Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

192 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
"Kendi Kişisel Menkıbe'sini gerçekleştirmek insanların biricik gerçek yükümlülüğüdür. Ve bir şey istediğin zaman, bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar." (sf.35) Simya ilminin dönüşüm anlamının kitaba hakim olduğu bir içsel yolculuk, kişinin yazgısı doğrultusunda gelişimi ile bir farkına varış romanı okumaktayız. Romana hakim olan belirgin olgular vardır. Bunların en kapsayıcı olanı, yazgı varoluşu gereği görevini yerine getirirken kişinin yazgının ipuçları ile yolunu bulmasıdır. Okurken bir yazgı kavramının olduğunu ve kişinin bir şekilde yazgının dediklerine vardığını fakat bu varışın kendi çabası ile olduğunu görmekteyiz. Kitabın sonunda haydutun Kişisel Menkıbesi'ni takip etmemediğini ve bu uğurda zorluk çekmenin onun gözünde saçma olduğunu düşündüğünü görüyoruz. Haydut hayatına işaretleri görmezden gelerek devam etmiştir. Yazgı esnek bir olgudur zaten. Kendisini var etmek için kişiye işaretler vermiştir fakat bu işaretleri görmeyi ya da umursamamayi kişiye bırakmıştır. Romanda Santiago'nun kalbi ile yaptığı konuşmada bu yazgının esnekliği çöyle belirtilmiştir. Kalp, insana Kişisel Menkıbe'si konusunda heyecan vermekle görevlidir. Fakat bazen sessizleşir, hissizleşir. " 'Yeryüzünde her insanın kendisini bekleyen bir hazinesi vardır,' dedi yüreği delikanlıya. 'Biz yürek ler, insanlar artık bu hazineleri bulmak istemedikleri için bunlardan pek ender söz ederiz. Onları küçük çocuklara anlatırız. Sonra herkesi, kendi yazgısının yoluna göndermek işini hayata bırakırız. Ne yazık ki, kendisine çizilmiş olan yolu pek az insan izliyor; oysa bu yol Kişisel Menkibe'nin ve mutluluğun yoludur. İnsanların çoğu dünyayı korkutucu bir şey olarak görüyorlar ve yalnızca bu nedenden dolayı da dünya gerçekten korkutucu bir şey oluyor. O zaman biz yürekler, giderek daha alçak sesle konuşmaya başlıyoruz, ama asla susmuyoruz. Ve sözlerimizin duyulmaması için dilekte bulunuyoruz: Kendilerine çizmiş olduğumuz yolu izlemedikleri için insanların acı çekmelerini istemiyoruz.' " Roman iki bölümden oluşmakta. İlk bölümde yazgısının işaretlerinçn peşinden giden ve sonunda pes etmeyi düşünen bir Santiago okurken ikinci bölümde çobanımızın dönüşümünü ve Kişisel Menkıbe'sini gerçekleştirdiğini görmekteyiz. Romanın ilk başında bizi Simyacı beklemektedir. Oscar Wilde'in Narkissos'u anlattığı bir öykü ile karşılaşır. Öykünün sonunda ise kitapta hakim olan bir diğer anlayış ile karşılaşıyoruz: Yaratıcının sureti yarattıklarında tecelli eder. Göl bir süre sessiz kalmış. Sonra şöyle konuşmuş: — Narkissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç fark etmemiştim ben. Narkissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum. — İşte çok güzel bir hikâye, dedi Simyacı. (sf.12) Birinci Bölüm Çoban Santiago koyunları ile mutludur. Koyun yünlerini satmaya gittiği yerdeki bir genç kızdan hoşlanır ve ona ilginç hikayeler anlatmaktan zevk duyar. Kitabını okur ve dünyayı keşfetmek ister. Bu keşfin ise kilisede görevli olarak yapılamayacağını bilir. "Tanrıyı ya da günahlarını öğrenmekten çok daha önemlidir."(sf.21) dünyayı keşfetmek.Onun da dediği gibi "... yaşamına anlam veren şey gezip dolaşmaktı."(sf.21) Fakat şunu belirtmemiz çok önemlidir; Santiago tanrıyı keşfetmek istemektedir, bu keşfin kilisede papazlık yaparak olmayacağı kanaatindedir. Yani delikanlı kişisel dönüşümünü tamamlamak için uygun bir maneviyattadır. Karşısına çıkan işaretlere duyarlıdır genç. Öyle ki en belirgin işaretlerden olan rüyalarının farkındadır. Aynı rüyayı iki kez görmesi ise onda merakın daha da alevlenmesini sağlamaktadır. Bu iki kez aynı rüyayı görmenin mantığını ileride Simyacının söylediği şu sözler ile oturtabiliyoruz: "Bir kere olan bir daha tekrarlanmaz. Amma ve lâkin iki kere olan mutlaka üçüncü defa olacaktır." (sf.173) İki rüya bir gerçeklik. Rüyasını yorumlatır bir cadıya. Cadı Santiago'ya gördüğü düşteki yolculuğa çıkmasını söyler. Yolculuk ile değil, rüya yorumu ile ilgilenen Santiago hayal kırıklığına uğrar. Sonra yaşlı bir adam ile karşılaşır. Bu adam Salem Kralı Melkisedek'tir. Tevrat'a göre kahinliği ile ünlü bu kral Santiago'yu Kişisel Menkıbe'si konusunda yönlendirmektedir. Tevrat İbraniler, 7'de İbrahim'den ganimetinin onda birini isteyen kral, Santiago'dan da koyunlarının onda birini istemektedir. Bu paralellik belki de tanrıyı yıldızlara, aya ve güneşe bakarak bulan İbrahim peygamber gibi Kişisel Menkıbe'sini, Evrensel Ruhu ve her şeyi yazan El'i yolculuğu boyunca karşışaltığı işaretler ile keşfeden Santiago'yu simgeleyen bir detaydır. Kral, Santiago'yu "Kişisel Menkıbe" kavramı ile tanıştıran kişidir. Kral, gence, gizli güçlerin bir şekilde kişiye kişisel menkıbe'sini gerçeskleştirmede yardım edeceğinden bahsetmiştir. Henüz bunu kavrama olgunluğuna erişmemiş Santiago'nun tek dileği bu gizemli güçleri bulduğunda bunu gidip o pazarcı kıza anlatmak ve kızı şaşkınlıktan ağzı açık bırakmaktır. Şimdilik bu söylenenleri bir sohbet malzemesi plarak görmektedir. O sırada kral, Santiago'ya, ikinci önemlç kavramı öğretir. Evrensel Ruh. Var olan her şeyin aynı El tarafından yazılmıştır; tüm bu farklılıklar arasında bir ve tektirler ve birbirlerine bağlıdırlar. Bu bağlantıya Evrensel Ruh denmektedir. Bu Evrensel Ruh, tüm kalbi ile Kişisel Menkıbe'sinin peşine düşen kişilere yol gösterir, iş birliği yapar. Kral, Kişisel Menkıbe'sinin peşinden gitmek isteyen ama pes etmek üzere olan kişiye görünürmüş ve ona yol gösterirmiş. [Romanın bu kısımlarında yazarın "Işığın Savaşçısının Elkitabı" kitabına gönderme de vardır. (sf.37)] Salem Kralı, delikanlıya sürekli "her şeyin bir ve tek olduğu" vurgusunu yapmakta bunu unutmamasını söylemektedir. İşaretleri takip etmenin önemli bir detay olduğu romanimizda Kral, Santiago'ya Urim ve Tummim adındaki taşlarını, besnel durumlarda kararsız kaldığında yararlanması için vermiştir. — Santiago Mısır'da. Sonunda Kişisel Menkıbe'sini tamamlamak adına düşlerinde gördüğü piramitlere gitmeye karar verir Santiago. Fakat piramitlere gitmek o kadar da kolay olmayacaktır. Hem maddi hem manevi anlamda bir hazırlık istemektedir. Çölü geçecek parası da yoktur delikanlının Kişisel Menkıbe'sini kabrayacak olgunluğu da. Burada kendisine yardımcı olacağını söyleyen bir kişinin hırsızlığına uğrar. Parası hiç kalmaz. Okumaya devam ettikçe ufak ufak bize bir anlayış sezdiriliyor: Sözcüklerin ötesinde bir dil vardır bu dünyada. İnsanlar farkında olmadan bu dili konuşabilirler. Farkında olanlar ise bu dili ablayabilirler. Ardından eklenir: "Her şey bir ve aynı şeydir." Bir billuriye dükkanına rastlar delikanlı. Dükkan sahibi, burada çalışmayı teklif eder. Santiago da kabul eder. Çünkü çölü geçip düşündeki piramitlere ulaşmak için paraya ihtiyacı vardır. Fakat dükkan sahibi burada bir yıl boyunca da çalışsa çölü geçecek kadar para birşktiremeyeceğini söyler. O an bir sessizlik dolar dükkana. Vazgeçişin sessizliğidir bu. Şimdi Santiago'nun aklında yalnızca koyun akacak para ve ülkesine sönmek vardır. Burada çalışmaya başlar. İKİNCİ BÖLÜM Neredeyse bir aydır buradadır Sanitago. Birbirlerini daha iyi tanımaya başladılar. Delikanlı piramitleri görmekstediği anlattığında patronu anlamlandıramaz. Ona kalırsa insan kendi evinçn bahçesine de piramit dikip onu izleyebilir. Dükkan sahibi ise Müslümandı ve Hac'ca gitmeyi çok istiyordu. Onun için çalışıyordu. Fakat onun için Hac'ca gitme düşüncesi, oralara gitmekten daha önemliydi. Çünkü bu düşünce uğruna yaşıyor ve para kazanmaya çalışıyordu. Kutsal topraklara gittiğinde artık bir amacı da kalmayacaktı. Amaçsız kalmak onu korkutmaktaydı. İki ay geçti, dükkana sergi açtılar ve daha çok müşteri çektiler. Gelirleri arttı. Altı ay bu şekilde çalıştılar. Sonunda Santiago eve dönecek ve koyunlarını alacak kadar para biriktirdi. Dpkkan sahibi de Mekke'ye gidecek kadar biriktirdi. Vedalaşmaya geldiğinde Santiago'ya şu cümleleri sarf ettiğinde yazgının delikanlı için hala mücadele ettiğini fark ediyoruz: — Seninle gurur duyuyorum, dedi. Billûriye dükkânıma bir ruh verdin. Ama ben Mekke'ye gitmeyeceğim, biliyorsun bunu. Tıpkı senin koyun satın almayacağını bildiğin gibi. — Kim söyledi bunu size? diye sordu delikanlı, şaşkınlıkla. —Mektup, dedi kısaca, yaşlı Billûriye Tüccarı. Ve onun için hayır dua okudu. Bu mektup pek çok yerde karşımıza çıkan bir sözcük. Yazılan şey anlamına geldiği için yazgıya işaret edildiğini düşünüyorum. Çünkü gözümden kaçırmadığımı düşünerek bu mektubun ne olduğu romanda geçmiyor. Belki de Mısır'da kader/yazgı anlamına gelen bir mektup kullanımı vardır. Billuriye dükkanında ayrılır. Simya ile uğraşan bir İngiliz ile karşılaşır. Bu kişi de Evrensel Ruhu aramaktadır. İşaretlere bizim yeni yetme Santiago'dan daha hakimdir. "Hayatta her şey işarettir, dedi İngiliz, okumakta olduğu dergiyi kapatarak. Evren, herkesin anlayacağı bir dilde varolmuştur ama insanlar unutmuştur bu dili." (sf.87) Ardından bu evrensel dili bilen biri yani bir Simyacı'yı aradığını söyler. Birlikte bir kervana katılırlar. Santiago Kişisel Menkıbesşne doğru yol almaktadır. Şimdi kafasını kurcalayn şey Simyacı'dır. Santiago'nun karşılaştığı kimse onun hayatında boşuna girmemiştir. Parasını çalan hırsızdan kervanın yöneticiliğini yapan deveciye kadar. O hırsız Santiago'yu Billuriye dükkanına yöneltti. Deveci ise neredeyse herkesin dediği gibi "ama hayat hikayemiz ile dünya tarihinin aynı El tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman..."(sf.93) şeklinde cümleler kurarak hem okuyucuyu hem delikanlıyı geliştirmeye katkıda bulunmaktadır. Hikayenin pek çok yerinde sözsüz dil, evrensel dil şeklinde duyguların temele alındığı ve neredeyse herkesçe anlaşılan durumlardan ve bu durumları fark etmenin güzelliğindem bahsediliyor. Ve yine karşımıza "mektup" kelimesi çıkıyor. Mektup kelimesi genelde "Gaybı Allah bilir, göreceğiz." anlamına gelen durumlardan sonra kullanılması ile yazgı kelimesini işaret ettiği tahminimi güçlendiriyor. İngilizin kitaplarını okuyarak simya ilmi hakkıjda fikir edinmeye başlar delikanlı. Elbette okuyarak anlaşılacak bir ilim değildir simya. İleride Simyacı'nın da belirteceği gibi "eylem" gerektirir. Deveci yıklarca çöllerde dolaşmanın getirdiği bilgelik ile bazı farkındalıklara erişmiş bir karakterdir. Hatta iddialı bir şeyler söylemek gerekirse ermiş bile olabilir. Bu kanıya şu cümleleri ile dem bu demdir ya da carpe diem dediğimiz felsefeye sahip olduğu ve daha önce dediklerinden Evrensel Ruh'un varlığını fark ettiği çıkarımını yaparak vardım: "Yaşıyorum, dedi delikanlıya, aysız ve kamp ateşsiz bir gece, hurma yerken. Ve bir şey yerken yemekten başka bir şey düşünmem. Yürüdüğüm zaman da yürüyeceğim, hepsi bu. Savaşmak zorunda kalırsam, ölüm şu gün ya da bu gün gelmiş viz gelir tiris gider. Çünkü ben ne geçmişte, ne de gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen, mutlu bir insan olursun. Çölde hayat olduğunu, gökyüzünde yıldızlar olduğunu ve insan hayatının özünde bulunduğu için kabile muhariplerinin savaştıklarını anlayacaksın. O zaman hayat bir bayram, bir şenlik olacak, çünkü hayat yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur." (sf.102) Yol aldıkça devenin bozlamasından, hurma ağaçlarından, kum tanelerinden, gökyüzünden çıkarımlarda bulunur Santiago: "Evrenin birden çok dili var."(sf.104) diye düşünür. 105. sayfada karşımıza insanın Evrensel Dili unutma sebebi çıkmaktadır. "Çünkü insanlar resimlerin ve sözcüklerin büyüsüne kapılıp sonunda Evrenin Dili'ni unuttular." Bu sayfaya kadar bizi evrensel dil kavramına hazırladı yazar. Santiago rüzgarı dinledi, deveyi gözlemledi, insanlar arasındaki gerginliği ve korkuyu hissetti, göğe baktı... Hepsinde de bu evrenin kendine özgü bir dili var, dedi. Fakat sayfa 87'de de belirtildiği gibi bu dil unutulmuştu. Bu unutulmanın sebebini üstteki cümleden şu şekilde yorumlamaya çalışalım: Sanat felsefesinde mimesis denen bir taklit kuramı vardır. Bu kurama göre sanat doğanın taklididir. Fakat tıpatıp aynı değil, görülenin bizde uyandırdığı hisler ile resmdilmesi, yazıya dökülmesi veya bestelenmesidir. Her insanın karşısındakini yorumlaması farklı olacaktır. Yorumlanmış bir eseri dahi kimi zaman farklı yorumlayabilmekteyiz. İşte burada üstte de dendiği gibi resimlerin ve sözcüklerin büyüsüne kapılıp hissedilenin (evrensel dil'in temelinde duygular olduğu için hissedilen demeyi uygun gördüm) yorumlanması herkesin kendince bir yorum getirmesi ile anlamını ve idrak edilme duruluğunu bozduğunu çıkarmaktayız. Yorum katılarak komplike bir hale sokulan evrensel dil zaman içinde unutulmuştur. Şimdi de hem bu roman için hem de yaratılış için en önemli olgunun yaşandığı bölüme geldik: AŞK Size birazsevgiden bahsetmek istiyorum. Çünkü giriş yapıp adım adım ilerlenmesi gereken bir kavramdır sevgi. Teolojik olarak sevgi, tanrıya yaklaşma ve onu kavramanın en güzel yoludur. Felsefi olarak ise mükemmel olmayanın mükemmelliğe yükselme çabasıdır. Sadece bu iki tanım dahi sevginin bu kitap için ne demek anlama geldiğini fark etmemize yaramaktadır. Santiago çeşme başında kızlara rastlar. aralarından birinin ise siyah gözlerinde, gülmek ile susma arasında kalan dudaklarında aşkı bulur. O anda zaman durmuş gibi oldu; sanki Evrenin Ruhu, delikanlının önünde bütün gücüyle ortaya çıkıyormuş gibiydi. Kızın siyah gözlerini, gülümseme ile susma arasında karar veremeyen dudaklarını görünce, dünyanın konuştuğu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı. Ve Aşk'tı bunun adı, insanlardan da çölden de daha eskiydi, tıpkı kuyunun yanında bu iki bakışın buluşması benzeri, iki bakışın buluştuğu her yerde, her zaman aynı güçle ortaya çıkardı. (sf.111) *** Ve bu iki insan karşılaşınca ve gözleri buluşunca, bütün geçmiş ve bütün gelecek artık bütün önemini yitirir, yalnızca o an, ve gökkubbe altında her şeyin aynı El tarafından yazıldığı gerçekliği vardır, bu inanılmaz gerçek vardır. Aşk'ı yaratan ve çalışan, dinlenen ve güneş ışığı altında hazineler arayan her kimse için sevilecek birini yaratmış olan El. Çünkü, böyle olmasaydı, insan soyunun hayallerinin hiçbir anlamı olmazdı. 'Mektup,' dedi kendi kendine. Aşkın Evrensel Dil'i konusunda yorum yaparken İslam filozoflarına işimiz düşüyor. Gazzali ihya-i ulumiddin'de sevmenin bilmek ile neredeyse eş anlamlı olduğunu yazmaktadır. Ve sevginin "insanın kendisine mutluluk veren bir nesneye karşı meyletmesi" şeklinde açıklama yapmaktadır. Bu anlayışı Santiago'nun "Aşk, sevilen nesnenin yanında bulunmayı zorunlu kılıyor." cümlesinde görebilmekteyiz. Nitekim öyledir de. Ona göre bir şey bilinmeden ve tanınmadan o şeye karşı sevgi veyahut nefret hisleri hasıl olamaz. Sevdiğin bir şeyi ise tanıyarak sevmişsindir. Yine ona göre aşk anlayışının temelinde marifet yani bilmek vardır. Marifet ile başlayan aşk artan marifet ile kuvvetlenir. Asıl olay ise Gazzali'nin tanrıya ulaşmadan önce birine sevgi, aşk duyma olayının gerçekleşmesi düşüncesinde başlar. "Mevla'ya giden yol, Leyla'dan geçmektedir." Bu anlayışa göre insanın Tanrı arayışında birine aşk, sevgi duyması önemli bir adımdır. Bu söylenenleri destekleyen ve romanımıza biraz daha uygun fikirleri olan bir diğer düşünürümüz de İbn Arabi'dir. Arabi'ye göre yaratılışın temelini ve sebebini dahi sevgi oluşturmaktadır. Kitapta çokça karşılaştığımız Evrensel Ruh, her şeyi yazan El, her şeyin bçr ve tek olduğu ifadeleri bizi vahdetivücud felsefesini düşünmeye itiyor. İbn Arabi'nin de ilgilendiği bu felsefeyi aşk anlayışında da görmekteyiz. Kitabın başında da belirtilen yaratılanların yaratıcının suretini taşıdığı olayı boşuna bu kitaba eklenmemiştir. İbn Arabi'ye göre gerçek olan tek varlık Allah'tır. Yaratılmış olan bu varlıklar ise yaratıcının yansımasıdır. Bu düşünceden yola çıkarak yaratılan bir şeye duyulan sevgi ve aşk neticede yaratıcıya suyulan aşktır. Fakat bu demek değildir ki bir şeyleri seven herkes yaratıcıyı sevmektedir. Yalnızca bunun bilincine varmış, romanımıza göre gidersek "işaretleri fark etmiş" kişiler için bu aşk tam anlamına ulaşmaktadır. Bu bilinç ile kişi yaratıcıyı arayışında ya da kendi gelişiminde veya kitabımıza göre "Kişisel Menkıbe'sini" gerçekleştirmede daha başarılı olacaktır. "İşte Evrenin Dili'ni kavrıyorum, dedi ve bu dünyada her şeyin bir anlamı var, atmacaların uçuşuna varıncaya kadar. Bir kadına duyduğu aşk için, içinde derin bir minnet hissetti: 'İnsan sevince,' diye düşündü, 'nesneler daha çok anlam kazanıyor.' " (sf.118) Fatima bir çöl kadınıdır. Şimdiye kadar tüm çöl kadınları sevdiklerini ya savaş ya ekmek için çöle göndermiş ve onları beklemektedirler. Döndüklerinde sevinçle karşılamışlardır. Fatima da bekleyecek birinin gelip onu bulmasına çok sevinmiştir. Santiago'nun Kişisel Menkıbe'sinde bir yeri olduğunu biliyor ve sevdiğini Menkıbe'sini tamamlaması adına gitmesi için teşvik ediyordur. Kitabın bu kısımlarında hazır aşkı bulmuşken Fatima ile kalsa ne olur diye düşünmüşüzdür. Simyacı, aynı soruyu soran Santiago'ya 137. sayfada kısaca şöyle yanıt verir: İlk yıl Vaha Müşaviri olacaksın, Fatima ile evlenecek ve o yıl mutlu olacaksınız. Çölün işaretlerini daha iyi yorumlayacaksın. İkinci yıl düşünde gördüğün hazineyi hatırlayacaksın. İşaretler ısrarla o hazineden bahsedecek. İşaretleri görmezden geleceksin. İşaret yorumlamayı sadece vaha için yapacaksın ve bu yuzden beyler sana mal mülk verecek. Üçüncü yıl işaretler tekrar Kişisel Menkıbe'den bahsedecekler. Fatima seni Kişisel Menkıbe'nden ayırdığını düşündüğü için çok üzülecek. Fakat birbirinizi semeye devam edeceksiniz. Girsem ne olurdu diye düşüneceksin fakat çöl sana o hazinenin ebediyen toprağa gömüldüğünü söyleyecek. Dördüncü yıl işaretleri umursamadığın için sana yüz çevirecekler. Vaha sakinleri ve kabile reisleri artık işaretleri pkuyamadığını gçrğnce seni müşavirlikten alacaklar. Sadece zengin bir tüccar olacaksın. Kişisel Menkıbe'ni takip etmediğin için çölde dolanıp duracaksın. der ve ekler: "Aşkın, bir erkeğin kendi Kişisel Menkıbe'sinin peşinden gitmesine engel olmadığını anlaman gerekiyor. Böyle bir şey söz konusu olduğu zaman bil ki Evrenin Dili'ni konuşan Aşk değildir bu, yani gerçek Aşk değildir." Aşkın göründüğünden büyük bir rolü vardır bu hikayede. Bir yandan aşkı okurken bir yandan ermiş olduğunu ya da dn azından bir bilge olduğunu düşündüğümüz deveci Santiago'yu geliştirmeye devam etmektedir. Daha önceden anı yaşayan biri olduğunu görmüştük. Bu söyledikleri ile de destekler inancını: "Geleceği nasıl seziyorum? Şimdinin işaretleri sayesinde. Gizin kökü şimdidedir; şimdiye dikkat edecek olursan, onu iyileştirebilirsin. Ve şimdiyi iyileştirebilirsen, daha sonra gelecek olan da iyi olacaktır. Geleceği unut ve hayatının her gününü Şeriat'ın kurallarına uygun olarak ve Tanrı'nın evlatlarına bahşettiği inayete güvenerek yaşa. Her gün kendisiyle birlikte Ebediyeti getirir." (sf.121) Ondan etkilenen Santiago'da şimdinin faziletini ve yazgıyı kabullenir: "Her gün, yaşamak ya da ölme içindi. Her şey yalnızca tek bir sözcüğe bağlıydı: 'Mektup' " Simyacı ile tanışır delikanlı. Artık gelişiminin son aşamasına girer. Menkıbe'sini dark ederek başlayan serüveni evren ile bir olması ile noktalanacaktır. Fatima ile vedalaşır. Fatima ona rüzgarlar ile öpücük göndereceğinden bahseder. Rüzgar zaten hikayedeki haberci unsur konumundadır. Maceralarına devam ederlerken üstteki mimesis kuramını destekleyen bir söz söyler Simyacı: "O sıralar bütün Büyük Yapıt bilimi küçük bir zümrüdün üzerine yazılabilirdi."(sf.145) der. Aslında insanlar çeşitli yorumlar getirmeden önce oldukça sade ve hacimce de küçük olan öğreti çeşitli yorumlarla genişletilmiştir. Bundan zaten bahsetmiştik, tekrar etmeye gerek yoktur. 155.sayfada ise yorumlamadan bahseden şu cümleleri sarf eder: "Ama insanlar bilgelerin sözlerini doğru olarak yorumlayamadılar." Simyacı bu zümrüt levhanın yalnızca akıl yani bilim ile anlaşılamayacağını belirtir. Bu kısım zaten simyayı bilim olmaktan ayıran kısımdır. Semavç dinlerin felsefelerinde de bulunan akıl ve gönül kavramına dikkat çekilir. Ve tekrar bu dünyanın bir yansıma olduğunu belirten o antik öğretiyi tekrarlar: "Bilgeler, doğal dünyanın Cennet'in bir görüntüsünden ve bir suretinden başka bir şey olmadığını anladılar. Tek gerçek şudur ki, var olan bu dünya, bundan daha mükemmel bir dünyanın var olduğunun güvencesidir. Tanrı bu dünyayı, insanlar, görülen nesneler aracılığıyla manevi öğretileri ile bilgisinin mucizelerini anlayabilsinler diye yarattı. Ben buna Eylem diyorum." Hemen altında bölümün sonunda da Yine doğu dinleri felsefesinde bulunan "reenkarne" ve simyanın bu kitaptaki konumunu açıklayan "dönüşüm" sözlerini dinlemekteyiz. İslam felsefesi üzerinden ilerlediğim iççn bubkısmı yine "Allah'tan geldik ve yine Allah'a döndürüleceğiz." ayeti ile paralellemek istedim: "Kendi yüreğini dinle. Yüreğin her şeyi bilir, çünkü Evrenin Ruhu'ndan gelmektedir ve bir gün oraya geri dönecektir."(sf.146) Kitap boyunca ne olursa olsun işaretleri takip edip sona varmak öğütlenir. Yazgının bize çizdiği yolu takip ederk Kişisel Menkıbe'mizi tamamlarız. Çölde ilerlerken bir ordugaha rastlarlar ve askerler tarafında yaka paça edilirler. Çöl insanlarının işaretlere ve kahinlere olan inancından istifade eden Simyacı Santiago'nun rüzgara dönüşebildiğini söyleyerek ordugahta üstünlük kurup kurtulmayı amaçlar fakat elbette bu amacın gizli bir yönü olarak Santiago'yu artık son evreye getirmeyi planlar. Bir kahini elbette serbest bırakacaklardır. Üç gün süre tanırlar. Üç günün sonunda rüzgara dönüşmezse ikisi de ölecektir. İlk gün ölümü gördü, ölen kişi ölür ve hayat devam ederdi. İkinci gün Simyacı ona "simyanın tinsel yetkinliği maddi alana yönlendirdiğini" (sf.161) söyler. Santiago da gider çölü dinler. Üçüncü gün geldiğinde kendisinin hazır olduğunu bilir. Çöl ile konuşur Santiago. Ve çöle onu rüzgar etmesini uçarak sevdiği kadının yanına varmak istediğini söyler. Çöl ona aşk nedir, diye sorar. Çölün hayvanı besleyip insanın da o hayvanı avlaması ve çöle yardım etmesi şeklinde uzun bşr açıklama yapar. Fakat çöl aşk nedir bilmiyordur. Aşkın ne olduğunu bilmediği için de Santiago'ya yardım edemez. Yalnızca kumlarını verir Santiago'ya ve rüzgara danışmasını söyler. Hafif bir esinti eser. Simyacı gülümser. Rüzgar gelir şimdide delşkanlının yanağını okşayarak. Fakat rüzgar nasıl yardım edeceğini bilemez. Farklı yaratılışlarda olduklarını söyler ama yardım etmek de ister. Rüzgarın tardım etmek istediğini söyleyince Santiago bu aşktır, der. Farklılıklarından bahsederek "Sevdiğimiz zaman Evren'in bir parçası oluruz. Sevdiğimiz zaman olanları anlamaya gereksinimimiz yoktur, çünkü o zaman olanlar bizim içimizde olur ve insanlar rüzgâra dönüşebilirler. Kuşkusuz, rüzgârların onlara yardım etmesi koşuluyla."(sf.165) Rüzgar gururlanır ama yine de yardımcı olamaz. Çünkü aşkın ne olduğunu hala bilmiyordur. Sırada güneş vardır. Güneş Santiago'yu kör etmesin diye büyük bir kum fırtınası çıkartır rüzgar. Askerler elbette şaşkınlık ve korku ile olanları izlerler, saklanmak isterler. Reisleri ise Allah'ın kudretini görmek istediği için heyecanlıdır. Güneş aşkı tanıdığını ve evrensel ruh ile birlşk olduklarını söyler. Fakat bir noktada her şeyi yazan El'in beşinci gün durması ile Barış Uyumu'nu koruyabileceğşnden babseder. [Tevrat'ın Tekvin bölümüne (Bap 1 ve Bap 2) gönderme yapılıyor. Tevrat'a göre Tanrı insanı altıncı gün yarattı. "Ve Allah dedi ki: Suretimizde benzeyişimize göre insan yapalım; ve denizin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve sığırlara, ve bütün yeryüzüne, ve yerde sürünen her şeye hakim olsun."] Santiago ise güneşin aşkı tanımadığını söyler. Burada İbn Arabi'ye geri dönüyoruz ve yaratılışın temelinde "sevgi"nin olduğunu anlayışını hatırlıyoruz. İnsan yaratılmasaydı bakır bakır olarak kalacaktı, kurşun kurşun. Kişisel Menkıbe'ler dolayısıyla her şeyin bir ve tek olduğu zamana kadar dünyanın dönüşümğ gerçekleşemeyecekti. İnsan tüm bu dönüşümün tam ortasında, merkezinde yer alan yegane varlıktı. Ardından Santiago aşkı ve yaratılıştaki yerini açıklar güneşe: "Çünkü Aşk, ne çöl gibi devinimsiz durmaktan, ne rüzgâr gibi dünyayı dolaşmaktan, ne de senin gibi her şeyi uzaktan görmekten ibarettir. Aşk, Evrenin Ruhu'nu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onun içine girdiğim zaman, onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun, yaratılmış olan her şeyin yansıması olduğunu, onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm. Evrenin Ruhu'nu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya, bizim daha iyi ya da daha kötü olmamıza göre, daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Aşk'ın gücü işte burada işe karışır, çünkü sevdiğimiz zaman, olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman." Güneş de delikanlıyı rüzgara dönüştürmeyi bilmiyordu. Artık gidilecek tek durak kalmıştı: Her şeyi yazan El ile konuşmak. Rüzgar bunun üzerine daha da coştu. Askerler uçup gitmemek için tutunacak yer aradılar. Delikanlı her şeyi yazmış olan El'e yöneldi. Ağzını dahi açmadan Evrenin sessizleştiğini ve hep böyle sessiz kalacağını hissetti. (sf.169) Gözlerinden yaşlar boşanırken bu sessiz yakarıya devam etti. "Ve delikanlı Evrenin Ruhu'na daldı ve Evrenin Ruhu'nun, Tanrı'nın Ruhu'nun parçası olduğunu gördü ve Tanrı'nın Ruhu'nun, kendi ruhu olduğunu gördü."(sf.169) Bu kısımda insan kendini "Enel Hak" derken bulabiliyor. Dikkat edelim. Rüzgar esti esri, yıktı dağıttı. Adamların arasında yalnzıca iki kişi dik duruyordu. Sşmyacı ve reis. Simyacı gerçek tilmizini bulmuştu, reis ise bu tilmizin, tanrının yüceliğini anlamıştı. Ordunu yanında ayrıldılar ve Simyacı şle veda vakti geldi. Vedalaştılar. Şimdi Santiago düğünde gördüğü yere varabilirdi artık. Kumula tırmandı, piramitlere vardı. Düşünde gördüğü yeri kazdı, kazdı. Hiçbir şey bulamadı. O an içten içe okurken bizim de merak ettiğimiz hazinenin bulunamamasının burukluğunu yaşadık, belki de hayalkırıklığı duyduk. Bir haydut çetesi geldi. Dövdüler delikanlıyı, cebindeki altını aldılar ve başka bir şey gömdü mü diye gencin açtığı çukuru bir de onlar kazdılar. Bir şey bulamadılar. Düşünden bahsetti Santiago haydutlara. Haydut reisi ise bize hikayençn sonlanmak üzere olduğunu bildiren şu sözleri söyledi. "Ölmeyeceksin, dedi. Yaşayacaksın ve insanın bu kadar budala olmaya hakkı olmadığını da öğreneceksin. Şimdi senin bulunduğun yerde, bundan iki yıl kadar önce, üst üste aynı düşü gördüm. Düşümde İspanya'ya gitmem, çobanların koyunlarıyla birlikte içinde uyudukları, ayin eşyalarının konulduğu, yerde büyümüş bir firavuninciri bulunan yıkık bir köy kilisesi aramam gerektiğini görüyordum; ve bu firavunincirinin dibini kazarsam gizli bir hazine bulacakmışım. Ama sadece aynı düşü iki kez gördüğüm için çölü geçecek kadar budala değilim ben." *** Santiago ülkesine, memleketine döndü. Başından beri burada olan hazinesi için esprili bir şekilde hayıflanırken bir rüzgar çınladı kulağında "Hayır, sana bunu söyleseydim, piramitleri göremeyecektin. Piramitler çok güzel, öyle değil mi sence?" Evet Simyacı'ydı bu konuşan. Adamın piramitlerin dibinde ağzının yüzünğn dağıtılıp kıyafetlerinin lime lime edilmesi sırasında piramitlerin güzelliğine baktığını düşünüyor muyuz? Olabilir aslında. Kazdı tarif edilen yeri. Hazineyi buldu. Onda birini cadıya vereceği için yola çıkacaktı ki bir rüzgar daha esti. Derken rüzgâr esmeye başladı. Gündoğu esen, Afrika'dan gelen rüzgâr. Ne çölün kokusunu, ne de Mağriplilerin istila tehdidini getirmişti. Bunun yerine çok iyi tanıdığı bir kokuyu ve usulca gelip dudaklarına konan bir öpücüğün mari tısını getiriyordu. Gülümsedi. İlk kez böyle bir şey yapıyordu genç kız. — Geliyorum Fatima, dedi. Geliyorum Ve roman biter. Şu an ben de bittim. Çöl hikayeleri Dune okuduğumdan beri çok ilgimi çekiyor. Bir de doğunun kültürü ve inançları ile anlatılmışsa kaybediyorum kendimi. Bu kitap hem çıktığı zamanda hem de şu anda popülerliğini korumuş. Bunun sebebinin insanlardaki içsel yolculuk isteği, tanrı arayışı, durup etraflarına baktıklarında doğanın nasıl birbirine bağlı olaylar ile devindiğini görmeleri olduğunu düşünüyorum. Gerçekten yıldızlı berrak bir göğe başımızı kaldırdığımızda hangimiz içsel yolculuk hayalleri kuruyoruz ya da göğün güzelliği karşısında hayranlık duymuyoruz ki. Roman da bu güzellikleri keşfederken kişiye özgür irade-yazgı ikileminde yürütüyor. Bir yazgı var diyoruz ama sondaki haydut gibi işaretleri reddedersek de başka bir hayat bizi bekliyor. Yazgının sınırları içerisinde bir özgür irade olduğu gerçeğini okuyoruz. Kitaptaki bir diğer konu da yorumlamalar ile aslından uzaklaştırılmış, komplike hale getirilmis ilimler. Hayatı zorlaştırmak yerine basit halini kavrayabilsek daha duru bir bakışa sahip olabiliriz. Sevgi üzerine inşa edilmiş bu yaratılışımızı kavrama işi olarak da başta işaretleri fark etmek güzel bir başlangıç olacaktır.
Simyacı
SimyacıPaulo Coelho · Can Yayınları · 2023206,5bin okunma
·
823 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.