Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"Benim ilk Avrupa seyahatim baştan başa bir kepazeliktir. Bu, Meşrutiyet ilânından hemen biraz sonra idi. Binbaşı Salâhaddin Bey isminde bir arkadaşla Paris'e gitmeye karar vermiştik (1910). İlk işimiz, -o zamana kadar hiç sivil giyinmediğimiz için- bir hazır esvap mağazasına koşmak oldu. Gerçi, böyle bir yolculuk için lâzım olan şeylerin neden ibaret olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu ama, ne ise, gene kendi zevkimize göre bir iki kat esvap aldık. Benimki geniş kırmızı santraçlı bir nefti kostümdü. Arkadaşımınki -zannederim, gene buna yakın bir şeydi- ben, ne olur, ne olmaz diye bavulumun içine bir de şapka koydurdum. Binbaşı Salâhaddin Bey: -İstemez; ben fesle gideceğim, dedi. -Olmaz birader, dedim. -Sen ne bilirsin. Fesin itibanı şimdi yükseldi. Görmüyor musun? Meşrutiyet ilânından beri bütün Avrupa matbuatı (basını) bizi meth ede ede bitiremiyor. Ben gene ihtiyatı elden bırakmadım. Hududu geçer geçmez, şapkamı başıma geçirdim. O zamana göre ilk Avrupa istasyonu Belgrad… Bizim arkadaş tren durur durmaz, hemen fesli başını pencereden dışarıya uzattı. Gülümseyerek ahaliyle bakıyor. Sepetlerle dolaşan yemiş satıcılarından birini çağırıyor. Başlıyor pazarlığa… Satıcı bir kelime Türkçe anlamıyor. O, bir kelime Sırpça konuşmuyor. Derken, aralarında ne oldu bilmiyorum. Seyyar manav çocuğunun başı kızdı ve yüzünü bir şiddetli tehev- vürle (öfkeyle) buruşturarak Binbaşı Salâhaddin Beyin suratına şu hakareti savurdu: - Tuh, turcos. Bereket versin ki, tren hareket etmişti. -Gördün mü birader? dedim. O gene kanaatında musır (ısrarlı), fesini terk etmek istemiyordu. Paris'e vasıl olunca, manzaramız artık umumî bir istigrap (yadırgama) ve istihza (alay) mevzuu (konusu) teşkil etmeye başladı. Lâalettayin gittiğimiz otelde Salâhaddin Bey bir ikinci garabet daha yapmasın mı? Ucuza gelir diye mutlaka iki yataklı bir oda istiyordu. Otelin adamları artık kendilerini tutamayıp bize kahkahalarla gülmeye başladılar. Bu esnada, o zaman Paris Sefaretinde (Büyükelçiliğinde) ateşemiliter olan Ali Fethi Bey imdadımıza yetişti. Bizi görür görmez: -Bu ne hâl, bu ne kıyafet! dedi. Mustafa Kemal Paşa, bu on iki, on üç yıllık eski hatırayı anlatırken hâlâ acı acı gülüyordu. Sanırım ki, büyük inkılâpçı subconscience'ında (bilinç altında) tasarladığı geniş inkılâp planının içine kıyafet islahatını da o günden beri koymuş olacaktır.
Sayfa 28 - Ebabil YayınlarıKitabı okudu
·
137 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.