Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

"Bogu Han" dan otuz göbek sonra, torunlarından "Yulun Tigin" tahta çıktı. O zaman Çin' de, Tang sülalesi hakimdi. Çinliler Türklerden korktukları için "fağfur" "Kie-Lien" adlı kızını hakanın oğlu "Galı Tigin"e göndermeye karar verdi. Bir elçi refakatiyle, prensesi gönderdi. Elçi yolda Türklerin satvet ve şevketinin Kut Dağı adlı bir "yeşim kaya" dan ileri geldiğini öğrendi. Yulun Tigin'e dedi ki: "Hükümdarım size en kıymetli mücevherini gönderdi. Siz de karşılık olarak ona bir hediye göndermek isterseniz, bizce makbule geçecek "Kut Dağı" kaya parçasıdır. Bu kayanın sizce hiçbir kıymeti yoktur. Bunu hükümdarıma hediye ederseniz çok makbule geçer." "Yulun Tigin", Çin medeniyetine kendi milli harsın dan ziyade kıymet veren, milliyetsiz bir hükümdardı. Kut Dağı'nın otuz batından beri Türklerin mukaddes bir matafı olduğunu bile bilmiyordu. Türklerin milli mefkfüesi, adeta bu yalçın kayada temessül etmişti. "Yulun Tigin" bu milll timsali, bir kızın bedeli olarak, Çin hükümdarına vermekte hiçbir beis görmedi. Yalnız bunu nasıl götürebileceklerini sordu. Çin elçisi kayanın etrafına o.dunlar yığdı. Üzerine fıçılarla sirke döktü. Odunlara ateş verince kaya pare pare dağıldı. Elçi bu parçaları dikkatle toplatarak, arabalarla Çin'e sevk etti. Orada sihirbazlar bunu yağma ettiler. Her parçası dünyanın bir köşesine gitti. Bunun bir parçası nereye gittiyse orada, feyiz, bereket, saadet husule geldi. Türk yurdu ise, bilakis bütün feyzini yümnünü birden kaybetti. "Kut Dağı" gidince "Kamlançu" da bütün yeşillikler sarardı. Irmakların, derelerin suyu çekildi. Semanın rengi değişti. Bir kasvet bağladı. Bütün kuşlar, yabani hayvanlar, ehli hayvanlar, ha tta memedeki çocuklar "Göç, göç, göç!" diye bağrışmaya başladılar. Bir taraftan salgın hastalıklar insanları kırıyordu. Yedi gün sonra "Yulun Tigin" öldü. "Göç!" sesleri devam ediyordu. Türkler anladılar ki, bu ülkenin yer-suları artık kendilerinin orada kalmasını istemiyor. Çadırlarını yıktılar. Eşyalarını, çoluk çocuklarını hayvanlara yüklediler. "Göç" etmeye başladılar. Akşam olunca "Göç!" sesleri duruyordu. Sabahla beraber tekrar başlıyordu. "Turfan" ülkesine gelinceye kadar "Göç!" nidaları devam etti. Orada artık bu sesler kesildi. Demek ki buranın "yer-su"ları kendilerini kabul ediyordu. "Turfan"da yerleştiler. "Beş Ordu"nun torunları, galiba beşli teşkilatı muhafaza ediyorlardı. Bundan dolayı olacak ki oturdukları yere "Beş Balık" yani "Beş Şehir" namını verdiler. (Kaşgar'da evvelce altılı teşkilata malik bir budun oturmuş olacak ki o ülkeye de, "Altı Şehir" namı verilirdi.) Bu menkıbe, "kut" un zuhurunu bildirdiği gibi, Türklerin ilk göçünün de "kut''a kıymet vermemelerinden dolayı vukua geldiğini izah ediyor. Bizans müverrihlerinin rivayetine göre, Avrupa'ya gelen Hunların önünde de köpeğe benzer bir hayvan kılavuzluk edermiş ve "Göç, Göç, Göç!" diye bağırırmış. Türler ne zaman millî harsa kıymet vermeyerek ecnebi irfana kıymet vermişlerse ve kendi milletlerini beğenmeyip başka milletlerin mukallit ve perestişkarı olmuşlarsa böyle bir "Göç" felaketine uğramışlardır. "Kut Dağ", milli vicdanın bir timsalinden başka bir şey değildi. Onu Çinlilere feda etmek, gayet büyük bir günahtı. "Göç" bu günahın kefareti idi.
·
76 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.