Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Aşırı tutku, büyü’dür ve olayları istediği yönde değiştirebilir. Güçlü bir tutkuya kapılanlar, herkesi büyüsel olarak etkileyebilir. Ruh, şiddetle istediği her şeyi böyle üretir. Sinkronistik (Büyüsel) olayların, duygu patlamalarının etkisine bağlandığını açıkça gösterir. Hepimizde elektiriksel, manyetik güçler var. Karşılaştıklarımızın, hoşlandığımız ya da hoşlanmadığımız bir şey olmasına göre kendi kendimize çeken güç ile iten gücü uygularız. İbni sina büyü hakkında: insan ruhunda şeyleri değiştirmek, başka şeyleri kendine boyun eğdirmek için belli bir güç. Okültist Murry Hope, Telepati; hem zamanı hem de uzayı dışarıda bırakmaktadır ve mesajları, ışık hızının önünden gitmektedir. Her düşüncenin bir enerji parçası taşıması ve bunun sonucunda bir zaman bölgesinden diğerine transfer edilebilmeleridir. Düşünceler, büyük ölçüde soyut ve yönsüz olduklarından, öyle görünüyor ki kuantum dünyalarında yer alabilirler. _Eşzamanlılık - Senkronastik, nedensellik dışı mistik bir ilke. Tesadüfi anlamlı kesişmeler. Neden sonucun açıklayamadığı yerde senkronizasyon başlar. Fizikçiler bu durumda belki de “Manyetizm” diyecekler. _İçe doğma diye bir şey var ve bunun nedensel temeli yoktur. Gelecekteki bir olayın şu andaki bir olayı nasıl ortaya çıkarabildiğini açıklayanmayız. Arkadaşını düşünen birisi sokakta arkadaşıyla karşılaşır. Bunun şans olmasının olasılık dışı olduğuna ilişkin izlenim kesinleşir. _İlk görüşte aşk, deja vu ve bazı mitlerin anlamını hemen fark etme gibi deneyimlerin tümü dış gerçekliğimizin kollektif bilinçaltıyla ani kesişimi olarak düşünülebilir. Dinlerdeki mistiklerin ruhsal deneyimleri ya da rüyalardaki, fantazilerdeki, mitolojilerdeki, peri masallarındaki ve edebiyattaki parallellikler kollektif bilinçaltına birer örnektir. Ölüme oldukça yaklaştıktan sonra hayata döndürülen pek çok farklı kültürel altyapıya sahip birçok insan birbirine oldukça benzeyen deneyimlerden söz etmiştir; bedenlerini terk ettiklerinden, ışıktan _Ayrı gibi görünen her şey birbirine o kadar sıkı bir şekilde bağlanmış durumda ki, her birinin hareketi bir diğerini tamamen etkiliyor. Yerde bulunan küçük bir taşa atılan tekme ile, sanki bir örümcek ağındaki bütün iplikçikler titreşirmiş gibi, doğadaki ve herşeyin titreştiğini gördüğünü söylüyor. Bu taşa öfke ile tekme atarsanız, taş öfke ile hareket oluşturacak ve diğer öfkeleri çekecektir. Bu taşa sevgi ile küçük bir dokunuşta bulunduğunuzda, taş sevgi ile hareket oluşturacak ve diğer sevgileri çekecek. Neye nasıl bir niyetle yaklaşırsanız kendi evreninizi o şekilde titreştiriyor olacaksınız. _Seninle gezen bir yıdızım ben. İnsan makrokozmozun oğlu, dünyanın küçük tanrısı¬, mikrokozmozdur. Evrensel ilke, en küçük parçada bile bulunur ve bütünle örtüşür. Tao _Herbert Silberer, Tesadüflerin bilinçdışı düzenlemeler olduğunu söyler. _Uzam ile zaman oradan kalkınca nedensellik de ortadan kalkar. Bilinçte belli bir daralma, bilinçdışında bu daralmaya karşılık gelen bir güçlenme vardır. Bilinçdışının düzeyi yükseltilerek onun bilince akmasını sağlayan bir eğim yaratılır. O zaman bilinç, bilinçdışının içgüdüsel dürtülerinin etkisi altına girer. Bunlar genelde komplekslerdir. _Herhangi bir zamanda doğan, o anın niteliklerini taşır. Örneğin, bir kişinin doğduğu gün meydana gelen bir olay, o kişinin karakterini etkiler. Zamanın aynı zamanda bir çeşit enerji olduğu fikrine dayanmaktadır. Zaman farklı renklerde akar ve dalgalanır ve dünyaya çeşitli olaylar getirir. _Yakından bakıldığında kaotik biçimde görünen küçük parçacık hareketleri, uzaktan bakıldığında, büyük güzellik simetrilerine ve tek amaca sebebiyet verebilirler. _Ortak bilinçdışı, bireylerin tümünde özdeş olan bir ruhu temsil eder. _Psişenin beyin ile bağlantılı olduğu düşüncesini bırakmalıyız. Tersine, beyinsiz organizmaların “anlamlı davranışını anımsamalıyız. _Jung, telepati ve sezgi gibi parapsikolojik olaylar için mantıklı açıklamalar elde etmeye çalıştı. Kuantum fizikçisi Wolfrang Pauli ile çalışırken Jung bu rastlantıları her şeyi içine alan fenomenler olarak açıklama yolunu aradı. Örn. Ağaca dilek ipi bağlamak. Bunlar bizim iç dünyamızda başka hareketlenmeler yaratırlar. Böylece istediğimiz sonuca varmamıza yardımcı olacak yeni kapılar açabilirler. Görünen bir neden-sonuç yoktur fakat ”görünmez bağlar” bu sırada titreşmeye başlar. Bilinçdışı alanda bir neden-sonuç döngüsü oluşur ve değişimler gözlenmeye başlar. Her alanda etkili olan bir süreçtir. _Tao, Batı usundan farklı olarak, Çin usu ayrıntılarla onların kendisini kavramak için uğraşmaz. Bir bütünün parçası olarak görür. Ching’in bilimi nedensellik ilkesine değil benim şimdilik sinkronistik ilke dediğim bağlayıcı bir ilkeye dayanır. Başka bir sezgisel teknik arar iken, karşıma astroloji çıktı. Astrolojinin temeli yıldız falıdır. Yıldız falı, bireyin doğum anında, güneşin, ayın, gezegenlerin burçlar kuşağının burçlanna göre konumları bakımından dairesel düzenidir. _Tao: Biçimsiz ama tam bir şey var. O yerden, gökten önce de vardı. Ne dingin, ne boş! Hiçbir şeye bağlı değil, değişmiyor, her şeyi kaplıyor, gevşemiyor. Göğün altındaki her şeyin anası olduğu düşünülebilir. Adını tam bilmesem de ona “Anlam ” diyorum Bir ad verecek olsaydım, ona “Ulu" derdim. Çanak yapmak için kili çeviririz. Ama çanağın yararı dayandığı yerde yokluk vardır . Dolayısıyla olandan yararlandığımız yerde, olmayanın yararını saptamamız gerekiyor. Yokluk denmesinin nedeni, onun duyular dünyasında görünmemesidir. Göz baksa da bir an bile göremez. Bunun için ona ele geçmez denir. Kulak dinlese bile onu işitemez, bunun için ona seyreltilmiş denir. Eller ona dokunurama tutamaz. Bunun için bölünemeyecek ölçüde küçük denir. Bunlara biçimsiz biçimler, Kalıpsız kalıplar. Bulanık örnekler denir. Onlara doğru git, önlerini göremezsin; Arkalarından git, gerilerini göremezsin. Aynı anlam iki yanda da olduğu için anlamlı denk geliş olanaklıdır. _Bizim için ayrıntılar kendi başına önemlidir. Oysa Doğulu us için, ayrıntılar toplamın resmini bütünlerler her zaman. _Hippokrat: Bir tek ortak akış, bir tek ortak soluma vardır, her şey etkileşim içindedir. Bütün organizma, onun her bir parçası, aynı amaç için bağlantılı çalışır. _Örtüşme ilkesi: Prof. Pauli Bohr’un, süreksizlik (parçacık) ile sürekliliğin (dalga) ortasını temsil eden aracı terim. _Bilinçdışı bir yetiye dokunarak ilgi, merak, beklenti, umut, korku uyandırır. Bilinçdışının bununla örtüşen egemenliğine yol açarlar. Bilinçdışında etkili olan etkenler arketipierdir. Sinkrolistik görüngülerin çoğunun, bir arketiple doğrudan bağı olduğu kolayca kanıtlanabilir. Bu, ortak bilinçdışının bir faktörüdür. Uzam ile zaman, bilinçdışı psişe açısından görelidir. uzam artık uzam değildir; zaman da zaman değildir. Bilinçdışı, bilinç doğrultusunda bir gizil güç geliştirir ya da bu gücü konırsa koşut olguların algılanması ya da “bilinmesi” olanaklı olur. _Nasıl arketip dünyasında her şey bütünün içindeyse; gövdenin dünyasında da her şey bütünün içindedir. Bu nedende Elementler Göklerde, Yıldızlarda, Meleklerde son olarak da Tanrı’da, yapıcıda, her şeyin arketipinde de vardır. _Hipokrat: Eskiler “Her şey tanrılarla dolu.” demiştir. _Bütün yaradılışın imgelerini içeren mikrokozmoz, ortak bilinçdışı olabilir. _Leibniz ile Schopenhauer’in düşüncesi ilk nedenin birliğinin eşzamanlılık yarattığı. Leibniz, her monadı “küçük bir dünya” ola¬rak, ya da “etkin bölünmez bir ayna” olarak anlar. Leibniz canlı organizmaların monadlarını “ruhlar” diye adlandırır. Uslar “Tanrının imgeleridir her us kendi bölümünde küçük bir tanrı gibidir.” Algı, “monad”ın dı¬şarıdaki şeyleri temsil eden iç durumudur”. O bilinçli tam algıdan ayrılmalıdır. “Çünkü algı bilinçdışıdır. _İlkel¬likte, rastlantı diye bir şey yoktur. Birinin anasının mezarının üzerinde görülen yılan, annenin ruhudur, Sinkronisite “büyüsel niteliktedir. Tao’yu, anlamlı rastlantı “kavramını” üretti. _Sinkronsiteyi kanıtlayan, parapsikolojidir. _Serebrumdan başka düşünüp algılayan sinirsel bir katman olup olmadığını sormalıyız. _Von Frisch’in gözlemleri transserebral (beyni aşan) düşünceler ile algıların varlığını kanıtlar. . Koma sırasında sempatik dizge felce uğramaz. Düşlerin uyuyan korteksin değil uyumayan sempatik dizgenin etkinliği ile üreti¬ lip üretilmediği; dolayısıyla da doğaca transserebral olup olmadıkları sorulmalıdır _Sinkronisite felsefî bir görüş değildir, entellektüel deneysel bir kavramdır. Buna metafizik denilemez. Klasik fiziğin uzam, zaman, nedensellik üçlüsü, sinkronsite faktörü ile desteklenmeli. Genel olarak söylersek, ruhsal bir durumla fiziksel bir durum aralarında nedensel ilişki yoksa, bunların anlamlı bir kesişmesi ya da denkleşmesi nedensiz bir kiplik “nedensellik dışı bir düzenlilik” demektir. _Dilek sözcüğünde büyüsel bir anlam bulunabilir. “Dilek çubuğu”nda (yer altında maden damarı bulmak için kullanılan sopa ) bu anlam şimdi de korunmaktadır. _Eşzamanlılığın, zaman ile uzamın ruhsal olarak koşullanmış göreliliği olduğunu düşündüm. _Duygu patlaması çok fazla enerji çeker. Bu yüzden öteki içerikler bilinçdışı olurlar. Bilincin uyumu düşer. Bu azalma bilinçdışının bilinçten boşalan yeri doldurmasına uygun bir fırsat yaratır. Duygu patlamalarında, beklenmedik bilinçdışı içeriklerin, açığa çıktığını görürüz. _En düşünceli bireylerde bile, yüzeyin altında, ilkel boş inançlar yatar. _Onların etkilerine ilk yenik düşenler, onlara karşı en çok savaşan kişilerdi. _Jung, masanın yarılıverdiğini gördü. Ardından çelik bir bıçak, paramparça oldu. Büyü ve boş inançları sıyırıp atmak için sinkronisite düşüncesini ortaya koydu. Rhine’nin psikokinetik deneylerinin şu sonuca varmasına yol açmıştı:Deneklerin kartların üzerindeki sayıları “tahmin” etmesi ile gerçekten kartların üzerinde bulunan sayılar arasında nedensel bir ilişki vardı. _Albert Einstein’ın etkisi ile sinkronisite düşüncesinin ardından gitti. Zamanın, uzamın göreli olabileceğini, bu ikisinin ruhsal koşulllara bağlı olduğunu düşünmeye ilk kez onun sayesinde başladım. Tao çevirmeni wilhelmin anısını yazarken senkronize terimini kullandı. Bu ilkeyi Tao kavramına denk saydı. _Neden-sonuç arasındaki ilişkinin yalnızca istatistik bakımından doğru olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda doğa yasasının yalnızca göreli olarak doğru olduğu ortaya çıkmıştır. Deneysel yöntem, yinelenebilen dü¬zenli olguları temellendirmeyi amaçlar. Eşsiz ya da az görülen olgular hesaba katılmaz. Burası, rastlantılar dünya¬sıdır. Nedensellik dünyasının dengeleyici karşıtı gibidir. Gelişigüzel olayların hepsini ne¬densellik ilişkisi bakımından incelemek olanaksızdır. Tramvay biletimin numarası az sonra aldığım tiyatro biletininki ile aynıydı. Denk gelişlerin tek “yasası” olasılıktır. Akşam balık yedim, hastam balık deseni gösterdi, sabah başka hastam da düşündeki balığı anlattı. Olgular birbirine bir yandan ne¬densel zincirlerle; öte yandan bir tür anlamlı kesişme bağıyla bağlıdır. Burada geliştirdiğim görüşün vaftiz babası Schopenhauer’dır. İnceleme, "bizim şans dediğimiz şeyle, nedensel olarak bağlı olmayanın eşzamanlılığı ile” ilgilidir. Biz buna rastlantı deriz. Schopenhauer bu eşzamanlılığı coğrafi bir benzetmeyle betimler. Bu benzetmede enlemler, nedensel zincirler olarak düşünülen boylamları kesen bağlantıları temsil eder. Schopenhauer, felsefesinin aşkın bir öncülden, Isteme’den türetmiştir. Her düzeyde yaşamı, varlığı yaratan İsteme, bu düzeylerin her birini, eşzamanlı koşutları ile uyuml olacakları biçimde düzenler. _Senkronik olayları 3’e ayırır_1- Gözlemcinin ruhsal durumunun, bu ruhsal duruma denk gelen, dışardaki eşzamanlı, bir olgu ile kesişmesi. 2- Ruhsal durumun, bununla örtüşen bir dış olay ile kesişmesi 3. Ruhsal durumun, ona denk gelen, daha varolmayan, zamanca uzak, gene ancak sonradan doğallanabilen, gelecekteki bir olgu ile kesişmesi.2-3 olguları sinkronistik diye adlandırıyorum, _Jung rüyalar ve kehanetler gibi olaylari açıklamak için senkroniklik teorisini de kullanmiştir. _Senkronizasyon iç dünyamız ile dış dünyamızın birbiriyle etkileşim halinde olması ve birbiriyle uyumlu hale gelmesidir. Ayrıca verdiğimiz sinyaller evren tarafından algılanıp duruma uygun şans ve imkânlar hazırlanır. _Eşzamanlılık fikrinin Jung’un aklına, 1920’lerde Albert Einstein’la yaptığı bir akşam yemeği sırasında geldiği söylenir. _Kuantum mekaniğindeki olasılık faktörü onu etkilemiştir; bunun nedeni katı nedenselliği ortadan kaldırma eğilimidir ve Jung, bundan şu fikri çıkarmıştır. _Olaylar, bir yanda nedensellik zinciriyle ve öte yanda, bir tür anlamlı çapraz bağlantı yoluyla birbirlerine bağlıdır. İşte bu fiziksel prensibe Eşzamanlılık adını verdi. Örneğin, bir kişinin uzun yıllar görüşmediği eski bir arkadaşı hakkında konuşmasından hemen sonra onunla karşılaşması. _Paul Davies ise, kuantum mekaniğinin, uzayda birbirinden ayrılmış olan eşzamanlı olaylar arasında bağlantıların varoluşuna izin verdiğini kabul eder. _Astrolojik bir deney_180 evli çiftin deneyleri yükselenleri analiz ediliyor. Evlilik ile ay-güneş bakış açıları arasındaki geleneksel astrolojik, simyasal örtüşmenin doğrulanması ilginç bir noktadır. Dolayısıyla sonuçlar yükselenin geleneksel önemini açıkça doğrulamaktadır. Evli ve bekarlar karşılaştırılıyor evlilerin istatistiklerinin yıldız fallarının uyumu ispatlanıyordu. Yüksek matematikçiden destek istemiş _3 kibrit kutusu var. ilkinde 1000 kara karınca, ikincisinde 10 bin, üçüncüsünde ide 50 kar akarınca var. Her birinde birer tane beyaz karınca koyuyoruz ve bir delik deliyoruz ve kutulardan çıkan ilk karınca beyaz oluyor. Bunun olasılığı 10 milyonda bir beklenmesi gerekir ama benim astrolojik araştırmamla 3 kutudan da ilk beyaz karınca çıktı. İstatistiğin bakış açısından, bu şanstan başka bir şey değildi. Bu, benim sinkronistik görüngü dediğim şeyin ta kendisidir __ _Morfogenetik - Morfik alan_ _Elektromagnetik alanlarin biyolojik ve toplumsal karsiligi. Bir canlinin davranislarini ve diger canlilarla olan iliskilerini belirler. _İki veya daha çok kişinin, birbirlerinin farkında olmadan, aynı zamanda benzer şeyleri düşünmeleri ve birbirlerini aramaları. Bilicimizin bir radyo alıcısı gibi duyu organlarının haricindeki alanları ve frekansları algılayabilir. Bu alınan semboller bazen, anlaşılıp, çözülebiliyor. Diğer insanlar eğer bizim görüş kodumuzu kabul etmiyorsa, bizim gerçeklik kodumuzu kabul etmeyebilirler. _İngiliz biyolog Rupert Sheldrake’in ana düşüncesi, canlı bir organizmanın gelişmesinin, bir tür holistik alan ya da enerji tarafından kontrol edildiğidir. Tüm bu alanlar morfik rezonansın kazandırdığı doğal bir hafızaya sahiptir. Diğer morfik alan türleri hayvanların içgüdülerinin temelinde yatan davranış alanlarını içerir. Bir yavru kedi büyürken, içgüdüleri ile geçmişteki sayısız kediden kaynaklanan morfik rezonansla şekillendirilir. Bu kedinin morfik alanları türün ortak hafızasını içerir. bu alanlar, kaotik süreçlere model ve düzen vermek suretiyle, sinir sistemi ve beyinle iletişim kurar. Bir olay tekrarlandığında, morfik bir alan oluşuyor ve bu morfik alanla kurula rezonans aynı olayın tekrarlanma olasılığını artırıyordu. Herhangi biri, bir konuda farkındalık yaşadığında, başka insanların da aynı konuda farkındalık yaşama olasılığı artmaktadır. Morfik rezonansın bir kez yayılmaya başlaması, tüm uzayda ve zamanda genişlemesi demektir. Ses dalgası gibi, morfik alan da embriyolojik gelişmede DNA molekülü üzerinde etkide bulunur. Sinir sistemi üzerinde etkisini ortaya koyan morfik alana “motor alan” denir. Motor alan, bir şahinin gölgesini gördüğünde, saklanmak için koşan küçük hayvanların eğilimleri gibi, genetik olarak programlanmış davranışları meydana getirmede önemli olabilir. _Jung’un psikolojik arketip kavramının ilk bilimsel, makul açıklamasını veriyor. Morfik alanlarla eşzamanlılık arasında olan bağlantıyı, iki veya daha fazla bilim adamlarının aynı zamanda çok benzer keşiflerde bulunması olayında görebiliriz. Bunun en mükemmel örneği, İngiltere’de Isaac Newton ve Almanya’da filozof bilim adamı ve matematikçi C.W. Leibnitz tarafından aynı zamanda geliştirilen hesaplama metodudur. Newton, Leibnitz' in çalışması hakkında hiç bir şey bir şey bilmiyordu ve gerçekte daha kullanışsız matematik bir yöntemle yetinmişti. ( Bu gün kullanılan Leibnitz’in yöntemidir, fakat yöntem için Newton’a güvenilir. ) _Bir hayvan yeni bir şey öğrendiğinde, aynı türün diğer hayvanları onu taklit ederler. Süt şişesini aynı şekilde kıran ve biraz sür içen kuşların bu davranışın yayılmasında morfik alanların aktif rolünün lehine kanıtlar sunuyor. Rüyalarında gördüğü bazı yerlerin gerçekte de var olduğunu öğrenen insanları duymuşsunuzdur. _İlk kez sinema filmi izlediklerinde lokomotif görüntüsünün duvardan çıkacağını sanarak panik içinde sinemadan dışarı fırlayan insanların hikayeleri; Afrika’daki Pigmelerin ilk kez sahraya çıktıklarında uzaktaki su bufalolarının iki inç boyda olduklarını sanmalarına dair ve kendi resimlerine bakan Eskimoların yüzlerini görmediklerine, sadece gri ve siyah lekeler gördüklerine dair hikayeleri hatırlıyorum.
·
279 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.