Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kur'an Tercümesi Tartışması
Karabekir'in, Atatürk'le ilgili çok tartışılan iddialarından biri de Kur'an tercümesiyle ilgilidir. 15 Ağustos 1923 Çarşamba günü Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanriöver) Darü'l Muallim'in salonunda bir heyeti ilmiye toplantısı düzenlemiştir. İki gün önce yeniden TBMM Başkanı seçilen Atatürk'ün "şeref misafiri" olarak katıldığı toplantıya Köprülüzade Fuat ve İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) gibi Darülfünun hocaları yanında Kazım Karabekir de davetlidir. Vakit gazetesinin haberine göre o toplantıda Kur'an tercümesi konusu da konuşulmuştur: "(…) Kur'an-ı Kerim'in tefsir ve tercümesi üzerine saatlerce süren münakaşalar yapıldı. (…) Hamdullah Suphi Bey, Gazi'yi ve hazır bulunanları çaya davet ettiler. Gazi Paşa, 'Bu münakaşa çaydan daha tatlı! Burada oturmama müsaade ediniz, dediler ve münakaşaya devam ettiler. (…) Gazi Paşa, yine Kur'an tefsiri bahsine döndüler. Münakaşalar gene kızıştı ve tam beş buçuk saat geç vakte kadar bu dostluk muhitinde, büyük kahramanlarımızın muhabbet ve samimiyeti içinde, mesut dakikalarda hislendik…" Karabekir'in, Atatürk'le ilgili aşağıdaki iddiaları işte bu toplantıya dayalıdır. Karabekir'e göre Kur'an'ın Türkçeye tercüme konusunun tartışıldığı o toplantıda Şeriye Vekili ve Konya milletvekili Hoca Vehbi Efendi ve diğer sözüne güvendiği bazı zatlar Karabekir'e şunları söylemiştir: "Gazi Kur'an-ı Kerim'i bazı İslamlık aleyhtarı zübbelere tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kur'an'ın Arapça okunmasını namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak ve zübbelerle işi alaya boğarak güya Kur'an'ı da, İslamlığı da (ortadan) kaldıracaktır. " Karabekir bu toplantıda bir ara Atatürk'ün hiddetlenerek bütün içini ortaya döktüğünü belirtmiştir! Karabekir'in iddiasına göre Atatürk şunları söylemiştir: "… Evet, Karabekir, Araboğlu'nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böyle de okutturacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakta devam etmesinler…" İşte Karabekir'in bu iddiaları, 1930'lardan beri özellikle Atatürk düşmanlarının ağzında sakız olmuştur. Atatürk düşmanları bu sakızı sürekli şişirip büyük bir gürültüyle patlatmışlardır. Malum çevreler, "Din düşmanı! Kur'an düşmanı!" Atatürk algısı yaratırken en çok Karabekir'in bu iddialarından yararlanmışlardır. Örneğin, Burhan Bozgeyik,"Mehmed Akif, M. Kemal'in liderliğini yaptığı Birinci Grup'un tavırlarını tasvip etmiyordu. Onlara ve dolayısryla M. Kemal'e muhalifti. Ancak onun M. Kemal'le kavgasının temel sebebi Kur'an'a karşı takınılan tavırdı. Kazım Karabekir Paşa, bu tavır için şu bilgileri verecekti," dedikten sonra Karabekir'in yukarıda yer verdiğim iddialarını -peşinen doğru kabul ederek- sıralamıştır. Atatürk'ün din/İslam düşmanlığını kanıtlamak isteyen Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları, Karabekir'in, "Atatürk Kur'an'a 'Araboğlu'nun yaveleri' dedi!" iddiasını hiç sorgulamadan adeta bir kutsal kitap sözü gibi peşinen doğru kabul etmişlerdir. Karabekir'e Cevaplar (2) Peki ama Karabekir'in bu meşhur iddialarının doğruluk payı nedir? Sırayla gidelim: Bir: Karabekir'in, "Gazi Kur'an-ı Kerim'i bazı İslamlık aleyhtarı zübbelere tercüme ettirmek arzusundadır!" iddiasını her şeyden önce tarih çürütmüştür. Çünkü bilindiği gibi Gazi, Kur'an-ı Kerim'i "İslamlık aleyhtarı zübbelere" değil, İslam'ı en iyi bilen Mehmed Âkif (Ersoy)'e ve Elmalılı Hamdi (Yazır)'ye tercüme ve tefsir ettirmek istemiştir. Daha önce de değindiğim gibi Atatürk'ün Kur'an tercümesinden beklediği amaç toplumu "dinsizleştirmek" olmadığı gibi "dindarlaştırmak" da değildir. Burada Atatürk'ün temel amacı, büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Türk toplumunun kutsal kitabını okuyup anlamasını sağlamaktır. Çünkü düşünmek ve sorgulamak, doğruyu yanlıştan ayırmak ve kandırılmamak için önce anlamak gerekir. Anladıktan sonra düşünerek dine bağlanmak veya düşünerek dinden uzaklaşmak ise tamamen insanların kendi bileceği iştir. İki: Karabekir'in, Atatürk "Kur'an'ın Arapça okunmasını namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak!" iddiasını da yine tarih çürütmüştür. Bilindiği gibi Atatürk namazda Arapça Kur'an okunmasını hiçbir zaman yasaklamamıştır. Üç: Karabekir'in Atatürk'ten duyduğunu iddia ettiği, "Araboğlu'nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettireceğim…" biçimindeki ifadelere gelince… İleride kanıtlayacağım gibi bu ifadeler Atatürk'e ait değil, Karabekir'in uydurmasıdır. Ama varsayalım ki Atatürk'e aittir! Bu cümleyi kurgulayan Karabekir -belki farkında değil- ama aslında bu cümle, ana fikir olarak, Atatürk'ün Kur'an tercümesinden beklediği amacı özetler nitelikte bir cümledir. Çünkü Türkler maalesef yüzyıllardır Allah ile, Kur'an ile aldatılmıştır. Türk insanının anlamadığı Arapça Kur'an, Atatürk'ün ifadesiyle "din oyunu aktörleri" tarafından bir aldatma aracı olarak kullanılmıştır. Atatürk, Arapça Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettirerek Türk halkının Kur'an'ı anlamasını, böylece "budalalık edip aldanmakta devam etmemesini" amaçlamıştır. Dört: Atatürk'ün, Kur'an-ı Kerim'i "Araboğlu'nun yaveleri!" diye adlandırmış olduğu iddiasına gelince: Normalde Atatürk, yüzyıllardır Türklerin Kur'an'ı anlamadan Arapça okumalarına ve bu topraklarda Arapça Kur'an'ın yüzyıllardır bir "aldatma aracı" olarak kullanılmasına duyduğu büyük tepkiyi en etkili şekilde dile getirmek için böyle bir ifade kullanmış olabilir. Çünkü -daha önce de anlattığım gibi-gerektiğinde bu tarz, muhatabını sarsıcı ifadeler kullanmak Atatürk'ün etkili anlatım yöntemlerinden biridir. Ancak Karabekir gibi huyunu suyunu bildiği muhafazakâr geçinen birinin yanında -yöntem gereği de olsa- Kur'an'dan böyle söz etmesi her şeyden önce Atatürk'ün o meşhur stratejisine uygun değildir. Beş: Olayla ilgili Karabekir'in yazdıklarıyla Vakit gazetesinin haberinde yazılanlar (Kur'an tercümesi konusunun tartışılması, olayın tarihi ve yeri dışında) birbirine uymamaktadır. Karabekir'in yazdıklarına göre kendisi Atatürk'le yüksek tonda bir tartışmaya girmiştir! Kur'an'ın tercümesinin "Rastgele şunun bunun içinden çıkabileceği basit bir iş olmadığı gibi, kötü politika zihniyetinin de işi karıştırabileceği göz önüne alınarak" hareket edilmelidir, diyerek Atatürk'ü uyarmıştır! Yine Karabekir'e göre Atatürk bir ara öfkelenip o meşhur "Arapoğlu'nun yavelerini!" cümlesini kurmuştur! Vakit gazetesinin haberine göre ise tartışmada Atatürk'ün hiç de öyle öfkeli, sinirli bir hali yoktur. Öyle ki, kendisini çaya davet eden Hamdullah Suphi Bey'e, "Bu münakaşa çaydan daha tatlı!" yanıtını verip "münakaşaya" devam edecek kadar rahattır, sakindir. Gazeteye göre tartışmalar "dostluk muhitinde", "muhabbet ve samimiyeti içinde" geçmiş ve oradakileri de "mesut dakikalarda hislendirmiştir". Osman Selim Kocahanoğlu'nun dediği gibi: "Bu sözler ancak öfke ve şiddetin zirvesinde söylenebilir. Mustafa Kemal acaba bu sözleri söylemiş midir? Söylemişse hangi bağlama getirmiştir? Veya aynen böyle mi söylemiştir? İlim Heyeti önünde yaşanan tartışmayı gören Maarif Vekili Hamdullah Suphi ile Ruşen Eşref yanlarına gelerek, 'Paşam çaylar hazır, sofrada herkes sizi bekliyor,' diye tartışmayı sona erdirirler. Karabekir'in, 'Berbat şekle dönüştü,' dediğine bakılırsa, nezaket dışı bir ağız dalaşı olmuşa benzer… Ne Hamdullah Suphi ne Ruşen Eşref'in anılarına geçmeyen; gazetelere yansımayan bu cümle cemaat tarihçilerinin tekfir lügatine buralardan girmiştir…" Kısacası Atatürk'ün o toplantıda Kur'an'a saldıracak kadar öfkelendiğine ilişkin elimizde -Karabekir'in olaydan yıllar sonra yazdıkları dışında- hiçbir kanıt yoktur. Tam tersine bu olayla ilgili elimizdeki tek kanıt durumundaki Vakit gazetesinin haberi de Karabekir'i adeta tekzip etmektedir. Altı: Olayın meydana geldiği tarih de Karabekir'in iddialarınıçürütmektedir. 15 Ağustos 1923 tarihi Atatürk'ün, herkesin içinde uluorta Kur'an'la ilgili dedikodu malzemesi olabilecek şeyler söylemeyeceği kadar erken bir tarihtir. Atatürk'ün en önemli özelliklerinden biri radikal düşüncelerini yeri ve zamanı gelmeden önce asla açıklamamasıdır. "Nutuk "ta bu özelliğini bizzat itirafetmiştir. Daha cumhuriyetin bile ilan edilmediği, halifeliğin kaldırılmadığı, hanedanın yurtdışına sürgün edilmediği, tekke ve zaviyelerin, medreselerin kapatılmadığı; kısacası neredeyse hiçbir radikal devrimin yapılmadığı bir ortamda Atatürk'ün -nabız yoklamak amacıyla bile olsa- Kur'an'a yönelik bu tür sözler söylemesi her şeyden önce onun meşhur taktisyenliğine aykırıdır. Yedi: Karabekir'in iddialarının Karabekir'den başka tanığı yoktur. Oysaki o günkü Kur'an tercümesi tartışmasında Karabekir ve Atatürk baş başa değildir: Toplantıda Köprülüzade Fuat, İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Hamdullah Suphi (Tanriöver) ve Ruşen Eşref (Ünaydın) gibi daha pek çok önde gelen, eli kalem tutan insanlar da oradadır. Ancak ne hikmetse onlardan hiçbiri, Atatürk'ün o gün orada Karabekir'in iddia ettiği gibi Kur'an'la ilgili olumsuz şeyler söylediğine ilişkin tek bir satır bile yazmamıştır. Sekiz: Karabekir'in bu iddialarını yine Karabekir'in bizzat kendisi çürütmüştür. Şöyle ki: Karabekir, Atatürk'le ilgili bu iddialarına, olayın üstünden yaklaşık on yıl geçtikten sonra -öf- keyle- yazdığı kitabında yer vermiştir. Ancak son zamanlarda bir de Karabekir'in günlükleri ortaya çıkmıştır. Fakat ne ilginçtir ki, Karabekir'in günlüklerinde ne 15 Ağustos 1923 tarihinde ne de başka bir gün yazılmış böyle bir not vardır. Karabekir o gün günlüğüne aynan şunları yazmıştır: "… 15 Ağustos 1923 Çarşamba. Heyet-i Ilmiye'nin son müzakeresinde bulundum. Kitap bayramı teklifimi kabul ettiler. Akşam Maarifin ziyaretine beni çağırdılar. Terbiye mütehassısı İsmail Hakkı ile Köprülü Fuat Beylerle din ve ahlak ve terbiye hususunda görüştük, mütalaamı kabul ettiler…" Görüldüğü gibi Karabekir'in günlüklerinde, on yıl sonra -Atatürk'le yolları ayrılınca- ortaya atacağı (uyduracağı) iddialardan hiçbir eser yoktur. Günlüklerinde o gün Atatürk'le tar- tıştığına veya bu tartışmada Atatürk'ün öfkelendiğine ilişkin tek bir satır yoktur. Karabekir, tüm günlük tutanlar gibi, başından geçen, onda birazcık olsun iz bırakan bütün önemli olayları birkaç satırla da olsa günlüklerine kaydettiğine göre, Atatürk'ün Kur'an'a yönelik yukarıdaki "aykırı" ifadelerini -özetleyerek de olsa- sıcağı sıcağına günlüğüne neden yazmamıştır? On yıl sonra anılarını yazarken geçmiş olayları bu günlüklerinden izleyen Karabekir, nasıl olmuş da on yıl önce sıcağı sıcağına günlüğüne yazmaya gerek görmediği bir olayı on yıl sonra noktasına, virgülüne kadar anımsayıp kitabına yazabilmiştir? "Görülür ki kendi notları ile zerzevat tarihçilerinin İnkılâp Tarihi saydığı 'Nutuk'a Cevaplar' arasında hiçbir mutabakat yok… Yani ajandasına (günlüğüne) yazdıkları on sene sonra yazdığı anılarını tekzip ediyor; olayları çarpıtma, cümleleri uydurma ve kurgulama becerisi yeterli düzeyde…"
Sayfa 100 - İnkılap YayınlarıKitabı okudu
·
122 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.