Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

128 syf.
10/10 puan verdi
"Vecd içindeyim ve seçilmiş olmanın dehşeti içimde"¹
Osamu Dazai adıyla bilinen Japon yazar Şuuci Tsuşima (1909-1948) Tsugaru Yarımadası'nın bir kasabası olan Kanagi- Mura'da (Goşogavara) on iki çocuklu kalabalık bir ailede dünyaya gelir. Dazai'nin çok da uzun sürmeyen bulantı dolu yaşamının ilk yılları, hasta bir annenin eksikliği ve annenin yerini doldurmaya çalışan yakınlarının onu birer birer terk etmesiyle geçer. Ergenlik yaşlarına geldiğinde babanın yitirilmesi ve baba görevini üstlenen abi ile yaşanan çatışmalar genç Şuuci'de derin izler bırakır. Tsuşima ailesinin uyumsuz bir ferdi olan Şuuci, yaşam, varlık, insanlık mefhumlarını sorgulamaya ve kendi huzursuzluğunu inşa etmeye çok erken yaşlarında başlar. Dazai'nin aileden ayrıldığı ve tek başına bir yaşam sürdüğü öğrencilik yılları, aynı zamanda onu kendi yıkımına yaklaştıran katalizörlerle tanışmasına da tekabül eder: içki, haz, Marksizm ve ihanet. Çarpık ilişkileri, Tsuşima ailesiyle uyuşmayan siyasi aktivizmi, alkolik, esrarkeş ve neticede veremli bir hayat sürmesi düz bir çizgide ilerlemez. Birkaç kez evlatlıktan reddedilir ve kimilerine göre beş kimilerine göre sekiz kez intihar teşebbüsünde bulunur ve bu intihar girişimlerinde konuklar da ağırlar. Dazai'nin trajik yaşamı sürerken, Japon Restorasyonu çoktan gerçekleşmiş, Japonya'da İ/Kinci Dünya Savaşı devam etmektedir. 1945 yılına gelindiğinde Dazai tüberkülozla kan kusmakta ve insanlığını yitirmekteyken, Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan "Little Boy" ve "Fat Man" uranyum ve plütonyum bombalarıyla yıkım sevici ABD yetkilileri insanlıklarını çoktan yitirmiş belki de bu erdeme hiç sahip olmamışlardı... Şuci, 13 Haziran 1948'de yıkık ülkesindeki umutsuz insanların arasından yürüyüp sayısız sevgililerinden Yamazaki Tomie ile Tamagawa Kanalı'na atlayarak son intihar girişimini başarıyla gerçekleştirdiğinde kırkıncı yaşına bir hafta kalmıştı. Düşünce dünyasında önemli yere sahip Ryūnosuke Akutagawa'dan dört yıl daha fazla dayanmış, dönemin popüler intihar örnekleri gibi beraberinde sevgilisini de götürmüştü. En ünlü iki romanı, Batan Güneş (1947) ve İnsanlığımı Yitirirken'i (1948) tamamlamış, soytarısını son kez sahneye çıkardığı Güle Güle'yi tamamlayacak gücü bulamayıp, arkasında pek çok soru bırakarak tüm sayrılıklarından kurtulmuştu. Dazai'nin trajik yaşamı ülkesinde olduğu kadar dünyada da biliniyor. Bulantıları, kronikleşen intiharları, çarpık ilişkileri eserlerinde de izleniyor ve kurmacaları yaşamının bir kopyası. Varlık yükünün altında ezilirken dahi edebi bir duruş sergileyen Dazai'nin eserlerini yaşamıyla bir bütün olarak incelemek zorunda olduğumuz aşikâr. Gitmeden önce pek çok cevabı vermiş olsa da yine de her ölüm erkendir. Dazai'nin son intiharına yaklaşırken yazdığı İnsanlığımı Yitirirken, Giriş, üç adet Hatırat, Kapanış ve Sonsöz bölümlerinden oluşuyor. Hatıratlar'da kahramanın sesini duyarken, giriş ve kapanış bölümlerini, olayların dışında, yabancı birinin sesinden işitiyoruz. Ve ek olarak Mark Gibeu'nun Son Söz'ü okura büyüyü bozmamak adına kitap sonunda bir kılavuzluk ediyor; sonraki Dazai okumalarına davet edercesine... Natüralizm, I Novel ( Ben Roman) ve Buraiha: Osamu Dazai'nin 'dev intihar mektubu' İnsanlığımı Yitirirken, I Novel (Ben Roman) sınıfında değerlendiriliyor. 20. Yüzyıl başlarında ilk örneklerini veren Ben Roman, Modern Japon Edebiyatı ve Dazai için önemli bir yere sahip. Bu konuyu detaylandırmak önemli ve Ben Roman'ın kökeni için Natüralizm'e kadar inmek gerekiyor. Natüralizmin kökeni Sokrat öncesi İyonya filozoflarına kadar uzanır. Felsefede asıl geliştiği dönem, Descartes'ın idealizmine karşı Thomas Hobbes'un natüralist tepkisiyle karşılaşılan 17. yüzyıldır. Özellikle Avrupa'da uzun yılllar etkisi süren Natüralizmin felsefe, sanat ve edebiyat alanlarında sayısız temsilcisi bulunur. Okurların Avrupa'da Natüralizm, Japon Naturalizmi ve Ben Roman arasındaki ilişkileri bilmesi, bu trajediyi konumlandırmalarına da yardımcı olacaktır. Edebiyatta Natüralizm, 19. yüzyılda Avrupa'da, Fransız yazar Hippolyte Taine'ın determinizmi edebiyatta uygulama arzusu ile romantizm ve realizme tepki olarak doğar. Goncourt Kardeşler'in natüralist romanın ilk örneği olan Germinie Lacerteux‘u yayınlaması 1864'te gerçekleşir. Literatürde Natüralist Edebiyat'ın önemli örneği olarak Emile Zola'nın 20 ciltlik Deneysel Roman'ı kabul edilir. Natüralist Edebiyat'ın temel prensipleri edebiyatın da bilim ve felsefe gibi bir deney ortamı yaratmak için uygun olduğu düşüncesinden doğar. Realistlerin gözlemcilik anlayışına karşı natüralistler olayları tabiatları içinde değerlendirip müdehale edebilirler. Realistlerinin yetersiz olduğunu düşünen natüralistler gerçeği olduğu gibi tüm karanlık ve çirkin yönleri ile anlatmayı savunurlar. Natüralizmde karakterlerin iç dünyaları ve olay örgüsü doğaları gereği soyaçekime bağlanır ve toplumla açıklanır. Natüralist eserlerin sonları genellikle trajiktir. “Bizler toplumsal yaraların sebeplerini araştırıyoruz. Bundan dolayı çoğu zaman kokuşmuşlukları ele almak, insanın sefaletinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar inmek zorundayız.” Emile Zola Natüralizmde yoksullar, işçiler, köylüler, ayyaşlar, hırsızlar, fahişeler ana karakterlerdir ve dil son derece doğaldır. Anlatılan hikâyenin geçtiği çevreye göre şekil alan dil, çoğunlukla düzdür ve argo kelimeler de içerebilir. Yazarın nesnel bir bakış sunduğu natüralist eserlerde, yazara bir tutunakçı ya da bilim adamı görevi yüklenir. Türk Edebiyatı'nda Dazai'nin yaşamına çok benzer bir intihar mektubu yazan Beşir Fuad'ın yanısıra Hüseyin Rahmi Gürpınar önemli natüralistlerdir. Natüralist Edebiyat'ın Avrupa'da doğuşunun ardından Japonya'ya sirayet edişi Meiji Restorasyon Dönemi sonrasına tekabül eder. 19. yüzyılda Batı ile kültürel anlamda hiç olmadığı kadar derin ilişkiler kurmaya başlayan Japonya'da Shoyo Tsuboochi ve Fukuzawa Yukichi önemli atılımlar yapmış ve Meiji Dönemi'nde bireycilik fikrinin desteklenmesini sağlamışlardır. Japon Naturalizmi Avrupa'da olduğu kadar uzun sürmese de Avrupa Natüralizmi ile temelde aynı kaygıları güder. Restorasyon sonrası bireycilik bilinci gelişen Japon yazarlar, bireyi, yakın çevresini ve toplumla ilişkilerini gerçekçi bir şekilde anlatmışlardır. Avrupalı yoldaşları gibi halkın 'öteki' tarafını anlatan Japon natüralist yazarların odağında 'ben'in gerçekliği vardır. Japon Natüralizmi'ne ait eserlerde hakikat, yazarın süzgecinden geçmiştir ve "Deneyimsel" olarak tanımlanarak Zola'nın "Deneysel" Roman'ından ayrılırlar. Bireyin büyük önem taşıdığı ve kahraman bakış açısının hakim olduğu Japon Natüralizmi'nin ilerleyen aşamalarında aynı kaygılarla devam eden I - Novel doğmuştur. Modern Japon Litaratürü'nde önemli bir yere sahip olan Ben Roman türü Dazai Edebiyatı'ını açıklamak için tam olarak yeterli değilse de yaklaşıyoruz. Tıpkı Japon Naturalizmi'ndeki deneyimsel anlayışla Ben Roman'da da yazar, yaşam deneyimini gerçekçi ve samimi bir şekilde Ben anlatıcı ile sunar. Burada Vatskuşi- Şoşetsu ile Honkaku Şoşetsu (Ben Roman, Hakiki Roman) ve otobiyografi ayrımı da çok önemlidir. Ben Roman'da, Hakiki Roman'da olduğu gibi yazarın kimliği gizli değildir. Ben Roman okuyucusu çok iyi bilir ya da bilmek ister ki kahraman yazarın ta kendisidir. Otobiyografik Roman ile fark ise otobiyografi, yazarın kapsamlı bir yaşam öyküsüyken Ben Roman'da yazar daha çok bir deneyimine odaklanır ve olaylara çok daha duygusal yaklaşır. Otobiyografik Roman'a karşın Ben Romanda yazar deneyimini yoğurmuş ve yarattığı karakteri ile (örn: Yozo) kurgulanmıştır. Ben Roman'a yarım otobiyografik roman denebilir. Ben Roman'da yazar, öz çıplakılığını, toplumsal gerçekliğini, okura yakalanmayı göze alarak belki de hedefleyerek anlatır ve Dazai'de bu zevki doruğunda yaşarız. Ancak son bir konuyu da açıklarsak Dazai'yi anlamaya çok yaklaşacağımızı düşünüyorum: "Buraiha." Buraiha, yozlaşmışlar anlamına gelen, İkinci Dünya Savaşı döneminde toplumu eleştiren yazarlardan oluşan Japon Edebiyat Ekolü'dür. Decadent (Çöken) Okul diye de adlandırılır. Buraiha üyeleri, ayyaş, cinsellik düşkünü, kuralsız ve düzensiz halleri ile kötü üne sahip yazarlardır ve kimlik bunalımı yaşayan Japonya'da anti-kahramanlar yaratmışlardır. En önemli temsilcileri Osamu Dazai, Ango Sakaguchi ve Sakunosuke Oda'dır. İnsanlığımı Yitirirken, tüm bu akım ve ekollerden izler taşıyan son derece önemli modernist bir trajedi. Artık aşina olduğumuz tanımlarla kitabı açımlamamak çok daha anlamlı olacak. Kitabın girişi üç adet fotoğraf analizi ile başlıyor; daha sonra öğreneceğimiz meşhur yozlaşmış yazarın yaşamının üç dönemi / Dazai'nin kurgusundaki Yozo'nun çocukluk, ilk gençlik ve ölmeyi başarırken gösterdiği hâlleri. Hatıratların aksine giriş ve kapanıştaki kahraman bakış açısı ve ben anlatıcı asıl karakter değil. Bu konu dikkat çekici bir durum. Dazai, Ben'in gerçekliğini vereceği karakterinin hikâyesinin başka ellerde olduğunu en baştan duyuruyor. Ve kitabı kapatırken de asıl gerçeği aramaya yönlendiriyor. Ezcümle, İnsanlığın yitirilişinin aslı üç bölümden oluşan bir hatırat ve bu hatıratları bir yabancı okuyor bize, sahibinin sesiyle. Üç Hatırat, "intiharını yazan bir yazar"ın otobiyografisi mi yoksa Ben - Roman mı? Burada okuyucunun önünde iki seçenek var: Yazarı tanıyıp şahitlik etmek ve farkları görmek ya da Mark Gibeu'nun tabiri ile tabula rasa gibi okumaya girişmek... Sürpriz bozan olmayı hiç istemem ancak bu eser isminden anlayacağımız üzere pek de sürpriz içermiyor. Karanlık. "Utanç dolu bir hayat yaşadım." diyor ilk Hatırat'ta Dazai... Utançlarını ve ölmek'lerini bir bir sıralıyor. Sonradan aristokrat olan bir ailede dünyaya gelen, anne ve baba ile ilişkileri kuvvetsiz olan Yozo'nun "çocukluk ahlâkı"ndan bahsetmeyi uygun buluyorum. Yozo, daha çocukken öğrendiği değerlerin kendi içindeki tutarsızlıklarını aile bireylerinin olumsuz davranışları ile deneyimliyor. İlerleyen yaşlarda ahlâksız (?) bir yaşam süreceğini en baştan biliyor olsak da merak etmeye başlıyoruz. Çocukken başlayan ve tüm yaşamına sirayet eden hakim duygular: korku ve yalnızlık, düşüncelerini ve hislerini ifade edememe. Tam da bu duyguları aşabilmek için "soytarı" ya da bir "alter ego" uyduruyor. Soytarılık, ana karakter Yozo'nun gençliğini işgal eden hakikat ile erken tanışma sayrılığına kendince bulduğu bir panzehir. Ciddi fotoğrafları bozan gülümsemesi, edebi yeteneğinin farkına varıp bu gücünü soytarılık yolunda sivriltmesi, ailenin geleneksel siyasi rollerini kabul etmeyip Tokyo Üniversitesi Fransız Edebiyatı Bölümü'nü tercih etmesi varlık bunalımının ilk belirtileri. Yozo ne kadar mutsuzsa Soytarı o kadar şen, Yozo ne kadar yalnızsa, Soytarı'nın güldürdükleri o kadar kalabalık. Yozo bir yalancı. Yozo'nun yaratttığı alternatif benlik Soytarı çürük yaşamının pek çok anında sahneye çıksa da toplum tarafından yakalanma korkusunu daima içinde taşıyor... Yalnız, mutsuz, korkak ve yabancı. Yozo'nun ilk devrimi aileye baş kaldırması aynı zamanda yalnızlığının boyutunu değiştirerek ikinci yaşamına başlaması... İçki ve zevkle tanışmasına vesile bir dostluk, fahişelerle haz sanatı, anlamsız intiharlar... İnsanlığımı Yitirirken, gri bir gökyüzünün altında hafif esintilerle duyulan Japon kiraz çiçeği kokusunda. Bir yandan leş kokusu bir yandan arkadaşlık, tutku ve hayatta kalmak için toplumsal mücadele rolü; bitmeyen soytarılık. Kadınlar hakkında yersiz görüşler, diğer tarafta kadın hassasiyeti... Şaraba esaretini Hayyam'la anabilecek kadar coğrafi aşkınlık... Hayal kırıklıklarını ya da intiharını açıklayacak net bir sebep ortaya koymuyor Yozo- Şuuci- Dazai. Dayanılmaz acılar çekerken intihar etmesi anlaşılabilir, ancak ilk intiharları varlıklı ailesini düşününce şımarıkça geliyor... Ve çevirmeninin sıkça dile getirdiği Japon Edebiyatı'ndaki muğlaklık, burada fazlasıyla göze çarpıyor. Kapanış'ta dile gelen intihar sebebini de Ben'den duymuyoruz, çünkü Ben, bir otobiyografi sunmuyor ve kişiliği de bir sebep sunmaya elverişli değil. Dazai'nin özyaşamına baktığımızda kendi intihar öyküsü ile Yozo'nun intihar öyküsünün birbirleriyle tam olarak uyulmadığını görüyoruz. İnsanlığımı Yitirirken'deki pek çok karakter, yazarının gerçek hayatındaki karakterlerden yaratılmış benzer karakterler. Bu uyumsuzluk eserin Ben Roman'a ait olduğunu bir kez daha gösteriyor. Japon Edebiyatı için çok önemli olan bu eserin ünü Dazai'nin kendi ünü ile yarışıyor. Bu kötü ün ve yozlaşmlışlığı, anti-kahramanı Yozo ile Dazai, tam olarak bir "Buraiha" temsilcisi. İnsanlığımı Yitirirken'de odaklandığımız Yozo ve beraberindekiler intihar ederken, fonda ikinci dünya savaşı sürmekte ve Marksizm toplum hafızasına yerleşmeye devam etmekte; başarısı ve başarısızlığı ile... Yozo ve Şuci'nin aileleri ile ilk çatışmaları feodalite ve restorasyon sonrası yeni anlayış, yani toplumcu ve bireyci bakışların çatışması ile kısmen açıklanabilir. Hafızamızda canlandıralım: bir tarafta atom bombasının atıldığı Hiroşima'nın kanlı bir görüntüsü ve herhangi bir fahişenin koynundaki veremli bir ayyaşın sevişmelerini, hayatındaki kadınlardan yararlanmasını, seviyesiz bir sanatla? ilgilenmesini, topluma ya da kendine yararlı hiçbir şey yapmadığı gri bir resmi kıyaslayalım... Hangi görüntü anlatmaya daha çok değer? Savaşın içinde kendi savaşına yenik düşen Dazai, toplum ve bireyin konumlarını belirlemek için bizlere belki yardımcı olabilir. "Toplum dediği tam olarak neydi? İnsanın çoğulu mu? Toplum denen şey tam olarak nerede bulunuyordu? Tüm hayatımı toplumdan korkarak, onu güçlü, ürkütücü ve korkutucu bir şey olarak hayal ederek yaşamıştım. ... (Toplum bunu kabul etmez.) (Toplum değil. Sen kabul etmezsin, değil mi?) (Eğer böyle yapmaya devam edersen, toplum sana iyi davranmaz.) (Toplum değil yani. Sen.) (Toplum seni canlı canlı gömer.) (Toplum değil. Beni gömecek olan sensin, değil mi?) Syf:77 "Toplum dedikleri bireyden ibaret değil midir?" Syf: 78 "Toplum. Bu kavramı az da olsa kavrayabilmeye başladığımı hissediyordum. Bu, bir bireyle diğeri arasında, spesifik bir anda gerçekleşen bir mücadeleydi ve tek yapman gereken o anda kazanmaktı. Hiç kimse bir başkasını tamamen fethedemez ve bir köle bile bir kölenin hakir karşılık verişinin altından kalkar, bu yüzden yapabileceğimiz tek şey, o anda ve orada, tek bir zar atışıyla her şey üstüne bahse girmek; ya hep ya hiç bahsi. Hayatı sürdürebilmek için başka bir yol yok. İnsanlar onur ve sadakate övgüler yağdırır ancak insan çabasının yegane odak noktası bireydir. Bireyin ötesinde de bir başka birey vardır. Toplumun esrarengizliği; okyanus olan toplum değil, bireydir." Syf: 81 Asırlar boyu sadece güçlülerin hikayelerini, kahramanların destanlarını, patrona yazılan şiirleri okumak zorunda bırakıldık. Bu hikâyelerde mutlaka mutlu olan bir taraf da vardı. Düşünce deneyle tanışacak kadar büyüdüğünde, bireyin iç dünyasıyla, yoksulun, sarhoşun, fahişenin ve işçinin, bugünün esas sınıfı "Prekerya"nın da sesini duymaya başladık. Flaubert'in Félicité'si bir hizmetçinin yalnızlığıydı ve toplumun Félicitéler yumağı olduğunu, Prometheus ve İnce Memed'in aynı soydan gelip aynı kavgayı güttüğünü bugün çok daha rahat kavrıyoruz. Ancak bugün, hiçbir vicdan emaresi olmadan bir tuşla binlerce insanın hayatını yine Prometheus'un ateşi ile sonlandırabiliyoruz... Osamu Dazai, 'ölmeden önce ölmüş' benliği ile, tüm değerlerden sıyrılmış yaşamını, insanlığın yitirilmeye yaklaşıldığı bir çağda anlatmış. Ne romantik bir tutku ne de umut aşılıyor, yalnız karanlık. "Tanrıya soruyorum. Direnmemek suç mu? " diyor, "masum güven"in dahi suç olduğunu anladığında umudunu tamamen kaybediyor. Arıyorum; umut, Marksistlerin toplantılarda mı yoksa intiharına davet ettiği adını bile bilmediği bir kadında mı ya da tertemiz bir sütün bir akşam kapkara olmasında mı saklı? Sütün suçu yok... Ve neticede ben hiçbir umut emaresine rastlayamadım. Okuyucuya, Sizin de soytarınız var mı? Yoksa mutlu musunuz, Solon'a inat... İnsanlığımı Yitirirken'i İthaki Yayınları Japon Klasikleri'nin 7. Kitabı olarak Peren Ercan çevirisi ile okudum. Kendisi de savunduğu üzere Japonca'sından evvel Türkçesi'ne güveniyor ve çevirisinin niteliği de bu savını kanıtlıyor. Bir röportajında okuduğum üzere yazarla kurduğu melankoli bağının bu lezzetli çeviriye sebep olduğuna katılıyorum ve teşekkür ediyorum. İnsanlığımı Yitirirken'i mutlaka okuyun, insanlığınızı yitirmeden ve soytarınız anlaşılmadan evvel... Kaynaklar: İnsanlığımı Yitirirken - Osamu Dazai, İthaki Yayınları. Naturalism in Japanese Literature- William F. Sıbley Unıversity Of Rochester Osamu Dazai, Naturaizm, Ben Roman / Wikipedia Natüralizm/ Türkedebiyati.org Kayıp Rıhtım, Peren Ercan söyleyişisi. ¹ Osamu Dazai'nin çok sevdiği Paul Verlaine dizesi : "J'ai l'extase et j'ai la terreur d'être choisi"
İnsanlığımı Yitirirken
İnsanlığımı YitirirkenOsamu Dazai · İthaki Yayınları · 202333,2bin okunma
·
2 artı 1'leme
·
735 görüntüleme
Levent okurunun profil resmi
Merhaba, Çok emek verilmiş bir çalışma olmuş, bir edebiyat öğrencisinin bitirme tezi kadar neredeyse... Kitabı, romanın türünü, yazarı, yazarın hayatını tüm ayrıntılarıyla soruya yer bırakmayacak şekilde açıklamışsınız. Doğrusu bilginize ve birikiminize saygı duymamak elde değil bir okur olarak. Yazarın kitaplarını mutlaka okuyacağım. Kendinize iyi bakın..
Psyche okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Levent Bey, biraz daraltmak zorunda kalsam da haklısınız boyut olarak teze yaklaştım. Aslında ne edebiyat okudum ne bu konuda yetkinim ama psikoloji ve edebiyat bilen bir okur değerlendirse ne güzel olurdu.. Okursanız ne güzel olur, beğenir misiniz bilemem elbette. İncelemelerime vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim, sevgiler.🪷🪽
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.