Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Önsöz ve Teşekkür
Kara Atena'nın ardındaki öykü uzun, karmaşık ve kanımca, bilgi sosyolojisi alanındaki bir çalışma olarak, geniş bir şekilde ele almayı hak edecek kadar ilginçtir; ama burada ancak kısa bir özetini verebilirim. Ben eğitimimi Çin araştırmaları alanında yaptım; aşağı yukarı yirmi yıl Çin üzerine dersler verdim; ve hem 20. yüzyılın başında Çin ile Batı arasındaki entelektüel ilişkiler üzerine, hem de çağımız Çin politikası üzerine araştırmalar yaptım. 1962'den sonra Çinhindi'ndeki savaşla gittikçe daha fazla ilgilenmeye başladım ve Vietnam kültürü hakkında Britanya'da hemen hemen hiçbir ciddi bilimsel çalışma mevcut olmadığı için, bu konuda kendim inceleme yapma zorunluluğu hissettim. Bunu, gerek buradaki, Amerikan > zulmüne karşı yürütülen harekete katkıda bulunmak için, gerekse — aynı anda hem iyice karma, hem de tamamen kendine özgü olan son derece büyüleyici ve çekici bir kültür olarak— konunun kendisi için yaptım. Böylece, Vietnam ve -keza tarihini incelemiş olduğum- Japonya, bana Yunanistan için modellik etti. 1975'te "yaşam yolunun yarısı" bunalımına girdim. Bunun kişisel nedenleri pek ilgi çekici değil. Ama, siyasi olarak, Amerika'nın Çinhindi'ndeki müdahalesinin sona ermesiyle ve Çin'de Mao döneminin sonuna yaklaştığının farkına varmamla ilgiliydi. Artık bana öyle geliyordu ki, dünyadaki başlıca tehlike ve ilgi odağı bundan sonra Doğu Asya değil, Doğu Akdeniz olacaktı. Bu odak kayması, beni Yahudi tarihine ilgi duymaya sevk etti. Atalarım içindeki Yahudi öğelerin bölük pörçük olması, Nuremberg Yasaları'nıÇ1 uygulamaya çalışan soruşturma görevlilerine çok güç anlar yaşatırdı; ve her ne kadar, bu kırıntılara sahip olmaktan memnun isem de, daha önce ne onlar üzerinde, ne de Yahudi kültürü üzerinde pek uzun boylu düşünmüş değildim. İşte tam bu aşamada "köklerimin" bu bölümü beni -romantik bir şekilde- şaşkınlığa uğrattı. Eskiçağ Yahudi tarihini ve -kendim de bunun kenarında yer aldığımdan- İsrailoğulları ile çevredeki halklar arasındaki, özellikle de İsrailoğulları ile Kenaniler ve Fenikeliler arasındaki ilişkileri incelemeye başladım. Kenaniler ve Fenikelilerin Sami dilleri konuştuklarını eskiden beri biliyordum; ama, İbranice konuşanlar ile Fenikece konuşanların birbirlerini anladıklarını ve ciddi dilbilimcilerin bu ikisini tek bir Kenani dilin lehçeleri olarak ele aldıklarını keşfetmek benim için tam bir şok oldu. O sıralarda İbranice öğrenmeye başlıyordum ve İbranice ile Yunanca arasında bana çok çarpıcı görünen birçok benzerlik buldum. Bunları tesadüfi benzerlikler olarak kabul etmekten iki etken beni alıkoydu. Birincisi, Çince, Japonca ve Vietnamcanın yanı sıra Çiçevaca -Zambiya ve Malavi'de konuşulan bir Bantu dili- öğrenmiş biri olarak, birbiriyle ilişki içinde olmayan diller arasında bu kadar çok paralellik olmasının normal olmadığını kavramıştım. İkincisi, İbranice-Kenanicenin sadece Filistin dağlan içlerinde tecrit edilmiş küçük bir kabilenin dili olmadığını, bütün Akdeniz dünyasında -Fenikelilerin gittiği ve yerleştiği her yerde-konuşulduğunu da şimdi kavrıyordum. Bu nedenle, sesleri ve anlamları hem Yunancada hem İbranicede birbirine benzeyen birçok önemli sözcüğün -ya da en azından Hint-Avrupa kökeninden gelmeyen sözcüklerin büyük çoğunluğunun- Yunancaya Kenanice-Fenikeceden geçmiş olmaması için hiçbir neden göremiyordum. Bu aşamada, dostum David Owen'in yönlendirmesiyle, Cyrus Gordon ve Michael Astour'un Sami uygarlığı ile Yunan uygarlığı arasındaki genel ilişkileri ele alan eserlerinden yoğun bir şekilde etkilendim. Üstelik Astour beni, Thebai'nin Fenikeli Kadmos tarafından kurulması ile ilgili efsanelerde bir gerçek payı bulunduğuna ikna etti. Ama yine de, tıpkı onun gibi ben de, Mısır kolonileriyle ilgili efsaneleri ya tamamen hayal ürünü diye ya da kimlik teşhisinde yanılma örnekleri diye reddediyordum; çünkü -Yunanlılar ne yazmış olurlarsa olsunlar- ben kolonicilerin Sami dili konuştuklarına inanıyordum. Bu doğrultuda dört yıl boyunca çalıştım ve Yunanca sözcük dağarcığının dörtte birine yakınının Sami kökenlerine dayandırılabileceği kanısına vardım. Bunu, Hint-Avrupa kökenli olarak görünen sözcüklerle birlikte alırsak, geride Yunanca sözcük dağarcığının hâlâ dörtte biri ile üçte biri arasındaki bir kesimi aydınlatılmamış durumda kalıyordu. Hasır altı edilmesi mümkün olmayan bu kesime nasıl bakacağım konusunda tereddüt ediyordum: Genel kabul görmüş şekliyle "pre-Helenik"Ç2 mi diyecektim, yoksa dışarıdan üçüncü bir dilin, yani ya Anadolu dillerinden birinin ya da Hurricenin -ben bunu tercih ediyordum- varlığını mı kabul edecektim? Gel gelelim, bu dilleri yakından inceleyince, neredeyse işe yarar hiçbir malzeme sağlamadıklarını gördüm. Geç Dönem Eski Mısırcası hakkında ise, ancak 1979'da Cerny'nin Coptic Etymological Dictionary'sinin (Kıptice Kökenbilim Sözlüğü) bir nüshasını karıştırırken şöyle böyle bir fikir edinebildim. Neredeyse birdenbire anladım ki, dışarıdan üçüncü dil işte bu idi. Birkaç ay içinde şu kanıya vardım: Yunanca sözcük dağarcığının daha yüzde 20-25'lik bir bölümü için, ayrıca Yunan Tanrı isimlerinin çoğu ile yer adlarının birçoğu için, Mısırcadan akla uygun köken açıklamaları (etimolojiÇ3) bulunabilir. Hint-Avrupa, Sami ve Mısırca kökleri bir araya koyunca, artık inanıyordum ki, Yunanca sözcük dağarcığının yüzde 80-90 kadarı için -ek araştırmalar yapmak suretiyle- akla uygun açıklamalar bulunabilir; bu da, herhangi bir dil için ne kadar yüksek bir oran ümit edilebiliyorsa o kadar yüksek bir orandır. Böylece "pre-Helenik" öğesine hiçbir ihtiyaç kalmamış oluyordu. Araştırmalarımın başlangıcında şu soruyla yüz yüze gelmek zorunda kalmıştım: Eğer her şey senin ileri sürdüğün kadar basit ve açık ise, neden daha önce hiç kimse bunu görmedi? Bu sorunun yanıtım Gordon ve Astour'u okuduğum zaman buldum. Bu yazarların ikisi de, Doğu Akdeniz'i kültürel bir bütünlük olarak görmüştü; ve Astour Yunanistan'ın oluşumunda Fenikelilerin rolünün inkâr edilmesinin an-tisemitizmÇ4 ile açıklanabileceğini gözler önüne sermişti. Mısır öğesinde isabet kaydedince, çok geçmeden "Mısır'ı neden daha önce düşünemedim?" sorusu ile daha da ciddi olarak ilgilenmeye başladım. Oysa o kadar aşikârdı ki! Yunanistan'ın oluştuğu binyıl süresince Doğu Akdeniz'de tartışmasız en büyük uygarlığa sahip olan ülke Mısır idi. Yunanlı yazınlar, yazılarında Mısır dinine ve kültürün diğer yönlerine olan borçlarından uzun uzadıya söz etmişlerdi. Üstelik büyükbabam MısırbilimÇ5 uzmanı olduğu ve ben de çocukken Eski Mısır'a çok büyük bir ilgi duymuş olduğum için, kendi kusurumu daha da şaşırtıcı buluyordum. Besbelli, Mısır ile Yunanistan arasında bağlantı kurmanın önünde çok derin kültürel engeller vardı. İşte bu noktada, Yunanistan'ın kökenine ilişkin tarihyazıcılığınıÇ6 araştırmaya başladım. Amacım, şundan emin olmaktı: Eski Yunanlılar gerçekten de, Mısırlılar ve Fenikeliler tarafından kolonileştirildiklerine ve kültürlerinin büyük bölümünü bu kolonilerden, ayrıca daha sonra Levant'taÇ7 aldıkları eğitimden edindiklerine inanıyor muydu? Bir kez daha büyük bir şaşkınlık yaşadım. Sarsılarak keşfettim ki, "Eskiçağ Modeli" diye adlandırmaya başladığım şema ta 19. yüzyılın başlarına kadar yıkılmamıştı ve Yunan tarihinin bana öğretilen versiyonu -Yunanlıların kendileri kadar eski olmak şöyle dursun- ancak 1840'lar ve 1850'lerde geliştirilmişti. Astour, tarihyazıcılığında Fenikelilere karşı alınan tavrın antisemitizmden derin bir şekilde etkilendiğini anlamamı sağlamıştı; o nedenle, Mısırlıların görmezden gelinmesi ile Kuzey Avrupa ırkçılığında 19. yüzyılda yaşanan patlama arasında bir bağlantı kurmak benim için kolay oldu. Romantizm ile bağlantıları ve Mısır dini ile Hıristiyanlık arasındaki gerginlikleri ortaya koymak ise daha fazla zaman aldı. Nitekim, Kara Atena'da ortaya konan tasarıyı geliştirmek, neresinden bakarsanız bakın, on yıldan fazla zamanımı aldı. Bu süre boyunca hem Cambridge hem de Cornell üniversitelerinde adeta kamusal bir dert haline gelmiştim. Yaşlı DenizciÇ8 gibi ben de masum yolcuların yolunu keserek, ancak yarı yarıya olgunlaşmış en son fikirlerimi onların üzerine boca ediyordum. Yalnızca sabırla dinledikleri için bile, bu "düğün davetlerine" muazzam bir borcum var. Yaptıkları son derece değerli öneriler için ise daha da büyük bir gönül borcu duyuyorum; her ne kadar bu önerilerden ancak pek azıını kabul etmişsem de, çalışmama hesapsız yardımları oldu. Her şeyden önemlisi, konu hakkında duydukları heyecan ve bana akademik disiplinlerde bu kadar çok otoriteyi çiğnemenin çılgınlık olmadığı yolunda güven verdikleri için teşekkür etmek isterim. Söylediklerime inanır gibi göründüler ve bazı fikirlerim tek başına ele alındığında muhtemelen yanlış olsa bile, doğru iz üzerinde olduğuma beni ikna ettiler. Uzmanlara ise farklı türden bir gönül borcum var. Sadece bana engel olmadıkları için değil. Yuvalarında bile onları rahat bırakmadım ve kendi fikirlerinin ya da doğru sayılan yerleşik bilgilerin ardında yatan nedenler hakkında en temel açıklamalar ve tanımlamalar için ricalarda bulunarak başlarının etini yedim. Değerli zamanlarının büyük bölümünü almama ve bazen de büyük bir sevgi besledikleri inançlarını altüst etmeme rağmen, hepsi de nazik ve çoğunlukla benim adıma hatırı sayılır çabalar gösterecek kadar yardımsever idiler. "Düğün davetlilerinin" ve uzmanların yardımı bu proje için zorunlu ve vazgeçilmez olmuştur. Birçok bakımdan, bütün bu projeyi bireysel olmaktan çok, kolektif bir çaba olarak görüyorum. Konuyla ilgili bütün alanları tek bir kişinin ele alması mümkün olamazdı. Bununla birlikte, dışarıdan sağlanan bu muazzam yardım sayesinde bile, monografi türünde bir çalışmadan haklı olarak beklenebilecek dört başı mamurluğun ister istemez gerisinde kaldım. Dahası, bana yapılan en iyi tavsiyelerin çoğunu anlamadığımı ya da gereğince özümlemediğimi çok iyi biliyorum. O nedenle, aşağıda adı geçen kişilerin hiçbiri, okuyucuların bulabileceği olgu ve yorum hatalarından sorumlu değildir. Ama, bu çalışmanın onuru onlara aittir. Önce, bir teki bile eksik olsaydı bu çalışmayı asla tamamlayamayacağım insanlara teşekkür etmek isterim: Frederic Ahl, Gregory Blue, çok özlediğimiz müteveffa Robert Bolgar, Edward Fox, Edmunt Leach, Saul Levin, Joseph Naveh, Joseph Needham, David Owen ve Barbara Reeves. Bu insanlar farklı oranlarda, bu ciltler için kritik önemde bilgi yardımı, tavsiye, yapıcı eleştiri, destek ve teşviklerde bulundular. Hepsi olağanüstü meşgul olan bu insanlar, son derece önemli ve büyüleyici olan kendi projeleri üzerinde çalışmaktadır. Kendilerine çoğunlukla pek ilkel bir düzeydeyken sunduğum çalışmam üzerinde harcadıkları uzun zaman için, dile getirebileceğimden çok daha fazla müteşekkirim. Bana yardım etmek için harcadıkları zaman ve girdikleri zahmet için şu insanlara da teşekkür etmek -ve artık ölmüş bulunanlara da şükran borcumu kaydetmek- istiyorum: Anouar Abdel-Malek, Lyn Abel, Yoel Arbeitman, Michael Astour, Shlomo Avineri, Wilfred Berner, Alvin Bernstein, Ruth Blair, Alan Bomhard, Jim Boon, Malcolm Bowie, Susan Buck Morse, Alan Clugston, John Coleman, Mary Collins, Jerrod Cooper, Dorothy Crawford, Tom Cristina, Jonathan Culler, Anna Davies, Frederick de Graf, Ruth Edwards, Yehuda Alkana, Moses Finley, Meyer Fortes, Henry Gates, Sander Gilman, Joe Gladstone, Jocelyn Godwin, Jack Goody, Cyrus Gordon, Jonas Greenfîeld, Margot Heinemann, Robert Hoberman, Carleton Hodge, Paul Hoch, Leonard Hochberg, Clive Holmes, Nicholas Jardine, Jay Jasanoff, Alex Joffe, Peter Kahn, Richard Kahn, Joel Kupperman, Woody Kelley, Peter Khoroche, Richard Klein, Diane Koester, Isac Kramnick, Peter Kuniholm, Annemarie Kunzl, Kenneth Larsen, Leroi Ladurie, Philip Lomas, Geoffrey Lloyd, Bruce Long, Lili McCormack, John McCoy, Lauris Mckee, Laurie Milroie, Livia Morgan, John Pairman Brown, Giovanni Pettinato, Joe Pia, Max Prausnitz, Jamil Ragep, Andrew Ramage, John Ray, David Resnick, Joan Robinson, Edward Said, Susan Sandman, Jack Sasson, Elinor Shaffer, Michael Shub, Quentin Skinner, Tom Smith, Anthony Snodgrass, Rachel Steinberg, Bary Strauss, Marilyn Turner, Robert Tannenbaum, Ivan van Sertima, Cornelius Vermeule, Emily Veremeule, Gail Warhaft, Gail Weinstein, James Weinstein ve Heinz Wismann. Bunların aralarında, yapmaya çalıştığım şeye şiddetle karşı çıkan, fakat yine de bilerek ve isteyerek çok yararlı yardımlarda bulunan bazılarına özellikle teşekkür etmek isterim. Cornell Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi'nde, bir idari bilimler fakültesinin olağan ilgi alanından bu kadar uzak bir proje ile ilgilenmeme sadece tahammül etmekle kalmayan, fakat teşvik de eden herkese derin minnettarlığımı ifade etmek isterim. Aynı şekilde, yıllarca süren bir konukseverlik gösteren ve beni yeni alanıma yönelmeye sevk eden entelektüel uyarım için Telluride House'daki herkese teşekkür etmek isterim. Keza, 1977-1978'de çok üretken ve mutlu bir yıl geçirdiğim Cornell'deki İnsani Bilimler Derneği üyesi herkese çok minnettarım. Yayıncım Robert Young'a, projeye duyduğu güven ve bana sağladığı sürekli yardım ve teşvik nedeniyle derin bir borçluluk içindeyim. Aynı zamanda editörüm Ann Scott'a da, bu cilde harcadığı muazzam çaba, gösterdiği sabır ve tuttuğu sempatik yol için teşekkür etmek isterim; bu sayede benim amour propre'umvfÇ9 incitmeden metnin niteliğini büyük ölçüde yükseltmiştir. Bilimsel yayın danışmanı olan Neil Flanagan ile Dr. Holford-Strevens'e ve redaktör Gillian Beaumont'a büyük bir gönül borcum var. Okuyucular emin olsunlar ki, bu kitapta hâlâ gizlenen birçok hata, tutarsızlık ve uygunsuz ifade, metin onların uzmanca incelemelerinin altına yatmazdan önce bol bol bulunan nicesinin yanında bir hiçtir. Yerine getirdikleri AugeasÇ10 görevinin yıldırıcılığına rağmen, benimle bütün ilişkilerinde hep olağanüstü sabırlı ve cana yakın oldular. Yine Kate Grillet'e de, haritalar ve çizelgeler için yaptığı ilk taslaklar ve benim acele ve belirsiz tanımlarımı yorumlamakta gösterdiği olağanüstü beceri nedeniyje teşekkür etmek isterim. Kızım Sophie Bernal'e de, kaynakçada ve getir-götür işlerinde neşeyle ve sabırla yaptığı yardımlar için çok müteşekkirim. Bana temel eğitim ve kendine güven duygusu sağlayan annem Margaret Gardiner'e hesapsız bir borçluluk içindeyim. Daha da özel olarak belirtmek gerekirse, bu cildi tamamlayabilmem için maddi olanak sağladı ve giriş bölümü için değerli editörlük yardımlarında bulundu. Eşim Leslie Miller-Bernal'e yararlı yargı ve eleştirileri için, fakat her şeyden önce, bu kadar büyük bir entelektüel girişimin tümüyle bağımlı olduğu sıcak duygu temelini sağladığı için teşekkür etmek isterim. Son olarak, Sophie, William, Paul, Adam ve Patrick'e gösterdikleri sevgi ve aslında en büyük öneme sahip ilişkilerin içinde beni bu kadar sıkıca kök salmış olarak muhafaza ettikleri için teşekkür etmek isterim. Ç1 Adolf Hitler tarafından 15 Eylül 1935'te çıkarılan Nuremberg Yasaları iki maddeden oluşuyordu. Reichbürgergesetz (Reich Yurttaşlığı Yasası) adıyla bilinen birinci madde, Yahudilerin Alman yurttaşlığını kaybetmelerini ve devletin sadece tebaası haline getirilmelerini öngörüyordu. Gesetz zum Schutze des Deutschen Blutes und der Deutschen Ehre (Alman Kanının ve Alman Onurunun Korunması Yasası) adıyla bilinen ikinci madde ise, Alman yurttaşlarının Yahudi ya da "karışık kanlı" olanlarla evlenmelerini ve cinsel ilişkide bulunmalarını yasaklıyordu. Daha sonra çıkarılan karanameleri de kimin Yahudi sayılacağı kesin ölçütlerle tanımlanıyordu. Martin Bernal, ataları arasında Yahudilerin pek fazla bulunmaması nedeniyle, bu yasaları uygulayanların onu Yahudi asıllı olarak tanımlayıp tanımlamama konusunda zorluklarla karşılaşacaklarını ima ediyor. (Ç.N.) Ç2 Pre-Helenik: Helenler öncesine ait. (Ç.N.) Ç3 Etimoloji: Sözcüklerin kaynağını, tarihsel gelişmesini ve anlamlarındaki değişmeleri araştıran bilim dalı, kökenbilim; bir sözcüğe getirilen köken açıklaması. (Ç.N.) Ç4 Antisemitizm: Yahudi düşmanlığı. Kökleri tarihin derinliklerinde olan dinsel Musevi karşıtlığına 19. yüzyıl ortalarından başlayarak ırkçı bir nitelik de eklendi, özellikle Yahudilerin Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde gelişen milliyetçilik akımları Yahudileri birinci hedef haline getirdi. 20. yüzyılda Almanya'da Nazilerin güçlenmesi ve 1933 yılında iktidara gelmesi ile antisemitizm doruğa ulaştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Alman işgali altına giren diğer bölgelerde de uygulanan soykırım sonucunda, altı milyon Yahudi öldürüldü. 1948 yılında İsrail devleti kurulunca, sorun başka bir biçim aldı. (Ç.N.) Ç5 Mısırbilim: Mısır'ın aşağı yukarı MÖ 4500'den başlayarak Müslümanlarca fethedildiği MS 641 yılına kadar olan dönemdeki tarihi kültürü, dini, sanatı, edebiyatı vb. ile ilgilenen bilim dalı; Egyptology. (Ç.N.) Ç6 Tarihyazıcılığı (Historiografi): Kaynakların eleştirel bir yaklaşımla incelenmesi, özgün malzeme yığınları içinde hangi özgül yanların seçileceğinin belirlenmesi ve bunların eleştirel yöntemlerin sınamasına dayanacak şekilde bir anlatım içinde birleştirilmesi; tarih yazımının teorisi ve tarihi. (Ç.N.) Ç7 Levant: Akdeniz'in doğu ucunda yer alan ülkeler; günümüzde, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin sınırlan içinde bulunan topraklar. (Ç.N.) Ç8 Yaşlı Denizci: İngiliz şairi Samuel Taylor Coleridge'in (1772-1834), The Rime of the Ancient Mariner (Yaşlı Denizci'nin Ezgisi) adlı eserinin başkahramanı. Bir albatrosun canına kıydığı için büyük bir vicdan azabı duymaktadır. Bu duyguyu hafifletmek için önüne gelene bunu anlatır. Bir düğün davetinde bile işlediği günahın ne kadar büyük olduğundan söz eder. (Ç.N.) Ç9 Amour propre: (Fransızca) Özsevgi, gurur. (Ç.N.) Ç10 Elis Kralı Augeas ile ilgili bir Yunan efsanesine atıf yapılıyor. Kral Augeas'ın ahırında üç bin hayvan vardır ve otuz yıl hiç temizlenmemiştir. Fakat Herkül, iki nehrin yatağını değiştirip ahırın içinden geçirerek bir gün içinde temizler. (Ç.N.)
Sayfa 23 - KAYNAK YAYINLARI - BİRİNCİ BASIM - HAZİRAN 1998Kitabı okuyacak
·
402 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.