Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Rusyadaki Türkler Ne Yapmalı?
Türklerin umumi ve ebedi vatanı olan "Turan" Kıta'sı, muhtelif zamanlarda muhtelif hakimiyetler altına geçmiştir. Biz, bu hakimiyetleri, üçü Türk üçü yabancı olmak üzere altı devre ayırıyoruz. Birinci devir, Birinci Türk Hakimiyeti Devri'dir ki Milat'ın 209 sene evvelinden başlayarak, Milattan 93 sene sonraya kadar devam eder. Bu devreyi açan büyük kahramanın adı "Mete"dir. İkinci devir, Tatar Devri'dir ki Milat'ın 93 senesinden başlayarak 545 senesine kadar devam etmiştir. Tatarlar "Siyenpiler" yani "Süvarlar" ve "Cucuanlar" yani "Avarlar" dır. Bunların Türkçeden ve Moğolcadan ayrı bir lisanları vardı. Kazan ve Kırım Türklerine "Tatar" namı verilmesi yanlıştır. Tatarlar[ın], bugün Dağıstan' da yaşayan, "Avar", "Lezgi", "Çeçen" namlarındaki kavimlerden ibaret olduğu zannediliyor . Binaenaleyh, hakiki Tatar lisanını bu kavimlerin lisanlarında aramak lazım gelir. {} Üçüncü devir, "İkinci Türk Devri"dir ki Milad'ın 545'inci senesinden başlayarak Cengiz istilası zamanına kadar devam eder. Dördüncü devir, "Moğol Devri"dir ki Cengiz istilasından, Timur'un zuhuruna kadar devam eder. Beşinci devir, "Üçüncü Türk Devri" dir ki Timur'un zuhurundan Rus istilasına kadar devam eder. Altıncı devir, "Rus Devri" dir ki Rus istilasından bugünkü güne kadar devam eder. İşte şimdi de Rus Çarlığı'nın inhilale uğramasıyla "Turan" yeniden Türklerin hakimiyetine geçtiği için, "Dördüncü Türk Devri"nin yani Turan hakimiyetinde yedinci bir devrenin başladığını görüyoruz. Binaenaleyh, Türklerin dördüncü defa olarak Ergenekon'dan çıkmasına tesadüf eden gün, bizim için yeni bir Ergenekon Bayramı olacaktır. Evet bugün, Rusya'daki Türk kardeşlerimizin ebedi surette istiklal kazanacakları bir zamandır. Fakat, muntazam bir program, makul bir usulle çalışmazlarsa, bu millettaşlarımızdan milli istiklale kat'i ve daimi olarak nail olacakları şüphelidir. Binaenaleyh, biz bu makalede, Rusya'daki Türklerin ebedi istiklali ne sı1retle ele geçirebileceklerini göstermeye çalışacağız: Bir milletin müstakil olabilmesi, bütün şubelerinin aynı metbu'a tabi olmasıyla kaimdir. Birçok kavimler vardır ki ecnebi bir boyunduruk altında olmadıkları halde müstakil değildirler: Çünkü, mahalli reislere tabi olarak birbirinden ayrı küçük parçalara bölündüklerinden, müşterek ve büyük bir metbu'a tabi olamazlar. Bu gibi kavimler, büyük ve milli bir devlet teşkil edemedikleri için, bir müddet ecnebi hakimiyetinden uzak bulunsalar bile bu hal uzun bir zaman devam edemez. Çünkü, birtakım beyliklere yahut aşiretlere bölünmüş olan bir kavim, ecnebi istilası altına, kolayca geçebilir. O halde, her şeyden evvel, Rusya'daki Türklerin, birbirinden ayrı, küçük hükümetler teşkiline değil, cümlesinin birleşmesiyle büyük bir devlet tesisine çalışması lazımdır. Tarih, bize ekseriya böyle milli devletlerin fütuhat tarikiyle teşekkül ettiğini gösteriyor. Ekser kavimlerde, küçük bir aşiretin reisi yahut küçük bir hisarın beyi birçok muharebeler neticesi olarak diğer aşiretleri yahut şehirleri itaat altına almış ve bu suretle milli bir devlet teşkiline muvaffak olmuştur. Şüphesiz bugün Rusya'daki Türkler, böyle iptidai bir usulle birleşmek mecbı1riyetinde kalmayacaklardır. Çünkü, eski zamanlarda aşiretlerin ve beyliklerin hususculuğuna nihayet vermek için muharebeden başka bir çare olmadığı Mide bu asır, milli ittihatların dahili muharebelere hacet kalmaksızın da vuku bulabileceğini görmüştür. Misal olarak Alman ittihadını gösterebiliriz. Filhakika, bugünkü Almanya devleti, Prusya'nın Bavyera, Saksonya, ilh. gibi devletçikleri zorla kendisine tabi kılmasıyla husule gelmemiştir. Almanya'nın eski müstakil devletçikleri, Alman milletinin küçük hükümetler arasında parçalanmasını milli menfaate muvafık bulmadıkları için, Prusya Kralını imparatorluğa intihap ederek onu müşterek bir matbu' tanıdılar. İşte, Alman ittihadı, bu suretle, hiçbir icbar muamelesi yapılmaksızın, umumi mefkurenin hususi gayelere galebe çalmasıyla vücuda geldi. Küçük hükümetlere ayrılmış olan münevver milletlerde, umumculuğun hususculuğa galip olması daima böyle kansız birleşmeleri husule getirebilir. Ma'mafih, şimdiye kadar, Türk tarihindeki milli ittihatların hiçbirisi bu şekilde vukua gelmemiştir. İlk defa Türklerin ittihadını vücuda getiren "Mete", bütün Türk şubelerini ancak muharebe ile Eski Türk hakanlığı olan "Kun" devletine tabi edebildi. İkinci Türk devrini açan "Tümene" ile haleflerinden "Mokan", şarktaki "Tele" Türkleriyle garptaki "Eftalit" Türklerini ancak muharebe ile tabiiyete aldılar. Bunların halefleri olan "Kutluk", "Meçü", "Bilge Han" gibi hakanlar da "Dokuz Oğuz", "Kırgız", "Karlık", "Oğuz" gibi Türk kavimlerini ancak muharebe ile itaat altında tutabiliyordu. Çünkü Türklerde hususculuk bir türlü zail olmuyor, her "budun" müstakil bir "il" teşkil etmeyi yahut umum Türklerin hakimiyetini kendi eline almayı istiyordu. Bundan dolayıdır ki sonraları hakimiyet "Göktürk" namını alan "Tümene Han" sülalesinden, "Dokuz Oğuzlar" a, bunlardan da "Kırgız"lara ve nihayet İslam devrinde "Karlık"larla "Oğuz"lara geçti. Üçüncü Türk devrini açan "Timur'' da Turan'ın hakimiyetini Cengiz Han'ın torunlarından almak için hesapsız muharebeler açtı; bu muharebelerin neticesinde, Turan'ın hakimiyeti yeniden ekseriyetle Türk sülalelerine intikal etti. Eski zamanlarda, Türk ittihadının fütı1hat tarikiyle olması zaruriydi. Fakat, bugün, en tabii yol, Alman ittihadının teşekkülünde gördüğümüz usuldür. Ma'mafih, bu usul mucibince büyük milli bir devlet yapmadan evvel, muhtelif Türk şubelerinde mahalli ve mevkii hükümetlerin teşkil edilmesi lazımdır. Türkistan' da "Buhara" ve "Hive" hanlıkları müstesna olmak üzere, Türklerde mevkii hükümetler yoktur; hatta ekser yerlerde mahalli idareler bile mevcut değildir. Çünkü, Rus Çarlığı, Türkleri kendi kendini idare etmek melekesinden mahrum etmek için, elinden geldiği kadar çalışmıştır. Türklerin şer'i teşkilatına gelince, bu da asri usullere, siyasi mefkurelere kıymet vermediği için, bizdeki gayr-i müslim cemaat teşkilatları suretinde kuvvetlenememiştir. Binaenaleyh, Türk illerinin hemen ekserisinde idari teşkilata ta temelinden başlamak lazım gelecektir. Türklerin kadim "töre"lerinin esası "itaat"tır: Metbu'lar töreye itaat edecek, tabi'ler de metbu'lara mutavaat gösterecektir. Yani herkes itaatle mükelleftir. Ma'mafih, bazı eksik akıllıların zannettiği gibi, itaat seciyesi, insanları esarete sevk etmez, belki hürriyete ve istiklale nail eder. Tarih ve etnografya bize gösteriyor ki itaate alışmamış olan kavimler müstakil bir devlet teşkilatından mahrum kalmışlardır. Mafevkine itaat etmesini bilmeyen bir asker madununa kumanda etmesini de beceremez. En iyi kumandanlar ve idare memurları, itaate en çok alışmış olan insanlardan yetişir. O halde evvelemirde her nahiyede bir reis intihab ederek ona kat'i bir itaat göstermek lazımdır. Reis ne kadar muta olursa o nisbette cemiyetin kaidelerine muti' olabilir. Ma'mafih, bir reis de, kendisine itaat etmesini isterse, evvelemirde kendisinin herkesten ziyade ictimai kaidelere ve mefkı1relere itaat etmesi lazım geldiğini düşünmelidir. Halkın reis intihabında takib edeceği en iyi usul, Selçukniime' de4 Oğuz Han'a isnat olunan kaidedir. Bu kitabın beyanına nazaran, Oğuz Han, riyasete intihab edilecek kimsenin halkın en ziyade sevdiği ve hürmet ettiği bir adam olmasını istiyor. Yani, irsi ve resmi mevkiler bir tarafa bırakılınca, bazı adamlar sırf şahsi meziyetleri itibarıyla halk nazarında bir mevkie sahiptirler. İşte, müntahab reisler, bu tabii güzidelerden olmalıdır. Ma'mafih, reis olacak adam korkak, bedbin, şüpheci, mütereddid, gösterişçi, haris olmamalıdır. En iyi reisler tereddütsüz, imanlı ve iradeli olan insanlardır. Hulasa, reis olacak zat, halkın kahraman tanıdığı bir kimse olmalıdır. Böyle bir adam reisliğe intihab olunduktan sonra, artık ona rakipleri hatta düşmanları olanlar bile kat'i sı1rette itaat ve hürmet göstermelidir. Bilmelidirler ki bu itaat ve hürmet, dolayısıyla millete aittir. Reis de eğer varsa eski dostluklarını yahut düşmanlıklarını tamamıyla unutarak, her işinde yalnız millet hesabına hareket etmelidir. Halk intihab ettiği reise, hakiki ve müsbet bir fenalığı zahir oluncaya kadar, son derece gayretle itimat etmeli, münekkid mizaclı, mu' teriz tabiatlı, bedbin, şüpheci kimselerin laflarına hiç ehemmiyet vermemelidir. Halkın kuvve-i ma'neviyesini kıran bu gibi adamları meclislerden uzak bulundurmalı, propaganda yapmaya çalışırlarsa şiddetle men edilmelidir. Bu gibi tehlikeli anlarda tefrika çıkaranlar, zihinleri teşvişe, kalpleri tahdişe çalışanlar verilecek nasihatları dinlemezlerse mutlaka cezalandırılmalıdırlar. Reisler, ister mutlak bir reis ister meşrı1ti ister cumhfıri reisler olabilirler. Yalnız, nahiyenin takib edeceği siyasi meslek, bir sınıfın lehine diğer sınıfın aleyhine olmamalıdır. Eşrafçı bir siyaset, amele ile köylünün aleyhinde olduğu için, müsavata ve hürriyete münafidir. Bolşeviki siyaseti ise, halkı münhasıran amelelerle köylülerden ibaret addettiği için, yine adalete ve insaniyete muhaliftir. Hakiki halkçılık, herkesi halktan görmektir. Hükümdar ve ailesi halktan olduğu gibi, fabrikatörler, arazi sahipleri, feylesoflar, şairler de halktandır. Halk arasında hakiki bir müsavatla hakiki bir hürriyet te'sis etmek lazımdır. Fakat bunları te'sis ederken yanlış nazariyeler takib ederek birtakım masumları mazlum haline koymamalı; işte Bolşevikiler bu kabilden birçok zulmler yaptıkları için şimdi, hakiki halkçılar onları bihakkın takbih ediyorlar. Türkler, şimdiye kadar, yabancıların icad ettiği muzır cereyanlara kapılmamış olduğu için, yalnız kendi içtihadlarının neticesi olan milli nazariyelere kıymet vermelidirler. Türk hukukundan tabiatıyla doğmuş milli bir meslek vardır ki ismine "tesanütçülük" (solidarisme)S denilebilir. Fertçiler yalnız ferdi mülkiyeti, içtimacılar yalnız içtimai mülkiyeti kabul ettiği halde, tesanütçüler, bu mülkiyetlerin her ikisini de kabul ediyorlar. Bunlara göre, Osmanlı Arazi Kanunnamesi'ndeki6 "tasarruf", ferdi mülkiyetten; "rakabe" ise içtimai mülkiyetten ibarettir. Fakat, tesanütçüler, bu iki türlü mülkiyeti, araziye hasr etmiyorlar, istihsal vasıtası olan diğer mülklere de teşmil ediyorlar. Mesela, ormanlar, sular, madenler, şimendiferler, vapurlar gibi sanai fabrikalar da arazi gibi iki mülkiyete tabi' dir. Bir fabrika da, arazi gibi muayyen bir zamanda işletilmezse mahlul kalmalı, yani onun üzerinde bulunan ferdi tasarruf sakıt olmalıdır. Çünkü Türk hukukuna göre, ferdi tasarruf bir "tapu" yani içtimai bir memuriyet mahiyetindedir. Bundan başka, devlet, lüzum görürse rakabesi itibarıyla arazi ve fabrikaları fertlere ait tasarruf bedellerini vermek şartıyla istimlak edebilir. Bu tarikle bütün istihsal vasıtalarını içtimalleştirmek, yahut naehil ellerden alıp ehliyetli ellere vermek mümkündür. Binaenaleyh, Bolşevikllerin yaptığı gibi, sınıflar arasında kan dökmeye hiç hacet yoktur. Hakiki halkçılık ferdi hürriyetle içtimaı adaleti, aynı zamanda ferdi mülkiyetle içtimai mülkiyeti telif etmek usulünden ibarettir. Hakiki milletçiler nazarında ma'şeri vicdanın istediği "müsavat" mefkuresiyle, içtimai işbölümünün istilzam ettiği "hürriyet" mefkuresi, hem-ahenktir. İşte Rusya' daki bütün Türk şubelerinden, ifrat ve tefritten ictinab ederek bütün halkı memnun edecek olan bu tesanütçülük mesleğini takib etmelerini rica ederiz. Çünkü, bu surette, Sosyalizm cereyanına şiddetle kapılmış olan Rus aleminde, bu cereyanlardan tamamıyla kurtulamayan Türklerin lüzumsuz yere kardeş kanı dökmesine meydan verilmemiş olacaktır. Her nahiyede mahalli reisler ve programlar teşekkül ettikten sonra, her ülkenin nahiyeleri gönderecekleri murahhasları bir kongre yaparak, ülkeye, taayyün etmiş kahramanlar arasından müşterek bir reis intihab etmelidir. Bu intihabdan, ülkenin hakimi meydana çıkınca, nahiye müdürleri, buna son derece kat'i olarak itaat göstermelidirler. Türkler, bu tehlikeli fetret devrinden ancak askeri bir hamle ile kurtulabilecekleri için, umumi reisin emirleri mahalli reisler tarafından nass-ı katı' gibi dinlenilmelidir. İtaatsizlikte bulunan yahut asiyane tavırlar gösteren bir reis yahut nahiye görülürse, ihtida nasihat edilmeli, kulak asılmadığı takdirde cezaları şiddetli ve seri bir sı1rette verilmelidir. Bir ülke dahilinde bulunan muhtelif Türk şubelerinin, ayrı asabiyetler teşkil etmesine kat'iyyen meydan vermemeli, aşiret yahut kabile ve şa'b mefkureleri varsa öldürülmeli, canlı ve kuvvetli olarak yalnız "TürkMüslüman Mefkuresi" bırakılmalıdır. Bütün Türkler Müslüman olduğu için, milliyetimizin esasını yalnız Türklükle Müslümanlık teşkll eder. Bunların haricinde evvelden aşiret, kabile, şa'b mefkureleri marazi hadiseler olduğu için, sür'atle tedavisine çalışılmalıdır. Ülkelerin hükümetleri teşkil edildikten sonra, derhal muntazam ordular te'sisine başlanmalıdır. Hiçbir hükümet ordusuz yaşayamaz, binaenaleyh, yirmi yaşından kırk yaşına kadar her fert askerlikle mükellef addolunarak, silah altına davet edilmeli ve gelmeyenler hakkında şiddetli cezalar tayin etmelidir. Türk'ün kanunu bilhassa askeri işlerde kat'i ve layetegayyer olmalıdır. İtaatsiz bir nefer yahut zabit, hatta kumandan evvela nasihatle ıslaha çalışılmalı, bunun tesiri görülmeyeceği anlaşıldıktan sonra şiddetle cezalandırılmalıdır. Ülkelerin mevkii hükümetleri ve orduları teşekkül ettikten sonra, sıra umumi hükümete ve orduya gelir. Çünkü, Rusya'daki her Türk ülkesi istiklalini bu fetret zamanında kendi başına müdafaa edemez, muhtelif düşmanlar daima bu istiklali tehdit edebilirler. Binaenaleyh, bütün Rusya Türkleri'nin umumi bir serdarın kumandası altında birleşmeleri labüddür. Bu umumi hükümet de ülkelerden gönderilecek murahhasların teşkil edeceği umumi kongrenin intihabıyla vücuda gelebilir. Fakat, federasyon ve intihab tarikleriyle müteselsil hükümetler teşekkül edip de en yüksek makam da vücuda geldikten sonra devletin mahiyeti ma'kus bir şekil yani yukarıdan aşağı bir vaziyet almalıdır. Bu umumi hükümetin lisanı, bütün Türklerin müşterek lisanı olan Osmanlı Türkçesi olmalı, gerek muhabereler ve gerek neşriyat bu lisanda icra edilmelidir. Binaenaleyh, Rusya'daki Türklerin vahdeti umumi reis, umumi hükümetle beraber, umumi lisanda da tecelli edecektir. Umumi reise gelince, bu, alelade bir adam olamaz. Mutlaka, umum nazarında fiilleriyle şanlar ve şerefler kazanmış hakiki bir kahraman olmalıdır. Ma'mafih, bu zatın şahsi bir şana ve şerefe malik olması da kifayet etmez. Türklerin eski kurtarıcıları, dini bir kuvvetle de te'yid edilmiş, mesela "Mete", "Tanrı kutu" yani "Allah'ın gölgesi" addedilmişti. "Tümen" "İlin Han" unvanını ve "Tanrı Gibi Semada Oturan" lakabını almıştı. Uygur hakanına da yine "Zıllullah" manasına olmak üzere "İdi Kut" denilirdi. Hakanlık unvanını almaya lüzum görmeyen Tim ur Beg' e ise, zamanının İslam uleması "sahih-kıran" unvanını vermişler ve onu İslam'ın sekizinci müceddidi addetmişlerdi. Timur'un, Çingiz sülalesine karşı koyacak kadar dini ve siyasi bir celalete malik olması, şeyhlerin, alimlerin, seyyitlerin onu Allah'ın mukaddes bir memuru sfiretinde tanımaları sayesinde vücut bulmuştu. Bugün, Rusya Türkleri arasında zuhfir edecek olan büyük kahramana da bütün şeyhlerle alimlerin aynı sıfatı vermesi, onu bir sahih-kıran, bir müceddid, bir münci gibi tanıması lazımdır. Din mümessillerinin bu hareketine, münevver sınıf da iştirak ederek onu halka bir dahi, bir sahibzuhôr, bir milli kahraman sfiretinde göstermeleri iktiza eder. Bu sahih-kıran, gerek idaredeki Türkler arasından çıksın, gerek buradan gitmiş olan bir kahraman olsun, her halde, Turan'ı kurtarmak için en büyük vazifeyi bilhassa o ifa edecektir. Binaenaleyh, Türk mefkfiresinin bütün kuvveti onun başındaki şan halesinde toplanmalıdır. Rusya Türklerinin bu umumi reisi Kafkasya' da, Türkistan' da Kazakistan' da intihab ettiği bir mevkii karagah-ı umumi ittihaz etmeli, bütün Türk ordularını ve memleketlerini bu merkeze rabtetmelidir. Buna sahih-kıran diyoruz, çünkü o, henüz kendi kendini idareye alışmamış olan anarşik bir muhitte mukaddes bir sahib-zuhfir mahiyetini haiz olacaktır. Her devlet, teşekkülünün ibtidasında, mutlaka bir sahih-kırana malik olmak mecburiyetindedir. Vakıa, bu reis en sonunda hükümeti sahib-i meşruuna verecektir. Fakat bu keşmekeş zamanında, o kendi hareketinde tamamıyla serbest olabilmek için, kendisini hiçbir tabiiyet altında görmemeli, yalnız kendi mes'uliyeti altında hareket etmelidir. Bu kumandan, meramını kıracak, kuvve-i ma'neviyesini zayıflatacak, ordusunda tefrika husule getirecek hiçbir harici tesire maruz bulunmamalıdır. Bu sahib-kıranın ilk işi teşekkül etmiş olan bütün Türk ordularının kumandasını eline almak ve bunlardan başka mümkün olan birçok orduları yeniden teşkil etmektir. Mefkureye vasıl olmak için daima evvelce ikna' usulüne müracaat edecek, fakat kuvvetini de her zaman elinde hazır bulunduracaktır. Silah ve mühimmat tedariki, askerlere muktezi olan levazımın tehyiesi en mübrem olan vazifelerinden bulunmalıdır. Bu umumi serdar, ülke hakimlerini tamamıyla inkıyad altına almalı, serkeşlik gösteren olursa derhal az! ederek yerine itimat ettiği herhangi bir ferdi tayin etmelidir. Bu hakimler, vilayet valileri mahiyetini almalı, bunlar da nahiye müdürlerinden muvafık görmediklerini tebdil edebilmelidir. Hasılı bütün Türk ili, bir ordu gibi yukarıdan aşağıya idare olunur kuvvetli bir uzviyet şeklini almalıdır. Bu hal, bazılarınca hürriyet ve istiklal fikirlerine muhalif görünürse de bu görüşler bir vehimden ibarettir. Bugün İngiltere, Fransa, Amerika, Almanya gibi meşruti ve cumhuri hükümetler bile hep aynı haldedirler. Tehlikeli zamanlar geçinceye kadar Şark'taki ve Şimal' deki Türkler'in merkezi bir hükümet ve inzibatlı bir ordu haline gelmesi labüddür. Rusya'daki Türklerin kurtulması ancak bu suretle mümkündür. Ve illa, hürriyet ve istiklal ümitleri bir serap gibi uçup gidecektir.
·
124 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.