Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

… Mûtenâ
+ “Nasılsınız?” cümlesiyle bir çırpıda yanında bitivermişti küçük kız. Kelime dudakları arasından kayarken, ayakları da aynı hızla adımlarını taşımıştı sanki yamacına. İki hareket aynı anda vuku bulmuş, birbirine diş geçirmişlerdi aynı zamanda. Sorunun muhatabı olarak, bu cıvıltı üzerine, özenle yerleştirdiği kolunu koltuktan çekti, baş parmağını ayraç olarak kullanacak şekilde elini kitabına yerleştirdikten sonra: - “İyiyim canım, elimde gerçekten şahane bir kitap var, aslında dışarıda okuyordum ama güneş çok üstüme geldi, dayanamadım, içeriye kaçtım. “ diyerek verdi cevabını, yüzünde sadakasıyla. Birkaç saniyelik bir sessizliğin ardından, küçük kız bu kez kendisine sorulacak olan aynı soruyu kovalarcasına: + “Ama siz sormuyorsunuz nasılsın diye.” şeklinde bir cıvıltıya daha sahne oldu. Muhatabın, küçük kızın ses tonundaki sitem tozlarını başlangıçtaki çırpı anında olduğu gibi içine çekmesiyle, dudaklarının arasındaki cevabı yeniden havaya bırakması da bir oldu, onu kopyalarcasına: - “A aaa, daha sabah sormuştum ve iyiydin. Hava durumunda bir değişiklik mi oldu acaba?” Ve ardından yine sessizlik ve evet, yine birkaç saniye. Fakat bu kez saniyelere daha fazla geçit vermeyen kişi muhatabın kendisi oldu; soru cümlesi niteliğindeki emr-i ricasını, cevap bekler vaziyette nokta ile bitirerek tekrarladı bu kez: - “Tamam, şahane kitabımı okumaya senin gibi bir şahane için ara veriyorum, anlat bakalım.” Tahmin edersiniz ki taa başından beri planlanan, beklenen, işlenen ve ulaşılmak istenen yegane sonuç buydu: Anlatacak ve dinlenecek. Dinlenecek ve dinlenecek… - “Anneme doğum gününde ne hediye alacağımı bulamadım.” Bu muhlis cevaba ne dayanır… Saniyeler hızla aktı tekrar, yine aynı sayıdaydılar fakat daha da hızlı… Eridiler adeta. Eriyişin sellerine kapılan muhatap tekrar sözü devraldı: - “E bu yüzden mi hava durumun parçalı bulutlu… Benim içim büzüldü burda ne olmuş bu kıza diye düşüne düşüne! Hediye sorununu çözeriz, hiç dert etme.” Saniyeler… Yine hızlı… Fakat keşke… Keşke bu defa o kadar hızlı olmasalardı. Biraz vakit tanısa, biraz hazırlık yapması için fırsat verselerdi ona. Hava durumu yeni düzelmişti. Hani kızın yüzündeki belli belirsiz, gizli aşikâr hüzün tanelerini görünce birden, kaçtığı güneşin önü gölgelenmeye başlamıştı ya… İşte o gölgeler daha yeni çekilmişti ki… - “Ama annem kanser.” dedi küçük kız. Saniyeler… Saniyeler… Az önce koşan onlar değil miydi? Neden böyle tutuklu… Neden o an bir çırpıda… Saniyeler… Neden akıp gitmediler aynı hızda? Neden öyle uluorta, boğazında… Muhatap saniyeleri yardıma çağırdı mı bilinmez esasen, bunu kendisi de bilemedi hiçbir zaman. Bilinen şu ki: Alışıklık ve bağışıklık aynı şeyi çağrıştırır gibi anlatılagelmiştir bugüne kadar. Alışıklık muhataba daha çok kayıtsız kalmayı hatırlatır fakat bağışıklık öyle değil… Bağışıklık kayıtsızlık taşımayan bir hazır oluş durumudur. Bu sebeple alışık değildir ama bağışıklığı vardır muhatabın. İşte, saniyelere geçit vermeden, hemen ifade edelim ki muhatap bu gibi durumlara karşı bağışıklığı güçlü bir karakterdir. Dolayısıyla bu cümleden sonra ona sorarsanız belirsiz diyebileceği hızda, o sırada sağdan ve soldan akan insanlara sorarsanız muhtemelen kısa olarak aktaracakları ölçüm sonucunda, saniyeler geçince, hava durumunu düzenleyerek ve boğazındakileri de ayıklayarak konuşmaya devam etti: - Bu yeni, değil mi, daha önce hiç bahsetmedin. + Evet. Bir arkadaşım var, onun da tanıdığı kansermiş, o kötü olmuş, annem de yorgun oluyor. - Benim de bir akrabam var biliyor musun, o da kanserdi ve şimdi çok iyi. Hem şu an bu binada da böyle, artık çok iyi olan biri var biliyor musun? + Öyle mi, zaten annem şimdi ilaç alıyor, ilaçlarından sonra doktora gidecek yine. - Evet, tedavi sürecine başlamış ve bu biraz sürecek bildiğim kadarıyla. + İşte ben düşündüm ama ne hediye alsam… Bulamadım. Bugün de son gün… - Hmmm… Bir düşünelim… Annen nelerden hoşlanır? + Hmmm… Şey çiçekleri sever. Bizim evde bir sürü çiçek var. - Hahh! Bak işte aklıma bir fikir geldi. Biz geçen sene bir kızla daha yapmıştık bunu. O da hediye arıyordu. Ne yaptık biliyor musun? Kurutulmuş çiçeklerimiz vardı, onları bir çerçeveye yerleştirdik, çok güzel oldu. Duvara asılacak güzel bir tablo gibi… Annen de çiçekleri seviyor ya… + Aaaa evet! Aslında annem buna çok sevinir. - O zamaaaaan, şöyle yapıyoruz. Evde benim kurumuş çiçeklerim var, odada da bir tane çerçeve var, onu kullanabiliriz, bana lazım değil. + Bizim de evde kuru çiçekeler var, biz de kurutup saklıyoruz. - Harika! O halde planımızı açıklıyorum! Yarın sen çiçeklerini getiriyorsun, ben çiçeklerimi getiriyorum çok güzel bir tablo yapıyoruz. Şiir de yazmıştık, yine yazarız tamam mı? Çok heyecanlandım. + Ben de! Tamam. O zaman ben bu akşam bir tane küçük pasta alıp kutlayayım, hediyeyi de yarın vereyim. Çok teşekkür ederim, muhatabım (diyelim bu kez). Fazlasında gözünüz olmasın zira kelimeleri de gecenin bu vakti aldı götürdü. Muhatap, cıvıltıları ve kelimeleri böylece yarına uğurlarken bulutların güneşi kapatmaması için kaç saniye olduğunu anlayamadığı bir süreyi içeren çabasını göstermek durumunda kaldı yeniden.Fakat mutluydu da işin aslı. Bir cümle okumuştu, bin cümleyle beraber: “İnsan, imar etmek ödevindedir.” diyordu. Bir gülüş, imar edilebilirdi. Tebessüm etmek sadakaysa, tebessüm ettirmek hangi çıtadaydı? Bunu düşünedurdu… O düşünürken hikaye de burada bitti. Sonunda gökten üç elma, beş elma da düşmedi… Bu satırları okuyanların elleri kıpırdadı, avuçları büyüdü; her şeyin sahibinden, bir şeyler istediler küçük kız niyetine… Amin.
·
299 görüntüleme
mimoza okurunun profil resmi
Allah'ım tüm hasta anneler iyileşsin. (amin)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.