Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

347 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Travmanın Kökeni Nerededir?
"Travma" sözcüğü yaralanma anlamına gelir. Bu anlamıyla, tıp alanında kemik ya da doku (örneğin kafatası ya da beyin travması) hasarlarını içeren fiziksel yaralanmaları tarif etmek için kullanılır. Ruhsal ve duygusal alanda ise; algılama, hissetme, düşünme, hafıza ya da hayal kurma gibi süreçler belli dönemlerde ya da uzun vadede, işlevleri belirgin derecede kısıtlanmışsa ve normal olarak işlev görmüyorsa, ruhsal bir yaralanmadan söz ediliyor demektir; örneğin en küçük bir görüntünün kişiyi şok içinde yerinden zıplattığı ve kaygıdan terlettiği aşırı duyarlılık ve aşırı uyanıklık durumları ya da bir insanın belli fikir ve imgelere takılıp kaldığı ya da düşüncelerinin geçmiş bir olayın etrafında takıntılı bir şekilde dönüp durduğu durumlardır. Gottfried Fischer ve Peter Riedesser ruhsal travmatolojiyle ilgili el kitaplarında travma deneyimini şöyle tanımlar: Özel bir duruma bağlı tehdit edici faktörler ile kişinin baş etme yeteneği arasındaki tutarsızlığın yarattığı; çaresizlik ve başkalarının ve olayların merhametine kalmış olma duygularının eşlik ettiği, buna bağlı olarak kendine ve dünyaya dair algıda kalıcı şok yaratan kritik deneyimdir (Fischer ve Riedesser, 1999). Travmalar aynı zamanda sosyal gerçekliklerdir ve bu yüzden de sosyal ve politik nedenler, koşullar ve sonuçlar ışığında ele alınmalıdır. Kitap fiziksel ve ruhsal semptomları arasında yakın ve nedensel ilişkinin yüksek oranda kanıtlanabileceği zihinsel kapasite eksiklikleri ve demans gibi organik temelli bozukluklardan tutup Anoreksiya, Bulimiya, obezite, OKB, şizofreni ve diğer psikotik bozukluklara, borderline kişilik bozukluğuna, alkol ve madde bağımlılığına daha sonra da cinsel istismar, ensest, tecavüz gibi vakalara geniş bir perspektiften ayna tutuyor. Tibbi psikiyatrik teorilerin, varsayımların ve kendi kendiyle çelişen beyanların bilimsel olarak rastlantısal olduklarının kanıtlanmışlığı olgusu ışığında alternatif açıklayıcı yaklaşımların araştırılmasına devam edilmesi gerektiğini savunuyor. Ardından sevgili Emil Kraepelin'e atıf yaparak, ciddi akıl hastalıklarının, şizofreni ve manik depresyon gibi farklı tiplere ayrıldığını ve akıl hastalığı ile normal işlevselliği birbirinden açıkça ayıran bir çizginin olduğunu vurguluyor. Ruhsal yaraların semptomlarının daha gelişkin bir kavrayışı için, onları bir taraftan bağlanma bozuklukları olarak diğer taraftan da travmatize olmanın sonuçları olarak görmek hayati önem taşıyor. Böylece, duygusal bağlanma süreci aracılığıyla travmatize olmanın sonuçlarının taşınması olasılığı dikkate alınarak, duygusal ve ruhsal problemlerin nedenleri üzerine daha çok içgörü kazanılabileceğini savunuyor. Travmatik deneyimleri olmadığı hâlde bununla bağlantılı semptomları (örneğin, aşırı korku, panik durumları, derin depresyon veya bilinç bulanıklığı) yaşayan kişilerin varlığı muamması da bu sayede çözülebilir. Yani travma yaşamış bir anne, kaçınılmaz olarak, travmatik yaşantısını herhangi bir biçimde çocuğuna aktaracaktır. Yani bir çocuğun bağlanma travması aslında annesinin bağlanma sistemi travması içinde gömülü olabilir. Aynı zamanda travmatize olma, bağlanma bozukluğuna sebep olur ve bu da gelecekte travmatize olma riskini arttırır. Bununla bağlantılı olarak MSP'nin (Çok-nesilli Sistemik Psikotravmatoloji) üç temel ilkesi vardır. Unutmamak adına ben de buraya yazma ihtiyacı duyuyorum : 1. Travmatik deneyimler, diğer kuşağa duygusal bağlanma süreci ile geçer. 2. İnsan ruhu, çok nesilli bir fenomendir. 3. Ruhsal yaraların iyileşmesinin yolları, kişinin dolaşıp kaldığı, travma tarafından örselenmiş tüm bağlanma ağına bakılmak suretiyle araştırılmalıdır. Travmanın ardından tabii ki John Bowlby'nin artık klasikleşmiş hepimizin bildiği bağlanma teorisine ve Mary Ainsworth'ün Yabancı Kişi Durumu deneyine değiniliyor. Bağlanma örüntüleri doğumdan itibaren birincil olarak annede temellenir. Çocuğun anneye duygusal olarak bağlanması, hayatta kalmak için gereklidir. Spitz ve Wolf (1946), yeni doğan çocukların birincil önemde bir insanla sevgi temasları olmadığında, yeterli yiyecek ve kişisel bakım sağlandığı halde köreldiklerini ve hatta öldüklerini fark etmiştir. Yine hepimiz için en bilindik örneklerden biri olarak Hitler'in, annesinin kendi çözülmemiş travmalarından kaynaklanan tepki verme yeteneksizliği nedeniyle, ciddi bir bağlanma bozukluğu vardı ve bu yüzden geçen yüzyılın ilk dönemlerinde Almanya'da Nasyonel Sosyalizmin işlediği suçlar da bununla bağlantılıydı. Yazarımız bu noktada Bağlanma teorisi ile Travma teorisini birleştirmiştir. Ruhsal ve duygusal bağlanma aracılığıyla travmatik deneyimler bir nesilden ötekine aktarılır ve bu şekilde çocuklar ebeveynlerinin travmalarının içine çekilir ve onlardan etkilenir. Travmatik bir olayın kişide yarattığı değişiklikler, kişinin anne ya da babalık ilişkileri üzerinden çocuklara uzanır. Bu, ruhsal ve duygusal bağlanma süreciyle olur, bir ailenin yaraları "nesilden nesile geçer" ve miras alınır. Travmanın tarihi, illa da ilk olaydan sonraki ikinci nesilde sona ermez. Anne babalarından ruhsal olarak etkilenmiş çocuklar, bu şartlanmanın bir kısmını yine ebeveyn-çocuk bağlanma süreciyle kendi çocuklarına da aktarır ve ne kadar olasılık dışı gelse de hikâye burada da bitmez, torunun torunları bile büyük büyük dede ve ninelerinin travmatik deneyimlerine ruhsal ve duygusal açıdan dolaşmış olabilir. Bu tür vakalarda, tüm nesiller boyunca travma silsilesi görülebilir. Bağlanma travmaları ebeveynin çocukla bağ kurabilme yeteneğini etkiler ve çocukta bağlanma travması oluşmasına yol açar, bu da ileride bir kişilik bozukluğu olarak ortaya çıkıp çocuğun bir yetişkin olarak kendi çocuğuyla bağ kurma yeteneğini etkiler ve bu duygusal kaosa bir yerde ket vurmazsak böylece sürüp gider. Yazarımız önsözde teorik çerçeveye çok girmediğini iddia etse de oldukça yoğun bir içeriği var ancak bu korkutucu olmasın, Latince yazdığı tüm kelimelerin anlamına parantez içinde değinmiş. Sadece son bölümdeki sistem konstelasyonları metodolojisi bizlere yöntem bilgisi ve kullanımı hakkında bir çerçeve çiziyor ve alana ilgisi olmayan okurlar için oldukça sıkıcı olabilir ancak ilk bölüm tam tadında yazılmış ve vaka örnekleriyle desteklenmiş, bu da anlaşılırlığı ve akılda kalıcılığı kolaylaştırıyor. Bu arada Aile konstelasyonu yönteminin kurucusu Bert Hellinger'dır. Ek okuma yapmak isteyenler için bunu da buraya bırakalım. Son olarak kitaptaki birçok düşünce ve öneriye katılmakla birlikte beni rahatsız eden bir nokta vardı - ki puanı da buradan kırdım: Eğer psikiyatri uzmanları şu perspektifi benimserse hastaya daha faydalı olurlar, eğer psikiyatri uzmanları şizofrenik davranışları bastırma ihtiyacını bırakabilirlerse dünyamız ne kadar çiçek olur, eğer psikiyatri uzmanları bla bla... "Bazı" psikolog arkadaşların psikiyatristler hakkında üst perdeden konuşmaları beni çok rahatsız ediyor, ben bunu reçete kompleksine bağlıyorum. İlaç ve terapi çoğunlukla iç içedir. Semptomu ilaçla "bastırmak" evet yanlıştır kökenine inmek gerekir çünkü öbür türlü sadece semptomu geçiştirmiş oluruz ve tekrar alevlenir ancak hastada alevli semptomlar varken "gel seninle bir bağlanma terapisi yapalım bakalım çocukluğuna inelim, aile konstelasyonlarını irdeleyelim, bakalım büyükannende de aynı sorunlar var mıymış hımm" felan da diyemeyiz. Bu ütopik bir çerçeve. Psikiyatri = ilaç algısını 21. Yüzyılda bari kırmak dileğiyle.. Keyifli okumalar dilerimm...
Travma, Bağlanma ve Aile Konstelasyonları
Travma, Bağlanma ve Aile KonstelasyonlarıFranz Ruppert · Kaknüs Yayınları · 201197 okunma
··
2 artı 1'leme
·
1.597 görüntüleme
Seymaa okurunun profil resmi
Çocuklar, ebeveynleri onları sevmekten aciz olduğunda bile ebeveynlerini severler. Ebeveynler, kendilerinden utandıklarında, kendilerini reddedip hakir gördüklerinde bile çocukları, onların kalplerini tamir etmeye çalışır. -Syf 205
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.