Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ümitsizliğin resmi
İtimad-ı nefs. Kısaca, insanın kendine güvenip dayanması demek. Anlamı da olumsuz. Çünkü bir zamanlar, adına nefs de denilen kendilik'in gerçekte pek öyle güvenilecek dayanılacak bir şey olmadığına inanılırdı. İtimad-ı nefs'in bugünkü karşılığı ise özgüven. Ne garip değil mi, anlamı da olumlu, varlığı da. Özüne, yani kendine güvenmeyene değil aş veya eş, iş bile verilmez bugün. Karşıtlık, iki farklı dünyagörüşü arasındaki karşıtlıktan kaynaklanıyor. Geleneksel ahlak anlayışımıza göre, insanın her daim havf (korku) ile recâ (ümit) arasında olması gerekirdi, yani ne tek başına korku, ne de tek başına ümit. Korku ümit'le dengelenmeliydi, ümit de korkuyla. Bu iki halin karşıtlarından da uzak durulması gerekirdi. Neydi onlar? Korku'nun karşıtı güven (emn) idi, ümid'in karşıtı ise ümitsizlik (yeis). Yani emn ve yeis, insanın muhakkak kaçınması gereken olumsuz uçlardandı. Geleceğe güvenmemeli ve fakat her ne hal olursa olsun gelecekten büsbütün ümit de kesilmemeliydi. Yapılması gereken belliydi: korku'yla ümit arasında olmak. Havf ile recâ arasında. Lorsque l'espérance est extrême, elle change de nature et se nomme sécurité ou assurance, comme au contraire l'extrême crainte devient désespoir. (Ümit artarsa tabiatı değişir ve güven (emn u yakîn) adımı alır, buna mukabil korku artarsa ümitsizliğe dönüşür.) Bu tesbit, Fransız düşünür Descartes'a ait. Eskilerin açıklamalarını beğenmediğini açıkça dile getirmiş olsa bile Descartes'in kendisi de aynı ahlaki tabloyu kullanır. Bir tarafta elde edilmesi gereken iki hal: crainte-espérance (korku- ümit). Diğer taraftaysa kaçınılması gereken iki hal: sécurité désespoir (güven-ümitsizlik). Aşırı ümidin güvene, aşırı korkunun ise ümitsizliğe dönüşmesini engellemek geleneksel terbiyenin hedefleri arasındaydı. İtimad-ı nefs de bu yüzden hoş görülmezdi. Çünkü ne olacağı belli olmazdı. En sağlıklısı biraz korku, biraz ümitti. Peki ya korkunun ümitsizliğe dönüşmesi? Ümitsizlik, ah o can yakıcı, o mel'un, o sinsi şeytan! Efendimize, Yunus gibi olmamasını hatırlatır Kur'an. Yunus gibi ümitsizliğe düşmemesini, kaçmamasını, onun gibi bir sahile fırlatılıp terkedilenlerden olmamasını. Yakub'un tavsiyesidir: Yusuf ve kardeşi aranmalı ve Hak'tan asla Ümit kesilmemelidir. Ümitsizliğin nasıl bir şey olduğunu mu merak ediyorsunuz veya yardımdan ümidini kesmiş bir kalp mi görmek istiyorsunuz, Flavitsky'nin Prenses Tarakanova (1864) adlı tablosunu muhakkak temaşa etmelisiniz. St. Petersburg'lu bir ressam Konstantin Dimitriyeviç Flavitsky (1830-1866), fakat şah-eseri Moskova'da. Galeri Tretyakov'da. Tek kelimeyle, üç asırlık Rus resminin şahikalarından. Sovyet hükümeti bile, 1980'de, Flavitsky'nin 150. doğum yıldönümü münasebetiyle tablonun hatırına bir pul bastırmayı ihmal etmemişti. Yelizaveta Alekseyevna Tarakanova. Rivayete göre, Çariçe Yelizaveta'nın Kont Aleksey Razumovsky'den olma gayr-i meşru kızı. 1762'de tahtı ele geçiren Çariçe II. Yekaterina döneminde tahtta hak iddiasıyla ortaya çıkarılır.) En nihayet yakalanır ve tutuklanıp Petro-Pavlov Kalesi'ne hapsedilir. Çok geçmeden de bu zindan ona mezar olur. Hem de gencecik yaşında. Tam yirmi yaşında. Sanatçı, Tarakanova'nın trajik ölümünü ebedi bir hikâyeye dönüştürmüş ve 1777'de vuku bulan bir su baskınında Prenses'in ölüm karşısındaki çaresizliğini ustaca resmetmiştir. Hücresine dolan nehir sularının hışmından korunmak üzere yatağının üzerinde adeta son dakikalarını yaşayan genç prensesin içine düştüğü yıkıcı ümitsizlik adeta tecessüm etmiş gibidir. Hiçliğin sınırına gelmiş bir ruh-ı mücessemin eriyişi. Havanın, suyun, demirin, kalbin soğukluğu. Angstın ta kendisi. Karşımızda. Ölüm. Ürkütücü. Heybetli bir tablo. Diz çöktürücü. Boyun eğdirici. Çünkü gerçek bir sanatçının muhayyilesinin mahsulü. Hayalin gerçeğe galebe çalması. Bu arada gerçek de ne ki? Küçük bir ayrıntı: Petro-Pavlov Kalesi'ndeki ünlü su baskınının tarihi 1777. Flavitsky'nin muhayyilesi Prenses'in ölümünü bu vakıayla birleştiriyor. Oysa genç kadın bu tarihten iki yıl önce, 1775'te ölmüştür. Tüberkülozdan. Tablo'ya dikkatlice bakınız, tarihçilerin yalan söylediklerine inanmaktan kendinizi alamayacaksınız. 1775'te tüberkülozdan ölen zavallı prensesi 1777'de su baskınında öldüren sanatçının dehası karşısında eğiliyor ve tarihi gerçekleri sana teslim ederken o edebi yalanı kendime ayırıyorum ey talib! Hissene iyi bak, gerçeğe. Usulca sar, sakla, koru onu, ki gerçekliğin gerçeğiyle değil, bir tek hayâliyle ölelim. Son olarak, ilgilenenlere Prenses Tarakanova'nın bakışlarıyla (Caravaggio'nun resmettiği) Aziz Petrus'un bakışlarını karşılaştırmalarını öneriyorum. İtimad ediniz lütfen, aradaki fark, havf ile heybet arasındaki fark kadardır.
Sayfa 105 - Kapı YayınlarıKitabı okudu
·
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.