Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Ertesi gün, Küçük Paskalya Yortusu Pazarı'nda (24 Mayıs 1 254), saraya götürüldüm. Yüksek memurlar da geldiler. Bunlardan biri Han'ın sakisi olan bir Moğol, diğerleri ise Müslüman'dı. Möngke'nin arzusuyla bana, neden geldiğimi sordular. Bunun üzerine daha önce verdiğim cevabı verdim ; yani aslında Sertak'a geldiğimi, ondan Batu'ya, nihayet Batu tarafından buraya gönderildiğimi söyledim. Onlara şunları anlattım: "Ben bir insanın gönderdiği haberi getiren elçiyim. Han'ın kendisi Batu'nun yazdıklarını bilir. Ben sadece duymak isterse Tanrı'nın sözlerini söyleyebilirim" Bu cümle üzerine bana, ona hangi Tanrı sözlerini söylemek istediğimi sordular. Onlar, benim de diğerlerinin yaptığı gibi, kehanetlerde bulunacağımı sanıyorlardı. Şöyle söyledim: "Ona Tanrı'nın sözlerini söylememi istiyorsanız, bana bir tercüman tayin edin" . Karşılık verdiler: "Biz bir tane ısmarladık ama şimdilik bu tercümanla mümkün mertebe konuş. Biz seni anlayacağız". Beni konuşmaya zorladılar ve ben şöyle söyledim: "Kime ne kadar çok verilirse, ondan o kadar çok istenecektir. Buna benzer başka bir söz daha vardır: Kime ne kadar çok zenginlik verilirse, o kadar çok sevmelidir. Tanrı'nın bu sözlerine göre Han'a derim ki: Tanrı ona büyük güç vermiştir; zira sahip olduğu kudret ve devleti put suretlerinden değil, yerin ve göğün sahibi olan, ellerinde bütün krallıkların sükuneti bulunan, insanların günahlarına göre bir kavmi diğerine hakim kılan yüce Tanrı'dan almıştır. Eğer Tanrı'yı severse Han için iyi olur. Eğer böyle olmazsa bilmelidir ki Tanrı ondan her şeyi geri isteyecektir" . Bunun üzerine bir Müslüman şunu sordu: ''Tanrı'yı sevmeyen bir insan var mıdır ?". 'Tanrı der ki" diye cevap verdim, " Kim beni severse, buyruklarımı yerine getirsin. Ve kim beni sevmezse, onları yapmaz. Yani kim Tanrı'nın emirlerini yapmazsa, Tanrı'yı da sevmez" . Birisi sordu: "Tanrı'nın buyruklarını öğrenmek üzere gökte bulundun mu ? " . " Hayır" dedim, " Fakat, onları bizzat, kutsal kişilere gökten indirmiştir. Ve kendisi de gökten inerek bizlere öğretmiştir. Bu emirler kutsal yazılarda vardır ve biz insanların yaptıklarından, emirleri tutup tutmadıklarını anlarız" . Yine o dedi ki: "Yani bununla Möngke Han'ın emirleri tutmadığını söylemek istiyorsun ? " . Ona cevap verdim: "Eğer sizin belirttiğiniz gibi tercüman gelirse ve Möngke Han da kabul ederse ona Tanrı'nın emirlerini anlatacağım. Sonra o, bunları tutup tutmadığına kendisi karar verecektir" . Benim yanımdan ayrıldılar ve Han'a benim kendisi hakkında putperest olduğunu ve Tanrı'nın emirlerine uymadığını söylediğimi naklettiler. Ertesi gün Han, naibini bana gönderdi ve şunları söyletti: " Efendimiz bizi sana göndererek, şunları iletti: Sizler Hıristiyan, Müslüman ve putperestsiniz. Her biriniz kendi dininin ve yazılarının yani kutsal kitabının en doğru gerçeği anlattığını iddia etmektedir. Bu sebepten dolayı Han, hepinizin bir araya gelerek, öğretilerinizi birbirinizle mukayese etmenizi istemektedir. Bunları ayrıca yazmak suretiyle, Han'ın bizzat gerçeği anlamasını sağlayacaksınız". Bunun üzerine dedim: " Bu fikri Han'ın kalbine yerleştiren kişi, kutsanmış olmalıdır. Fakat bizim yazılarımız Tanrı'nın hizmetinde olanların münakaşa etmemelerini emreder. Daha çok sulha hazır olmalıdır. Ben, kavga ve münakaşa yapmadan, inanç ve Hıristiyanlığın amaçları hakkında onun istediği her bilgiyi vermeye hazırım" . Benim bu cevaplarımı yazdılar ve Han'a götürdüler. Neticede Nasturiler, hazırlanmak ve söyleyecek olduklarını yazmak konusunda bilgilendirildiler. Aynı şekilde Müslümanlara ve putataparlara da haber verildi. Ertesi gün Han yeniden naibini şu soruyu sormak üzere gönderdi: "Möngke Han􀚀 senin hangi nedenden dolayı bu ülkeye geldiğini öğrenmek istiyor" . Karşılık verdim: "Batu bu hususta ona yazmış olduğu için, bunu kendisi bilmelidir". Fakat, dediler ki: " Batu'un mektubu kaybolmuştur ve Möngke Han Batu"un ona yazdıklarını unutmuştur. Bu yüzden sizden öğrenmek istiyor" . Bu konuşma üzerine şunları söyledim: " Dinimiz bütün insanlara İncil'i vaaz etmeyi emretmektedir. Ben Moğol kavmine bunu anlatmayı duyunca, denemeyi talep ettim. Ve ben bu arzuyla yanarken, Sertak'ın Hıristiyan olduğunu işittik. Bunun üzerine ona gittik. Efendimiz Fransa kralı ona bizimle birlikte dostluk ihtiva eden bir mektup gönderdi. Bizim kim olduğumuzu da onaylı bir yazısında belirtti. Aynı zamanda, Moğollarla beraber kalabilmemiz için ondan müsaade istedi. Sertak tarafından, Batu'ya ve sonra da Möngke Han'a gönderildik. Bu nedenle ondan burada kalmamıza izin vermesini diledik" . Böylece her şeyi yazdılar ve Han'a bildirdiler. Ertesi gün yeniden onları bana gönderdi ve şunları söyletti: "Han sizin ona elçilik gayesiyle gelmediğini gayet iyi biliyor. Bilakis siz, diğer dürüst papazlar gibi ona dua için geldiniz. Buna rağmen, daha önce sizden bize ve tam tersine bizden size elçi gelip gelmediğini sormaktadır ?". Bunun üzerine onlara David ve Andreas hakkında her şeyi anlattım . Her şeyi tutanak halinde kaydedip, hana sundular. Tekrar bana, şu haberi getiren adamlar gönderdi: " Efendimiz Han diyor ki: Siz uzun süre burada kaldınız. Sizin ülkenize geri dönmenizi istiyor ve size, kendi elçilerini beraberinizde götürmeyi kabul edip etmediğinizi soruyor" . Şunları bilmelerini istedim: "Onun elçilerini kendi ülkesi dışında birlikte götürmeye cesaret edemem, çünkü sizinle bizim ülkelerimiz arasında savaş bölgesi, deniz ve dağlar bulunmaktadır. Ben sadece fakir bir rahibim ve bu yüzden elçilere kılavuzluk yapmaya güvenip, cesaret edemem" . Yeniden her şeyi yazdılar ve Han'a geri döndüler. Küçük Paskalya Yortusu'ndan bir gün öncesi geldi (30 Mayıs 1254). Nasturiler, hilkatten İsa'nın çarmıha gerilmesine kadar bir tarih yazdılar. Hz. İsa'nın ızdıraplarını atlayarak, göğe yükselişi, ölülerin kıyam etmesini ve mahşer gününü yazıya dökmüşler. İfadelerinde, benim açıklamak zorunda kaldığım bazı noktalar düzenli değildi. Kuddas ayini konusunda "Credo in unum Deum" konusunda birleştik. Onlara nasıl ilerleyeceklerini sordum. Önce Müslümanlarla tartışmak istedikleri cevabını verdiler. Ben bunu reddettim ve Müslümanların bir Tanrı'ya inandıkları için bizimle anlaşacaklarını söyledim. " Bu noktada dedim'', "Putatapanlara karşı onlardan yardım sağlarsınız". Onlara, puta tapmanın dünyada nasıl ortaya çıktığını bilip bilmediklerini sordum. Bilmedikleri için, onlara anlattım. Şu kanaate vardılar: "Bunu onlara öğretmelisiniz, fakat sonra bize söyletmelisiniz, çünkü bir tercüman yardımıyla konuşmak hakikaten zordur" . Bunun üzerine onlara bir teklifte bulundum: "Bir defa kendinize davranmayı istediğiniz gibi olmayı deneyin. Ben şimdi putataparlar partisini üstleniyorum ve siz Hıristiyanları. Diyelim ki şimdi ben o dindenim. Onlar Tanrı'nın mevcut olmadığını iddia ettiklerine göre, onun varlığını bana ispat edin". Orada, herhangi bir şeyin içindeki ruh veya kuwetin bu şeyin Tanrısı olduğunu, bunun dışında Tanrı olmadığını ileri süren bir tarikat vardı. Bunun karşısında Nasturiler başka bir ispat yolu bilmiyorlardı ve sadece kutsal yazıların dediklerini naklediyorlardı. Fakat ben onlara şunu anlattım: "Putataparlar, kutsal yazılara inanmazlar. Şimdi böyle yaparsanız, size başka türlü anlatacaklardır" . Bundan sonra onlara, putataparlarla bir araya gelmeme razı olmaları tavsiyesini yaptım. Böylece şaşırtıldığını takdirde söze karışma imkanları olacaktı. Şayet Nasturiler saf dışı edilirlerse, artık dinlemeyecektim. Bunları kabul ettiler. Böylece Küçük Paskalya akşamının öncesinde duahanede toplandık. Möngke Han bize, biri Müslüman, biri Hıristiyan ve biri de putperest olmak üzere üç naibini hakim olarak gönderdi. Yüksek sesle bize bildirildi: "Bu Möngke'nin buyruğudur. Hiç kimse, Tanrı'nın buyruğunun bundan farklı olduğunu iddia etmeye cesaret etmesin. Buyuruyor ki karşı tarafa, tahrik edici veya şirret sözler söyleyip ve çizgiyi aşıp bu toplantıyı bölmeye çalışarak, hiç kimse ölüm cezasına maruz kalmaya kalkışmasın" . Buna her kes söz verdi. Burada bir çok kişi bulunuyordu; çünkü her parti en akıllı kafaları getirmiş ve bundan başka çok sayıda insan da oraya akın etmişti. Hıristiyanlar beni ortaya oturttular ve putperestten benimle tartışmasını talep ettiler. Bunun üzerine onlardan orada çok sayıda bulunanlar Möngke Han'a karşı mırıldanmaya başladılar, çünkü şimdiye kadar hiç bir Han onların dini sırlarını tetkik ettirmemişti. Sonra karşıma Hitay' dan gelmiş ve kendi tercümanını da beraber getirmiş olan birini çıkardılar. Wilhelm Usta'nın oğlu ise emrime amadeydi. Putperest bana şöyle konuştu: "O dostum, eğer dara getirilseydin, mutlaka senden daha akıllısını aramak zorunda kalırdın " . Sustum. Sonra ne üzerine, yani dünyanın yaradılışını mı yoksa öldükten sonra ruhların ne olduğunu mu tartışmak istediğimi sordu. Karşılık verdim: "Dostum bizim konuşmamız bununla başlayamaz. Her şey Tanrı'dandır. O bizzat ilktir ve her şeyin başlangıcıdır. Siz bu konuda bizden farklı görüşte olduğunuz için önce Tanrı'dan konuşmalıyız. Zira Möngke Han, içimizden hangisinin doğru inandığını bilmek ister". Bu sözlerden sonra, hakimler teklifimi görüşmeye başladılar. Onun sorularıyla başlamayı yeğlediler, çünkü onları daha mühim telakki ediyorlardı. Bu insanların hepsi Manihaist bir Rafıziliği bilmektey.diler. Buna göre, şeylerin yarısı kötü, diğer yarısı iyidir ve en az iki etkin kuwet vardır. Bizzat bilge bir Nasturi, bana bir defasında, acaba akılsız hayvanların ruhlarının öldükten sonra çalışmaya mecbur tutulamayacakları bir sığınak yeri bulunup bulunmadığını sormuştu. Bu batıl itikadı kuwetlendiren bir olayı Wilhelm Usta anlatmıştı. Henüz boy bakımından üç yaşındaki çocuk kadar olan bir oğlan Hitay'dan buraya getirilmiş. Buna mukabil tam akıl sahibi imiş ve daha önce üç kez bir vücutta bulunduğunu söylemiş. Ayrıca yazma ve okumayı da anlayabiliyormuş. Böylece putpereste şöyle dedim: Biz kalpten inanıyor ve ağzımızla tasdik ediyoruz, ki Tanrı vardır ve birdir. Siz neye inanırsınız ? " . Cevap verdi: "Sadece deliler Tanrı'nın bir olduğunu söyler. Bilgeler ise Tanrılardan söz ederler. Senin ülkende büyük hükümdar yok mudur ve burada da büyük hükümdar Möngke Han değil midir? Tanrılar da böyledir. Bir ülkede başka, diğer ülkede başka " . Bunun üzerine atıldım: "Siz burada kötü bir misal getiriyorsunuz. İnsan ilişkilerini Tanrı'yla aynileştiriyorsunuz. Bu durumda her hükümdar kendi ülkesinde Tanrı yerine konmalıdır" . Onun tezini çürütmekte olduğumdan, bir soru ile öne çıktı: "Senin bir olduğunu söylediğin Tanrı nasıl yaratılmıştır?" . Açıkladım : "Yanında başka hiçbir Tanrı olmayan bizim Rabbimiz kadir-i mutlak olup, bu yüzden hiçbir yardıma muhtaç değildir. Fakat insani münasebetlerde böyle değildir. Hiçbir insan her şeyi yapmaya muktedir değildir, bu yüzden de yeryüzünde bir çok hakim ortaya çıkar, çünkü hiç kimse her şeyi taşımaya müsait değildir. Aynı şekilde Tanrı her şeyi bilir ve danışmana ihtiyacı yoktur. Daha ziyade bütün bilgelik ondan gelir. O, en yüce iyidir ve insanların iyiliğine ihtiyacı yoktur. Bizim Tanrı'mız böyledir ve bu sebepten dolayı onun yanına kimse konulamaz" . Putperest karşılık verdi: "Öyle değildir. Göğün en üstünde, kökenini henüz bilmediğimiz bir tane vardır. Onun altında on tane ve onun altında da yine öyle güçlü olmayan bir tane vardır. Yeryüzünde sayısız Tanrılar vardır". Daha başka efsaneler anlatmak isteyince ona en üsttekinin kadir-i mutlak olduğuna kendiliğinden mi inandığını sordum. Buna cevap vermeyince, karşıt bir soruyla geldi: "Senin Tanrın eğer söylediğin gibiyse, her şeyin yarısını neden kötü yapar ? " . "Bu doğru değil" karşılığını verdim, " çünkü kötülüğü yaratan Tanrı değildir, ne varsa hepsi iyidir". Bu söz üzerine putperestlerin hepsi şaşırdılar. Biraz hatalı da olsa hemen bunları yazdılar. Öteki tekrar sordu: "Kötülük nereden çıkmıştır ? " . Ona cevap verdim: "Sorun doğru sorulmamıştır. Evvela, nereden geldiğini sormadan önce kötülüğün ne olduğunu sormalısın. Fakat, her hangi bir Tanrı'nın kadir-i mutlak olup olmadığına dair sana sorduğum soru duruyor. Buna cevap verdikten sonra, ben de senin sormayı düşündüklerini cevaplayacağım" . Uzun süre susarak durdu ve her halde Han'ın emriyle orada bulunan naipler kendisine buyurmadan cevap vermek istemiyordu. Nihayet karşılık verdi: "Hiçbir Tanrı kadir-i mutlak değildir" . Bunun üzerine Müslümanlar gülüşmeye başladılar. Yeniden sükunet hakim olunca dedim ki: "Buna göre, hiçbir Tanrı seni bir tehlikeden kurtaramaz, çünkü buna gücü yoktur. Ayrıca insan iki hükümdara hizmet edemez. Sen ise gökte ve yerdeki bu kadar çok Tanrı'ya nasıl hizmet edebilirsin? Dinleyiciler onu konuşmaya davet ederken, suskun kaldı. Ben Tanrı'nın birliğini ve üçlemeyi ispat etmek isterken, oradaki Nesturîler yeteri kadar konuştuğumu ve kendilerinin söze karışmak istediklerini söylediler. Bunun üzerine yerimi onlara bıraktım. Onlar bu sefer Müslümanlarla bir tartışmaya başlamak isteyince, onlar cevap verdiler: "Sizin dininizin ve İncil'de yazılı olanların gerçek olduğunu kabul ediyoruz. Bu yüzden hiçbir konuda sizinle tartışmak istemiyoruz". Ve bütün ibadetlerini Tanrı'ya yaptıklarını, onun kendilerini Hıristiyanlar gibi dünyadan alacağını belirttiler. Orada bulunanlar arasında, yalnız bir Tanrı'ya ibadet etmekle beraber put suretleri yapan Uygurların dininden olan, çok yaşlı bir rahip bulunmaktaydı . Nesturîler onunla çok tafsilatlı bit şekilde konuştular. Ona Deccal'ın yeryüzüne gelişine kadar her şeyi anlattılar ve Müslümanlara yapmış oldukları gibi teslisi ispat ettiler. Hiç itiraz etmeden her kes dinledi, fakat hiç biri şunu söylemedi: "Ben inanıyorum ve Hıristiyan olmak istiyorum". Bu münazaranın sonunda Nesturîler ve Müslümanlar bir ilahi söylerken, putperestler sessiz kaldılar. Sonunda genel bir çilingir sofrası kuruldu.
324 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.