Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
On, on beş balıkçı kayığı açıklardaki ıssız adayı, geceleyin ağlarıyla sardılar. Şafak sökerken türkülerini göklere, var kuvvetlerini de küreklere vere vere ağlarını kaldırmaya başladılar. Fakat her gün mavilerde tatlı tatlı eriyen türküleri, o gün dudaklarında sönüyordu. Havada bir sıkıntı vardı, yüreklerine bir sıkıntı çöküyordu. Bir ihtiyar: "Bugün martılar kayıkların üzerinde uçuşmuyorlar. Baksanıza! Yuvalarına dönüyorlar. İşte bu fenaya işaret" dedi. Ortalıkta garipsi bir ıssızlık hâli vardı. Herkes göz kulak olmuştu. Susan deniz fırtınayı bekliyordu. Balıkçılar "Acaba nereden patlayacak?” diye ufku gözleriyle fırdolayı araştırıyorlardı. O gün bol bol istavrit, mercan, izmarit ve melonas balığı yakalamışlardı. Kayıkların yarı yerlerine kadar dolan ambarları canlı bir gümüşle kaynaşıp kıpırdaşıyordu. Martı’nın kaptanı: "Acele edelim arkadaşlar!” diye bağırdı. Fırtına yaklaşıyordu. Herkes panik hâlinde bir o yana bir bu yana koşturup duruyordu. İçlerinde çok büyük bir korku vardı ve hepsi el ele verip kürekleri çekmeye başladılar. Karaya varmalarına daha çok vardı ve yaklaşan fırtına gittikçe şiddetleniyordu. Aralarından en olgun ve en bilgili olan Martı’nın kaptanı Enes, onları sakinleştirmeye çalışıyordu sürekli. Bir yandan da eski anılarını anlatıyordu. Küçüklükten , bunun için nelerden vazgeçtiğini, neleri karşısına aldığını ve ne zorluklar çektiğini.. Hepsi bir yandan kürek çekiyor, bir yandan Enes’i dinliyordu. 16-17 yaşlarında Recep adında bir genç merakla atıldı: “Benim de hayalim gemi kaptanı olmak. Bende senin gibi böyle açılmak istiyorum, ama içimde kötü bir his var. Fırtına çok şiddetlendi, karaya varamazsak hepimiz ölebiliriz.” Uzun kirli saçlı, bol pantolon bol gömlekli şişman bir adam sinirli bakışlarla Recep’e baktı ve: “Açtın yine şom ağzını, bir kere de hayırlı bir şey konuş be çocuk!” dedi bağırarak. Recep bu iri yarı adamdan korkuyordu ve sonrasında ağzını açıp tek kelime dahi etmedi. Fırtına iyice şiddetlenmeye başlamıştı. Kürekleri var güçleriyle çekiyorlardı fakat sanki kürekleri çektikçe karadan iyice uzaklaşıyorlardı. Büyük bir ümitsizlik kapladı içlerini. O sırada Kaptan Enes: “Umut her zaman vardır, yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Umut etmek, tek başına ıssız bir adada hayal ettiğin şeyin gerçekleşmesini beklemek gibidir. Sabredin, her şey güzel olacak, hepimiz ailelerimize kavuşacağız” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Bazen en büyük fırtınalar en güzel güzelliği ortaya çıkarır. Hayat bir fırtına olabilir fakat umudunuz bir gökkuşağıdır ve arkadaşlarınız ve aileniz altındır” diyerek arkadaşlarını motive etti. Kaptan Enes’in konuşması herkesi rahatlatmıştı ve daha güçlü bir şekilde küreklere asıldılar. Zamanın geçmesi için Kaptan Enes: “Ee kimsenin anlatacak bir hikayesi yok mu? Anlatıverinde dinleyelim, böyle boşa kürek çekerek olmuyor” dedi. İçlerinden orta yaşlı, turuncu sakallı, kafasında kovboya benzer havalı bir şapka olan Hayrettin adında bir adam söze atıldı: “Var tabi, olmaz mı? Herkesin hayatında iz bırakan, unutamadığı olaylar vardır, benimde var” dedi ve anlatmaya başladı. “ Eşim çok hastaydı, sonra bir gün fenalaşınca hastaneye kaldırıldı ve tedavi görmeye başladı. Onu orda bırakıp çocuklara bakmak için eve uğrayacakken eşimin ölüm haberini aldım ve o anda yıkıldım, 4 çocuğumla ortada kaldım. Evimi geçindirebilmek, çocuklarıma bakabilmek için sürekli çalıştım fakat bir kaza sonucunda dört çocuğumu da kaybettim ve yalnız başıma kaldım” dedi ve uzunca bir süre anlatmaya devam etti. Yüzü çökmüş, yaşayabileceği tüm zorlukları yaşamıştı. Herkes pür dikkat onu dinliyor, yaşadıklarına üzülüyor, aynı zamanda bunca şeye rağmen nasıl böyle dimdik durduğuna şaşırıyorlardı. Sonrasında herkes tek tek anlatmaya başladı. Kimisinin eşi başkasıyla aldatmış, kimisinin sevdiği kız terketmiş, kimisinin ise arkadaşı ihanet etmiş. Herkesin bir umudu vardı, bir savaşı, bir, kaybedişi, bir acısı, bir yalnızlığı, bir hüznü.. Çünkü herkesin bir gideni vardı, içinden bir türlü uğurlayamadığı. Hikayelere dalıp konuşurken Kaptan Enes, gençken sevdiği kızın onu terketmesi üzerine yaşadığı üzüntüyü hatırladı. Ama ümidini hiç yitirmemişti, belki o gitmişti ama gönlünde daha güzelleri çiçek yeşertecekti. Sevdiği onu terkettikten sonra dilinden düşmeyen bir türküyü kürek çekerken arkadaşlarıyla söylemek istedi. Fırtına sakinleşmişti ve karaya çok yaklaşmışlardı. Hepsi çok yorulmuştu ve yorgunluklarını unutmaları için Kaptan Enes yüksek sesle: “Haydi bakalım elinize ve sesinize kuvvet, asılın küreklere!” dedi ve başladı türkü söylemeye. Sonra teker teker herkes katıldı ve türkü söyleyerek var güçleriyle çektiler kürekleri. Gönül gurbet ele gitme Ya gelinir ya gelinmez Her güzele gönül verme Ya sevilir ya sevilmez. (…) Kıyıya varmışlardı, martılar kayıkların üzerinde uçuşuyordu. Hepsi sevinç içinde birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Kaptan Enes: “Size umut hep var demiştim. Bizi hayata bağlayan şey, bitmeyen umutlarımız ve inandığımız hayaller. Şimdi hepiniz ailelerinizin yanına dönün ve güzelce dinlenin” dedi. “Baş üstüne Kaptan!” … Hava normal hâline dönmüştü. Fırtına sakinleşmişti ve güneş batmak üzereydi. Güneş batacak, akşam olacak, kimisi evinde ailesiyle mutlu dakikalar geçirirken, kimisi sıkıntılı zamanlar geçirecekti. Şafak sökecek, güneş doğacak, kimisi hayata gözlerini yumarken, kimisi hayata, hayatın zorluklarına gözlerini açacaktı. Yaşam devam edecekti. Her doğan güneşle yeni umutlara, yeni hayallere yelken açılacaktı. Ama inanılan tek bir şey vardı. Umut.. Umut hep vardı. !! Yazının kitapla bir alakası yoktur, hikayeden bana verilen ilk birkaç satır sonrasında tamamen kendi düşünceme göre ilerlettim, ve kalıcı olması açısından burada paylaşmak istedim..
Aganta Burina Burinata
Aganta Burina BurinataHalikarnas Balıkçısı · Bilgi Yayınevi · 20224,752 okunma
67 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.