Teze Pir Camiinin önündeki koca meydanda hep bir ağızdan bağırıyorlardı: " Ah Hüseyin! Şah Hüseyin! " İnsanlar tam bir cezbe halindeydiler. Bazıları -ki onlara sinezen deniliyor- yüreklerinin üzerini yumruklayarak uğunuyorlardı . Bazıları ellerine aldıkları 60-70 cm uzunluğundaki zincirlerle sol ve sağ sırtlarını döverek kanatıyorlardı. 40-50 yaşlarında erkekler gördüm. Usturaya vurdukları başlarını, ellerindeki palalarla, boydan boya yarmışlardı. Yüzleri, gözleri kan revan içinde kalmıştı. Başları yazmalı kadınlar, sağa sola sallanarak ve " Ah Hüseyin ! Şah Hüseyin ! " diye inleyerek ağlıyorlardı.
Binlerce insanın dövündüğü, inlediği, ağladığı bir yerde, benim bir taş gibi durmam elbette mümkün değildi . Bu dövünmelerin, bu sırtlarını kezzap dökülmüşçesine zincirlerle kan çanağına çevirmenlerin bu baş yarmal arın İslamiyet'te kıl kadar yeri yoktur. Bunları bildiğim halde ben de hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Birdenbire binlerce kişiyi daha çok duygulandıran, yeni baştan hıçkırıklara boğan bir hadiseye şahid oldum: Bir baba, herkesin gözü önünde, elindeki kılıçla, 1 0- 1 2 yaşlarındaki oğlunun başına vurmuş , çocuğu adeta kana bulamıştı. Çocuğun gözünde bir damla yaş yoktu, ağlamıyordu. Fakat bütün kalabalığı hıçkırıklara boğan bir iki cümle söylüyordu:
-Keşke senin yerine ben öleydim Şah Hüseyin ! Kanım
sana helal olsun Şah Hüseyin!
Hüzünlü kalabalıktan çıkmak istedim ama çıkamadım. Çaresiz kaldım. Anladım ki, kalabalık dağılıncaya kadar, bu hıçkırık sağanağı altında perişan olacağım. B ir ara , birinin omuz başıma vurduğunu hissettim. Dönüp baktığımda, hiç tanımadığım biriydi . Beni, sağ elimin bileğinden tutup kendine doğru çekmeye başladı: -Gelin benimle! Gelin benimle ! Adam, beni çeke çeke kapalı bir kapı önüne götürdü. Orada, kendisine sordum:
-N ereye gidiyoruz? -Sizi, Şeyhülislamımız Allah Şükür Efendi istiyor. Ona gidiyoruz. Kapı açıldı . Biraz sonra kendimi, Azerbaycan Şiilerinin dini lideri olan genç Şeyhülislamın karşısında buldum . Bir pencere önünde oturuyordu: "Kala balıkta sizi görünce buraya almak istedim ! " dedi . Sonra yanı başında bulunan bir kimseyi göstererek: -Tanış olun ! " dedi. Beyefendi, Baku'ınüzün valisidir ! Valiyle tanıştıktan sonra Şeyhülislama döndüm: -Nedir bu hal Şeyhülislam Efendi? dedim. Biz, Hz. Hüseyin Efendimizi böyle mi anmalıyız? Başından beri bu törenierin içerisindeyim ve görüyorum ki, akıtılan kanların, koparılan çığlıkların, zincirlenen, yumruklanan, dövülen bedenlerin . . . İslamiyetle kıl kadar olsun bir ilgisi yok. Ben burada, soyumuzun Müslüman olmadan önce, ölülerinin arkasından yaptıkları yuğ merasimlerini hatırladım. Müslüman olmayan Türkler arasında, bir yakınlarını kaybettiklerinde tırnaklarıyla yüzlerini kanatırcasına ağlamak, saç baş yolmak, hatta p ara karşılığında adam tutarak ağlatmak vardır da, İslamiyet'te bütün bunlar yoktur. Gördüğünüz gibi ben de çok perişan oldum. İslamiyet'te, ölülerimizi rahmetle , hayıda v e gözyaşı dökmeden anarız. Siz, burada bu Şii cemaatinin lideri olduğunuza göre onları uyarımıyor musunuz? Bu yapılanların Hz. Ali Efendimizin, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimizin ruhlarını çok inciteceklerini açık açık söylemiyor musunuz?
-Efendi! Bu Şii topluluğu, belki bin yıldan beri Hz. Hüseyin Efendimizin Kerbela'da şehit edilmesini hep böyle anıyor. Benim, bin yıldan beri devam eden bir geleneği orta dan kaldırmaya gücüm yetmez. Söylediklerime kimse aldırmaz. Dünyada yanlışı olmayan topluluk mu var? Bizim bu yanlışımız da kıyamete kadar bizimle birlikte devam edecek.