyız. Arazi sahipleri bize katılacaklardır. Kamulaştırma usulü ve yoksulların gönderilişi dikkatli ve ihtiyatlı yapılmalıdır." Siyonistler soygun ve yağma girişimlerini şiddet yoluyla yürütmek için zor kullanma imkânlarına kavuştukları andan itibaren, kamulaştırma programı, "gizlilik" meselesi hariç, sistemli bir şekilde uygulandı. Bu açıdan bakıldığında, siyonist sömürgecilikte iki aşamanın olduğunu görürüz. İlk aşama klasik bir sömürgeciliğin özelliklerine sahipti, yani yerli işçinin emeğini sömürmekti. Baron Edouard de Rothschild'in metoduydu bu. Nitekim Cezayir'deki üzüm bağlarında fellahların ucuza çalıştırılması gibi, Filistin'de de sadece çalışma alanı daha da genişletilerek, üzüm bağlarında Cezayirli olmayan Arapların emekleri sömürüldü. 1905 İhtilali'nin ezilip bastırılması ertesinde Rusya'dan yeni bir göçmen dalgası geldiğinde, 1905'lerde bir dönüm noktası gerçekleşti. Başarısız ihtilalin kaçakları, mücadeleye bulundukları yerde, yani Rus devrimcilerin yanında devam etmek yerine, Filistin'e garip bir "siyonist sosyalizm" getirdiler: İşçi sınıfına ve Yahudi tarımına dayanan bir ekonomi ortaya çıkarmak için, Filistinli tarım işçilerini kovarak, zanaat kooperatifleri ve köy "Kibbutz”ları oluşturdular. İngiliz veya Fransız tipi klasik sömürgeclikten, göçmen halkı yerleştirme sömürgeciliğine geçildi. Akın akın gelen göçmenlere toprak ve iş temin etmek için (Profesör Klein'in dediği gibi) göçmenlerin "lehine", hiç kimsenin de "aleyhine" olmayan uygulamalara geçildi. Bundan böyle Filistin halkının yerine başka bir halkı yerleştirmek ve doğal olarak da arazilere el koymak söz konusuydu. Şunu hatırlatalım ki Balfour Bildirisi (1917) sırasında siyonistler toprağın ancak yüzde 2.5, "Filistin'in Paylaşılması" kararı (1947) zamanında ise sadece yüzde 6.5'uğuna sahiptiler. Bugün, yani 1982'de o toprakların yüzde 93'üne sahipler. Daha 1930'da Yahudi Ajansı'nın tarım ve ekonomi uzmanı Doktor A. Rupin şu ilkeleri açıklıyordu: "Filistin'de kök salmamız için en gerekli unsur topraktır. Filistin'de artık işçi olmadan işlenebilir toprak, pratikte mümkün olmadığına göre, bizim hem toprağa, hem de oraya yerleşecek Yahudi yerleşimciye ihtiyacımız var. O toprakları işleyen, dolayısıyla da hem sahipleri hem de kiracıları olan köylülere yer değiştirtmemiz (kovabilmemiz) için bu şart." Yerliyi toprağından etmek için başvurulan yöntemler, en amansız sömürgecilik yöntemleridir. Siyonizm damgasını taşıyan bu yöntemler Filistin'de bir de ırkçılık boyasıyla daha da etkili yapılmıştır. Bu büyük operasyonun hareket noktası, 1901'de "Yahudi Milli Fonu"nun kurulmasıyla başlar. Bu kuruluş, diğer sömürgeciliklere oranla şu çok orijinal özelliğe sahiptir: Onun tarafından elde edilen toprak, Yahudi olmayan birine ne satılabilir, ne de kiraya verilebilir. İsrailli yöneticilerin tarim politikası, Arap köylülerin arazisini düzenli bir şekilde yağmalamaktan ibarettir. Kamu yararına istimlâk konusundaki arazi yönetmeliği, İngiliz manda yönetimi döneminin bir mirasıdır. Özünde meşru olan bu kanun, ayrımcı bir şekilde tatbik edildiğinde amacından saptırılır. Mesela 1962'de Deir el-Arad, Nebil ve Bi'neh'te 500 hektar kamulaştırıldığın da, maksat "kamu yararı" değil, sırf Yahudilere mahsus Karmiel şehrini kurmaktır. Bir başka usul: 1945'te İngilizler tarafından Yahudilere ve Araplara karşı çıkarılan "olağanüstü hål kanunları"nın uygulanmasıdır. 124 sayılı kanun Askerî Valiye, bu sefer "güvenlik" bahanesi altında, vatandaşların yer değiştirmeler de dâhil bütün haklarını askıya alma imkânı verir. Nitekim ordunun bir bölgeyi "devletin güvenliği sebebiyle" yasak bölge ilân etmesi, bir Arap'ın o araziye askerî valinin izni olmadan girememesi için kâfidir. Şayet o izin reddedilirse, o zaman toprak işlenmemiş olarak kalır ve Tarım Bakanlığı "işlenmesini sağlamak için o işlenmemiş arazinin mülkiyetine sahip" olabilir. Yahudi terörüyle mücadele edebilmek için İngilizler tam anlamıyla sömürgeci nitelikteki bu kanunu 1945'te çıkardıkları zaman, Hukukçu Bernard (Dov) Joseph, bu "despotluk' sistemini protesto ederek şöyle haykırıyordu: "Hepimiz resmî teröre teslim mi olacağız?.... Hiçbir vatandaş sorgusuz sualsiz hayat boyu hapsedilmekten emin değil... yönetimin herhangi bir kimseyi, herhangi bir zamanda sürgün etme yetkileri sınırsız... Yönetimin kanunu ihlal etme suçu işleme diye bir derdi yok, herhangi bir büroda alınmış bir karar kâfi..." Aynı Bernard (Dov) Joseph İsrail'in Adalet Bakanı olduğunda o aynı kanunları Araplara karşı uygulayacaktır. J. Shapira, aynı kanunlarla ilgili olarak, 7 Şubat 1946'da Tel Aviv'de yapılan aynı protesto mitinginde (Hapraklit 59-64, Şubat 1946), çok daha ağır ifadeler kullanıyordu: "Bu kanunla kurulan düzenin medeni memleketlerde bir benzeri daha yoktur. Nazi Almanya'sında bile böyle kanunlar mevcut değildi." Aynı J. Shapira İsrail devletinin Başsavcısı, ardından da Adalet Bakanı olduğunda o aynı kanunları Araplara karşı uygulayacaktır. Çünkü bu terör kanunlarını devam ettirebilmek için İsrail'de 1948'den beri olağanüstü hal hiç kaldırılmamıştır. Simon Peres 25 Ocak 1972 tarihli Davar gazetesinde şöyle yazıyordu: "Askeri hükümetin dayandığı 125 sayıli kanunun tatbiki, Yahudi yerleşimi ve Yahudi göçü için verilen mücadelenin doğrudan doğruya devam ettirilmesinden ibarettir." Nadasa bırakılmış arazilerin işletilmesiyle ilgili 1948 tarihli yönetmelik de aynı yönde, fakat çok daha doğrudan bir yolla uygulanmaktadır: "Kamu yararı" veya "askeri güvenlik gibi bahanelere bile gerek duyulmadan Tarım Bakanı her türlü terk edilmiş toprağa el koyabilir. Derken 1948'deki Deir Yasin, 29 Ekim 1956'daki Kafr Kasım veya Moşe Dayan tarafından kurulmuş ve uzun süre Ariel Şaron tarafından komuta edilmiş "101. Birlik'in "katliamları" benzer terör yüzünden Arap nüfusun kitleler hâlinde göçü sayesinde, geniş araziler "kurtarılmış", sahiplerinden veya Arap işçilerden boşaltılmış ve işgalci Yahudilere verilmiştir. Arap çiftçilerin arazilerinden yoksun bırakılmasının işleyişi, 30 Haziran 1948 yönetmeliği, "sahipsiz" mülkiyetlerle ilgili 15 Kasım 1948 olağanüstü hâl kararı, 14 Mart 1950 "sahipsiz" arazilerle ilgili kanun ve 13 Mart 1953 toprakların edinilmesi konusundaki kanun ile tamamlanmıştır. Ayrıca yerlerine Yahudi yerleşimcileri yerleştirmek için Arapları topraklarını terke zorlayarak hırsızlığı meşrulaştırmaya yönelik daha bir yığın tedbire başvurulmuştur. Nathan Weinstock Siyonizm İsrail'e Karşı kitabında bütün bunları gözler önüne serer. Filistin'in çiftçi halkının varlığından kalan her türlü hatırayı silmek ve "çöl ülke" masalına itibar kazandırmak için Arap köyleri, bahçe duvarlarıyla birlikte evleriyle, hatta mezarlık ve kabirlerine varıncaya kadar bütünüyle yıkılıp yok edildi. Profesör İsrael Şahak 1975'te, 1948'de var olan 475 köyden buldozerlerle yok edilmiş 385'inin ilçe ilçe listesini verdi. İsrailli yerleşimciler 1975'ten beri çok hareketli bir şekilde Batı Şeria'ya yerleşmeye devam ediyorlar ve bu yerleşimciler her zamanki en klasik sömürgecilik geleneğine uygun olarak silahlılar.
Sayfa 133
·
70 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.