Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Anaksimenes’ten daha yaşlı bir neslin üyesi olan Anaksi- mandros’a dönelim. O hâlde, apeiron, Anaksimandros’a gö- re dünyanın ondan oluştuğu bu cevher nedir? Bu soru geniş geniş tartışılmıştır ve kanaatler de Yunanca “ajtEiçov” kelimesinin iki anlamına karşılık gelen iki kutup- ta toplanmıştır: Sının olmayan veya “sonsuz” ile belirlenim- siz veya “ayrımlaşmamış". Bu tartışmanın ayrıntılarına girmeyi de istemiyorum, çünkü benim tercih ettiğim bakış açısı için, yani bilim açı- sından bu mesele faydalı değildir. Bu meseleyi tartışmak, bi- lim açısından, Johnstone Stoney’nin 1894'te “elektron”u ilk olarak ortaya koyduğunda, bu kelimeyi “elektrik taneciği” anlamında mı yoksa “yeni parçacık” anlamında mı kullan- dığını kendi kendimize sormaya benzer. Onun bu kelimey- le ne kastettiğinin hiç önemi yoktur: Dikkate alınması gere- ken, bunun yeni bir kavramın ortaya atılması olduğudur; bu kavramın Johnstone Stoney tarafından hazırlanan şemadaki rolü ve dünyayı tasvir etmedeki etkililiğidir. Şayet Johnstone Stoney kalkıp da bu yeni varlığı adlandırmak üzere “elektron” kelimesi yerine (diyelim ki çok küçük ve çok elektrikli bir kö- peği var imiş ve onun da adı “Pippo” imiş) “pippo” kelimesini seçmiş olsaydı, bilim tarihi açısından değişen bir şey olmaz- dı36. Aynı şekilde, Anaksimandros da kendi ilkesini “sonsuz” ya da “belirlenimsiz” anlamına gelen bir terim yerine “pip- po” diye adlandıraydı, bu durum onun teorik iddiasında en küçük bir değişime neden olmazdı. öyleyse, Anaksimandros’un “apeiron” diye adlandırdı- ğı teorik iddiasının anlamı nedir? Apeiron’un aslî özelliği, onun gündelik deneyimlerimizden öğrendiğimiz cevherler- den biri olmamasıdır. Simplicius şöyle der: Anaksimandros varlıkların ilkesinin apeiron olduğunu söyledi. Ve şöyle yorumlar: ... Anaksimandros’un bu ilkeyi adlandırmak için kullan- dığı kelimeyle varlıkların ilkesi ve unsuru apeiron'dur. Anaksimandros ilkenin ne su ne de sözüm ona diğer “unsurlaf’dan herhangi biri olduğunu değil de, var olan bütün semaların ve dünyaların ondan geldiği sonsuz bir mahiyet olduğunu öne sürdü ve onu da daha ziyade şiir- sel kelimelerle açıkladı. Besbellidir ki dört unsurun [su, hava, toprak, ateş] birbirine karşılıklı olarak dönüşümü- nü gözlemleyerek, onlardan hiçbirini ilke olarak ortaya koymamanın, başka bir şeyi öne sürmenin akla uygun ol- duğuna inanıyordu. Anaksimandros demek ki bizim ortak deneyimlerimiz- le bildiğimiz bütün cevherlerin, başka bir şeye ilişkin terim- lerle kavranabileceği iddiasındadır: Hem doğal hem de gün- delik deneyimlerimize yabancı bir şey. Merkezî seziş, da, dünyanın karmaşıklığını açıklamak üzere, doğrudan de- neyimlediğimiz cevherlerden hiçbiri olmayan, ama aynı za- manda da onların hepsi için birleyici [unificateur] unsur işle- vi görebilen başka bir şeyi postüla almanın faydalı olacağıdır. Böylece, Milet’te spekülatif düşünce, doğa dışı ve İlâhî bir realitenin tezahürü olarak geleneksel yoruma dayanan dü- şünceden özgürleşir. Bilgi konusu olarak bizzat “doğa” kav- ramının, Milet Okulu’nun temel yaratımı olduğu söylenebi- lir: “Doğa”yı belirten 4>iıaıç terimi kuşkusuz Milet kökenli- dir. Ama öte yandan, doğanın soruşturulması fikri, doğanın doğrudan bir bakışın önüne kendini bütünüyle sermediğini farz eder. Tersine, onun kökenlerini ve yapısını derinleme- sine incelemek zorunludur: Hakikate erişilebilir ve hakikat doğanın bütünleşik bir parçasıdır, ama saklıdır. Ona erişme- nin vasıtaları gözlem ve düşüncedir. Bu amaçla, düşünce, doğrudan algılanabilir olmasalar bile yeni doğal entite’lerin mevcut olduğunu tahayyül etmeye hazırdır. Bu açıkçası sonraki asırların teorik biliminin izlediği yol- dur. Atomlar, Leukippos’un, Demokritos’un ya da on doku- zuncu asırda John Dalton’un atomları Anaksimandros’un “apeiron”unun doğrudan mirasçılarıdır. Bize bir diğer örneği sunan, Michael Faraday’in modern bilime yaptığı büyük katkıdır. On dokuzuncu asrın ortala- rında, elektrik ve manyetik kuvvetlerin bilgisi yeterince ge- lişmişti, ama bu fenomenlere dair birleşik bir kavrayış hâlâ ortada yoktu. Ayrıntılı deneysel bir soruşturmanın sonunda, Michael Faraday yeni bir şeyin var olduğu fikrini geliştirdi: Elektriksel ve manyetik alan. Bu alan, her tarafa yayılan, gözle görülemeyen çizgiler- den -bu çizgiler günümüzde “Faraday çizgileri” diye anılır- dokunmuş devasa bir örümcek ağı gibi uzayı kaplar. Alanın elektriksel ve manyetik bileşenleri birbirini karşılıklı olarak et- kiler ve de elektriksel ve manyetik kuvvetleri “destekler". Üs- tün kitabının muhteşem sayfalarından birinde Faraday ken- dine, fiziksel uzayı kaplayan bu alanların “reel” olup olmadı- ğım sorar. Bir tereddüdün ardından onları nasılsalar öyle de- ğerlendirmeyi teklif eder. Kitabın bu sayfasıyla birlikte artık, Newton’m boş bir uzayda birbirini çeken parçacıklardan olu- şan dünyası tepetaklak olur; dünyada yeni bir şey belirir: Alan. Birkaç yıl sonra, James Clerk Maxwell, Faraday’in sezişi- ni, bu alanı tasvir eden sağlam bir denklemler sistemine dö- nüştürecektir; ışığın bu örümcek ağı üstünde çok hızlı ya- yılan bir dalgacıktan başka bir şey olmadığını anlayacaktır; sonra da bu dalgacıklardan bazılarının, büyük dalganın en uzununun sinyaller taşıdığını. Hertz onları laboratuvarda üretecek ve ondan sonra da Marconi ilk radyoyu yapacak- tır. Bütün modern telekomünikasyon, aslî muhtevası görü- lemeyen alan olan bu yeni dünya tanımına dayalıdır. Atomlar, Faraday’in ve Maxwell’in elektriksel ve manye- tik alanları, Einstein’ın eğri uzay-zamanı, termiğin flojistiği, Aristoteles’in veya Lorentz’in “esîr”i [éther], Gell-Mann’ın ku- arklan, Feynman’ın sanal parçacıkları, Schrödinger’in kuan- tum mekaniğinin dalga fonksiyonu, çağdaş fiziğin dünya tas- virinin zemini olan kuantum alanları, bütün bunlar duyularla doğrudan algılanamayan, fenomenlerin karmaşıklığını birleyi- ci ve organik tarzda açıklamak amacıyla bilim tarafından postü- la alman “teorik şeyler”dir. Bunlar tam da Anaksimandros’un apeiron’a tahsis ettiği role ve işleve sahiptir37. Apeiron teorisi çok ilkeldir ve Maxwell’in elektromanye- tik alan için veya Feynman’ın alanların kuantum teorisi için geliştirdiği çok ayrıntılı matematiksel teoriyle kesinlikle m u- kayese edilemez. Ama, yazlığa götürdüğümüz televizyonu- muz iyi görüntü vermeyince kontrole gelen teknik servis yet- kilisi bize ilerideki sarp tepelerin, elektromanyetik dalgala- rın çatı antenine ulaşmasını engellediğini açıkladığında, elektromanyetik dalgalardan fenomenleri açıklamak için te- orik varlıklar olarak yararlanır: Bariz biçimde tarihsel bir kö- kene -Anaksimandros’un apeiron’u!- dayanan kavramsal bir yapıdan yararlanır. Demek ki insanlık tarihinin belirli bir noktasında biri çı- kıp fenomenleri açıklamak üzere -onu göremiyor olsak bile- yeni bir doğal entitenin mevcudiyetini postüla almanın ma- kul olduğu fikrini ortaya atar. Bu "biri”, Anaksimandros’tur. O zamandan beri daha nice öyle postüla üretilmiştir.
·
119 görüntüleme
Welat Boran okurunun profil resmi
36 Gerçekten de, çağdaş fizikte elektronların en yakın akrabaları “kuark” di- ye adlandırılmıştır ve Murray Gell-Mann tarafından ortaya atılan bu te- rim uydurulduğu anda katiyen herhangi bir anlam yüküne sahip değildi. 37 Marc Cohen de [2006], apeiron’un "ilk teorik entite” olarak yorumlan- ması konusunda benzer bir tavsiyede bulunmuştur.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.