Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Devletin kendisi hırsız, milleti çarpıyor. Nankörlüğü de cabası. Bir avuç aç, âciz yoksula millet demişler! Acıyan kim? Niçin her şeyi sadece tüccardan bekliyorlar? Ordumuz ordu, maliyemiz maliye mi sanki? Maarifimiz, adliyemiz adam gibi mi? Al birini, vur ötekine. Deveye sormuşlar "Niye boynun eğri?" "Nerem doğru ki!" demiş. İddiaları insanı çileden çıkarıyor. Bu insanlar yıllardır aynı yalanları yutuyorlar. İşin matrak tarafı, kendilerini dünyanın en akıllı insanları sanıyorlar. Bu da yerimizde saymamız için yapılan bir nevi siyasi propagandadır. Şaheser denilebilecek neyimiz var? Dâhisi Âlâhazret Pehlevî'ydi işte. Bir düğme, bir iğne yapamıyorduk. Ama üç günde bir Avrupa içkilerini imal ettik. Şırayı doldurduk şişelere "Oh oh ne güzel, ne âlâ!" dedik. Biz sahteciliği, hırsızlığı, üçkâğıtçılığı akıl ile karıştırıyoruz. Hangi sanat, hangi ilim? Bu kadar doktorumuz var. Birinin başı ağrıyacak olsa, canını seviyorsa, soluğu Avrupa'da alıyor. Şu hastalığım işte; doğru dürüst doktorumuz olsaydı, bir ilaçla iş biterdi. Bu kadar iğne olduğum halde, yarın hastaneye gidip doktorun bıçağı altına yatmak zorundayım. Petrol meselesi çıkınca, bu kadar hukuk doktoru varken, Avrupalı müsteşar getirttik. Bu millet, ensesinde boza pişirip tepesine binecek bir diktatör bekliyor hep. Kaç defa sokak kenarlarına ağaç dikip söktük; kaç defa Batılıları taklit ettik ama olmadı. Rahmetli Şehit Şah zamanından beri Avrupa'ya öğrenci gönderdik, yine de şu halimize bakın! Bizden çok çok sonra uyanan Japonya'ya bakın. Hiç kimse gözün üstünde kaşın var diyemez. - Aslında memleketin üzerine ölü toprağı serpilmiş. Demokrasiden sonra herkes gazetelerden, ahlaki çöküntünün ve diktatörlüğün zararlarından bahseden, barışı, dini, töreyi teşvik edici yazılar yazacağını bekliyordu. Ama gel gör ki hepsi de kargaşaya davetiye çıkarıyor, ecnebi tutkunu olma dümenleriyle sayfalarını dolduruyor. Gerçeği söylemek acı ama takkemizi önümüze koyup düşünmeliyiz. Neslimiz fasit olmuş. Ne ilim var ne sanat. En leziz yemeği ciğer tava olan bir milletten ne beklenebilir? Havamız, toprağımız, suyumuz pislik ve mikrop içinde. İnanın, biz dünya denilen şu foseptik çukurunda yaşıyor ve kurtlar gibi kıvrılıp duruyoruz. Yöneticilerimizin hepsi hırsız, üçkâğıtçı, rüşvetçi. Evet, daha neyi bekliyorsunuz? Aman aman amannn! Eskiden herkes toprağına bağlıydı. Ama şimdi ipini koparan, milleti dolandırıp yurt dışına gitmek için milletvekili olmak istiyor! Heyzoran Nijad söze girdi: - Hacı Aga, siz de kabul edersiniz ki bunların hepsi bizim kabahatimiz. Bildiğimiz halde hiçbir girişimde bulunmuyoruz. Bu ilgisizlik ve adamsendecilik her yararlı girişimin önünü tıkamış. Herkes "Bana ne!" diyor. Bu kargaşa ve vurgun düzeni içinde ekmeksiz aşsız kalma kaygısı çekerek kendini kurtarmak istiyor. Bu yüzden köklü reformlara el atmıyoruz. Her şeyin bir dengesi, makul tarafı vardır. Dünyanın hiçbir yerinde burdaki çarpıklık yok. Bir tarafta parmakla sayılabilecek kadar az bir kesimin kasırları, son model arabaları var. Hatta tuvalet kâğıtlarını bile New York'tan ithal ediyorlar. Öbür tarafta halkın çoğu yoksul, hasta ve aç. Tarih öncesi devirlerin şartlarıyla çalışıp sürünüyorlar. Oysa Avrupa ülkeleri eskiden de mamurdu. İnsanları ise bin yıl önceki gibi. Bütün İran tarihinde aklı başında biri çıktı mı? Avrupalıların nitelikli yöneticileri vardı. İnsaflı davrandılar, işleri önceden düzene soktular. Bizler ne yaptık? Yüzlerce yıldır hırsızlık, casusluk, düzenbazlık ettik. Bini bir para etmez konuşmalarla milleti fakirlik ve baskı altında tuttuk; tutmaya da devam ediyoruz. Bütün bu perişanlıklar milletin suçu mu yani? Her milletin bir eğiticiye, bir rehbere ihtiyacı vardır. İran'a gelince, Eşref Efgan zamanında insanlar kendilerini öylesine kaybetmişlerdi ki yüzer yüzer düşmanın kılıcından geçiyorlardı da kimsenin çıtı çıkmıyordu. Nasıl oldu da Nadir gibi biri çıkıp o insanlarla Hindistan'ı fethetti? Maksadım diktatörlük ve zorbalık hayranlığı değil; devrin şartları başkaydı. Yabancı siyasetine alet olan Rıza Şah gibi biri değil. Kusur, milletin başında bulunanların kötü olmalarında. Yabancı siyaset bizi bize kırdırıyor. Memleketin başı çalıp çarptı mı milletvekili, bakan, emniyet müdürü, daire müdürü de çalıyor. Böyle olunca bakkal Meşedî Hasan'dan ne bekleyecektik ki! Bozulan meyveyi çöpe atarsa, şaşarım buna! Ama ucuz satmaya da yanaşmaz. Bütün bunlar zincir gibi birbirine bağlı. Köklü reform yapmak gerek. Yoksa hamile kadınlara üzülmek, yetim, fakir fukara için yardım toplamak hayâsızca gösterişten başka bir şey olamaz. Böyle yapmakla bir yere varamayız. Ya dünyanın her yerinde köklü reformlar yapıp sonuç alan ülkeler gibi biz de reform yapmalıyız ya da en utanç verici şekilde yaşamalıyız. Devrimden başka bir çözüm yolu görmüyorum ben.
Sayfa 71 - YKY, 10. Baskı, Çev. Mehmet KanarKitabı okudu
·
138 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.