Daha çok bildiğini zannettikçe daha az huşu, merak, saygı, sevgi duyarsın.
Varoluş o zaman sönük, tatsız görünür; artık içinde sırlar yoktur.
Elbette dışta sır kalmadığı zaman, içte de şiir olmaz. İkisi birlikte yürür, paraleldir: dışta sır, içte şiir.
Din meraktan doğar, merakla yaşar. Din merakla başlar ve daha fazla merakla son bulur.
Felsefeyle din arasındaki fark budur; her ikisinin de başlangıcı meraktadır, fakat sonra yolları ayrılır.
Din sırları incelemeye başlar ve o sırların derinlere indiğini fark eder. Ne kadar çok bilirsen, o kadar az bilirsin ve bilginin son noktası cehalettir.
Tamamen cahilleşir, hiçbir şey bilmezsin. Bir masumiyet haline erişilir.
O masumiyet halinde, şiir mükemmelliğe ulaşır. O şiir, dindir.
Felsefe dine karşıdır; felsefecilerin söylemeye devam ettikleri şeye rağmen.
Aslında dinsel bir felsefe olamaz; bütün felsefeler dine karşıdır; çünkü bütün felsefeler bilgiyi arar, oysa din olmayı araştırır.
Bunlar taban tabana zıt boyutlardır: bilgi yüzeyseldir, çevreyle ilgilidir; olmak merkezidir, esastır.
Olmak senin yok olman demektir, bilgi senin çok fazla var olman demektir.
Bilgi bir ego yolculuğudur, olmak egosuzluktur.