Gönderi

“Allah’ın kelâmı bu ezelî ve ebedî otuz iki harf olduğuna, kelâm da mütekellimin sıfatı olduğuna göre onun aynısı olmuş olur. Sıfat zâtın aynısı olduğuna ve ondan ayrılamayacağına göre, kelâmın mütekellimin gayri olduğunu söyleyen küfre girmiş olur. Eğer sıfâtın zâttan ayrı olduğu farz edilirse, bu durumda Zât-ı Bâri’nin aynısı olan şeyden ve gayrisi olan şeyden mürekkeb olduğunu kabul etmek gerekir ki bu imkânsızdır. Eğer bir kimse, “Kelâm, O’nun zatının ne aynıdır ne gayridir” derse, iki çelişkili durum bir araya gelmiş olur. Bu da mecburen bâtıl bir düşüncedir”.6 Hâlbuki sûfîlere göre yaratılış merhalelerinde herbir mertebe bir üsttekinin/içtekinin, öz olarak (hüviyyet ve mahiyyet) aynı olmakla birlikte yaratılmış, kılınmış (caʻliyyet) ve başka bir forma sokulmuş olduğu için ondan ayrıdır. Hükümleri de değişiktir. Son tahlilde Hurûfîlerin yöntemlerinden şeriatın ibtaline varan çıkarımlarda bulunmak mümkünken sûfîlerin yönteminde şerîat şerîattir, hakikat de hakîkattir vurgusu ortaya çıkar. Bu durumu İbn Arabi; “Hakk’ın halk olması, eşyanın zatları, taayyünleri, özellikleri yönünden aynıdır demek değildir” diyerek çok net bir şekilde açıklar. İbn Arabî’ye nazire yapan Muhyî’nin şeyhi Bâyezîd-i Rûmî de; “Cümle şeyde görinendür nûr-ı zât Ana mirʻât oldı cümle kâinât” diyerek doğrudan evrenin sadece onun nûru ve aynası olduğunu ifade eder.7
·
26 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.