“Ne yazık ben! Felsefe,
Hukuk ve tıp,
Dahası, çok yazık tanrıbilim
Bile okudum, tüm gücüm yettiğince.
Buna karşın, yine ben, düşkün bir dangalak!
Eskiden neysem oyum yine;”
(…)
“Görüyorum, buna karşın, bir nesne
bilmediğimizi!
İşte budur benim de yüreğimi yakan.
Daha becerikliyim tüm yaygaracılardan,
Doktorlardan, öğretmenlerden, yazarlardan,
papazlardan,
Etkilemez beni kuşku, duraksama, kaygı,
Ne cehennemden korkarım, ne de şeytandan
Buna karşın yoksunum tüm sevinçlerden,
Sanmam doğru bilgim olduğunu,”
(…)
“Ne param var, ne malım, ne soyluluğum,
Ne görkemim, ünüm bu yeryüzünde.
Daha çok yaşamak istemez, böyle, bir köpek
de!
Bu yüzden verdim kendimi büyücülüğe,
Tinin gücüyle, onun ağzından
Öğrenebilir miyim diye; kimi gizemleri;
Acı ter dökmeden bilmediklerimi söylemeyi,
Dünyanın en derinlerinde
Neler varmış anlamak,
Bütün etkin güçleri,
Yaşamsal özleri görmek,
Boş sözler söylememek için.
Son görüşün olsun ey dolunay”
(…)
“Şişeler, kitaplar yığılmış fırdolayı,
Araçlar atılmış üst üste bir kıyıda,
Atalardan kalma ne varsa konmuş, içerde
İşte senin dünyan! Buna dünya denirse!
Sorar mısın daha, neden yüreğin
Daralır, sokulur, bunalır göğsünde?
Neden bilinmeyen bir üzüntünün
Sende, yaşam akışını önlediğini?
Canlı bir doğa yerine, şu tanrının
Yaratıp içine insan doldurduğu,
Senin çevrende hep isler, küfler içinde
Hayvan kaburgaları, insan bacak
kemikleri!