Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

200 syf.
·
Puan vermedi
tam adı "keşf-i kadim: imam gazali'ye dair" olan ve 2004'te yayımlanan dücane cündioğlu denemesi. bugünlerde 8. baskısı mevcut. gazali okumaları yapmadan okudum maalesef, bir yerinden girmek istedim yine de. dücane hocayla girmek iyi oldu, iştahımı açtı. hilmi yavuz'a resmen özel bir bölüm ayırmış. diline düşmemek gerekiyor böyle uzdilli insanların. hoca tabii ki herkese hitap etmene gerek yok da bazı kelimeleri değil sözlükte google'da bile bulamadım. geri okumalarını yapmadığım için bilgim ve fikrim zayıf bu meselede. sadece altını çizebildiklerimi not düşüyorum. “akaid’in zanniyattan, kelamın haşviyattan, tasavvuf’un batıniyattan, fıkh’ın ihtilafattan, hepsinden önemlisi felsefe’nin yunaniyattan arındırılmasında imam gazali’nin ve takipçilerinin rolü, sanırım kimsenin reddedemeyeceği kadar önemlidir.” (8) “hakim söylemeyi tekrarlamayı marifet addeden, ciddiye alınabilecek hiçbir mesned göstermeksizin kendi tarihini mahkum etmeyi iş haline getiren, sonra da kalkıp ezberciliği, tekrarcılığı, peşin-hükümlülüğü yermeye kalkışan araştırmacı sayısının hiç de az olmadığını göstermek için, şimdi de osman kafadar’ın aynı nakaratları yineleyen türkiye’de kültürel dönüşümler ve felsefe eğitimi (istanbul, 2000) adlı çalışmasından bazı aktarımlarda bulunacağız. ‘islam dünyasında hicretten hemen sonraki yüzyıllarda başlayan, abbasilerin ve islam’ın altın çağ’ı olarak kabul edilen 9., 10., 11. ve 12. yüzyıllar arasında en dinamik, üretken ve oldukça renkli olduğu dönemde sahip olduğu entelektüel açılımlar içinde yunan tarzında felsefe hareketi, önemli bir yer tutmasına rağmen, üç-dört yüzyıl gibi çok uzun olmayan bir ömre sahiptir. eski yunanlıların m.ö. 7. yüzyıl ile m.s. 3. yüzyıllar arasındaki 1000 yıla yaklaşan felsefe hareketi gözönüne alınırsa, gerçekten de bu süre oldukça kısadır.’ islam düşünce tarihinde “yunan tarzında felsefe hareketi” aramak ve bulamayınca üzülmek gibi gafletler bir yana, eski yunanlılar adlı mevhum ve muhayyel bir kitlenin 1000 yıllık bir zaman diliminde eskimeksizin biteviye felsefe yaptıklarını iddia edebilmek için second-hand kitaprlar okumak kafi geliyor ne yazık ki!” (35) “geleneğimizin ustaları, elbette önyargısız değillerdi… ancak unutulmamalı ki onlar hesabı verilmemiş önyargılara da sahip değillerdi. binaenaleyh hesabı verilmemiş önyargıları bulunan insanlardan herhangi bir görüş ve düşünceyi ya da dünya tasavvurunu, bu önyargılarından bağımsız olarak ele almalarını beklemek kadar ahlaksızca bir tutum olamaz. çünkü önyargılardan sıyrılmak demek, önyargıların hesabını vermek demektir! hesabı verilmiş önyargılardan sıyrılmaya çalışmak, zaten önyargıların hesabının henüz verilmemiş olduğunu gösterir; dolayısıyla hesabı verilmeksizin önyargılardan kurtulmaya çalışmanın ilmi bir kıymeti olmadığı gibi, hesabı verildikten sonra sıyrılmaya çalışmanın da ahlaki bir kıymeti yoktur; her iki halde de (işin içinden) sıyrılmanın bir kıymeti yoktur.” (39-40) “islâm düşüncesi'nin imam gazáli' den sonra, vani 12. yüzyıl’dan itibaren inkıraz ve inhitata uğradıği seklindeki iddialar ilk önce batılılar eliyle öne sürülmüş, daha sonra sırasıyla araplar, iranlilar ve türkler tarafından bu iddialar büvük bir hevesle tekrarlanmıştır. a) batılılar kendi tarihlerini tek taraflı inşa ettikleri için, bu yüzyillarn kendi zaviyelerinden bir "yeniden doğuş" (rönesans) olarak tavsif ediyorlardı. bu nedenle onların, fiilen yıkmaya çalıştıkları bir imparatorluğun fikrî ve tarihi köklerini kasd-ı mahsusla bir hiç mesabesine indirmeye çalışmalarında garipsenecek bir taraf yoktur. b) abbasilerden itibaren islâm dünyası üzerindeki siyasí hakimiyetlerini kaybetmeleri sebebiyle, arapların ve bâhusus arap milliyetçilerinin, imam gazâli'den sonra selçuklu ve osmanlı hâkimiveti altında geçen asırların olumsuz tasvirlerini sahiplenmelerinden daha tabii ne olabilirdi?! ne de olsa suçlu, en nihayet savaşmaktan düşünmeye fırsat bulamayan türklerdi. c) iranlılar ise hem mezhebi, hem de siyasî rakipleri olan sünní türkler hakkında öne sürülen bu haksız ithamları kabul etmekte hiç ama hiç zorlanmadılar. onlara göre çöküş sünniler tarafındaydı ve şii dünyasında ise inkişaf - hem de kesintisiz bir biçimde - sürmüştü. d) türklere gelince, onlar kendi tarihlerini karalamaya ve bu tarihten kopmaya herkesten çok ihtiyaç duydular; zira elde kalan toprak parçasını muhafaza edebilmek ve batı medeniyetine eklemlenebilmek için öncelikle bu tarihin reddedilmesi, geçmişle ilgili bütün bağların koparılması gerekiyordu. genç türkler, gazali sonrasında teşekkül eden 7-8 asırlık ilim ve irfan mirasının köhneliği sebebiyle yenildiklerine inanmışlar ve hınçla bu köhne terekeden kurtulmak istemişlerdi. onlara göre geleceği kurmak için böyle bir geçmişe ihtiyaç yoktu; hal yeterliydi.” (52-53) “düşünme yola düştüğü andan itibaren kendisini iç içe geçmiş dört kürenin (iki boyutlu olarak tersim edilirse: dört dairenin) tam da ortasında bulur. aşılması gereken safhaların ilki hatti, ikincisi lisani, üçüncüsü zihni, dördüncüsü aynidir. varlığın mertebeleri (meratib’ul-vücud) olarak da adlandırılan bu küresel katmanların merkezinde hz. insan yer alır ve merkezden çevreye adım atıldıkça, varolanların, kağıt üzerindeki tersimlerinden başlayarak bizzat kendisine, mesela elma yazısından elma sözcüğüne (hatti varlıktan lisani varlığa), elma sözcüğünden elma kavramına (lisani varlıktan zihni varlığa) ve en nihayet elma kavramından elmanın kendisine (zihni varlıktan harici varlığa, varolanların kendisine) doğru derece derece çıkılmış olur. en altta yer alan iki mertebe (vücud-i lisani ile vücud-i hatti) toplumdan topluma değişebilirken, en üstteki iki mertebe (vücud-i zihni le vücud-i ayni) zati itibariyle sabittir, değişmez. düşünen her insan düşünmenin yoluna kendi çevreninden, yani ilk muhitini belirleyen simgelerden ve daha da önemlisi kendi dilinden hareketle koyulur. öyle ya ateşin zati özellikleri (kendisi) insandan insana değişmez; ne ise nedir, nesnedir çünkü. keza ateşin kavramı da zati itibariyle değişmez; nesnesine mutabık olmak zorundadır. fakat ateş sözcüğü de, ateş yazısı da toplumdan topluma değişir, sabit değildir. çünkü dil de, alfabe de vaz’idir, yani toplumsal uylaşımın bir türüdür.” (147-8)
Keşf-i Kadim
Keşf-i KadimDücane Cündioğlu · Kapı Yayınları · 2017196 okunma
·
1 artı 1'leme
·
75 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.