Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

188 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
"Ne ki, kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda." İç içe geçmiş iki trajedi. Normların dışına çıkan türden bir aşk ve tarihin görebileceği en korkunç türden bir suç. Kendisinden yaşça büyük bir kadınla aşk yaşayan bir oğlan çocuğu, aynı zamanda en sevdiği noktadan, en büyük zaafından, büyük bir hesaplaşmayı yaşamak zorunda bırakılıyor. Bir insanda iki farklı hikaye: sevdiği olgun kadın, hayatının biricik zaaf noktası ve aynı zamanda kendisinin de büyük bir hesaplaşma içinde olduğu Almanya'nın suçluluk ve utanç dolu tarihinin suçlularından, bir Nazi gardiyanı. İkisi aynı ruhta bir arada. Ruhen en benimsediğin kişi ile fikren en karşı olduğun düşünce iç içe! Böyle sarmal, paradoksal, sanrısal bir hal. Bu hikayenin yazarı, Nazi Almanyası'nın son günlerinde doğmuş bir oğlan çocuğudur. Kendisinin de dahil olduğu savaş sonrası jenerasyon, kanlı ve korkunç geçmiş ile yüzleşmek, hesaplaşmak zorundadır. Anne babası bir Nazi karşıtı da olsa, fail olmayanlar da savaş sonrasında failler ile görüşmüş, öyle veya böyle temas halinde olmuştur. Tüm toplum bir şekilde bu korkunç durumla temas halindedir. Suç işlemeyenler de suçlular ile görüştükleri için, bu jenerasyon tarafından taşlanır. Bu açıdan suçsuz bir insan bulması zordur… Alman halkı, geçmişi ile yüzleşmesi çok zor bir durumun içerisindedir. Kim suçludur; yasa koyucular mı, yasa uygulayıcılar mı? Nazi problemi Alman idealizminin kaçınılmaz bir sonudur diyen Heidegger mi haklı? Eichmann'ı sıradan bir insan olarak gören, yasaları yerine getiren bir kanun adamından ibaret sayan Hannah Arendt mi haklı? Tüm bunlar ve niceleri. Bitmek bilmeyen çetin bir hesaplaşma. Burada yazarımız Bernhard Schlink, büyük hesaplaşmayı, canımız ciğerimiz olan sevgilimiz üzerinden yaşatıyor. Böylelikle suçu ve suçluyu hepimiz en samimi bir türden yakınlık kurarak sorgular hale geliyoruz… Bu hikayenin ana meselesidir. Almanya geçmişi ile nasıl yüzleşmelidir? "O günleri düşünmek beni neden böyle hüzünlendiriyor? Geçmişte kalmış mutluluğa duyulan bir özlem mi bu? Sonraki haftalarda, gerçekten de aptal gibi çalıştığım ve sınıfı geçtiğim, ve sanki dünyada başka hiçbir şeyin değeri yokmuşcasına seviştiğimiz o haftalarda mutluydum üstelik. Yoksa bu hüzün daha sonraları ortaya çıkan ve baştan beri orada oldukları ancak sonradan anlaşılan şeylerin bilgisi mi?" Fakat yer yer, neredeyse hikayenin mottosunu tersyüz edecek şekilde, ana meselenin bu hesaplaşma değil de, yarım kalmış aşk hikayesiymiş gibi hissediyorum. Michael liseli bir öğrenci, Hanna olgun bir kadın. O kadar tutkulu bir aşk tarifi var ki kitapta; okurken sıklıkla diğer anlatılanların, bu aşkın yanında anlatılan ikincil, yardımcı elementlermiş gibi hisseder oluyorum. O aşık olunca ben aşık oluyorum, o özleyince ben özlüyorum, o mest olunca ben mest oluyorum, o melankoliye kapılınca benim nefesim kesiliyor. Hiç zorlamadan hikayenin içine kapılıp gidiyorum. Hanna'nın gidişinden sonra tarif edilen melankolik süreç, bana Nazi Almanyası'nı da, tarihsel bütün cürümleri de unutturuyor. En gerçek acı, Hanna'nın gidişi oluveriyor… Bana bazen, Hannah Arendt ile Martin Heidegger'in ilişkisini hatırlatan, aşk açısından hayatımın kitabı diyebileceğim, yüzleşme açısından yazgımın ta kendisi diyebileceğim, vazgeçilmez olarak gördüğüm, muhteşem eser. Bernhard Schlink'i ve bu eseri ana gündemim ilan ettiğim bu günleri de hiç unutmayacağım. Sonrasında Kate Winslet'in akademi ödüllerine layık görüleceği bir de filmi çıkmıştır Okuyucu eserinin.
Okuyucu
OkuyucuBernhard Schlink · İletişim Yayıncılık · 20143,190 okunma
·
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.