Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Türkçüler ve Fesahatçılar
Türkçülerin lisani umdeleri, fesahatçilere ait nokta-i nazarların zıddı olmakla beraber, "tasfiyeci" namını alan lisan inkılapçılarının nokta-i nazarlarına da muvafık değildir. Tasfiyecilere göre, bir kelimenin "Türk" olabilmesi için, onun aslen bir "Türk cezri"nden gelmesi lazımdır. Buna binaen "kitap, kalem, abdest, namaz, mektep, cami, minare, imam, ders" gibi Arap veya Acem cezirlerinden gelmiş olan kelimeler halkın lisanına girmiş olduklarına bakılmayarak Türkçeden atılmalı ve bunların yerine ya unutulmuş olan eski Türk kelimeleri ihya yahut Çağataycada, Özbekçede, Tatarcada, Kırgızcada ilh ... bulabileceğimiz aslen Türk cezrinden kelimeleri terviç veyahut Türkçede yeni edatlar ve terkib usulleri icat ederek bunlar vasıtasıyla yeni Türkçe kelimeler ibda eyleyip ikame kılınmalıdır. Türkçülere göre bu nokta-i nazarlar da yanlıştır. Çünkü, evvela hiçbir Türk cezrinin en eski zamanlara çıkıldıkça Türk kalacağı iddia olunamaz. Bugün Türk cezrinden geldiğine kani bulunduğumuz birçok kelimelerin vaktiyle Çinceden, Moğolcadan, Tunguzcadan, hatta Hintçeden ve Farisiden eski Türkçeye girmiş olduğu ilmen sabit olmuştur. Saniyen, kelimeler delalet ettikleri manaların tarifleri değil, işaretleridir. Binaenaleyh kelimelerin hangi cezirlerden geldiğini, nasıl iştikak ettiğini bilmeye de lüzum yoktur. Bu gibi şeyleri bilmek, yalnız lisancılar (filolog) ve lisaniyatçılar (linguist) için lazımdır. Lisanın sistemi ve şivesi nokta-i nazarından hatta muzırdır bile! Çünkü, yukarıda Arap ve Acem cezirlerinden gelen kelimelerde gördüğümüz gibi, Türk cezrinden kelimelerde de bazen istimali mana, iştikaki manadan başkadır. Mesela "yabancı", yabandan gelmiş adam demek değildir; "kahve altı", kahveden sonra yenilen yemek manasına gelmez. Bu gibi kelimeleri iştikaki manalarında kullanmak, lisani bir hastalıktır ki buna "iştikak hastalığı" denilebilir. Mesela bazı adamlar, "terlik" kelimesi söylenince, bunun istimali manasına ehemmiyet vermeyerek derhal iştikaki manasını ararlar ve "ter için ayağa giyilen ayakkabı" diye kelimeyi cezrine irca etmeye çalışırlar. Halbuki "terlik" kelimesinin manasını ararken "ter" kelimesini hatırlamak, şive nokta-i nazarından muzırdır. İştikak hastalığına uğramış bir adamın yanında mesela "Yabancılar geldiler" dediğiniz zaman, o "Yabancılar mı? Yabandan gelmişler, demek ki yabani adamlardır" derse tuhafınıza gitmez mi? Yahut "Şu terliği giyiniz" dediğiniz zaman, "Ayağım terli değil, terlik giymeye ihtiyacım yok" cevabını verirse, gayr-i ihtiyari gülmez misiniz? Maamafih halka mahsus bir iştikakçılık da vardır ki bu bilakis hem normal hem de faydalıdır. Mesela, halktan olan kimseler, "dil-baz" kelimesini "çok dilli, çok dil döken" manasına zannederler ve hatta "dilbaz" suretinde yazarlarl20. Halkın böyle yanlış iştikaklarla yaptığı tahrifler de bir nev'i şuursuz temsil vetiresidir. Mesela halk, "alaim-i sema"yı "eleğimsağmal" şekline çevirir; "balimoz"u "balyemez" suretine sokar. Ankara' da bir pınarın adı olan "Zülfazl" kelimesini "Solfasol" yapar; "Şeref-resan" vapurunu "Şerif Hasan"; "Nüvid-i fütuh"u "Delik kütük"; "Feth-i bülend"i "Yedi bölen" tarzında Türkçe kelimeler haline koyar; "telgraf çekmek" ten "tel çekmek" kelimesini doğurur. İşte bu gibi esaslara istinaden Türkçüler, tasfiyecilerin lisan hakkındaki nokta-i nazarlarını kabul etmediler. Türkçülere göre, Türk halkının bildiği ve tanıdığı her kelime millidir. Bir kelimenin milli olması için Türk cezrinden gelmiş olması kafi değildir. Çünkü Türk cezrinden gelmiş olan "gözgü, sayru, baskıç, ağu" gibi birçok kelimeler canlı lisandan çıkarak müstehase olmuşlar, onların yerine canlı olarak "ayna, hasta, merdiven, zehir" kelimeleri girmiştir. Nasıl hayvanat ve nebatat alemlerinde müstehaselerin yeniden dirilmesine imkan yoksa, lisani müstehaselerin de tekrar hayata avdet eylemesine artık imkan yoktur. Hülasa, Türkçülere göre, halk için munis olan ve sun'i olmayan bütün kelimeler millidir. Bir milletin lisanı, kendi cansız cezirlerinden değil, kendi canlı tasarruflarından mürekkep canlı bir uzviyettir. O halde, Türkçenin sadeleştirilmesi yalnız bu esaslara istinad etmeli, tasfiyecilerin müfrit iddialarına doğru gitmemelidir. Tasfiyecilerin sair Türk lehçelerinden kelime alması da yanlıştır. Çünkü Türk lehçeleri, "anadili" mevkiinde bulunan kadim Türkçeden ayrıldıktan sonra, her biri ayrı bir tekamül istikametini takib etmiştir; gerek savtiyat, gerek şekliyat, gerek lügaviyat itibarıyla birbirinden uzaklaşmışlardır. Binaenaleyh, bu lehçelerin kelimelerini lisanımıza sokarsak, İstanbul Türkçesinin güzelliğini bozmuş oluruz. Zaten, bu lehçelerde mevcut olan kelimeler, lisanımızda da bulunduğu için onlara hiçbir ihtiyacımız da yoktur. Yalnız, Türk medeniyeti tarihi, eski Türk müesseselerini tarihi bir ba'sü ba'de'l-mevte mazhar ederken, bunların isimleri de ilim tabirleri olarak lisanımıza girecektir. Bu ciheti, "müstehaselerin dirilmesi" mahiyetinde görmemelidir. Çünkü bu kelimeler, şimdi lügat olarak değil, yalnız ıstılah olarak lisanımıza gireceklerdir. Bu suretle girmelerinde hiçbir mahzur da yoktur. Tasfiyecilerin semai edatları kıyasi edatlar sırasına sokarak ve terkib usulleri icat ederek bunlar vasıtasıyla yeni kelimeler ibda etmek istemeleri de yanlıştır. Çünkü nasıl bir hayvanın yahut nebatın uzviyetine, hariçten yeni bir uzuv ithal etmemiz mümkün değilse, lisana yeniden yeniye kıyasi edat yahut yeni bir terkib tarzı i thal etmemiz de öylece gayr-i mümkündür. Bundan dolayıdır ki "günaydın", "tünaydın" gibi terkibler yeni Türkçede yaşayamadığı gibi, semai edatlarla yapılmış olan tabirler de yaşayamadılar. Maamafih tasfiyecilerin bu ifratlı inkılapçılığını bir tarafa attıktan sonra da edebiyatta, gerek Osmanlı lisanından atılacak kelimelerin gayet çok olduğunu görürüz, gerek ilim ıstılahlarında hiçbir lüzumları olmadığı halde alınmış nice kelimelere rast geliriz. Mesela coşkunluğa "cuşiş" demek lazım mı? Baş ağrısına "suda"' demeye ihtiyaç var mı? Tıp ka musunu ele alalım: Kemiğe "azm", başa "re's", dişe "sin", sinire "asab" diyen bu kamusta, lisanımıza girmesine hiçbir ihtiyaç bulunmayan nice Arapça ve Acemce kelimeler vardır. "Adale" gibi, "hüceyre" gibi, "protoplazma" gibi Türkçede mukabili bulunmayan kelimelerin başımızın üstünde yeri vardır. Lisanımıza yeni ıstılahlar getiren bu gibi lafızlara milli kamusumuz açıktır. Fakat Türkçesi bulunan ve hiçbir hususi mana ile ondan ayrılmayan müteradif kelimeleri artık lisanımızdan atmalıyız.
·
79 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.