Ne diye bırakmazsın artık beyhude dualarını Vazgeçmezsin dertlerinden hani akıtan gözyaşlarını
Gel hadi, içelim de analım güzel anıları
Unutalım bir süre daha ihtiyatı, tasaları
Huzursuzluk ve korkuyla tehdit edenler
Kendi suçları karşısında tir tir titrer
Ölülerin ruhları daima intikam ister
Bundandır yaptıkları planlar, dalavereler
Dün akşam midem şarap, kalbim neşeyle doldu
Issılığıyla, kasvetiyle yeni gün doğdu
Gece öyle tekinsiz, öyle hain ki
Bütün duygularım tuzla buz oldu
Unut artık şu kaçınılmaz laneti
İnsana sinsice musallat olan hani
Uzaktan gelen davulun sesi gibi
Kayda geçirirler en ufak günahları dahi
Dürüstlük pusula mıdır insaniyet yolunda?
Öyleyse kanla sulanan savaş alanında
Yahut bir katilin kılıcının ucunda
Uzanan şey sığar mı adalete, insafa?
Nerde bize yol gösterecek ilkeler?
Yolu aydınlatıyor hangi bilbelikler?
Hem güzel hem de dehşetli bu fani dünya
Ademin sırtına sonsuz dert yükler.
Asla gerçekleşmeyecek tutkuların tohumları ekildiğinden
İyi, kötü, günah, ceza eksik olmamış peşimizden Daima yolunu kaybetmişiz, çaresiziz biz
Bunları alt edecek irade çıkmıyor içimizden
Nerelerde, ne vaziyette başıboş dolanırsın?
Neyi kınar, arar durur ve hatırlarsın?
Belli belirsiz bir düş, zayıf bir yanılsamadır o
Şarabı içmeyi unutunca, böyle düşüncelere dalarsın
Bak bakalım şu bitmek tükenmez göğe!
Ufacık bir zerre süzülüyor orada öylece.
Bu dünya neden döner bilir misin?
Döner, dolanır, adeta yuvarlanır bencilce.
Nereye gidersem görürüm eşsiz kudreti.
Her diyardaki ve de her insandaki İnsaniyetin aynılığını keşfederim.
Bir ben miyim aykırı, bu dünyadaki?
Herkes yanlış anlıyor du kutsal kelamı
Nasıl kullanacaklar bilmiyorlar bilgeliği ve aklı
Zevklerden men eder ve şarabı bıraktırırsın
Sen bilirsin, Mustafa. Ben sevmem yasakları.