Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

SAYFİYELERDEN DÖNENLER
Kış geliyor. Sıcak yaz aylarını geçirmek için deniz kenarlarına, kırlara, tepelere kaçanlar, şimdi birer birer kışlıklarına avdet ediyorlar. Bunlar sema ve deniz maviliği, kır, dağ yeşillikleri içinde geçen yazlarından acaba memnun mudurlar? Güneşte, uzun müddet pişen meyveler, teşrinlere (Ekim-Kasım) doğru, tatlı renkler içinde kokulanır, ballanır; acaba yaz, sayfiyecilerin ruhuna da sonbahar meyvelerinin mesut olgunluğunu vermiş midir? Hayır, bunlar gittiklerinden daha yorgun, daha mahzun, daha bezgin döndüler; Boğaziçi’nde bütün yaz, sarhoş naralarından maada başka hiçbir ses, tabiatın neş’eli ahenklerine karışmamıştır. Birçok yalıların yaz kiracıları, fakir Ruslar ve Yahudilerdi. Yeşil tepeler üstünde ağaç gölgelerinde yemek eğlenceleri tertip edenler, koşuşanlar, gülüşenler yine hep onlardı. Boğaz’ın lacivert suları yalnız onların vücutlarına, zengin iyotlarını içirmiştir. Ya bu mülkün sahipleri, bu yeşil ve mavi alemde ne yaptılar? İskele başlarında, kasvetli meydancıklarda, küçük iskemleler üzerinde, bütün mevsim hazin hazin düşündüler, bilâ-fâsıla nargile çektiler, fincan fincan kahve içtiler, intihar edeceklerin sabit ve karanlık bakışıyla denize baktılar; gülenlere kızdılar; yüzenlere acıdılar ve her ne suretle olursa olsun eğlenmesini bilenlere derin derin hayret ettiler. Mağmum Anadolu sahili, her gece musikîli, parıltılı, eğlenceli Rumeli sahilinin istihzası karşısında, alaturka saat üçten itibaren derin bir uykunun girdaplarına yuvarlanarak horlamaya başladı. Bu sahil için mehtap, her gece geç, pek geç doğmuştur. Acaba palaslar, kulüpler, gazinolar, meyhanelerle dolu cazbantlı ve balolu alafranga Ada, en iptidai geçim vasıtalarından mahrum alaturka Boğaziçi’nden “mesut olmak” hünerinde daha mı ustadır? Ne gezer!... Zenginler ve zengin eteğinde yaşayan tufeyliler üzerinde garip bir cazibesi olan Büyük Ada’nın kibar misafirleri, rakı sofraları ve kumar masaları dışında bir zerre neş’e bulmağa muvaffak olamadılar. İkide bir tertip ettikleri o masraflı, gösterişli eğlenceler, ancak tırnaklarını ruhlarına geçirmiş olan “sıkıntı” canavarının korkunç büyüklüğüne dalalet eder. O balolar, suvareler, “menfaat”ler hep o canavara karşı verilmiş birer meydan savaşıdır. Tüfenk omuzda, fişenk belinde ava giderek yolda bir tavşan satın alıp dönenler gibi, tabiat gecelerini, en süflî şehir eğlenceleriyle berbad etmiş olanlar, sıcak mevsimi sayfiyelerinde geçirecek kadar zengin olduklarına inandırmak için bütün yaz, balkonlarında çırılçıplak uzanarak, güneşin yalancı şahitliğini kazanmaya çalıştılar. Buralarda mehtap, her gece beyhude yere semâları dolaştı, gümüşlerini manzaralar üzerine döktü, yıldızlar beyhude yere konuşacak ruh aradılar. İptidaî Yakacık’ta tahtakurulariyle altı ay boğuşanlar, sevimsiz Bakırköy’ünde kireçli sular içip midelerini harap edenler, çöl gibi kurak Erenköy’ünde, sıkıntılı Bostancı’da sivrisinek iğneleriyle delik deşik olduktan sonra bir daha oraya ömür boyu dönmemeye yemin edenlerin yaz saadeti dile alınmaya bile değmez. Ne deniz kenarında, ne ovada, ne dağ başında, ne güneşte, ne havada mesud olmasını bilmeyenler, acaba kışın, şehirlerde, yağmurda ve çamurda mes’ut olmayı bilecekler mi? Ne gezer: Ne kış ne yaz bir dakika mesud olmayı bilemeyenler bir memleketi mesud etmeyi nasıl bilsinler? Sırf memleketin saadeti için, şahsen mesud olmanın hünerini öğrenmeye muhtacız.
·
54 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.