Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Niçin ben hiçbir şey değilim?" Diye sorar ve buna kandırıcı bir cevap bulup veremezdi. Kendisinin dünyaya bir iş için geldiğini müphem bir şekilde hissediyor, fakat bu işin ne olduğunu bilmiyor ve etrafında kendisine "Bu benim işim!" dedirtecek bir şey göremiyordu. Yusuf bunları tahlil edecek seviyede olmamakla beraber, "yerini bulamama"nın azabını bütün teferruatıyla duymakta idi. Bu his herhangi bir işsizliğin verdiği can sıkıntısı veya endişeye benzemiyor, insanı gözle görülür bir şekilde eziyor ve yavaş yavaş, hayatta lüzumsuz olduğu kanaatini uyandırıyordu. Kendinde her şeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiçbir şey bulamamak... Tükenmek bilmez bir sabırla bir meçhulü beklemek... Nihayet bütün bunları sisli bir havadaki ağaçlar gibi belli belirsiz, karışık bir şekilde hissetmek... Bu, uzun zaman dayanılır şeylerden değildi. Salâhattin Bey de Yusuf'un ne kadar üzüldüğünü seziyor ve bunun sebeplerini bir dereceye kadar tayin de ediyordu. Alevi köyünde Yusuf'la konuşurken söylediği gibi, bir çift atla bir yaylı araba almayı düşündü. Fakat kızını bir arabacı karısı yapmaya Şahinde'yi razı edemezdi ve bunu kendisi de pek istemiyordu. Birdenbire evin içini saadetiyle dolduruveren, ince vücudu ve pembe yüzüyle babasını kapıdan karşılayarak onu bu yaşlı demlerinde bir gençlik havası içine atan kızını daha münasip bir yaşayış içinde bırakıp gitmek emelinde idi. Yusuf’u da bir arabacı olarak tasavvur edemiyor, fakat ne kadar uğraşsa başka bir şey olarak tasavvur etmeye de muvaffak olmuyordu. Uzun zaman bu halin devam etmesini doğru bulmadığı için bir gün ani bir karar verdi, damadını kendi yanına, kaymakamlığa tahrirat kâtibi olarak tayin ettirdi. Evvela mülazımlık şeklinde olan bu tayini bir müddet sonra asalete çevirmeyi düşünüyordu. Bir iş bulduğunu Yusuf'a bütün muamele bittikten, Balıkesir'deki mutasarrıflıktan cevap geldikten sonra bildirdi. Yusuf evvela şaşırdı. Böyle bir şey senelerce düşünse aklına gelmezdi. Babasının kendisine bu yolda bir şaka yapmayacağını bilmese inanmayacaktı. İlk söylediği söz, teşekkür yerine: "Ben ne okuma yazma bilirim ki bu işi yaptın?" demek oldu. Babası gülerek cevap verdi: "Bildiğin yeter, üst tarafını orada öğrenirsin!" "Sen bilirsin baba... Ben gayret ederim ama..." "Elinden yazı yazmak geliyor, ilk zamanlar ben söylerim, sen yazarsın, sonra yavaş yavaş alışırsın. Bizim tahrirat kalemindekiler iyi insanlardır, sana yardım ederler." Yusuf sesini çıkarmadı. Artık hiçbir şey ona yapılamayacak gibi görünmüyordu. Dünyanın en zor ve karışık işi bile bu bekleyişten daha kolay ve aydınlıktı. Muazzez kocasının hükümete memur olduğu havadisini duyunca sevincinden çıldıracaktı. Yusuf'un boynuna atıldı ve ona saatlerce sualler sordu. "Ne zaman başlayacaksın?" "Kimin yanında çalışacaksın?" "Maaşın ne kadarmış?" "Ah gelsem de seni kalemde görsem!" "Akşam üstleri öteki memurlarla beraber dönersin değil mi?" "Yazacağın şeyleri bana da getirip okur musun?” Yusuf'un cevap vermesini beklemeden aklına gelen başka bir şeyi soruyor. "Ha, söylesene!" diye onun çenesini tutup sarsıyor, biraz sora yerinde hoplayarak: "Artık hep efendilerle gezip dolaşacaksın ha? Sakın onlarla kavga etme?" diyordu. Salâhattin Bey hemen ertesi günü Yusuf'u yanına alarak hükümete götürdü. Kendininkine bitişik bir odaya soktu, pencere yanındaki bir masayı gösterdi ve içerde bulunan diğer iki kişi ile onu tanıştırdı. Bunların ikisi de yaşlı başlı adamlardı. Kaymakamı görünce doğruldular ve diz kapaklarına kadar inen cübbe bozması ceketlerinin önünü kavuşturdular. Birisi teneke çerçeveli gözlüğünü çıkarıp eline aldı ve Yusuf'a işaret ederek: "Buyur otur, efendi oğlum!" dedi. Salâhattin Bey gülerek: "Göreyim seni Hasip Efendi!" dedi. "Bizim damadı az zamanda öyle bir yetiştir ki, kaleminden kan damlasın!.." "Sayenizde inşallah, Beyefendi!" "İstidatlı delikanlıdır ha, kalem tutmaya pek alışık değildir, ama bakmayın!" Eliyle mütemadiyen başındaki kalıpsız, yağlı fesi düzelten öteki ihtiyara döndü: “Nuri Efendi, sen de himmet et de bizim Yusuf'a acemilik çektirmeyelim!" dedi. Nuri Efendi ağzının içinde bir şeyler yuvarladı; fakat ne söylediği anlaşılmadı. Yusuf lokanta masasına benzeyen ve dokundukça sallanan masanın başına geçti, Salâhattin Bey ona: "Bir diyeceğin olursa bana gel Yusuf!" dedi ve çıktı. Yusuf'un başı döner gibi oldu, gözlerini kapadı, iskemleyi yakaladı ve el yordamıyla oturdu.
Sayfa 147 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
··
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.