Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

• Uluslar düşünmezler, yalnızca hissederler. Duygularını mizaçları aracılığıyla ikinci elden alırlar, beyinlerinden değil. • İnsan makinesi. Kişisel olmayan insan makinesi. İnsanın ne olduğu, kendi yapısıyla birlikte kalıtsal özellikleri, yaşam alanı ve ilişkilerinin getirdiği etkilere de bağlıdır. Sadece dış etkenler tarafından yönlendirilir, yönetilir, komuta edilir. Hiçbir şey oluşturamaz, fikir bile. • Hiçbir dış etken, tek başına, eğitimine karşı olan bir şeyi yapması için insanı ikna edemez. Ignatius Loyola'nın durumundaki gibi, yapabileceği en fazla insanın aklını başka yöne çekerek yeni etkileri kabul etmesi için kolaylık sağlamaktır. Bu etkiler, zamanla insanı eğitebilir. Ta ki son etkene de teslim olup eylemi yerine getirmek kişinin yeni karakterine uygun hale gelene kadar. • Pekala. Şimdi detayları toplayıp yirmi beş sentinin karşılığında neler almış bir bakalım. Bu yatırımı yapmasındaki gerçek nedeni bulmaya çalışalım. En başta, ızdırap içindeki yaşlı suratın ona verdiği acıya dayanamadı. Yani bu iyi adam, kendi acısını düşünüyordu. Onu dindirmek için merhem almalı. Eğer yaşlı kadının yardımına koşmasaydı, eve dönerken vicdanı ona yol boyunca işkence edecekti. Yani yine kendi acısını düşünüyordu. Onu dindirmek için rahatlatıcı ilaç almalı. Eğer yaşlı kadını avutmasaydı, gözlerine uyku girmeyecekti. Biraz uyku satın almalı... Çünkü hâlâ kendini düşünüyor, görüyorsun ya. Özetlemek gerekirse; kalbindeki keskin acıdan kurtulma özgürlüğü satın aldı, vicdan azabının işkencesinden sıyrılma özgürlüğü satın aldı, tüm gece sürecek aralıksız uyku satın aldı... Hepsi de sadece yirmi beş sente! • Burada. Shakespeare, seninle benim gibi dikiş makinesi değildi, o bir goblen dokuma tezgahıydı, ipler ve renkler ona, dış etkenler, telkinler, deneyimler (okuma, tiyatro oyunları izleme, oyunlarda rol alma, fikir ödünç alma vesaire) aracılığıyla dışarıdan geldi. Desenleri aklında birleştirdikten sonra, karmaşık ve hayranlık uyandıran makine düzeneğini çalıştırdı. O düzenek de tüm dünyanın hâlâ şaşkınlıkla izlediği, göz kamaştırıcı şekilde betimlenmiş kumaşı otomatik olarak yarattı. Eğer Shakespeare, okyanusun ortasındaki çorak ve ziyaretçisi olmayan bir kaya parçasında doğup büyümüş olsaydı, muazzam zekasını çalıştırmak için dışarıdan gelen materyal bulamayacaktı. Üstelik bunu icat da edemezdi. Dış etkenler, öğretiler, biçimlendirmeler, inançlar, ilhamlar... Degerli hiçbir şey olmayacaktı. Onları da icat edemezdi. Sonuçta, Shakespeare hiçbir şey üretmemiş olurdu. -Sanırım o zaman, cesur olmanın korkak olmaktan daha fazla değeri yok? - Kişisel değeri mi? Hayır. Cesur insan cesaretini kendi yaratmaz. Ona sahip olduğu için üzerinde kişisel hak iddea edemez. Doğuştandır. Milyar dolarla doğmuş bir bebeği düşün. Kişisel değer bunun neresinde? Hiçbir şeyi olmadan doğmuş bir bebeği düşün. Kişisel kabahat bunun neresinde? Şakşakçılar ilkine yaltaklık edecek, hayranlık duyacak, tapacak. İkincisiniyse hor görecek, ihmal edilecek. Mantık bunun neresinde? • Alexander Hamilton, çarpıcı derecede yüksek prensiplere sahip bir adamdı. Düello yapmanın yanlış olduğunu, dinsel öğretilerle uyuşmadığını düşünüyordu. Fakat toplum fikrine saygısından, bir düelloya girmek zorunda kaldı. Ailesini çok seviyor olmasına rağmen, toplumun onayını kazanmak uğruna, onları haince terk edip tüm hayatını bir kenara attı, Gülünç dünyaya kendini kabul ettirebilmek için zavallı insanlan, bencilce, hayat boyu sürecek bu kedere teslim etti. O zamanki toplum standartlarının onurlu olma koşullarına göre, düelloyu reddetme utancyla rahatça yaşayamazdı. Din öğretileri, ailesine olan derin bağlılığı, merhametli kalbi, yüksek prensipleri... Hepsi ruhsal rahatlığa erişmesinin yolunu tıkadıklarında, ziyan oldular. İnsan ruhsal rahatlığını güvenceye almak için ne olursa olsun, her şeyi yapacaktır. Hedefinde bu amaca ulaşmak olmayan bir eyleme, ne zorlanabilir ne de ikna edilebilir. Hamilton, yaradılışındaki kendi ruhunu tatmin etme gerekliliği nedeniyle, bu eylemi gerçekleştirmeye mecbur kaldı. Aynı, kendisinin ve tüm insanların hayatlarında gerçekleştirdikleri diğer eylemler gibi. Meselenin özü nerede yatıyor, görüyor musun? Bir insan, kendi onayı olmadan rahatlığa ulaşamaz. Ne pahasına olursa olun, neyi feda etmesi gerekirse gereksin, ondan koparabileceği en büyük parçayı güvenceye alacaktır. • İdeallerinizi, davranışlarınızdan aldığınız en büyük zevki bulacağınız zirveye doğru özenle yukarı, daha yukarı eğitin ki bu hem sizi memnun edip hem de komşularınıza ve topluma yarar sağlasın. • Biz (insanoğlu), yanıltıcı isimler verdiğimiz bazı niteliklerle kendimizi etiketledik. Sevgi, Nefret, Hayırseverlik, Merhamet, Cimrilik, Cömertlik vesaire... Yani, isimlere yanıltıcı anlamlar ekliyoruz demek istiyorum. Hepsi kendini tatmin ve memnun etme çeşitleri olmalarına rağmen, dikkatimizi gerçekten uzaklaştırmak için isimleri onları gizliyor. Ayrıca, hiç orada bulunmaması gereken bir kelimeyi de sinsice sözlüğe soktuk. Fedakârlık. Var olmayan bir şeyi tanımlıyor. Fakat en kötüsü, insanın tüm eylemlerini emreden ve onu bunlara zorlayan Tek Dürtü'yü görmezden gelip hakkında hiç konuşmuyoruz. Her acil durumda ve ne pahasına olursa olsun, insanın kendi onayını güvenceye almasının kaçınılmaz gerekliliğini yani. Olduğumuz tüm şeyleri ona borçluyuz. O bizim nefesimiz, kalbimiz, kanımız. O bizim tek mahmuzumuz, kırbacımız, üvendiremiz. Son derece etkili tek gücümüz. Başkasına daha sahip değiliz. O olmadan yalnızca durağan şekiller, bedenler olurduk. Hiç kimse bir şey yapmazdı. İlerleme olmadığından, dünya hareketsizce sadece dururdu. O muhteşem gücün adı dudaklardan çıktığında şapkalarımızı çıkarıp saygıyla ayağa kalkmalıyız. • Vicdanımız, bizim de acı çekmeye başladığımız noktaya varıncaya kadar diğerlerinin maruz kaldığı sıkıntıları umursamaz. İstisnasız tüm durumlarda, bu bizi de rahatsız etmeye başlayana kadar, diğer kişinin acısına kayıtsız kalırız. • Ne kadar da güzel bir fedakârlık işi yaptı ama! Bana kendisi dışında, herkesi feda etti gibi geliyor. Hiç kimse, asla kendini feda etmez. Bunun hiçbir yerde kayıt altına alınmış bir örneği yok. İnsanın içsel Efendisi, kölesinden geçici ya da kalıcı tatmin adına bir şey istediğinde, o şey yerine getirilecektir ve getirilmek zorundadır. Önünde duran kim olursa olsun, uğrunda kime zarar gelirse gelsin, o emre uyulacaktır. Sana, tüm bunları daha önce de söylememiş miydim? O adam içsel Efendisini tatmin ve memnun edebilmek için ailesini mahvetti. • Tüm eğitimler, dış etkenin bir çeşididir ve bağlantılar onun en büyük parçasıdır. Bir insan, hiçbir zaman, dış etkenlerin onu yarattığından fazlası değildir. Onu ya aşağı çekecek ya da yüceltecek şekilde eğitirler. Fakat bir şekilde eğitirler. Her zaman insanın üzerinde çalışır durumdadırlar. • Genç Adam: O kelimeyi kullanıp duruyorsun... Eğitim. Özellikle şey mi demek istiyorsun... Yaşlı Adam: Çalışma, açıklama, dersler, vaazlar mi diye soruyorsun? Onlar birer parçası ama büyük parçası değil. Ben, tüm dış etkenler demek istiyorum. Onlardan milyonlarca var. İnsan beşiğinden mezarına, tüm uyanık geçirdiği zamanlarda eğitim altındadır. Eğiticilerinin ilk sırasında da bağlantılar gelir. Bu, düşünceleriyle duygularını etkileyen, ideallerini oluşturan ve onu bir yola sokup orada kalmasını sağlayan insani çevresidir. Eğer o yoldan ayrılırsa, en çok sevdiği ve saygı duyduğu, onayına en çok değer verdiği insanlar tarafından dışlanacaktır. O, bir bukalemundur. Doğasının kanunu gereği, yaşadığı yerin rengini alır. Çevresindeki etkiler onun tercihlerini, nefret ettiklerini, siyasi görüşünü, beğendiklerini, ahlakını, dinini yaratır. İnsan, bunların hiçbirini kendisi yaratmaz. Yarattığını sanır ama bu meseleye derinlemesine dalmadığındandır. • G.A: Bir kişi, küçük bir çocuğu yanan binadan kurtarmak için kendi hayatını feda ettiğinde peki? Ona ne diyeceksin? Y.A: Bunu yapıyorsa, yapısının kanunları öyle demektir. Çocuğu, o tehlikeli durumda görmeye dayanamıyor (yapısı farklı biri dayanabilirdi) ve onu kurtarmaya çalışıp hayatını kaybediyor. Fakat peşinde olduğu şeyi elde etti, kendi onayını. • Onlara kişisel tatmin ve onaydan en büyük parçayı verecek şeyi seçtiler. Bir insan, her zaman bunu yapar. • G.A: Sevgi, nefret, merhamet, intikam, insaniyet, cömertlik, bağışlama... Bunlara ne diyorsun? Y.A: Ana Dürtü'nün farklı sonuçları. Yani, insanın kendi onayını güvenceye alması gerekliliğinin. Türlü kıyafetler giyerler ve çeşit çeşit ruh hallerine tabidirler fakat nasıl gizlenirlerse gizlensinler, hep aynı kişidirler. Başka şekilde düşünürsek, insanı harekete geçiren dürtü, ki yalnızca bir tane var, kendi ruh tatminini güvenceye alması için olan gerekliliktir. O durduğunda, insan ölür. G.A: Bu ahmaklik. Sevgi... Y.A: Sevgi, en taviz vermez haliyle o dürtü, o kanundur. Kişinin hayatını ve diğer sahip olduklarını harcayacaktır. Bunu, esasen o kişinin değil, kendi uğruna yapacaktır. Ona sahip olan kişi mutlu olduğunda, o da mutludur. Aslında bilinçsizce peşinde olduğu asıl şey de budur. • Tüm insanlara Özgür İrade bahşedilmiş olduğu konusunda sürekli ikna edilmeye çalışılırız. İyi davranışla daha az iyi davranış arasında bir seçim yapması teklif edildiğinde onu kullanabilir ve kullanmalıdır. Buna rağmen, o adamın durumunda da açıkça gördüğümüz gibi, aslında Özgür İradesi yoktu. Yapısı, eğitimi ve onu biçimlendirerek olduğu kişi yapan günlük etkiler, kadını kurtarıp dolaylı yoldan kendini de kurtarması için adama baskı yaptılar. Bu şekilde, ruhsal acıdan ve çekilmez perişanlıktan kurtulacaktı. Seçimi kendisi yapmadı. Kontrol edemediği güçler bunu onun için yaptı. Özgür İrade, hep kelimelerde var olmuştur ama orada durur. Bence, gerçekleşmeye ulaşamadan duruyor. • G.A: "Görev, görev içindir" deyişi hakkında ne diyorsun? Y.A: Öyle bir şey yok. Görevler, görev uğruna yerine getirilmez. Onun nedeni, ihmal edilmelerinin insanı rahatsız edecek olmasıdır. İnsan tek bir görev yerine getirir, o da ruhunu tatmin ederek kendi kendini kabul edebileceği duruma gelme görevidir. Eğer komşusuna yardım ederek bu yegâne görevini oldukça tatmin edici şekilde yerine getirebilecekse, bunu yapacaktır. Eğer komşusunu dolandırarak bu yegâne görevini oldukça tatmin edici şekilde yerine getirebilecekse, bunu yapacaktır. Fakat en önce, ilk sırada olanı gözetecektir. Diğerlerinin üzerindeki etkisi, her zaman ikincil meseledir. Insan, fedakârlık ediyormuş gibi yapar. Fakat kelimenin gerçek anlamıyla böyle bir şey yoktur ve asla da var olmamıştır. İnsan sık sık, gerçekten de kendini sadece bir başkası uğruna feda ettiğini düşünür. Fakat yanılmış olur. Temeldeki dürtüsü, doğasının ve eğitiminin bir gereksinimini tatmin etmektir. Böylece, ruhu için huzur bulabilir. - Bazen çekingen biri, korkaklığını yenerek cesur olmayı kendine görev edinip sonunda da başarılı olur. Buna ne diyorsun? Fakat değer konusuna gelirsek... Sonunda zafere ulaşan korkağın başlattığı projeyle kazandığı başarının kişisel değeri ne olacak? - Öyle bir şey yok. Dünyanın gözünde önceden olduğundan daha kayda değer biri haline geldi. Fakat değişimi kendi başarmadı, bunun değeri ona ait değil. -Kime ait öyleyse? - Yapısına ve dışarıdan bunu şekillendiren etkilere. - Yapısına mı? - Bu kişi, en başında tamamıyla, düpedüz korkak değildi. Aksi takdirde, ortada etkilerin şekillendirebileceği bir şey olmazdı. Belki boğadan korkuyordu ama ineklerden korkmuyordu. Kadınlardan değil ama erkeklerden çekiniyordu. Üzerine inşa edilebilecek zemin, ekilmiş bir tohum vardı. Tohum olmazsa, bitki de olmaz. Bu tohumu kendi mi yarattı yoksa onunla mı doğdu? Tohumun orada bulunuyor olmasından kendine pay çıkaramaz. Bunun değeri, onun değil. Cesur olma kararı almak hiçbir ihtimal altında asla aklına gelmezdi. Fikrin dışarıdan gelmesi gerekiyordu, onu kendi oluşturamazdı. Cesaret yüceltilirken korkaklıkla alay edildiğini duyduğunda, uykusundan uyandı. Utanmıştı. Belki de sevgilisi onun kendisi için yeterince İyi olmadığını düşünerek, "Bana senin korkak olduğunu söylediler!" dedi. Hayatına yeni sayfa açan belki de o değildi. Bunu onun adına sevgilisi yapmıştı. Sonuçta, değeri kendine mal ederek ortalarda kasılarak yürümemesi lazım çünkü ona ait değil. • Sana, sadece geçici Gerçek Arayıcıları olduğunu, kalıcı olanların insanlar adına mümkün olmadığını söylemiştim. Arayıcı, Gerçek olduğuna bütünüyle ikna olduğu şeyi bulduğu anda, arayışını sonlandırır. Geri kalan günlerini, onu çer çöple yamayarak, dolgu yaparak, destekleyerek geçirir Gerçeği, sonunda üzerine çökmesin diye hava koşullarına dayanıklı hâle getirmeye çalışır. Y.A: Sorun cevaplanmış oldu. Gördüğün gibi eğitime gerek var. Devam et. Bu şekilde, inancını kaybetmeden devam et, lyi gidiyorsun. G.A: Gelişmem mükemmelliğe ulaşacak mı? Y.A: Evet. Bu limitine bağlı ama. G.A: Limit mi? Ne demek istiyorsun? Y.A: Eğitimin her şey olduğunu söylediğimi hatırladığını belirtmiştin. Ben de seni düzelterek, "Eğitim ve başka bir şey daha..." demiştim. O diğer şey, mizaçtı. Bu, doğduğun zamanki yapın demektir. Yaradılışını söküp atamazsın ya da ciddiye almamazlık edemezsin. Yapabileceğin tek şey, ona baskı uygulayarak dipte sessiz sakin kalmasını sağlamaktır. Çabuk mu sinirlenirsin? G.A: Evet, Y.A: Ondan asla kurtulamazsın ama dikkatli davranarak neredeyse tüm zamanlarda bastırabilirsin. Onun varlığı, senin limitin. Gelişimin hiçbir zaman mükemmelliğe ulaşmayacak çünkü öfken, buna mani olacak ama yine de yeterince yaklaşabilirsin. Değerli bir gelişme gösterdin, daha fazlasını da yapabilirsin. Eğitime gerek vardır, muazzam derecede vardır hem de. Çok geçmeden, yeni bir gelişim evresine varacaksın. O noktadan sonra ilerlemek daha kolay olacak, daha kolay bir temel üzerinde olacaksın zaten, G.A: Açıklar mısın? Y.A: Şimdilik, anneni memnun ederek kendini memnun etmek için azarlamalarını önlüyorsun. Yakında, öfken üzerinde kazandığın bu zafer, kibrini okşayarak sana daha tatlı bir zevk ve tatmin sunacak. Bu, annenin onayının verdiğinden bile fazla olacak. O zaman, yolu uzatarak annen üzerinden değil, ilk elden, direkt kendin için çalışmaya başlayacaksın. Mesele kolaylaştırılmış, dürtü de güçlendirilmiş olacak. • Ben, Özgür İrade demek yerine başka kelimeler seçerdim. G.A: Hangi kelimeleri? Y.A: Özgür Seçim. G.A: Farkı nedir? Y.A: Bir tanesi, istediğin gibi davranma konusunda kısıtlanmamış güç ima ediyor. Diğeriyse, sadece zihinsel süreçten fazlasını kastetmiyor. Yani iki şeyden hangisinin doğru ve adile en yakın olduğuna karar vemek için gerekli olan eleştirisel kabiliyeti. G.A: Aradaki farkı netleştir, lütfen. Y.A: Akıl, doğru ve adil olanı özgürce seçebilir, İşaret edebilir, gösterebilir. İşlevi orada son bulur. Meselede daha ileriye gidemez. Doğru olanın yapılmasını, yanlıştan vazgeçilmesini söyleme yetkisi yoktur. Bu yetki, başka ellerdedir. G.A: Kimin, insanın mı? Y.A: Onu temsil eden makinenin. Çevreyle eğitimi kullanarak onun etrafında inşa ettiği yaradılış ve karakterinin. (...) Y.A: Orada binden fazla insan olmasına rağmen, bir tanesi bile çekinmedi. Aralarından bazıları senin mizacınla doğmuş olmalı. Eğer onlar, görev uğruna bu büyük görevi yerine getirebildilerse sen neden yapamayasın? Dışarı çıkıp bin tane tezgahtar ve tamirci topladıktan sonra onları o güverteye koyarak görev uğrunda ölmelerini isteyebilirsin. İki düzinesi son ana kadar hareket etmeden duramazdı. Bunu biliyorsun, değil mi? G.A: Evet, biliyorum. Y.A: Fakat onlan eğitip bir iki harekâta götürürsen o zaman askere dönüşürlerdi. Asker gururuna, şerefine ve ideallerine sahip olurlardı. Artık bir askerin ruhunu tatmin etmek zorunda kalırlardı, tezgahtarın ya da tamircinin değil. O ruhu da asker görevinden kaçarak tatmin etmek mümkün olmazdı, değil mi? G.A: Sanırım olmazdı. Y.A: Öyleyse görevi görev uğruna değil, en başta kendi iyilikleri için yaparlardı. Onlar tezgahtar, tamirci ve acemi erlerken de görev aynıydı, yine kaçınılmazdı ama o zaman yerine getirmezlerdi. Tezgahtar ve tamirci olarak başka idealleri,tatmin edecek başka ruhlan vardı. Onları tatmin ettiler de. Buna zorunluydular çünkü kanun öyle. Eğitim kuvvetlidir. Yüksek, yüksek ve daha yüksek idealler için eğitim her insanın düşüncelerine, iş gücüne ve çabasına değer. (...) G.A: Maddi ve manevi açgözlülük arasındaki sınırı nereye çizdiğini anlayamıyorum. Y.A: Hiç sınır çizmiyorum. G.A: Ne demek istiyorsun? Y.A: Maddi açgözlülük diye bir şey yoktur. Tüm açgözlülükler manevidir. G.A: Tüm istekler, arzular, hirslar manevi midir? Asla maddi olamazlar mı? Y.A: Hayır. İçindeki Efendi her durumda yalnızca ruhunu tatmin etmeni ister. Başka şeye ihtiyacı yoktur. Diğer meselelerle hiç ilgilenmez. G.A: Hadi ama! İnsan başkasının parasına gözünü diktiğinde bu, açıkça maddi ve iğrenç değil mi? Y.A: Hayır. Para sadece bir sembol. Manevi bir arzunun görülebilir, somut şeklini temsil ediyor. Her istediğin, sözde maddi şey yalnızca bir sembol. Onu, şeyin kendisi için değil, o an ruhunu tatmin edeceği için istiyorsun. G.A: Lütfen ayrıntılara gir. YA: Pekâlâ, Belki de istenen şey yeni bir şapkadır. Onu alırsın ve kibrin memnun, ruhun da tatmin olur. Fakat arkadaşlarının şapkanla alay ettiklerini, ona güldüklerini farz et. Anında kıymetini yitirir. Ondan utanarak ortadan kaldırıp bir daha da görmek istemezsin. G.A: Sanırım anlıyorum. Devam et Y.A: Aynı şapka, değil mi? Hiçbir şekilde değiştirilmedi. Fakat senin istediğin şey şapka değil, onun temsil ettiğiydi. Yani ruhunu tatmin ve memnun edecek bir şey arıyordun. Bunu yapmada başarısız olunca, tüm kıymetini de kaybetti. Maddi değerler yoktur, yalnızca manevi olanlar vardır. Gerçek maddi değerin peşine düşersen boşuna uğraşmış olursun. Öyle bir şey yok çünkü. Bir anlığına bile olsa, sahip olduğu tek değer, arkasındaki manevi değerdir. Onu kaldırırsan yine hızlıca değersiz olur, tıpkı şapka gibi. • Binlerce çılgın ve sakin din, akla gelebilecek her tür hükümet; kaplan kadar vahşi, ev kedisi kadar uysal olanına kadar... Her ulus, tek gerçek dine inandıklarını, tek mantıklı hükümet sistemine sahip olduklarını biliyor". Hepsi, kendilerinin de berbat olduklarından şüphelenmeden diğerlerini küçümsüyor. Hepsi, kafalarındaki, üstün oldukları hayaliyle gurur duyuyor. Hepsi Tanrı'nın en çok onları sevdiğinden emin. Hepsi savaş zamanında şüphe etmeden, kendilerine güvenle O'na yakarıyorlar. Hepsi O, düşmanın tarafını tuttuğunda şaşırıyor fakat alışkanlıktan bunu mazur görüp O'na methiyeler düzmeye devam ediyorlar. Kısacası, tüm insan ırkı memnun. Daima, bıkıp usanmadan, yıkılamaz şekilde memnun. Dini ne olursa olsun, başındaki efendi kaplan da ev kedisi de olsa hep mutlu, minnettar, gururlu... (...) Katlanabileceği ve yine de mutlu olabileceği şeyleri bir hayal et. Önlerine acı gerçeklerden oluşan bir sistem koyarak neşelerini kaçırabileceğimi düşünerek beni çok onurlandırıyorsun. Bunu hiçbir şey yapamaz. Her şey çoktan denendi, Başarı sağlanamadı. Sen de lütfen kafana takma. ° Y.A: Kendisinden önceki çağlardan ödünç alıp ardından gelen çağlara ödünç verdi. İnsansa gözlemleyip birleştirdi. Hepsi bu. Fare de aynı şeyi yapar. G.A: Nasıl? Y.A: Koku fark eder, peynir olduğu anlamını çıkarır, onu arar ve bulur. Gök bilimci, onu bunu gözlemler, kendisinden önce gelen yüzlercesinin bulduklarına, kendininkileri ekler. Ardından görünmez bir gezegen olduğu anlamını çıkarır, onu arar ve bulur. Fare tuzağa girer, problem yaşayarak çıkar. Tuzaklardaki peynirin kıymetinin daha az olduğu anlamını çıkarır. Bir daha da tuzaklarla uğraşmaz. Gökbilimci kendi başarısıyla çok gurur duyar, fare de kendisininkiyle. Buna rağmen, ikisi de makinedir. Makine işi yaptılar, hiçbir şey oluşturmadılar, kibirli olmaya hakları da yok. Tüm hak sahibi, yaratıcıları. Onların bu onura, övgülere, öldüklerinde dikilecek anıtlara, hatırlanmaya hakları yok. Bir tanesi karmaşık, incelikle işlenmiş bir makineyken diğeri basit, sınırlı bir makine. Fakat prensip, işlev ve işlemde aynılar. İkisi de otomatik olmayan başka şekillerde çalışmaz. Kişisel üstünlük ya da kişisel haysiyet iddia edemezler, bunu yaparlarsa haklı olmazlar.
·
172 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.