Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Ah Selilm’im. Bana anlatsan dinlerdim!
Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve daha çok kitaplardan kopyalar yapmakla yetindiğim halde ve insan resimlerini fotoğraflardan kareyle büyütmeyi kolayıma geldiği için tercih ettiğim halde seni tanıdıktan sonra gözleri yeni açılmış bir küçük hayvan gibi çevreyi şaşkın ve hayran bakışlarla insanı ve insan olmayanı ayırmadan incelemeye başladım ve kalemi iğne uçlu mürekkepli kalemi ve resim kâğıdını alarak kırlara açıldım ve eskiden kurşun kalemle çalıştığım zamanlardan yani tarihten önce çizgilerimdeki kararsızlık yüzünden kâğıdı sonsuz çizgilerle silip tekrar çizdiğim çizgilerle silgi izleriyle kararttığım halde doğrudan doğruya çini mürekkeple çalışmaya başladım hiç silmeden seçtiğim ağaçları evleri gökyüzünü yolları otları hele bu kadar ilgi çekici olduklarını ve büyük bir sevgiyle çizilebileceğini düşünmediğim otları ve toprağı yeni bir gözle daha doğrusu ilk defa çizebileceğimi hissettiğim bir gözle görmeye başladım ve ilk anda ışık ve gölge meselelerini hallettiğim söylenemezse de duyuş bakımından ve her şeyi sanki onların arasındaki gizli ilişkiyi sezmişçesine sürekli bağlantılarla yerleştirme bakımından kâğıda geçirmeyi becerdiğim söylenebilirdi ve bunu sevginin bana kazandırdığı üçüncü göz olarak adlandırdığımı ifade ettiğim zaman bana kızmış ve alay ettiğimi senin duygularını hafife aldığım için uydurduğumu söylemiştin oysa bendeki tutukluğun senin yanında nasıl azaldığını bilsen evet senin yanında korkularımı benim dışımda var olan ve her zaman benden gizlenen şeylere karşı duyduğum korkuları onların yabancı ve düşmanca bir inatla bana sırlarını vermemelerinden duyduğum belirsiz sıkıntıları unuttuğum doğrudur derdi ben de ona sevincimi belli etmek istememekle birlikte dudaklarımın ellerimin kıpırdanmasından gizliyemediğim sevincimi anladığını gözlerinden okurdum ve yaptığı resimleri överek daha çok daha çok çizmesini isterdim Selim çabuk yorulurdu ne yazık çok şey birden görüyorum hepsini birden çizmeye gücüm yetmiyor gözlerim ağrıyor görmemesini bilmek de iyi bir ressamın vazgeçilmez bir özelliği olsa gerek ve yalnız güzeli görmek gibi bir özellik bende yok derdi ona Dürer’i hatırlatırdım her şeyi gören gözlerinin aynı zamanda güzeli de bulduğunu her şeyi birden çizmeyi başarırsa hiç bir çizgiyi gölgeyi çizgi ile gölge arasında sezilmez ayrıntıları hepsini hepsini Flamanların yaptığı gibi en küçük bir ışığı bir kıvrımı bile sabırla gözleyerek çizebilirse mesele kalmayacağını söylerdim gülerdi beni kimlerle karıştırıyorsun farkında mısın sen Flamanlara değil bana âşık olduğun için onlardaki büyük bir tabiat ve Allah sevgisini ayrıntıların içinde gizlenen ve ilk bakışta sabırlı bir kopya gibi görünen büyük duyarlığı tabiatı kopya etmenin çok ötesindeki yaratıcılığı zavallı Selim’in iğne uçlu kalemi kâğıt üzerinde gelişi güzel dolaştırmasıyla nasıl bir tutarsın benim bir resmi eskiden bir iki saatlik bir karalama ile sabırsızca bitirdiğimi şimdiyse saatlerce ve ayrı günlerde çalışabildiğimi anladığım halde bunu yalnız bana bağlamanda bir kötülük seziyorum derdi tartışırdık sonunda düşüncelerime katılır onu şımartmama izin verirdi ikimiz arasında kalırsa bana her şeyi söyleyebileceğini onu şımartmama bile izin verebileceğini belirterek neden bilmem beni sevindirirdi onu şımartmanın zararları hakkında durmadan konuşurdu bir yandan da gözlerini kısarak boynunu ileriye uzatır tabiatı incelerdi resmi bitirdiği zaman altına sağ alt köşesine özenerek adını ve tarihi yazar ve sszyr yani seni sevdiğim zaman yaptığım resimlerden anlamına gelen işareti koymayı hiç unutmazdı ben gülerek kalemi elinden alır ve hzg yani her zaman güzelsin diye yanına yazardım kızmış görünerek erkeğin güzel olamayacağını ileri sürer ben de ona eski Yunandaki güzellik anlayışını bilmediğini ya da o anlayışa ulaşamadığını söyleyerek yeniden saatlerce sürecek bir tartışmaya yol açardım konuşurken ellerimi hareket ettirmeme engel olmak için onları tutardı konuşurken heyecanlanır kendisini dinlememi isterdi arkadaşlarıyla konuşurken hepsinin kendi söylediklerine önem verdiklerini kimsenin kimseyi dinlemediğini kimseyle tartışmaktan artık hoşlanmadığını sadece benim onun benliğini bulmasına yardım ettiğimi düşüncelerinin sürekliliğini engellemediğimi onu sadece hevesli bu genç gibi gördüğüm için bütün arkadaşları özellikle ressam olanları ona bu gözle bakıyordu onu teşvik etmediğimi sanki ressammış gibi davrandığımı hem mühendis hem de oturup resim yapıyor aman ne ilginç ne kadar övülmeye değer herkes mesleğinin dışında onun kadar sanatla ilgilense gibi ilk bakışta sevinilecek fakat aslında küçültücü sözlere dayanamadığını anlatırdı ona benim resmimi yapmasını söylerdim itiraz eder gözlerinin bana daha alışmadığını aklındaki görüntümü ellerinin henüz çizemeyeceğini güzelliğimi ellerine dinletemeyeceğini güzelliğimi çizmenin zorluğunu ifade ederek ellerimi yalnız uzun parmaklı ve vücudumdan ayrı bir yaşantısı olan ellerimi çizmek istediğini çiçekleri tutuşumdaki duyarlığı ifade etmek istediğini evet yalnız bunu arzu ettiğini anlatırken birden sözü değiştirir kimsenin bilmeyeceğinden emin olsam neler yapabilirim derdi oysa insanlar tetikte hatalarımızı bekliyorlardı onlara güvenilemezdi yaşadığımız güzellikleri onlara anlatmaya gelmezdi kıskanırlar dostluk maskesi altında bizi yıkmaya çalışırlardı özellikle nedense Selim’i yıkmaya çalışırlardı onu yatıştırmak ona cesaret vermek ürkek bir hayvan gibi çevresini süzen gözlerini ellerimle o kadar beğendiği ellerimle kapatmak isterdim yaşayacağı yaşamak istediği olayları anlatır tutukluğunu nasıl hiç resim yapamadığını resimden kırık not aldığını hastalıklarını geçmiş korkularını sevgiye gerçek sevgiye susuzluğunu ve kurduğu hayalleri kızlarla nasıl ilişki kurmayı düşünmüş olduğunu onlarla hayalinde neler yaşadığını birlikte büyük gemilere binerek bilinmeyen ülkelere yaptıkları yolculukları zengin kızların yanında fakir bir gemici olarak güvertede dolaştığını ya da kaçak bir yolcu olarak gemiye nasıl bindiğini anlatır anlatırken utanırdı genç kız onu kamarasında saklar hayır daha önce kamarasına girdiğini görmezdi hafif bir çığlık koparır önce hayır koparmaz hemen anlardı Selim’in nasıl bir insan olduğunu hayır anlamazdı önce sınıfının ve yetiştirilme şartlarının şımartılmalarının dadıların mürebbiyelerin bozduğu içgüdülerinin etkisiyle onu saklamak istemez İngilizce Fransızca Almanca İtalyanca İspanyolca Avrupa Amerika Londra klasik müzik yüzme dans bale piyano şan araba direksiyon Balzac Proust Stendhal Sir Thomas Malory Hardy Keats Shelley Verlaine Comtesse de Ségur Donne opera melânkoli uçak garden parti randevu ve Shakespeare bildiği için Selim’i küçümser ve fakat bütün bunların bozamadığı dürüstlüğü ve duyarlığı nedeniyle onu ilgili makamlara kaptana tayfalara polise teslim etmeğe gönlü razı olmazdı önce onun farkında değilmiş gibi onun varlığından habersizmiş gibi bir tavır takınarak soğuk bir ilgisizlik gösterirdi ya da bu hayalin sonunun gelmediğini kızın ilgisini çekemeyeceğini anlayan canım Selim hayata küserek hayalinde küserek demek istiyorum bütün ümitlerini kaybederdi zengin bir eve uşak girer ve gerçek kişiliğini saklardı gerçekten de ilk gençlik yıllarında zenginlere karşı bir merak ve onların günlük sıkıntıların üstünde olmalarından dolayı daha saf bir kişiliğe bürünebilecekleri ve duygularına daha çok eğilebilecekleri inancı içindeymiş ders çalışmaya gittiği Kenanların evinin karşısında üç katlı bir villanın heyecanlarını kamçıladığını Kenan’dan çıktıktan sonra uzun süre kaldırımda durup bütün ışıkları sönünceye kadar villanın önünde beklediğini söyler ve sonra sosyal meselelerle ilgilenmeye başladığı yıllarda onlardan istismarcı bir sınıf oldukları için nefret ettiği halde yıllarca önceki meraklarının tatmin edilmemesi nedeniyle onlara her zaman karışık duygular beslediği inancıyla kesin bir yargıya varamaz ve benim bu konularda belirli bir eğilim göstermeyişim onu rahatsız ederdi ve bana kitaplar taşır onları nasıl anlamam gerektiğini bu kitaplarda ne bulunduğunu özellikle gündüz oturduğumuz amerikan barlarda bardak bardak içerek ve içkiye karşı çekingenliğimle alay ederek anlatırken kendini kaybederdi benim dur bakalım diyerek çekingenlik içinde olduğumu küçük burjuva alışkanlıkları ve buna benzer o zaman anlamadığım ve aşkımızla ne ilişkisi olduğunu ona sorduğum böylece onu daha çok kızdırdığım deyimlerle bana saldırırdı kusurlarımı yüzüme vururdu onu bu haliyle daha çok daha sevdiğimi ve öfkelenmenin ona yakıştığını onun kızdığı insanlara öfkesine uğradıkları için acıdığımı ve artık içmemesi gerektiğini endişelendiğimi söyleyince bağırırdı çevredeki masalardan bize bakarlardı aldırmazdı kendini unuturdu dirseklerini masaya dayar bardakları devirir bir kadının yanında nasıl davranması gerektiğini bilmediğini bununla öğündüğünü ileri sürerdi ben karşılık vermezdim bana hayallerini yaşattığı için onlardan kendime pay çıkardığımı onu yalnız hayallerinden ibaret sandığımı böylece duygularıyla düşüncelerini birbirine karıştırdığımı bütün olayları tabiat üstü nedenlere bağladığımı zaten fala inanan bir akılsız olduğumu gerçekten fala inanırdım bu kusurumu yerli yersiz yüzüme vururdu onu yıldızlara bakarak değerlendirdiğimi aslında hiç değerlendiremeyeceğimi bütün değer yargılarımızın farklı olduğunu haykırırdı sonra beni şaşırtmak için ne kadar değişik yönleri olduğunu göstermek için gülerdi bin kılığa girebileceğini bin çeşit yaşantıya kapılabileceğini zaten insanları şaşırtmaktan hoşlandığını fakat şaşırtmak yerine onların ilgisiz ve soğuk davranışlarıyla karşılaşarak hayal kırıklığına uğradığını bunu bile farketmediklerini mırıldanırdı yatışmış görünerek edebiyattan bahseder insanların roman kahramanlarına benzeyebildikleri oranda gerçek olduklarını düşünürdü ne anlattığının önemi yoktu anlatırdı onu hiç bıkmadan dinleyebilirdim dinlerdim siyasetten siyasilerden spordan özellikle atletizmden ve hoşlandığı on altı çeşit işten bunları bir solukta saymaktan hoşlanırdı yani edebiyattan resimden matematikten gazetecilikten atletizmden felsefeden siyasetten sosyolojiden psikolojiden heykelden iktisattan hukuktan mimarlıktan bir bakıma mühendislikten tarihten ve tiyatro-sinemadan bahsederdi ve artık onun için hepsinden önemli olan benden adımdan adımın güzelliğinden bahsederdi Günseli Günseli seli seli Selim Selim derdi gülerdik evet içinden gelen bir coşkunlukla gülerdi güldürmek için beni neler yapmazdı aşk sanat okulunun birinci sınıfında bir öğrenciyim bana kafamdaki bütün güzellikleri birleştirmek için bildiğim bütün güzellikleri seninle yaşayabilmek için neler verdiğini bir bilsen derdi bunu başarabilecek miyim bütün okuduklarımı düşündüklerimi hissettiklerimi anlatmalıyım onların senin gözlerindeki yansımalarını bilmeliyim hayır hepsini yeni baştan okumalıyım düşünmeliyim senden önce ve senden sonra bütün bunlar ne ifade etmiş ne ifade ediyor bilmeliyim hayır yalnız senden sonra seninle neler oluyor onu bilmeliyim hayır hiç bir şey bilmemeliyim bilmek kelimesini sözlükten çıkarmalıyım satırların arasına sıkışıp aşka kapalı kaldığım devirlerde kaçırdığım güzellikleri yakalamalıyım evet kendime hesap sormalıyım evet geçmişte tek başıma güzelliğini hissedemediğim hayır hissettiğimi bilmediğim hayır belki bildiğim fakat ifade edemediğim bütün yaşantımın içindeki birikimleri seninle senin güzelliğinle birleştirmeliyim evet onların da bir hikmeti vardı onlar da senin dışında yaşanmış değildi her şeyin birdenbire bir anlam kazanmasının büyüsünü sezmeliyim Allahım ne kadar çok isim var ben gidiyorum müsaadenizle sizi sevmek için eve gidiyorum gözlerime bakardı olmadı sizi güldüremedim ne yapsam ne anlatsam saçınızın rengi hakkında nasıl bir fıkra uydursam gözlerinizin güldüğünü görmek için adamın biri yolda gidiyormuş mu desem işte bu adam desem Günseli’ye raslamış işte onun üzerine yani saçlarınızın üzerine bir söz etmiş asık suratla hayır öyle dememiş asıl gülünce saçlarınıza canım acıyor demiş mi desem akılsızca bir söz etmiş eğer böyle dediyse siz bende akıl bırakmadınız ki ölü mevsimin mort sezonuna rasladınız beni daha önce görseydiniz daha önceleri neredeydiniz neden bana gülmeden cesaret verdiniz gülseydiniz dağılırdı derdiniz bilseniz ne rahat ederdiniz gülerdim tamam oldu artık size sen diye hitap edebilirim yorulmak bilmezdi gücünün son noktasına gelinceye kadar durmazdı vatandaşlarıma benzemiyorum kendimi korumasını bilmiyorum boyuna kendimi sıkıyorum bir limon gibi sonunda beni çöp sepetine atacaksınız ve garson bir limon daha diyeceksiniz garson bir votka daha biliyorum içmemeliyim sizi rezil ediyorum herkes bize bakıyor sizin de ekleyeceğiniz bir söz varsa benden fırsat bulup bir söz de siz edebilirseniz sizi bütün kalbimle ve kulaklarımla dinlemeye hazırım bana acıyın bütün bildiklerimi ortaya döktüm canım Selim derdim dinlen biraz ben dinlenirken siz konuşun nasıl böyle güzel olduğunuzu anlatın bana ben senin gibi kolay bulamıyorum kelimeleri kekelerdim ellerimi açar çaresizliğimi anlatırdım sen uzun boylu karışık saçlı bir Selimsin hayır kendini anlat senden başlamalıyım canım Selimim senin gölgende çizgilerim ortaya çıkıyor sen araya girersen belki kendimi aşabilirim senin gibi biliyorsun seni tanıdığım zaman daha önce daha önce nasıldın onu anlat diye atılırdı beni tanımadan önce seni tanımadan önce güzel olduğumu bilmiyordum hayır biliyordun bilmeseydin bana yaklaşmazdın seni güzel bulduğum için sana yaklaştım Selim hayır evet hayır anlaşamazdık sen alıp götürüyorsun insanı Selim düşünemiyorum doğrusu sen düşün dediğin anlat dediğin için düşünmeyi anlatmayı ne kadar istiyorum hayır beni kandırıyorsun benden daha gerçek olduğun için daha gerçek yaşıyorsun benim uydurma dilimle anlatılmaz bu gerçekler seni seviyorum Selim seni dinlemek istiyorum senin masallarını yaşamak istiyorum senin dışındaysa gerçekler dediğin şeyleri yaşamak istemiyorum anlıyorum beni dinlemekle bana inanmakla gösterdiğiniz sabrı beğeniyorum kalbinizden kötü düşünceleri uzaklaştırın ve teyzenizi evden kovun yerine saygılarımı kabul edin bu günlerde iyi bir dinleyici bulmak o kadar güçleşti ki hayalimdeki kadınlardan bile bu kadarını beklemediğimi itiraf etmeliyim siz kurduğum hayallerden de güzelsiniz bütün hayallerim soluklaştı sizin yanınızda sizi düşünürken aklım duruyor heyecanımdan yemeğe verdim kendimi çocukken okuduğum detektif romanlarından da heyecanlısınız siz onları da okurken heyecanımdan durmadan yerdim seni düşünürken ve seninle yaşarken durmadan yemek içmek istiyorum bu romanın sonu nereye varacak uzun parmaklı elleri tabaklara uzanır bardakları kavrardı onu seyrederdim hayır olmaz benim tadımı çok çıkarıyorsun seni kıskanıyorum bütün hareketlerinin sevgi dolu olduğunu görürdüm kendi hareketleriyle çok ilgiliydi durmadan kendini seyrederdi hareketlerine farkında olmadan duyduğu ilgi yüzünden dalgın görünürdü oysa kendini davranışlarına o kadar kaptırıyordu ki dalgınlığı hatırlatılınca şaşırır gülümser anlamazdı onun dalgınlığına başka bir ad bulmak gerekti onun hareketlerinin güzelliğine ben de kapılır çevremi görmezdim onun istediği gibi çevreyi unutur yalnız onunla ilgilenirdim beni ilgilendirmeyen insanları olayları görmenin ne yararı var derdi seni seviyorum ve yalnız seni görüyorum seninle ilgiliyim başka her şeyi unutuyorum sözün gelişi değil bu ben sözümün eriyim başka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler bulurdum elleri de sözünün eriydi elleri de sözlerine uygun hareketler yapardı sürekli elimi tutar ve avucunun içinde kayboluşunu gülerek seyrederdi içtiği zaman aşırılığa kaçmadan cesaretli olurdu bütün aşırılığı sözlerindeydi kendisine sözleri kadar aşırı olmadığı söylenirse darılır ona çocuk muamelesi edildiğini cesaretinin aşırılığını ispat etmek için kendini öldüreceğini söyleyerek evet kendini öldürmekten o kadar az bahsetmişti ki o kadar çok konuştuğu halde bu konuda hemen hiç bir şey söylememiş olmasına bugün bile inanamıyorum beni korkuturdu sonra mahzun ve titrek bir sesle gerçekleşmesini istediği dileklerinin hayalini kurmayı kendine yasakladığını hayal kurduğu zaman onları bir türlü gerçekleştiremediği için artık hayal kurmaktan korktuğunu beni de hayallerinin içine almadığını hayallerine girersem beni kaybedeceğini beni düşünüyor musun diye sorduğum zaman ona bilmeden eziyet ettiğimi belki ölümü de bunun için düşünmüyordu söyleyerek beni suçlardı hemen arkasından benim farklı olduğumu her zaman hayallerimin gerçekleştiğini söylerdi nedense beni bu şekilde tarif etmeyi severdi benden başka hiç bir şey düşünmeni istemiyorum ya da yalnız bizi düşünmeni istiyorum derdi ağaçlı bir yolda yürüyorduk hafif yağmur çiseliyordu bana ceketini vermişti omuzlarıma koymuştu ceketin içinde kaybolmuştum ıslanıyordu gömleği derisine yapışmıştı bir yokuş çıkıyorduk beni bir gün kaybedersen ölürsem demek istiyorum üzülür müsün üzülürüm demeliydim onunla konuşmalıydım ağlamaya başladım ne söyleyeceğini bilemedi aptalca sözleriyle herkesi kırdığını anlattı nerede nasıl konuşacağını bilemiyordu gene kendini karıştırma işin içine Selim dedim burada benim üzülmem değil mi mesele dedim güldü gülümsedim beni güldürmeyi denedi cesaretlenerek Selim öldü yaşasın Selim dedi benim ölümüm başkalarınınkine benzemez dedi ben bir yolunu bulur gene dirilirim hayır mesele ben değilim ben anlatamıyorum başkalarını düşündüğümü kendimi anlatıyormuşum gibi oluyor Günseli olmak isterdim onun gibi hissettiklerimi tam yerinde ifade edebilmek isterdim ne yazık kocaman beceriksiz bir Selimim ne kadar uğraşsam gene başlama Selim dedim gülerek kötü bir şey olmadığını anladı güldü yağmur dinmişti ağaçların kokusunu duyuyorduk benimle duyularının geliştiğini söyledi seni tanımadan önce hiç koku almazdım ya da yalnız kötü kokuları alırdım şimdi insanları bile kokularından tanıyorum kendimi bütün kokulara açık tutuyorum cebinden bir kâğıt parçası çıkardı ayaklarımızın altında hışırdayan yaprakların resmini çizmeye başladı dolmakalemiyle resmin altına tabiata döndüğüm gün diye yazdı mendiliyle göz yaşlarımı sildi ben mahvoldum dedi ben romantik oldum hiç bir ilâç beni iyileştiremez artık bu yaştan sonra elâleme rezil oldum gülüyordu tabiatta tozdan ve çamurdan başka şeyler de varmış diyordu o yaz bir inşaatta çalışıyordu sabahtan akşama kadar o kadar kirleniyordu ki yüzü tanınmaz duruma geliyordu bir gün ona uğramıştım amelelerden utanmıştı yüzündeki kirden dudakları beyaz görünüyordu tozun içinde güzeldi heyecanlandım bir süre ayrılamadım ayrılmak istemiyordum ameleler bize bakıyordu kirliydi yorgundu utanıyordu terliyordu mutluydu ondan ayrılmak düşüncesine dayanamadım akşam yemeğe gelsene dedim teyzemden çekiniyordu yüzü yanmıştı elleri yanmıştı bana çiçek getirmişti kırmızı kareli bir gömlek giymişti beyaz örtüden ellerini saklamak istiyordu heyecandan yemeği yaktım evime ilk defa geliyordu yemeği beğendi oysa yemekten anlardı özellikle içerken uzun uzun güzel yemekler yemek isterdi yalnız kalmak istiyordu benimle teyzeme sudan cevaplar veriyordu kuşkuluydu ne sıfatla bulunuyordu benim evimde teyzeme karşı bir sorumluluk duymaktan korkuyordu benimle resmî bir bağı olduğunun düşünülmesinden korkuyordu kuzeyli bir ilâh gibiydi yalnız saçları koyu renk güldüğü zaman çocuklaşıyordu sıkılganlığı geçince fazla yemem için ısrar etmeyin dedi teyzeme sonra pişman olursunuz bir dev gibi yiyordu beni büyülüyordu teyzemin hayretine gülüyordu onu seyretmekten yemek yiyemiyordum onu ne kadar sevdiğimi teyzeme belli etmemek istiyordum bütün hayatım boyunca hiç bir şey yemeden onu seyredebileceğimi yalnız onunla yaşayabileceğimi içimin titrediğini nefesimin kesildiğini Selim bilmiyordu benim kadar bilmiyordu içiyordu kahkahalar atıyordu teyzem içeri gidince elimi tutuyor yapma deyince bana kızıyordu bana sarılmak istiyordu yaşamakta geç kaldım sabrım tükendi diyordu ona hayran olmamağa imkân yoktu neşeli kaba gürültülü genç adamı oynuyordu kendi gülünçlüğüne dayanamıyordu alay ediyordu gene de kendini seyrederken beğeniyordu beğeniliyordu beğenilmenin coşkunluğuyla tutuk ve kendini yiyip bitiren yönüne karşı çıkıyordu kendine ve herkese meydan okuyordu beni de yemeğe çağırsaydınız Günseli hiç böyle görmemiştim onu şimdi bunu yeniden nasıl yaşamalı beğenilmenin tadına varıyordu kadehiyle birlikte yudumluyordu onu coşuyordu şiirler okuyordu bütün Selimliği ortaya koyuyordu utanmadan kızarmadan kendini aşmıştı onu sizin yanınızda görür gibi oluyorum hayır göremiyorum bu acıya nasıl katlanacağım katlanacağız alelâde oldum herkes gibi oldum diyordu âşık oldum böyle oldum aptal bir yüz takınarak gülüyordu ağlıyorsunuz Günseli ben de ağlayabilseydim ne yazık bu huyumu unutalı yıllar oldu bana da öğretin nasıl ağlanır onun arkasından nasıl yas tutulur beni de yemeğe çağırsaydınız o gün belki şimdi birlikte ağlayabilirdik arkadaşlarından çekiniyordu belki sizden de çekiniyordu belki sizin yanınızda alelâde olamazdı belki de yanılıyorum evet sizden duygulu sözlerle bahsederdi birlikte geçirdiğiniz günlerde çiçekli tepelerde gölgeli sokaklarda başıboş dolaşmalarınızdan bahsederdi evet başıboş dolaşırdık sokaklarda sahibimiz yoktu sokakları severdi bu kirli şehrin birbirine hiç benzemeyen sokaklarını caddelerini vitrinlerini özellikle kitapçı vitrinlerini ilk defa kitaplarımı görünce azarlamıştı beni uzun pantalon giyen bir erkek bunları nasıl okur birader demişti utanmıştım hepsinden kurtulmamızı teklif etmiştim hemen topladı kitapları böyle fırsatları hiç kaçırmazdı bir bavula koyduk götürüp sattık ben de sizin gibi onu on sekiz yaşında tanımak isterdim Turgut başınızdan geçenleri bana anlatınca kıskanırdım ne buluyorsun bu sıkıntılı günlerimde seni heyecanlandıracak derdi ben günlerine değin sana heyecanlanıyorum canım Selim derdim sinemalara gittiğimize de mi derdi sinemalara gittiğinize de derdim haftada üç kere beş kere bıkıncaya kadar gittiğimize de mi bıkıncaya kadar gittiğinize de Selimim derdim bütün filimlerin Amerikan filimlerinin sonunu bildiğimiz halde filmin sonunu keşfedecek metodlarımız olduğu halde gene de gittiğimize de mi derdi metodlarınıza canım metodlarınıza rağmen gene de gittiğinize de canım Selim derdim seni anlamıyorum derdi hiç de bunun tadına varacak birine benzemiyorsun beni kızdıracağını bildiği halde böyle söylerdi beni de aranıza alsaydınız Turgut beni de aranıza alsaydınız Günseli bana bir yığın kitap aldırdı sattığımız kitapların parasıyla bana bir yığın kitap verdi okuyayım diye bana hemen okumalısın yetişmelisin diyordu bana bildiğim tanıdığım güzellikleri sen de öğrenmelisin diyordu ne olur benim gibi okuyun her dedikoduya kulak kabartmayın benim gibi okusaydınız kirli sokakları yosunlu duvarları çarpık taşlı binaları severdiniz tanışmadan severdiniz insanları onları birbirine benzemedikleri halde bir yanlarıyla derinde bir yerde aynı olduklarını görürdünüz beni dinlemeyeceksiniz biliyorum beni unutacaksınız geriye kuru bir gürültü kalacak benden anlaşılmaz sesler çıkardı ortalığı toza boğdu gitti diyeceksiniz bir bahar temizliği yapacaksınız arkamdan üzerinize sinmiş etkilerimi havalandıracaksınız odaya dolan bunaltıcı havamı değiştirmek için pencereleri açacaksınız yoksa ne yapacaktınız nasıl olurdu nasıl başarılırdı benim gibi olacak benim gibi doğduğunuzdan beri üstünüze yığılan bütün bilgilerin size verilen bütün şeylerin sizi ezmesine dağıtıp yok etmesine izin verecek değilsiniz ya derdi Günseli derdi beni on sekiz yaşında tanısaydın hayır tanımasaydın hiç istemiyorum o günlere dönmeyi derdi aptallıklarıma beceriksizliklerime her dokunduğunu kıran ellerime kapıları bulamayan yanlış kapılar açan ellerimin dalgınlığına yanlış sözlerime teşekkür etmek yerine özür dileyen sarsaklığıma terleyen ellerime dönmek istemiyorum yeni baştan aynı kâbusları yaşamak istemiyorum sana roman gibi gelse de senin hatırın için bile yapamam aynı şeyleri oysa karikatürlerde ne kadar sevimli gösterirler bu insanları başka yerlerde de sevimli gösterirler yalnız yaşarken kimse sevimli görmez bütün bunları oysa okurken resimlerini seyrederken ne kadar acırsınız onlara gene de gülmeden duramazsınız ben bile gülerim oysa onlar gülemezler ben de aslında gülemem beni en çok seven annem bile bana benim aptal oğlum derse buna gülemem işte anlıyorum Günseli gene de Selim bir Günselisi olduğu için bütün bunları anlatabildi ya Günselisi olmayanlar ne yapacak aylardır işte bunu düşünüyorum gerçi Selim bazı yollar gösterdi bana bu arada gene de ne yapabileceğimi bu insanlar için ne gibi tedbirler alınabileceğini bilemiyorum bu insanların haklarını hangi partinin koruyacağını düşünemiyorum her örgütte idare edenlerle edilenler birbirlerinden öyle çabuk ayrılıyorlar ki tedbir almaya zaman kalmıyor aynı şeyleri söylerdi Turgut sonunda bu şakalara dayanamazlar Günseli derdi sen onları bilmezsin çok dayanıksızdır onlar kimler Selim tutunamayanlar size de söyledi mi elbette neden söylemesin bilemezsin Günseli derdi yaşamak her gün girilen bir imtihan olursa buna kimse dayanamaz başını okşardım zavallı sevgilim derdim üzülme üzülürdü Acıma Bankası kuruyorum derdi her ıstıraba bir kura numarası tutunamayanlara öncelik tanınır üzülme Selim biraz dinlen buna hak kazandın olduğu yerde yatamazdı dönerdi kımıldanırdı yatışmazdı yaşatmazdı yaşamazdı ben seni sevdim seveli bak ne hal oldum uzanmış yatıyorum dinlen biraz Selim kalkardı ellerime sarılır beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu sefer geride bir şey bırakmadım tasımı tarağımı topladım geldim neyim var neyim yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim beni uyandırma hep kuşkuluydu her zaman kötü bir şeylerin olmasını bekliyordu sonu gelmez benim gibiler için hiç bir şeyin sonu iyi gelmez diyordu açık hava dokunur onlara serin nemli ve güneşsiz yerleri severler kendi kafalarının etiyle beslenirler gözleri aydınlıkta bozulur kendileri gibi olanlardan nefret ederler onları gördükleri yerde kuyruklarıyla sokarlar sonra pis pis gülerler gene de hep birlikte yaşarlar aynı kaba işerler gündüzleri uyuyup geceleri sokağa çıkarlar içki kokusuna burunları hassastır fazla üremelerine engel olmak için ortalıkta içki bırakmamalıdır bir tanesi böyle bir koku duyarsa hep birlikte oraya üşüşürler yapıştıkları yerden artık söküp atmak imkânsız olur onları artık çok geç kalınmıştır sözden anlamazlar hakaretten anlamazlar halden anlamazlar fazla yüz vermeye gelmez okşayan eli ısırırlar kabukları bir bakıma çok kalın bir bakıma çok incedir kalınlığı ortama göre değişir zehirlerinin etkisi uzun süre geçmez korunmak için hemen açık havaya çıkmalıdır bir de düzenli yaşamalıdır yıllar sonra etkisi görülen zehirlere sahip olanları da vardır aralarında derdi canım Selim derdim bu belki senin çevrendekilerin tarifi senin değil zavallı çocuk derdi anlamıyorsun güneş girmeyen eve bizler gireriz benim gibi görünüşü zararsız olanları da vardır asıl onlar tehlikelidir insanı kalbinden sokarlar elimi ısırırdı birden ben bağırınca gülerek frankeştayn kurt adamı zehirledi diye bağırırdı bana senden başka kimse dayanamaz sen de dayanamazsın önümde eğilirdi sensin ümidi bütün karanlıkların bütün yaralı donkişotların yeraltında yaşayanların ve ecinni tayfasının kaptanı sensin karanlıkta birbirlerine çarpanların sebepsiz gülenlerin sebepsiz ağlayanların acıyla dudaklarını kemirenlerin birbirinin suratına bardak fırlatanların sensin floransnaytingeyli ey karanlıklar kuşu biraz da bizim için öt arkadaşlarının tavırlarını takınarak beni korkuturdu neden onlarla görüşüyorsun Selimim derdim insanı bırakmazlar kanına girerler beni de ısırdılar bir kere bu nedenle her gece ay doğunca her yanımı kıllar kaplıyor dişlerim uzuyor ve pencerenin üzerine çıkarak oradan yapma Selim derdim bırak beni canım Selim bu hayalet tarifine hiç uymuyordu korkutucu arkadaşlarına hiç benzemiyordu onları tanıyor muydunuz Turgut hayır ben de tanımıyordum tanımak istemiyordum Selim’in üstüne çökerek her biri ayrı bir tarafa sürüklemek istiyordu onun iyi niyetini ülkücü tutumunu anlamadığım yanlış yollarda kullanmaya çalışıyorlardı Selim de onların etkisiyle benim bu anlayışsızlığımı bilgisizliğime ve kadınlık içgüdülerime ve küçük burjuvalığıma ve tutuculuğuma veriyordu ben ortalıkta kötü bir şeyler olduğunu seziyordum herkesin birbirini kötülediği birbirinin suratına ve arkasından nefretini haykırdığı bir ortamda bunaltıyorlardı onu kime inanacağını bilmiyordu bilemiyordu ona da saldırıyorlardı bu bir cehennemdi içindekilerin farketmediği yakıcı bir hayattı bir şeylere kin duyuyorlardı anlayamıyordum Selim için korkuyordum arkadaşlarının iyiye güzele duydukları arzuya inanmıyordum herkesin birbirine gerçek bir saygı duyacağı toplumu özlemelerini yadırgıyordum birbirlerine saygıları yoktu kinle gülüyorlar en yakın dostlarının kurmaya çalıştıkları bütün iç ve dış düzenleri öfkeyle yıkmaya çalışıyorlardı Selim kızıyordu bunları söylediğim zaman onlara dokunulmasına izin vermiyordu benim aklım ermezdi düzenin ancak böyle yıkılacağını anlayamazdım bütün kötülüklerin düzende olduğunu görmek için belirli bir eğitim gerekiyordu benimle bu konuda konuşmak istemiyordu ona beni kötülüyorlardı tanımadan genellikle kötülüyorlardı karşılık veremiyordu onlara içine düştüğü çıkmazda çırpınıyordu benden ayrılmayı bile düşünüyordu bu yolun sonu tehlikeliydi bana da tehlikeyi bulaştırmak istemiyordu onu da sevmiyorlardı hor görüyorlardı bir gece bir arkadaşı çok sarhoş olduğu bir sırada senin ne işin var aramızda diye çatmış Selime ne arıyorsun bizim gibilerin arasında hepimizi ezen yaşatmayan ağırlıklar var onlara isyan ediyoruz seni ezen ne var seni aramıza hangi kuvvet sürükledi hangi dış etken buraya itti seni senin ezilmişliğini çarpılmışlığını anlamıyorum boş yere sürükleniyorsun bizimle sen aslında yumuşak çatışmasız çelişmesiz bir şeysin ağlamış masaları yumruklamış sen bizden değilsin bizi hor görüyorsun şimdi benden iğreniyorsun diye haykırmış pencereden kusmuş beni bırakma bende kal gitmeyeceksin değil mi beni bırakmayacaksın değil mi diye yalvarmış annesinden nefret ediyormuş bütün bu insanların arasında ne işim var benim diyordu bütün bu insanların içinde ne işin var senin diyordum peki Günseli bırakıyorum hepsini bütün bu karışıklıktan çıkıyorum istifa ediyorum kutu gibi bir eve yerleşiyoruz seninle kendi yağımızla kavruluyoruz tencerenin dibini tutmadan pişiyoruz kendi zevkimize göre döşüyoruz her tarafı tavana kadar aplikler dört bir yanı sarıyor tavandan sarkan lâmba tam yemek masasının üstüne isabet ediyor kendi başımızın çaresine bakıyoruz kendi bacağımızdan asılıyoruz yatak odasına güllü perdeler asıyoruz ben çarşıdan patlıcan alıyorum sen ortalığa bakıyorsun resmini dairede masamın üstüne koyuyorum sen de resmimi tuvaletinin üstüne yerleştiriyorsun yatağımızın yanında kitaplarımız duruyor benim komodinimin üstünde benimkiler duruyor senin komodininin üstünde seninkiler duruyor ışıklarımız da gece lâmbalarımız da ayrı fakat kalplerimiz bir çarpıyor sen dört ben altı sayfa okuyunca uykumuz geliyor aynı anda birbirimize doğru dönüyoruz öpüşüyoruz aynı anda fransızlar gibi iyi geceler diliyoruz amerikalılar gibi birbirimize arkamızı dönüyoruz sabaha tekrar buluşmak üzere ayrılıyoruz büfenin üstüne hiç bir şey koymuyoruz radyonun üstüne hiç bir şey koymuyoruz çünkü diğer küçük burjuvalar gibi görmemiş değiliz onlardan farkımızı biliyoruz gene de söylemiyoruz birbirimize bilmiyormuş gibi yapıyoruz sehpa örtüsü de kullanmıyoruz ama bunları hesaplayarak değil içimizden öyle geldiği için yapıyoruz onlardan farkımızı belirtmeye tenezzül etmiyoruz mutfaktaki kavanozların üstünde tuzbiberşekerkahve yazmıyor nedense öyle kavanozları almak gelmiyor içimizden yolda yürürken sanki o anda aklımıza gelmiş gibi bir dükkâna girip sana bir ayakkabı alıveriyoruz akşam ben kapıdan içeri girer girmez öpüşmüyoruz beş dakika sonra öpüşüyoruz her gün ayrı bir zamanda öpüşüyoruz ne zaman ne yapacağımız belli olmuyor serseri bir küçük burjuva ailesiyiz ne kabul günümüz var ne de belirli toplanma günlerimiz dedikodu da yapmıyoruz yemekten sonra koltuklarımıza oturuyoruz öyle kimsenin belli bir koltuğu yok kim ne bulursa onun üstüne oturuyor kimseyi çekiştirmiyoruz saat on ikiye yaklaştığı halde yarın erken kalkacaksın yatsan iyi olur demiyorsun bana başıboş bir hayat sürüyoruz ben her sabah daireye gidiyorum fakat nasıl oluyorsa gidişim kimsenin gidişine benzemiyor serseri bir memurum evden durağa tam bir sokak serserisi gibi yürüyorum ne otobüse binişimde ne biletçiye para uzatışımda ne dairede masamın başında oturuşumda hiç birinde beylik bir durum yok olamıyor istesek de küçük burjuvalaşamıyoruz onlar gibi düşünemiyoruz yatakta birbirimize şiirler okuyoruz kitapları tartışıyoruz dünya umurumuzda değil sersem derdim aptal derdim ona Selim aldırmaz bir tavırla devam ederdi sersem aptal diyoruz birbirimize diğer karıkocalar gibi şekerim canım tatlım balım birtanem filân demiyoruz anahtarı paspasın altına koymuyoruz kaç kere içerde unuttuk da çilingir getirmek gerekti hesabımızı bilmiyoruz paramız olduğu halde ayın sonunu getiremiyoruz Avrupa gezileri için para biriktiremiyoruz yeter canım Selim derdim çocuklarımız oluyor üstüste istediğimizden değil istemediğimizden de değil tedbir de almıyoruz olmasın diye doktora filân da gitmiyoruz bununla uğraşacak değiliz ya hiç bir şeyimizi beğenmiyor dostlarımız bize öğütler veriyorlar ne onlara ne de büyüklerimize aldırıyoruz kayınpederlerimize kaynanalarımıza saygıda kusur ediyoruz çocukların terbiyelerini bozuyorlar onları şımartıyorlar diye üzülmüyoruz eğitimleriyle de uğraşmıyoruz üstünkörü bir terbiye veriyoruz akşamları derslerine çalıştırmıyoruz okula gidip öğretmenleriyle konuşmuyoruz hangi biriyle uğraşalım tam altı tane gülüyordum bana acı Selim diyordum siz bu gerçeklerden hoşlanmıyorsunuz o halde başka gerçeklere dönelim dün akşam bir arkadaşa gittim sarhoş olunca sen kocamansın beni dövmek istiyorsun diye inledi annesi bir adamla yaşıyordu biz gittiğimizde adam oradaydı benim annem orospu mu diye bağırıyordu söyleyin bana benim annem kötü kadın mı ağlıyordu utanıyordu kalabalık gitmiştik annem orospu diye tutturmuştu beni dövmek istiyorsun diye tutturmuştu kimse ona aldırmıyordu içince hep böyle olurmuş herkes kendi havasındaydı beni döversin sen kuvvetlisin benim annem orospu durmadan içiyorduk bir başkası da ben köpek miyim diye soruyordu bana köpek muamelesi yapıyorsun bana diyordu elinin tersiyle kovuyorsun beni meyhanede beni görünce köpek görmüş gibi başını çeviriyorsun nasıl olur diyordum farketmedim farketmiyorsun beni konuşmuyorsun benimle neden hep ben dövüyorum ben konuşmuyorum Günseli yüzlerce insan var herkes onları tanıyor ama ben konuşmuyorum ben yargılıyorum ben ben küçük görüyorum ben onlar gibi sürünmüyorum ben ben ben yoruldunuz Günseli bir ara verelim entracte verelim on beş dakikalık aradan yararlanarak sayın yolcular kıymetli vakitlerinizi beş dakika işgal ederek sizlere hem yoluna devam et hem seyyar sinema seyret kabilinden memleketimizin tanınmış simalarının olaylı yaşantılarından dolaylı örnekler sunarak olaylarla alaylarla dolu ve sahibinin sesi plâklarında da bulabileceğiniz ve kimine göre acıklı kimine göre gülünçlü ve yaşandığı tanıklarla sabit ve inkârı her zaman kabil resimli romanımızın kahramanlarını aslına sadık bir surette gözlerinizin önüne serelim pek yakında çıkacak olan gazetemizde imzalı ve imzasız yazılarıyla sizleri on dakikada doğru yola getirecek ve her biri ayrı bir kıymet olan bu aslanların takım halinde ve formalarıyla hep birlikte çektirdikleri dört renkli ve nefis kuşe kâğıdına basılmış ve aynı zamanda ikramiyeli resimleri müessesemizin parasız ilâvesi ile birlikte dağıtılmaktadır ayrıca para ile satılmaz işte sayın seyirciler şimdi gördüğünüz edebiyat kaplanı ve gazete okusun diye bunca fedakârlıklara katlanarak ve okuyucularımızdan munzam bir ücret istemeyerek büyük masraflar pahasına Paris’e gönderdiğimiz ve baş harfleri aynı diye philosophie yerine poligamie tahsil etmiş olan ve bu arada gizli gizli kendini yetiştirerek memlekete döner dönmez otomatik profesör yapılan ve başkalarının imzalayacağı yazılar yazarak kahraman bir önder olmak isteyen ve neredeyse bunda da başarıya ulaşmak üzereyken ve fakat sayın ordinaryüs profesörü sakın ha sonra seni kürsüden kovarım aman annenle babanla bir olup döverim aman dediği için köşesine kıvrılan santrafor ve ekstrafor ve aynı zamanda ingilizce eserlerin fransızcadan mütercimi ve kalbinde yatan aslanı kendisiyle karıştıran ve katılmadığı bir toplantıda tesadüfen oraya bira içmeye geldiği için resmî gazetelerde çıkan ve şöhreti artan asıl adını geleceği bakımından sakıncalı gördüğümüz için yazamadığımız ve takma adıyla Ahmet Bayır ki bu Ahmet Bayır aslen Diyarbakırın Sivrice kazasından olup bir gün yukarıda adını yazamadığımız sayın kişinin bir tanıdığını gördüğü zaman gene adını bazı nedenlerle yazamadığımız bu tanıdık yahu Ahmet senin adını kullanarak adını şimdi söylemek istemediğim bir arkadaşın penneymi niyetine yazalım mı diye sorunca onun da başüstüne hocam kendisi ona hocam derdi demesi üzerine meşhur olmuş ve hemşerileri tarafından Filozof Ahmet diye çağırılmıştır ve yazmadığı yazıların sorumlu müdürü olması asıl yazarın kıskançlığını celbetmesi üzerine sonunda isim babalığını kaybetmiştir işte onun adıyla bilinen ve resimde soldan birinci elinde top tutan yeşil paçabağlı zatımuhterem ve onun yanında göğsünü hafifçe ileri çıkarmış ve yukarıda asıl adı geçmiyenin omzuna elini atmış kısa boylu saçlarının ön kısmı sizlere ömür olduğu belli olmasın diye arka tarafını ön tarafa tarayan ve hürriyetin ilânı ile birlikte takıma girdiği halde derhal eski oyuncuları tasfiye etmek üzere Ahmet Bayır ve ikinci sırada sağdan sekizinci ve general nâmıyla maruf ve emekli Profesör Ekrem Galip Aydıner’in sabık doçentini de yanına alarak kısa bir süre için de olsa mızrakçılar arasında geçici bir panik yaratan ve sonraları hafızayıbeşerinnisyanlamalulolmasından yararlanarak başrollerde görünen Ender ve yukarıda bahsi geçen sabık doçentlerden Serhat ki bazı müverrihlere göre İngiltere’deyken köpek yarışlarına merak sarmış ve babasının çiftliğinden gelen paraları müşterek bahislere yatırmış ve doktora tezini Thames ırmağının kıyısında gezinirken rasladığı ve bazı fikirleri yüzünden üniversite bünyesinden uzaklaştırılmış eski bir asistana yazdırmıştır ki bunu da nereden öğrendiklerine gelince Ankara’daki bir arkadaşına birader İngiltere’de manav ve kasapların grevi olduğu sırada ben Picadilly Circus’ta MHT sendikasının merkezine gidiyordum demesi üzerine arkadaşının dayanamayıp sen ne biçim sosyoloji doktorası yapmışsın grevle boykotu karıştırıyorsun demesi üzerine Serhat’ın bozulmasının bazı çevrelerce duyulması zaten Serhat’ın akıl dengesinin yerinde olmadığı yurda dönüşünde Fransa’dan geçerken uğradığı ve bizimkilerin devam ettiği bir kahvede tanıştığı bir ruh doktoruna dertlerini anlattığı ve bir süre onun tarafından tedavi edildiği ve bu doktor da bir gece sarhoş olunca Serhat’la aralarındaki bir kadın meselesi yüzünden kavgalı olduğu için bırak o manyak budalayı diyerek yukarıdaki olayı anlattığı ortaya çıkınca dedikodular almış yürümüş ve hatta bazı tarafsız arkadaşlarının bir ruh doktoru olarak hastasının sırlarını koruması gerektiğini hatırlatmaları bile doktorun söylentileri yaymasını engelleyememiş ayrıca bu tarafsız arkadaşların da siyasi bir dernek meselesi yüzünden doktora kırgın oldukları söylenir üstelik doktor sabık doçentin eski iktidar çevrelerine yakınlığını herkese anlatmış ve nedense olay daha fazla büyümemiş çünkü doktor o sıralarda doçentin ayrılmak üzere olduğu karısıyla evlenmeyi düşünüyormuş resimde ön sırada çömelmiş bir durumda görünen ve gülümseyen Tuncay da çalıştığı gazeteden bu gazetede Serhat’ın imzasız makaleleri yayımlanıyordu çıkarılınca Serhat’ın parasıyla bir tiyatro dergisi yayımlamış ve derginin işleri kötü gitmeye başlayınca aslında derginin yazıhanesinde Ankara’da çıkan siyasî bir derginin muhabirliğini yaptığı anlaşılmışsa da bu söylentiyi de doktorun çıkardığını öğrenen Tuncay Serhat’a bu sözlere inanmamasını doktorun Serhat hakkında da dedikodu yaptığını söyleyince Serhat bu duruma içerleyerek meyhanelerde içmeye karısının en yakın arkadaşı tarafından nasıl baştan çıkarıldığını önüne gelene anlatmaya başlamış ağlayarak konuşuyormuş ona Tuncay’a dikkat etmesini bu delikanlıya parasını kaptırdığını hatırlatarak uyarmışlar Serhat’ı uyaranların bunda bir çıkarları olmadığı sabit olmakla birlikte Tuncay’ın da altı ay emek verdiği dergiden bir kuruş bile almadığı da aynı çevrelerce bilindiği gibi Tuncay da küçük burjuva rantiyelerin kalem sahiplerinin emeklerini hiçe saydıklarını ayrıca gazetede çalışırken Serhat’ın makalelerini kimsenin okumadığını bildiği halde hatır için bastığını bu yüzden işinden olduğunu söylemekten çekinmiyormuş ve bu sözlerin bazı çevrelerce duyulması üzerine kimse artık ne söyleyeceğini kime hak vereceğini bilememiş ve bir kısım arkadaşları Tuncay’ın haklı olduğunu Tuncay olmasaydı derginin bu kadar da yürüyemeyeceğini Serhat’ın kuru kuru öğünmekten başka bir işe yaramadığını ileri sürerek İngiltere’de yaptığı kuşkulu bir tahsilin de tartışma götüreceğini kimsenin bilmediği sendikaların baş harflerini sıralamakla toplumculuk yaptığını sanan bu kocaman adamdan hoşlanan yoktu Tuncay’ın haklı olduğunu kabul ediyorlardı başkaları da derginin kapandığı gün Tuncay’ın hemen yandaki odayı kiraladığını ve derginin eşyalarını aynı gün oraya taşıdığını Serhat’ın değeri yok ama hiç olmazsa bir haber verseydi dediği iki masa ile bir kitap rafını götürdüğü sırada dergiye gelen ve derginin ilk çıktığı zaman başlığını ve bazı klişelerini hazırlamış olan ressam Turgay’ın da yaptığı işe karşılık masa lâmbasını istediğini ve bu nedenle Tuncay’la aralarında kavga çıktığını sonunda Turgay’ın lâmbayı almakla birlikte bu arada ampulun kırıldığını anlatarak bir bakıma Tuncay’ın açıkgözlük etmekle birlikte gene de çalışkan bir çocuk olduğunu her zaman emeğinin boşa gitmesine acıdıklarını derginin yayımlandığı sırada da sabahtan akşama kadar çalışarak dergi işlerinin yanı sıra tercüme yaptığını hikâye yazdığını hatta sinema yazarı Rüştü’nün sözüne kanıp kabul edilir ümidiyle senaryolar bile hazırladığını da belirtmeden geçmiyorlarsa da Serhat bu gibi konuşmalara dayanamayıp Tuncay dergisiyle uğraşsaydı daha iyi ederdi diye söze karışmadan edemiyor ama onu dinleyen kim bir kere mesleğin içinde değil üstelik onun da bu ilişkileri sonunda kendine zararlı olup kürsüden kovulmasaydı bu kadar cesur konuşamazdı diye bağlıyorlar sözü evet onun sözleri gürültüye gidiyor çünkü sevilmiyor ve bütün bu olanlardan sonra Tuncay ile sanki hiç bir şey olmamış gibi bir kitap hazırladıkları da gözden kaçmıyor resmin kenarında vücudunun yarısı resmin dışında kalan Haluk onlara bir yayınevi bulmuş bu Haluk da herkesi tanıyormuş güvenilir bir tip olmadığını söyleyenler örnek olarak Serhat ve Tuncay’ı tanıştırdığı yayınevi sahibinden ikisi adına avans alıp ancak yarısını onlara vermesi hoş onların da kendi başlarına yayınevi filân bulacakları da yoktu ya o ayrı mesele tabiî Haluk da aldığı parayla hemen yeni bir takım elbise yaptırıp gece klüplerine dadanmasaydı kimsenin bir şey diyeceği yoktu onların henüz haberi yok Haluğun çevirdiği dolaplardan bunları anlatan adam kalıbımı basarım Haluk bu işi yapmıştır parayı almıştır çünkü bana da aynı oyunu oynadı bir gün parayı ben almaya gittiğimde patronun çıkarıp forma başına elli lira verdiğini görünce anladım parayı Haluk benim yerime gidip alıyordu yerin dibine batsın böyle iyilik bana kırk lira getiriyordu bu dediğim de bundan kaç yıl önce siz farkı hesabedin kendisine belli etmedim ama bir daha bu para işlerine karıştırmadım diye yeminle söyledi Haluğun gizli polis olduğunu da söyleyenler çünkü diyorlar bu elbiseler gece klüpleri on liralarla avanslarla yürümez bu çocuk her akşam içecek parayı nereden buluyor ne iş yapıyor da her akşam bir şişe rakıyı mezesiyle nasıl hayır efendim olmaz diyorlar en aşağı otuz lirası var bu işin her akşam ne zaman gitsek bırakın efendim diyorlar yılda bir iki tercüme yapmakla o tercümeleri de biliyorsunuz adam kabul etmemiş sonunda arada bir kaç kuruş alabilmişse ne mutlu ona çünkü iki yüz kırk sayfa atlamış zor bir yerinde gene de bunları bile bile bu adama iş veriyorlar iş veriyorlar da ne alıyor bu parayı barlarda harcasa bir gün yetişmez bazıları da Ahmet’in evinde iki ay kalmış durumu meydanda başını sokacak bir deliği yok çocuğun diyorlar babasının evinden eski kitapları yürütüp Cahit’e resmin ortasında ellerini önüne kavuşturup bir cephe zabiti gibi poz veren şu esmer adama satıyormuş ya demek kitapçılığa başladı Cahit hayır evleri dolaşıp meraklılarına satıyormuş işte onun yanında da yıllardır hepimizin adını maceralarını duyduğu fakat görmenin bir türlü kısmet olmadığı Kasım Kasım bu mu evet resim çekilirken orada olmayı ne kadar isterdim ne kadar merak ediyorum şu adamı bilseniz resimden pek bir şey belli olmuyor söylenenlerin etkisiyle insan bambaşka bir tip göreceğini sanıyor ben bir kere meyhanede uzaktan gördüm başında kasketi vardı ya demek kasket giyiyor yanına yaklaşıp konuşmaya cesaret edemedim bir türlü ne mi diyecektim herkesin bahsettiği ilâhlaştırdığı ve yıllarca yedi düvele meydan okuyan kahraman siz misiniz diyecektim üzerinde iyi bir tesir bırakmazdı kim bu zavallı gibilerden yanındakilere bakarak başını çevirirdi işte gazetede işte altında yazıyor işte oymuş yazıyor havadisleri yazıyor kahramanların renkli resimli bir hâtırası ilâvede bedava veriliyor bütün bu kahramanlar bütün bu dedikodular onun için o kadar gerçekti ki Turgut bütün bu insanları onların kendilerine verdikleri önemden daha ötede görerek onların bütün yaptıklarını ciddiye alırdı sonunda aynı insanların beklemediği davranışlarını görünce üzüntüden nereye saldıracağını bilemez neden bunu yaptınız neden bu sözü söylediniz neden neden diye çırpınır dururdu oyunun kurallarını bilmiyorsun denirdi ona oyunun kurallarını bilmiyorsun herkes birbirine hoşgörüyle bakacak herkes yaptığı beğenilsin diye başkasının yaptığını beğenecek bunu yapamadığı için ona saldırırlardı sen ne yapıyorsun ne yaptın bizden farkın ne sen ne biliyorsun gibi aslında savunmadan öteye gitmeyen saldırıları önemsiyor gecelerce kendini yiyerek yalnız kendini suçlu bularak olumsuz bir yöne itiliyordu bütün teselliyi resimde arkada kalmış ve yalnız başının yarısı görünen ve ona ilk yasak kitapları veren ve karşısında samimiyet buhranlarına tutularak ben bir işe yaramam benden herkes nefret ediyor dediği zaman Selim’i teselli eden ona cesaret veren o zamana kadar kulaktan dolma bilgisi yüzünden varlıklarından belli belirsiz haberi olduğu sosyal kitapları hiç duymadığı kitapları veren Hilmi’de bulmuştu ve Selim onun evinde rasladığı bir kıza ne büyük aptallık kızın gene o eve gelen ve bu konularda ondan kıdemli bir hukuk talebesiyle nişanlanmak üzere olduğunu ve ona sadece bu düşüncede olan kızların düşünce ve hareket serbestliğinin verdiği ve onun anlayamadığı biçimde bir arkadaşlık anlayışı yüzünden ilgi gösterdiğini anlayamamıştı gerçekten de kadınların ona ilgisinin bu biçimde ortaya çıkması onu şaşırtır her zaman sonsuz akılsızlığı yüzünden tedavisi mümkün olmayan pişmanlıklar onu yakardı âşık olmuş ya da âşık olduğunu sandığı ve neredeyse aşkını kıza değilse bile Hilmi’ye anlatmak üzereyken nişanlandıklarını duymuş bu kızla yıllar sonra hayalinde karşılaşmış ve o zamanlar itiraf edemediği aşkını anlatmış ve kız da ona rahatlatıcı sözler söyleyerek Selim’in her şeyden önemli olduğunu nişanlısının sonradan evlenmişlerdi Selim yanında önemli olmadığını ne güzel belirtmişti oysa kızın onları ve nişanlısını tercih ettiğini görmemek için Selim olmak lâzımdı bütün bunların yanında çocukları ve karısıyla geçim derdinin içinde bunalan Hilmi gösterdiği yakınlıkla Selim’in içine gömdüğü ve kimsenin farkına varmadığı aşkının acılarını daha az duymasını sağlamıştı kızı evlendikten sonra kocasıyla bir sinemada görünce onlar Selimi görmemiş arkalarındaki sıraya oturarak konuşmalarını dinlemiş bir zamanlar ona nasıl hayran olduğunu bu ağzında durmadan çiklet çiğneyen bir kenar mahalle dilberi gibi gevezelik eden yalnız konular farklıydı kadının neresini sevmiş olduğunu belki hâlâ güzeldi kendi kendine sorup durmuştu Hilmi’de geçirdiği günlerin Hilmi artık bunları elbette hatırlamıyordu hatırlamak görevi her zaman olduğu gibi Selim’e düşmüştü tatlı izlenimleri vardı hatta onun evlilik hayatının etkisinde kaldığı için bunu utanarak hatırlıyordu Ankara’daki bir edebiyatçı arkadaşına ve karısına Selim için yani evlenmesi için düşündükleri bir kızdan bahsettikleri zaman başka bir kızın varlığından ve onunla evlenmeyi düşündüğünden söz etmişti tabiî üstü kapalı konuşmuştu ve işte resimde gözüne güneş geldiği için gözlerini kapatmış yüzünü buruşturmuş bir şekilde görünen Necmi ki söylentilere inanmak gerekirse hayatını kumardan kazanmış ve gençliğinde çok sefalet çekerek gençlik dedikleri zaman on sekiz yaşını ifade etmek istiyorlardı resim çekildiği zaman otuz yaşına gelmek üzereydi kaldırımlarda yatmış ve resimden de anlaşılacağı üzere iri yarı ve kavgacılığı yüzünden polisle başı sık sık derde giren kumarda kazandığı bütün parayı bar kadınlarıyla yiyen ve arkadaşlarının saldırılarına hedef olan ve resim çekildiği sıralarda kumar hayatı artık bir düzene girmiş olan ve kumarhanelerin aranan bir oyuncusu olduğu için bunu sürekli bir meslek olarak icraya karar veren artık sokaklarda yatamam diyordu ve hiç bir zaman sokaklarda gecelememiş arkadaşları onun sokaklara veda etmesini ayıplıyorlardı barlarda ayakkabılarını her zaman önündeki masada oturan adamın ceketinin arkasında temizleyerek mesele çıkaran ve bununla bir zamanlar öğünen aynı zamanda bardan çıkınca yolda gördüğü bir kenara bırakılmış otomobillerin antenlerini kırmayı çok severdi adamların sabah arabalarına binerlerken yüzlerini görür gibi oluyorum poker Necmi de işte aramızda beyaz kolalı gömlek ve kırmızı kıravatı severdi ve kendisiyle görüşmek üzere yeni tuttuğu apartmana gittiğimiz zaman saat on ikiye geliyordu kapıyı pijamalarıyla açtı kendimizi tanıttık bizim polis olmadığımızı öğrenince rahatladı bizi zevkle döşenmiş salonuna aldı yerler nadide halılarla kaplanmıştı beyaz lâke mobilyalara ve duvardaki yağlı boyalara çok para sarfedildiği anlaşılıyordu sarı Osmanın adamlarından çekiniyorum bu günlerde diye anlattı tabiî bu söylediklerimi yazmazsınız içerden çatlak ve cırlak bir kadın sesi kim o Necmi diye bağırdı Necmi Bey giyinmek için bizden izin istedi gitmeden önce renkli mozayıklerle kaplı amerikan barında bize kendi eliyle içkilerimizi hazırladı içmek için vaktin henüz erken olduğunu söylediğimiz halde dinletemedik içkilerimizi yudumlarken bir yandan da çevremizi hayranlıkla seyrediyorduk bütün kristal avizeleri salon radyo pikap teypini Yücel en aşağı otuz bin lirası var yalnız bunun dedi yirmi dört kişilik yemek odası takımını eski biçimde oymalı ve yaldızlı süsleri bir usta elinden çıktığını gösteriyordu tavana kadar bir duvarı boydan boya kaplıyan kütüphaneyi raflar şık kapaklı ciltlerle doldurulmuştu bütün yeni çıkan yayınlar yer alıyordu içinde gene Yücel bu adam kitabı metre ile alıyor galiba dedi hepimiz güldük duvarlardaki yağlı boyaların ve bez üzerine basılmış pahalı röprodüksiyonların müzayedelerden alındığını tahmin ettiğimiz yaldızlı eski çerçeveleri vardı yanında tahta kaşıklar işlemeli çoraplar deniz kabukları deniz yıldızları gümüş çerçeveli minyatürler sığırların boynuna asılan çıngıraklar öküz boyunduruğu olduğunu tahmin ettiğimiz yalnız herhalde sonradan cilâlanmış kocaman bir tahta Yücel bunun boyunduruğun ancak bir kısmı olduğunu ileri sürdü bu çocuk da meslekte yeni her söze atılıyor yazıları da beğenilmiyor şık bir üslubu yok henüz spor yazarlığından yeni geldi yazı işleri müdürü de aynı sayfadan gelme biri olduğu için nedense tutuyor bu çocuğu zaten dikkat etmişimdir nedense bütün yazı işleri müdürleri spor yazarlığından gelir ama Yücel yazar olmak istiyor bana da bir köşe verin de fıkra yazayım diye tutturmuş yok efendim neymiş onun da bir portresini bizim ressam sarhoş Hüsnü yapacakmış da kendi köşesine yerleştirecekmiş fıkra köşesine adını bile bulmuş köşe kapmaca diyecekmiş şimdiden piyesler yazıyor gazetecinin dramı diye bir küçük hikâye de yazmış daha fıkra yazarı olmadan fıkra yazarlığını beğenmiyor fıkra yazarlığını bir basamak yapacakmış yaratıcı eğilimleri olan bir yazar böyle köşelerde sıkışıp kalamazmış bir gün bakarsın oyun yazarı da olur ben böyle ihtiraslı adamlardan korkarım gazetede boş zamanlarında açıyor Türkçe sözlüğü boyuna kelime öğreniyor bana geçen gün bu ülkenin sorunlarının çözümlenememesinin nedeni bu sorunun kökeni kuramcılardan yoksun oluşumuzdur demez mi duvarlarda başka tahta parçaları da var ayrıca sergilerden alındığı anlaşılan resimli şiirler ben de bunu anlamıyorum ya şiir yaz ya resim yap camlatılmış onun yanında nazar boncukları bildiklerimizden değil en irilerinden ortalık sehpalarla doldurulmuştu hani her biri yaprak gibi de birleştirilince çiçek gibi oluyor onlardan gümüş sigara tablaları içinden ok atan kızlar çıkan renkli camdan sigara tablaları sigaralıklar nargile bile var sayısız vazolar kanapelerin bir kaç tane oturma odası takımı vardı salonda hepsi de yan yana dizilmişti kauçuk köpükleri o kadar kalındı ki insan oturunca içinde kayboluyordu halıların boş bıraktığı yerlerden nefis meşe parkeler görünüyordu üstüne ne diyorlar o cam gibi cilâdan sürülmüştü ben az kaldı kayıp düşüyordum biz hayran hayran çevremizi seyrederken Necmi Bey kapıdan girdi kireç gibi beyaz kolalı bir gömlek ve yanardöner kumaştan bir pantalon giymişti siyah makosen pabuçları mağazadan hemen alınmış gibiydi yumuşak mavi gözlerini üzerimize dikerek sert fakat mert bir insanın bütün heybetini ifade eden ve Davut peygamberinkini andıran bir sesle sordu size ne yardımda bulunabilirim içkilerimizi tazeledi misafirperverliğinin ve bize gösterdiği yakınlığın ve içkinin tesirine kapılarak bütün bunların sarhoşluğu içinde bir süre derin bir sessizliğe gömüldük ben elimdeki içine içki konulunca soyunan kız resimli viski bardağımla oynayarak sorularımızı sıraladım bir süre gözü işlemeli sırma iplikli ağır perdenin kıvrımlarına takılarak daldı sonra birdenbire silkinerek Selim mi dedi hangi Selim sarı Selim mi onu çoktandır görmüyorum anlaşılan bütün rakipleri sarıydı Selim dedik Selim işte kaç tane Selim var dünyada bir tane onu boş yere fırtınalı hayatının derinliklerine geçmiş günlerinin kaybolmuş sönmüş hayallerine geri götürmeğe çalıştık hatırlayamıyordu üzülüyordu silinmişti Hilmi dedik Burhan dedik hatırlar gibi oldu yüzünde bir gülümseme belirdi anladık hatırlamaya çalışıyordu babacan gülümsemesiyle yüzümüze bakıyordu bizden yardım bekliyordu acıdık hafızası çok zayıflamıştı filozof Burhan olmasın dedi tamam dedik sevindi çok güç hatırlıyordu lâkaplardan başka bir şey kalmamıştı aklında kitap kurdu Hilmi mi dedi ne kadar sevindik ne yapıyorlar Allahınızı severseniz onlar şimdi tanıdığı insanlar nerede onlar nerede gene de eksik olmasın hatırlıyordu bir takım karışık hayaller dolaşıyordu kafasında bakışlarından anlıyorduk karşılıklı susuyorduk biraz sonra nezaketen karısı olup olmadığını sormadığımız yalnız içerden sesini duymuş olduğumuz hanım da geldi Birsen dedi ona Selim’i hatırlıyor musun beyler bu konuda benimle konuşmak bu meseleyi görüşmek üzere gelmişler kadın çekinerek Necmi Beyin yüzüne baktı Dolâmbaç gazetesinden gelmişler ferahladı a dedi kadın siz o gazetenin muhabirleri misiniz kendimizi tanıttık söyleyin bana çok merak ediyorum dedi Nino ile Amelianın macerası nasıl bitecek hani şu ikinci sayfanızdaki resimli roman canım ben esrarlı bir gülümseme ile meslek sırrı hanımefendi diye cevap verdim bir kahkaha atarak sesinin güzel olmadığını itiraf etmeliyim haydi canım nazlanmayın siz gazetecilerin bildiklerinizi bu kadar titiz saklamadığı meydanda Ayten Gürses’in sonradan inkâr ettiğiniz aşkını gûya yazmayacağız diye yemin edip ağzından almışsınız o kadına bu kadar yer ayırmanız doğru mu gazetenizde diye bize takıldı kahkahalarının keskinliğine bileziklerinin şıngırtısı da karışıyordu Necmi Bey onun bu pervasızlığından biraz sıkılmış gibiydi bizi bırak Necmi biz gayet iyi anlaşıyoruz diye onu payladı kadın bu neşeli hava içinde nerdeyse gelişimizin sebebini unutuyorduk ben Necmi Beyin belki geçmişte hatırlamaktan hoşlanmadığı acı hâtıraları olabilir demek üzereyken Necmi Bey birdenbire elini alnına vurarak dikkat ettim kocaman şövalye yüzükler takmıştı parmaklarına hepsi de iri taşlı pahalı yüzüklerdi Selim diye öyle bir bağırdı ki hepimiz koltuklarımızdan fırladık onu teskin ederek yerine oturttuk hatırlamıştı merakla sözlerini bekliyorduk beyler heyecanlanmayın dedi yüzümüze acıklı bir ifadeyle bakarak yalnız onu tanıdığımı hatırlayabildim gerisi silinmiş kedere boğuldu onu teselli ettik yavaş yavaş hatırladı evet Burhan’ın arkadaşıydı evet nasıl bilemedim görsem hemen tanırım nerde arabam kapıda hemen gidelim görür görmez bakın hemen nasıl tanıyacağım işte Selim sensin diyeceğim kısa boylu sarışın canım bir çocuktu onu daha fazla üzmemek için Selim’in boyunu hatırlatamadık zaten artık boyunun ne önemi vardı yahu dedi ilâhi Selim ne yapıyor yaşıyor mu birden hayır yaşamıyor diyemedik çünkü daha fazla heyecanlandırmak istemiyorduk ona münasip bir lisanla Selim’e gitmenin artık bir fayda vermeyeceğini gitsek de Selim’i göremeyeceğini ona işte Selim sensin diyemeyeceğini anlattık birlikte çektirdikleri resmi Selim’i onu ve diğerlerini gösterdik gözyaşlarını tutamadı artık Selim’i tanıdığından şüphemiz kalmamıştı gerçi resimde Selim’i ona gene biz göstermiştik fakat yıllarca önce çekilen bu resim artık o kadar soluklaşmıştı ki tanımamakta mazurdu bununla birlikte kendisini bulup çıkardı resmin içinden kendi fotoğrafı da yeni bir üzüntü kaynağı oldu ne kadar zayıfmışım ne kadar gençmişim saçlarım ne kadar çokmuş diye sızlandı durdu Birsen bana hamur işleri yağlı yemekler yediriyorsun bir lokantaya gidince sanki satın alıyoruz lokantayı bakın kendisi de ne kadar şişman o kadar söylüyorum Birsen Hanım gazetecilerin yanında kendisine hakaret edilmesine dayanamadı salonun uzak bir köşesine kaçtı bu salon da ne kadar büyüktü her gün masajcı geliyor fin hamamından çıkmıyoruz fakat bu kadar yedikten sonra diye söyleniyordu Necmi Bey bugünden itibaren yemeği bırakıyorum duyuyor musun Birsen sabahları o mükellef kahvaltılara paydos sen de benimle birlikte rejime başlayacaksın bir bardak greypfrut suyu bir krikkrak başka bir şey yok bak şu resmime ben böyle zayıftım işte yalnız ızgara et yiyeceğim bundan sonra et de yağsız olarak Birsen Hanım yanımıza geldi içkiyi de bıraksan iyi edersin dedi seni asıl şişmanlatan içki biz de çok müteessir olmuştuk özür dileyerek ayrılmak istedik olmaz dedi size hiç faydam dokunmadı dünyada bu saatte bırakmam sizleri biraz aklım başıma gelsin henüz erken kafamı toplayamadım Birsen içeriye haber ver bize yemek hazırlasınlar o sırada kapı çalındı bir takım adamlar geldiler gittiler Necmi Beyin kulağına bir takım sözler fısıldadılar bir sürü adam besliyordu özel işleri hakkında tabiî hiç bir şey sormadık bize dert yandı hiç biri bir işe yaramaz gene de acıdığımdan bakıyorum on
İletişim YayınlarıKitabı okudu
··
5,4bin görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.