Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

304 syf.
10/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Düşünene çok şey ifade eden kitap…
Sabahattin Ali’yi okumaya başlamadan önce çokça duydum. Beni kendisini okumaya çeken daha çok hayat hikayesi ve ölüm şekli oldu. Önceleri batı ve rus klasiklerini okumaya çaba göstersem de ilk psikolojik roman olan “Eylül” kitabı ve daha sonraları okuduğum Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” kitabı beni edebiyat dünyamızın zengin olduğu konusunda bilinçlendirdi. Bu şekilde Türk edebiyat dünyasına açıldım. Sabahattin Ali’yle ilk olarak “Kuyucaklı Yusuf” sayesinde tanıştım. Anadolu’nun görünmeyen yüzünü ve çizilen ahlak, gelenek portesinin aksine bir yaşantıyı sürdürdüğünü edebi üslubuyla, defalarca kendimizi bulabileceğimiz iç dünya yansıtmalarıyla bizlere aktarmış. Uzun bir roman olmasına rağmen uyumadan, tek solukta okuduğumu hatırlıyorum. Bu sayede yazarın diğer kitaplarını da kesinlikle okumam gerektiği kanısına varmıştım. Her okuduğum romanı uzun soluklu etkiler bıraktı ve tek çırpıda okuma isteği yaşattı. Ve yine çok farklı duyguları aynı anda yaşadığım; yazar hakkında, ülkem hakkında, aşk hakkında, yaşam hakkında derken birçok konuda düşündüren kitabı “İçimizdeki Şeytan” Yer yer ana karakterlerde kendimden bir şeyleri görsem de kendimi en çok Macide karakterinde buldum. Macide’nin yaşadığı acı durumları göğüslemeye çalışırken bir yandan da kendisine yapılan haksızlıklara, sessiz kalmak istemese de gerçekleşebilecek tüm ihtimalleri düşünerek olumsuzlukların, kalp kırıklıklarının yaşanmaması için tepkilerini bir nebze içinde yaşayışı ve maruz kaldığı haksızlıklara karşı haykırma isteğini bastırması kendi yaşadığım duyguları hatırlattı. Çevredeki insanların eğlence anlayışı ve kendini yüksek zümreden gösterme çabasıyla bulundukları sahteliğin iğreti duruşunu izleyerek kendisini yalnız hissedişi yine yaşanmış hislerimdendi. Kitabın başından beri içime sinmeyen bir birliktelik Macide ve Ömer… Güzel sözler sarf ederek Macide’nin gönlünü alan Ömer’in miskin olması ve sarf ettiği büyük sözlerin hayatıyla alakasızlığı, hayatını anlamsız bulduğu insanlarla hiç de yabancılık çekmeyerek eğlenmesi… Aslında hayatımızda çok da rastladığımız insan profili. Kişinin eleştirdiği, küçük gördüğü insanlardan farksız olması… Macide bayağı bulduğu hareketlerde bulunmayan, çizgisi olan biriyken güzel sözleriyle onu tavlayan Ömer’in birlikteliği tamamen zıtlıklarla doluydu. Ömer sevgisine rağmen emellerini yerine getiremeyecek kadar ideal olmaktan uzak, boş bulduğu şeylerle meşgul olmaktan haz alan biriydi. Ve bunun sorumluluğunu almak yerine ‘içindeki şeytanı’ suçlayarak kendini masum addediyordu. Bu durum yine ülkemizde suçları kabullenip kendilerini affettirmek yerine gayba yorarak masum gözükme çabasındaki kimseleri hatırlattı bana… “…devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz…” syf 287 Şeytan vurgusu özellikle çok hoşuma gitti. Hep yaptığımız kötülükleri ya da aklımıza gelen kurnazlıkları üstümüzden atabileceğimiz seçenek: Şeytan. Kendimizdeki olumsuzlukları kabullenemeyişimiz… “Halbuki ne şeytanı azizim ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…” syf287 Gelelim Türk edebiyatı kitaplarını okurken defalarca rast geldiğim “İçimizdeki Şeytan”da yine acıyla okuduğum noktaya. Dönemin siyasi olayları ve halkın bu duruma karşı cahilliğini koruyuşu… Ne kadar açıkça belirtilmiş olmasa da karakterler üzerinden yapılan vurgularla bizlere sunulmuş. Sabahattin Ali siyasi çatışmalardan ve fikir farklılıklarından muzdarip olmuş, hapse girmiş hatta belki öldürülmüş biri olarak tabii ki bunu açıkça yazamazdı. Yine de dikkatli okurların asla gözünden kaçmayacak vurgular yapılmış… Siyasetçilere ve siyasi kimliğe bürünmüş düşünce adamlarına ithafen yazılmış olduğunu ‘düşündüğüm’ satırlar: “Siz onları uzaktan bir şey zannettiniz, fakat yavaş yavaş ne mal olduklarını gördünüz… Hiç hayret etmeyin… Hatta onların küstah ve mütecaviz hallerini bile mazur görün… Çünkü alelade bir insan bile olmadıkları halde kendilerine bir de münevver insan payesi verilince ve hayattaki mevki ve itibarlarını kaybetmemek için bu sıfatı akla hayale gelmeyecek hokkabazlıklarla muhafazaya mecbur kalınca, pek tabii olarak dalavereci olacaklar, ahlaksızlaşacaklar ve mütamediyen birbirlerinin kıymetsizliklerini ortaya vurarak kıymetsizliğin esas olduğu kanaatini uyandıracaklar…” syf284 “Çünkü hiçbirinde fikirler ve bilgiler şahsiyet haline gelmemiştir. Hiçbiri ukalalık etmek için malzeme toplamaktan başka bir şey düşünmemiştir. Hiçbiri insanı insan yapan şeyin şahsiyet olduğunu, bütün ilimlerin, bütün tecrübelerin yalnız bunu temine yaradığını anlamamıştır. Onun için bu nevi insanlardan bahsedilirken boyuna birbirine uymaz sözler duyarız. Biri aptaldır derken öteki akıllı, biri ahlaksız derken diğeri haluk der. Şu tarafı iyi ama bu tarafı çürük diye hükümler verilir. Bir insanın, bilgisi, düşünceleri, mantığı, ahlakı, hülasa her şeyiyle bir kül olduğunu henüz anlayan yok…” syf283 "Bu adamların hepsi büyük bir tezat ve ikilik içinde çırpınıyorlar. Hiçbiri sırtında taşıdığı ve muhafazaya mecbur olduğu mevki veya paye ile ahenk halinde yaşamıyor. Kafaları, zekâ itibarıyla olsun, yarım yamalak bilgileri itibarıyla olsun, merhamete muhtaç bir halde. Şahsiyetleri kırpıntı bohçası gibi. Her şeyleri iğreti, her vasıfları, her kanaatleri iğreti...” syf282 Ve yine halka ithafen yazıldığını ‘düşündüğüm’ satırlar: “İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.” Syf227 Toplulukların ısrarcı cahilliğine ithafen yazıldığını ‘düşündüğüm’ satırlar: “Aklının almadığı bir bayağılığı, düşünmekten bile utandığı bir iftirayı bu kadar tabiilikle müdafaa eden bir insana karşı değil kendini müdafaa etmek, ona küfretmek bile imkânsızdı. Her söyleyeceği sözün, mukabelesi imkânsız bir cevapla karşılaşacağını derhal anlamıştı. Suiniyeti esas olarak kabul eden ve bir insanın dürüst, samimi ve namuslu olabileceğine ihtimal vermeyen bir kimseye karşı kendini müdafaa edebilmenin hazin imkânsızlığı onun elini kolunu bağlamıştı.” Syf 35 Ve çalışarak bir şeyleri elde etmekten aciz, sınırlı aklının ona sunduğu kıskançlıkla kendisi gibi emek vererek bir yerlere gelemeyecek insanları baş tacı ederek emek verenlerden intikam alma gayesinde bulunanları anlatan satırlar: “Görüyorsun ki hepsi hayata birer miktar kin borçlu. Hepsi çocukluklarından beri mahrum oldukları kuvvete hasret çekerek ve kendilerini yiyerek bu hale gelmişler. Hakikaten kuvvet sahibi olanlara haset ve imkânsızlıkla baka baka nihayet kuvveti en büyük, en tapılmaya layık bir mevcudiyet olarak kabul etmişler... Şimdi öyle bir nazariye yapıyorlar ki, anası âciz ve mahrumiyet... Bu gibi fikirleri doğuranlar, daima, ezilmeye, yok olmaya mahkûm olduklarını hisseden zümrelerdir. Bağırırlar, çağırırlar, ellerine fırsat geçerse suni olarak sahip oldukları bu iktidarı en vahşi bir şekilde kullanmaya kalkarlar; fakat nihayet hayatın ebedi kanunlarının pençesi altında çiğnenir ve mahvolurlar...” syf228 Kitap yarım kalmış hissiyatı yaşatarak sonlanmış olsa da benim için unutulmaz bir yer edindi. Psikoloji,siyaset, düşünce akımları ve eğitime derken birçok sorunla karşılaştığımız alanlara değinmesi yönünden; çok anlamlı ve belki her okuduğumda farklı bir detay bulabileceğim fazlaca düşünülmüş ve emek verilmiş bir kitap… Mutlaka okuyun, keyifli okumalar…
İçimizdeki Şeytan
İçimizdeki ŞeytanSabahattin Ali · Can Yayınları · 2019170,9bin okunma
··1 alıntı·
1.966 görüntüleme
Süleyman Sina Çelik okurunun profil resmi
İncelemenin tamamını okudum. Birçok notun arasında en çok kafa yorduğum şeye katkı yapmak isterim :). Emek vermeden bir yerlere gelen, düşünmeden hareket eden, "aptal" insanların içinden çıkmış idarecilerin, emek veren, çalışan insanların önüne ket vurduğuna çok da inanmak istemiyorum. Yoksa bilmeseler orada kalamazlardı. Beceriksizlik ve bilgisizlik elbet ortaya çıkardı. Çünkü deneyimlediğim bazı olaylar oldu. Bu olaylarda aynı şekilde hareket etmeye devam ederlerse sonunun hem kendileri hem de başkaları için berbat bir hâl alacağını adı gibi bildiklerini yaptıkları konuşmalarda çok iyi anlamıştım. İşin ilginç yanı hâller berbatlaşırken o bildikleri şeyleri uygulamayı bilmemeleri. Bu da bizim çok iyi, mantıklı konuşanlara rağbet gösterip uygulama kısmını geri plana atmamızdan kaynaklanıyor bence. O yüzden bence "içimizdeki şeytanlar" dışında "dışımızdaki melekler"in ona göz yumması, içimizdeki şeytanı büyüten en büyük şey... Hande Yener'in şarkısıyla bitiriyorum :D: "Aşk gibi el ele dolaşıyo' hatalar, bi' yer var, vardığı bi'yer var, Or'da dövüşür melekler şeytanlar."
Ayşenur okurunun profil resmi
Aslında vurgu yapmak istediğim kısım;kendini geliştirmemiş ve geliştirme çabasına da girmeyen, okuduğuyla bile cahilliğini geliştiren zeka olarak düşük seviye, at gözlüklü insanların; kendini geliştirip yükselten, emek veren insanların hayatına, başarılarına karşı kıskanç ve fesat duygularla balta vurmak istedikleri için kendileri gibi düşük seviyede olup hak etmediği noktalara gelerek diktatör kimlikle halkın okumuş kesimine köle muamelesi yapan yöneticilerin göklere çıkarılması. Ne kadar bu kimseler konuştuğunda zeki izlenimi verse de aslında “aptal” kişilerin hayret verici kurnazlık becerisinden öte bir şey değil. İnanın o kadar düşük seviye insanlar var ki fitne söz konusu olduğunda nasıl bu kadar detaylı ve kapsamlı düşündüklerini anlamlandıramazdım daha sonraları bunun düşük seviye insanlara özel bir meziyet olduğunu gördüm. Ama dediğiniz gibi olanlar da var. İkisi de çokça yaşandığından ayırt etmek bizim gibi iyi niyetli kimseler için zorlaşıyor.
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.