Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

111 syf.
·
Puan vermedi
·
31 saatte okudu
Kayıp Zamanın İzinde'nin ilk kitabı Swannlar'ın Tarafı'yla bellek, unutuş ve hatırlayış üstünde yol alırken tamamen denk gelişler üzerine çıktı karşıma Benim Rüyalarım Hep Çıkar. Proust’ta belleğin kaypaklığıyla savrulurken Benim Rüyalarım Hep Çıkar’da Efsunlu nineleri, kocakarıları, her hareketine batılların yerleştirildiği çocukluğumuza yerleşemediğimizi, sığamadığımızı, sığamadığımız gibi anlık bir kopuşla taştığımız, taşınca ‘şeytan alıp götürdü’lerin, ‘gerçeğe rüya karıştı’ların, ‘ölene kadar aramızda’ların birbirine karıştığı, tutunamadığımız bir yerde ‘işte şimdi yeminimi bozdurdun’larla; çoğu geçmişin, unutamamanın acısını kelimelere yapıştıran bir dille yoğrulan öyküler okudum. Beni bu öyküleri okurken, bana da ‘yaralarıma dokundu’ dedirtecek kadar, en çok sarsan şey unutmanın olmadığını bir kez daha anlamış olmam belki de. Bu yüzden çok kısaca yazmak istedim. En azından bellek ve unut(ama)mak üstüne. Kendi sürekliliğimizi sağlamak, yıkılan her şeyin üstüne bir kimlik koymak, bulantıdan ibaret varoluşumuza alan açabilmek adına bazen belleğin sırtına çıkarız. İstemeden de olsa. Ya da sırtından atlamaya çalışırız. Ama isteyerek. Nedir unutuşun olayı? Belleğimizden geri getiremediğimiz ya da getirmeyi istemediğimiz, içimizdeki kuşa zehir olup kanatlarını kıran anılarımız tamamen yok oluyor mu? Ya da zehri hatırlatan bir şey olduğunda kuş neden canlanıp çırpınıyor? Belleğin unutma işlevi yoktur aslında. Belleğin olmadığı dolayısıyla geçmişin olmadığı durumda zaman içinde sürüklendiğimizin, yittiğimizin, acılardan olma biçimlerimizin hiçbir anlam taşımayacağı bir ortamda yaşamanın da anlamı olmaz. Anlam bazen acıdan, unutamamadan doğar, varsa tabii kendisi. Unutmayı düşünürüz ama tasarlayamayız. Nesnelerin, kokuların, tatların, seslerin, gülüşlerin, kelimelerin, cümlelerin, bazen kesilen saçların, atılan taşların, görülen bir posterin, resmin, iniltinin, üşümenin, kalkmayan ahizelerin, rastgele bir çay taburesinin hafızası bizim hafızamızdır. Proust Swannlar’ın Tarafında “Ne var ki, uzak bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan daha kırılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler.” dediğinde sade bir şekilde bunları dile getiriyordu aslında. Bizde olanın hafızası ama içimize girip ateşi tutuşturmayı bekleyen en doğru çağrışımla ya da zamanda. Bazen yıkar, bazen yapar ama iş kabullenişe giden eksiltici yolu bulmakta. “Hatırlamasak bile imgeler sağ kalır” diyen Bergson’u, “geçmiş uçucu değildir, olduğu yerde durur” diyerek tamamlayan Proust’u da tamamlayan bir cümle: “Pisliğin, acının, yaraların içinde hep yedi yaşındaydım.”
Benim Rüyalarım Hep Çıkar
Benim Rüyalarım Hep ÇıkarEsra Kahya · İletişim Yayınları · 2023215 okunma
··
989 görüntüleme
Esra kahya b. okurunun profil resmi
çok teşekkür ederim 🌷
Murat Sezgin okurunun profil resmi
🙏🏻🙏🏻🙏🏻😇
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.