Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hars ve Tezhib
Fransızca "culture" kelimesinin iki ayrı manası vardır. Bu manalardan birini "hars", diğerini "tehzib" tabiriyle tercüme edebiliriz. Hars hakkındaki bü tün su-i tefehhümler, Fransızca "kültür" kelimesinin böyle iki manalı olmasındandır. o halde biz lisanımızda bu iki manayı "hars" ve "tehzib" kelimeleriyle ayırırsak, kendi memleketimizde bu su-i tefehhümlere nihayet vermiş oluruz. Hars ile tehzib arasındaki farklardan birincisi, harsın "demokratik", tehzibin "aristokratik" olmasıdır. Hars, halkın an'anelerinden, teamüllerinden, irfanlarından, şifahi veya yazılmış edebiyatından, lisanından, musikisinden, dininden, ahlakından, bedii ve iktisadi mahsullerinden ibarettir. Bu bediaların hazinesi ve müzesi halk olduğu için hars, demokratiktir. Tehzib ise, yalnız yüksek bir tahsil görmüş, yüksek bir terbiye ile yetişmiş hakiki münevverlere mahsustur. Matthew Arnold'un 1 1 8 "tatlılık ve ziya mezhebi" tabiriyle ifade ettiği meal, tehzibin tarifi demektir. Tehzibin esası, iyi bir terbiye görmüş olmak; makulatı, güzel sanatları, edebiyatı, felsefeyi, ilmi ve hiçbir taassup karıştırmaksızın dini gösterişsiz, samimi bir aşk ile sevmektir. Görülüyor ki tehzib, hususi bir terbiye ile husule gelmiş hususi bir duyuş, düşünüş ve yaşayış tarzıdır. Hars ile tehzibin ikinci farkı, birincinin "milli'', ikincinin "beynelmilel" olmasıdır. Bir insan, harsın tesiriyle belki de yalnız kendi milletinin harsına kıymet verir; fakat, tehzib görmüşse başka milletlerin harslarını da sever ve onların lezzetlerini de tatmaya çalışır. Binaenaleyh, tehzib, temas ettiği insanları biraz insaniyetçi, biraz müsamahakar, her ferde, her millete karşı hayırhah ve "iktitafçı = eclectique" yapar. Harsla tehzibin bu ikinci farkı, bizi "milliyetçilik ve beynelmileliyetçilik" meselesinin ta'mikine sevk ediyor: "Millet", aynı harsta müşterek olan fertlerin heyet-i mecmuasıdır. "Beynelmileli yet", aynı medeniyette müşterek olan milletlerin heyet-i mecmuasıdır. Beynelmileliyete, "medeniyet zümresi" de denilebilir. Fakat, medeniyet zümresini, hususi bir medeniyete mensup milletlerin heyet-i mecmuası gibi telakki etmeyen adamlar da vardır. Bunlara göre, ayrı ayrı medeniyetler yoktur; bütün insanların mecmuu, bir tek medeniyet zümresinden ibarettir ve bu bir tek medeniyet zümresi, milletlerden değil, fertlerden mürekkeptir. Bu fikirde bulunan insanlara "kozmopolit" adı verilir. Kozmopolitler, "Milletim nev' -i beşerdir, vatanım ruy-ı zemin" diyen dünyacılardır.1 1 9 Bunların medeniyet zümresi hakkındaki telakkileri, milliyetperverlikle itilaf edemez. Çünkü milliyetçilere göre beşeriyet, hayvanat ilminde sair hayvan nev'ileriyle beraber tetkik olunan "beşer nev'i"nden ibarettir. İçtimai fertler demek olan "insanlar" ise, milletler halinde yaşarlar. Türkçülük, "millet" esasını kabul etmeyen hiçbir sistemle itilaf edemeyeceğinden kozmopolitleri içine alamaz. Beynelmileliyetçiliğe gelince, bu tamamen kozmopolitliğin zıddıdır. Çünkü beynelmileliyetçilere göre, medeniyet zümresi bütün insanların heyet-i mecmuası demek değildir. Zaten medeniyet bir değil, müteaddittir. Her medeniyetin kendisine mahsus bir camiası, yani bir medeniyet zümresi vardır. Aynı zamanda, bu medeniyet zümreleri fertlerden değil, milletlerden mürekkeptir. Medeniyet zümresi bir cemiyete benzetilirse, onun fertleri de milletler olur. Medeniyet zümresine "milletler cemiyeti" denilmesi bundandır. [Fakat bu "Milletler Cemiyeti" tabiri doğru değildir. Çünkü, cemiyet müşterek bir vicdana malik olan tam bir zümre demektir. Müşterek vicdan harstan ibaret olduğu için "cemiyet" kadrosuna girebilecek zümreler, ancak milletlerle onların cürsumeleri olabilirler. Diğer taraftan, birçok cemiyetleri içine alan daha büyük zümrelere "camia" namı verilir. O halde, "milletler cemiyeti" yerine "milletler camiası" demek daha münasiptir.] Bu ifadelerden anlaşıldı ki her medeniyet zümresi, bir beynelmileliyet dairesidir. Bir cemiyetin milli bir harsı olması, onun beynelmilel bir medeniyete de mensup olmasına mani değildir. Medeniyet, aynı beynelmileliyete mensup milletlerin arasında müşterek bulunan müesseselerin heyet-i mecmuası demektir. Demek ki bir beynelmileliyet dahilinde hem onu terklb eden bütün milletlere şamil müşterek bir medeniyet hem de her millete has milll harslardan mürekkep bir harslar kolleksiyonu vardır. O halde biz Avrupa medeniyetine girdiğimiz zaman, yalnız beynelmilel bir medeniyete varis olmakla kalmayacağız, aynı zamanda medeniyetdaşımız olan bütün milletlerin hususi harslarından da telezzüz etmek imkanına sahip olabileceğiz. Milli bir cemiyet, nasıl, taksim-i a'mal ve ihtisas tarikiyle mesleki zümrelere ayrılmışsa, beynelmilel bir camia da adeta beynelmilel bir takslm- i a'malin ve beynelmilel ihtisasın hükmüne tabi olarak milll ve hususiyyü'l- mahiye harslara ayrılmıştır. Binaenaleyh insanlar, sırf milll zevkleriyle tattıkları zaman, yalnız milll harslarına uygun eserlerden hoşlanırlar. Fakat insan, her gün aynı yemeği yemekten usandığı gibi, daima aynı harsa mensup edebiyattanaynı musikiden, aynı mimariden ilh. gıda almaktan bıkar. Bu sebeple, şikemperverler her gün yemek listelerini değiştirdikleri gibi, tehzibli adamlar da zaman zaman başka harsların çeşnileriyle ağız değiştirmeye ihtiyaç duyarlar. Eski zamanlarda esnaf dernekleri, muayyen zamanlarda "arifane"" ziyafetleri yaparlardı. Her hirfetdaş, kendi evinde en iyi yapılan yemeği yaptırır; hirfetdaşlar kırda yahut bir evde birleşerek bu yemekleri beraberce yerlerdi. Medeniyet zümresinin beynelmilel münasebetleri de bir arifane ziyafeti gibidir. Her millet, bu ziyafete kendi harsını götürerek bütün milletlerin harslarından tezevvük etmek hakkını iktisap eder. Şu kadar var ki yalnız milli harstan hoşlanan "milli zevk" ile yabancı harslardan hoşlanan "harici zevk"i birbirine karıştırmamalıdır. Avrupa'nın bütün milletlerinde gördüğümüz normal numuneye göre, her milletin asli ve daimi olan zevki, milli zevkidir; harici zevk ancak tali bir derecede kaldığı zaman makbul olabilir. Eski Osmanlı hayatında ise iş böyle değildi. Havas sınıfında harici zevk, asli ve daimi zevk halini almıştı. Milli zevke gelince, tali bir kıymetten bile mahrum bırakılmıştı. Bu sebeple eski edebiyatımız Acem zevkinin, Tanzimat edebiyatı da Fransız zevkinin mahsullerinden ibaret kaldı ve şimdiye kadar bizde milli bir edebiyat husule gelmedi. O halde tehzib, böyle marazi bir hal aldığı zamanlar muzır olur. Bir tehzib milli harsın hukukuna riayet ettiği müddetçe normaldir; milli harsın haklarını çiğnemeye başladığı andan itibaren, hasta ve malul bir tehzib mahiyetini alır. Bu izahlar gösteriyor ki Türkçülük kozmopolitlikle itilaf edemez. Hiçbir Türkçü kozmopolit olamadığı gibi, hiçbir kozmopolit de Türkçü olamaz. Fakat Türkçülükle beynelmileliyetçilik arasında, itilafa mani hiçbir zıddiyet yoktur. Her Türkçü aynı zamanda beynelmileliyetçidir. Çünkü her ferdimiz milli ve beynelmilel olarak iki içtimai hayat yaşamaktayız. Milli hayatımız, yalnız milli harsımızı yaşamaktır. Beynelmilel hayatımız ise bir taraftan beynelmilel olan medeniyetten, diğer taraftan her biri hususi ve orijinal lezzetlerin bir mecmuası olan yüzlerce harslardan hisselerimizi almaktan ibarettir. Tanzimat'tan beri resmen mensup olduğumuz medeniyete gelince, bu da Garb medeniyetidir. İşte asri camiamız olan bu Garb medeniyetiyle ona mensup bütün harslardan nasibimizi almak içindir ki "Telif ve Tercüme Encümeni", Garb medeniyetinin beynelmilel mahiyetini haiz bütün ana kitaplarını (otorite tanınan monografileri) ve milli harsların çiçekleri hükmünde bulunan umum muhallideleri "chef d'oeuvre"leri119 tercüme ettirmeye karar verdi. Görülüyor k i Türkçülerin "hars" dedikleri şey n e Fransızların "culture" ü ne de Almanların "kultur"udur. Fransızlara göre, Fransız kültürü öteden beri sırf edebi kuvvetiyle cihan-şümul bir tehzib mahiyeti almıştır. Almanlara göre, guya Alman kulturu da orduları mağlup olmasaydı, askeri ve iktisadi kuvvetleriyle bütün cihana hakim olacaktı. Türk harsının faaliyeti, bunlar gibi müteaddi değil, lazımdır. Biz harsımızı, yalnız kendi zevkimiz, kendi telezzüzümüz için yapacağız. Başka milletler de ondan Loti'lerin, Farrere'lerin yaptığı gibi, ara sıra tadarak telezzüz edebilirler. Nasıl ki biz de Fransız, İngiliz, Alman, Rus, İtalyan milletlerinin harslarıyla ara sıra tezevvük ediyoruz ve edeceğiz. Fakat bundan sonra bu tezevvükümüz hiçbir zaman "egzotizm"in hududunu aşmayacaktır. Bizce Fransızlara, İngilizlere, Almanlara, Ruslara, İtalyanlara ait güzellikler ancak egzotik güzellikler olabilir. Bu güzellikleri sevmekle beraber, hiçbir zaman gönlümüzü onlara vermeyeceğiz. Biz gönlümüzü rı1z-i elestten beri milli harsımıza vermişizdir. Bizim için "dünya güzeli", milli harsımızın güzelliğinden ibarettir. Biz medeniyetçe, irfanca, iktisatça ve tehzibçe Avrupa milletlerinden çok geri kalmış olduğumuzu inkar etmeyiz ve medeniyetçe onlara yetişmek için bütün kuvvetimizle çalışacağız. Fakat hars itibarıyla hiçbir milleti kendimizden üstün göremeyiz. Bize göre Türk harsı, dünyaya gelmiş ve gelecek olanların en güzelidir. Binaenaleyh ne Fransız kültürünün ne de Alman kulturunun mukallidi ve tabii olmamıza imkan yoktur. Biz, onları da diğer harslar gibi yalnız milletlerine mahsus hususi harslar addederiz ve onlardan da sair harslar gibi yalnız egzotik bir zevkle mütelezziz oluruz. Görülüyor ki Türkçülük bütün aşkıyla yalnız kendi orijinal harsına meftun olmakla beraber, şoven ve mutaassıp da değildir. Avrupa medeniyetini tam ve sistema tik bir sı1rette almaya azmettiği gibi, hiçbir milletin harsına karşı istigna ve istihfafı da yoktur. Bilakis, bütün harslara kıymet veririz ve hürmet ederiz. Hatta birçok i'tisaflarına hedef olduğumuz milletlerin bile, siyasi teşkilatlarını sevmemekte devam etmekle beraber, medeni ve harsi eserlerine meftun, mütefekkirleriyle sanatkarlarına hürmetkar kalacağız.
·
89 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.