Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

464 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Tüm zamanların en çok satış yapan kitabı
Öncelikle geçmişine bakalım. Bu kitap tüm zamanların en çok satış yapmış olan bir kitap olma özelliğini taşıyor. 200 milyonun üzerinde bir satıştan bahsediyoruz. İlk kez 1859 yılında gazetelerde tefrika edilmek üzere yazılmış, daha sonra kitaplaştırılarak dünya edebiyatının en meşhur kitapları arasındaki yerini almıştır. Yazarımız Charles Dickens bu eseri: “Yazdığım en iyi hikaye.” diye tanımlar. Bir başka özelliği ise onun gelmiş geçmiş en iyi giriş paragraflarından birine sahip olması. Aslında kitaba duyduğum ilginin nedeni de tam olarak buydu. Şimdi 160 sene öncesinden dünyayı nasıl tanımladığına bir bakın: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu…” Yeniden Dirilen “Her insanın bir diğeri için engin bir muamma oluşu , üzerine kafa yorulması gereken şaşırtıcı bir gerçektir.” Kurgu, 1775 senesinde, kasım ayının sonlarında bir cuma gecesi başlar. Fransız ihtilali arifesinde Dr. Alexandre Manatte, aristokratlar tarafından haksız yere on sekiz yıl hapis yattıktan sonra akli dengesini kaybetmiş olarak çıkar. Babasının yaşadığından bile haberi olmayan Lucie Manatte, eski aile dostu Jarvis Lorry tarafından Paris‘e çağrılır. Burada bir şarap dükkanı sahibi olan Defarge çiftinin kiralık dairesinde olaylar gelişmeye başlar. Lucie, ilerleyen bölümlerde Aristokrat bir aileye mensup olan Charles Darnay ile tanışır. Darnay, bu aileden ve ailenin mensup olduğu asil sınıftan nefret ediyordur. Tüm haklarından feragat ederek bir süre İngiltere’ye dönüp öğretmenlik yapar. Daha sonra Lucie’ye aşık olup evlenirler. Kızları henüz altı yaşındayken Fransa’da ihtilal olur ve soylu sınıfına mensup olan aile ihtilalciler tarafından infaz edilir. Ailenin hayatta kalan son ismi Darnay’i de suçlu ilan ederek tutuklarlar. Kendisi taşıdığı soyisimden nefret etse de ihtilalciler onu da aristokrat sınıfından sayarak yıllarca hapiste bırakırlar. Bununla beraber ihtilalcilerin gözünde büyük bir insanlık abidesi olan Dr Manatte, damadı lehine tanıklık yaparak serbest bırakılmasını sağlar. Ama daha sonra yeniden tutuklanacaktır. Kurgu kısaca böyle. Kitap özetleri başlığı altında bile olsa daha fazla detay vermeyeyim. İki şehrin hikayesi romanına dair internette birçok inceleme okudum. Şahsi fikrim eğer kitabı okumadıysanız hiçbirine bakmayın çünkü öğrenmek istemeyeceğiniz birkaç bilgi verdiklerini fark ettim. Kitabın üst katmanında bunlar var. Ama sizin bakmanız gereken yer alt katmanlar. Birçok okur maalesef ki bu katmandan haberdar bile değil. Kitapların asıl besini derinlere yerleştirilmiş dip dalgalarındadır. Benim yakaladığım “öz” ise, Fransız İhtilalinin belki de üzerinde durulmayan öteki yüzüydü. Dickens, halkların küçük bir soylu sınıf tarafından açlık ve sefalete nasıl mahkum edildiğini çarpıcı bir akışla gözler önüne seriyor. Bu tabloya bakarak on sekizinci yüzyıl Avrupa’sını gözünüzde canlandırabiliyorsunuz. Bakın size kitaptan da alıntı yaparak 18. Yüzyıl Avrupa’sını betimleyeyim. Bu sayede bir yazarın neden kendi çağının tanıklığını yapması gerektiğini daha iyi anlamış olursunuz. “İşte bizi şurada dikilen adam soydu. Ne de olsa onlar üstün yaratıklar. Biz ise yanlarındaki köpekleriz. Bizden insafsız vergiler toplar, bizi hiçbir ücret ödemeden yanında çalıştırır, buğdayımızı kendi değirmeninde öğütmeye zorlar… Soygunculuk ve yağmacılık öyle başını almış yürümüştü ki azıcık bir et bulsak, korku içinde, adamları bunu görüp de elimizden almasın diye kapalı kapılar ardında yiyorduk.“ “Ablam daha evleneli birkaç hafta olmuştu ki şu adamın kardeşi onu görüp beğenmiş ve kocasından onu kendisine ödünç vermesini istemiş.“ “Biliyorsunuz doktor, bizim gibi köpekleri arabalarının önüne koşmak ve sürmek bu soyluların hakları arasındadır. Ablamın kocasını arabaya koşup sürdüler.“ Aslında Fransız İhtilalini yaratan koşullar da bunlardı. Kitap ihtilal öncesindeki monarşiye odaklanıyor. Bir avuç kibirli zengin tarafından halkın nasıl üzüm gibi ezildiği… Onların emeğini, ekmeğini, namusunu ve yaşamını zapturapt altına alışını iliklerinizde hissediyorsunuz. At arabasının altında can veren bir çocuk sahnesi var. Arabada monsenyör oturuyor. Adam duygularını o denli yitirmiş ki acı namına hiçbir şey hissettiği yok. Çocuğun babasına bir tane altın fırlatırken aşağılayıcı sözlerle: “Çocuklarınıza niye sahip çıkmıyorsunuz? Bakın, arabama zarar verdi.” diyebiliyor. Bunu aklınızın bir köşesine not edin. Daha sonra ihtilalciler hakkında yorum yaparken işinize yarayacak. Dickens bizlere on dokuzuncu yüzyıldan sesleniyor ama siz bunu günümüze de uyarlayın. Toplumun yağlı tabakasını oluşturan küçük azınlık ve onların kibirli tabiatları sona ermiş değil. Yazar kitapta monsenyörü şöyle betimlemektedir: “Monsenyör’ün bu güzel çikolatayı ağzına götürebilmesi için… en az iki altın saati olmadan nefes alamayan şeflerinin yardımı gerekiyordu. Adamlardan biri çikolata kabını onun yüksek huzuruna getirir, ikincisi bu iş için yapılmış küçük bir aletle bunu karıştırıp köpürtür, üçüncüsü monsenyörün özel peçetesini uzatır, dördüncüsü (iki altın saati olan) çikolatayı ağzına götürürdü. Bu adamların biri bile olmadan monsenyörün çikolatasını içmesi ve yüce onurunu koruması mümkün değildi. Çikolatası yalnızca üç kişi tarafından servis edilecek olsa şerefi lekelenir, iki kişi tarafından edilecek olsa ölürdü.“ Devrim gelip çattığında halkın öfkesi, önüne çıkan bütün engelleri acımadan söküp atar. Sözüm ona o mutlu azınlık korunaklı sandıkları şatolarında boğazlanırlar. Burada bazı karakterler bu durumu yadırgasalar da, zengin tabakanın halka karşı yaptıkları ağır zulüm hatırlatılır. İhbar edilenlerin ya da direk tutuklananların pek de adalet gözetmeden giyotine gönderilmeleri de ayrıca eleştirilir. Zira onların suçlu bulunmaları için soylu sınıfına ait olmaları ya da ihbar edilmeleri yeterlidir. Kendini devrimin coşkusuna kaptırmış olan halk da iyi analiz edilmiş. Günde yüzlerce insan giyotinle öldürülüyor ama halka göre bu sayı çok az. Yarın daha fazlasını getirin buraya diyorlar. Bu halkın bir başka yapısı da, içinde taşıdığı coşkunun çok çabuk şekil değiştirebildiği. On dakika öncesinde gözyaşlarına boğularak ayakta alkışladıkları birini, on dakika sonra acımasızca boğazlayarak parçalarına ayırıyorlar. Burada yapılan tespite dikkat etmeli. Bir kere hedef gösterilmesin kitlelere, ne kadar ileri gidebileceklerini hak getire! Madam Defarge ile Sydney Carton karakterlerinden gözünüzü ayırmayın. Çok şey söyleyecekler sizlere. Kitap bitince ne demek istediğimi iyi anlayacaksınız. Kitap özetleri ve önerileri serimizin bu ilk bölümünün sonuna geldik. Uzunca ama iyi bir inceleme oldu diye düşünüyorum. İki şehrin hikayesi bir çağı kapatıp bir çağı açan Fransız İhtilalinin romanıdır. Dönem, ihtilal öncesi, sonrası ve olayın yaşandığı dönemdir. İsminin bu kadar bilinir olmasını da iki yüz milyon satmasını da hak ettiği kanısındayım.
İki Şehrin Hikâyesi
İki Şehrin HikâyesiCharles Dickens · Can Yayınları · 202358,6bin okunma
·
74 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.