Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Yaşama sanatı, en önemli sanattır. Yaşama sanatında insan, hem sanatçı hem de sanatının objesidir. Bu sanatta o, hem yontucu hem mermer; hem doktor hem de hastadır. _İnsanın yaşam amacı, kendi güçlerini, doğasının yasalarına uygun şekilde ortaya koyması olarak anlaşılmalıdır. Yaşamın doğası, kendi varoluşunu korumaktır. _Başka sanatlarda olduğu gibi, yaşama sanatında da insanın yetkin başarıya ulaşması insan bilime ilişkin bilgilerine, becerisine ve uygulamalarına bağlıdır. Ama insan, kuramlardan ancak belli bir etkinliği seçmiş olması ve belli bir ereğe ulaşmayı istemesi öncülüne dayanarak kurallar çıkarabilir. Biz, pekala insanların resimleri ya da köprüleri istemedikleri bir kültür düşleyebiliriz. Ama içinde, insanların yaşamayı istemedikleri bir kültür düşünülemez. Çünkü, yaşama itkisi her canlıda doğadan gelen bir itkidir ve insan, buna ilişkin ne düşünürse düşünsün yaşamayı istememezlik edemez. Etiğin temeli olan belitle öteki sanatların temeli olan belitler arasında bir ayrım vardır. İnsanın yaşama sanatının güçlüğüne ilişkin duygusunu yitirmiş olmasının nedeni, yaşama sanatında yüksek düzeyde uzmanlaşmış olması değildir. Çağımızda yaşama sürecinde egemen olan gerçek sevinç ve mutluluğun eksikliği, böyle bir açıklamayı apaçık bir şekilde geçersiz kılıyor. İnsana yaşamanın amacının (ya da eğer tanrıbilimsel bir terim kullanacak olursak, insanın kurtuluşunun) mutluluk olmayıp, çalışıp ödevini yerine getirmek ya da başarılı olmak olduğunu hissetmeyi öğretmiştir. Para, ün ve güç, insanın isteklendiricileri ve erekleri haline gelmiştir. _Eğer bir demiryolu kurmak istiyorsam onu fiziğin belli ilkelerine göre kurmam gerekir. Her sanatta yetkin sonuçlara ulaşmanın çeşitli yöntemleri olabilir ama kurallar, hiçbir zaman keyfi değildir. Tüm sanatlarda kuramsal bilime dayanan eylem uygulama kuramını, nesnel geçerliliği olan bir kurallar dizgesi oluşturur. _İnsancı etikte iyi, yaşamın evetlenmesi; insanın güçlerinin ortaya konmasıdır. Erdem, insanın kendi varoluşuna karşı sorumluluğudur. Kötü, insanın güçlerinin sakatlanmasından oluşur. Kötülük, (erdemsizlik), insanın kendisine karşı sorumsuzluğudur. _Değer yargıları, yaşamındaki önemli kişilerin gösterdikleri dostça ya da düşmanca tepkilerin sonucu şeklinde biçimlenir. _Değer yargılarımız, eylemlerimizi belirler. Ansal sağlığımız ve mutluluğumuz ise, bu yargıların geçerliliğine bağlıdır. Değerlendirmeleri yalnızca bilinçdışı, usdışı bir yığın isteğin ussallaştırmaları olarak düşünmek, kişiliğin bütünlüğüne ilişkin görüşümüzü bozup daraltır. Nitekim nevroz da son çözümlemede ahlaksal bir başarısızlığın belirtisidir. Nevrotik belirti, bir ahlaksal çatışmanın özgül anlatımı olup sağaltım yönünde girişilen çabanın başarısı, hastanın ahlaksal sorununu anlayıp çözümlemeye dayanır. _Bir şey, eğer onu kullanan kimse için iyi ise, iyi diye adlandırılır. Aynı şekilde bir çocuk da uslu ve itaatkâr olduğu zaman iyi diye nitelenir. Oysa, «iyi» çocuk, yalnızca ana-babasının istençlerine boyun eğerek onları hoşnut etmeye çalışan korkmuş ve güvensiz biri olabileceği gibi, «kötü» çocuk da ana babasının hoşuna gitmese bile kendi istenci ve içten ilişkilerine göre eylemde bulunan biri olabilir. _İyi, insan için iyi olan şeydir ilkesi, bencilliği dile getirmez. İnsanın ancak kendi türdeşleri ile bağlantı ve dayanışma içinde doyum ve mutluluğa ulaştığıdır. _İnsan, doğanın bir parçasıdır ve doğa yasalarına boyun eğer. Yaşamaya mecburdur. O, canı sıkılabilen, hoşnutsuzluk duyabilen, cennetten çıkarıldığını hissedebilen tek hayvandır. Kendi bilincine varma, us ve imgelem(düş gücü), hayvansal varoluşu karakterize eden uyum’u bozmuşlardır. Bunların doğuşu, insanı ötekilerden ayrı bir varlık, evrenin doğal olmayan bir yaratığı haline getirmiştir. O, varoluşunun ikiye bölünmüşlüğünden hiçbir zaman kurtulamaz; istese bile, kendisini ruhundan özgür kılamaz. Yaşadığı sürece bedeninden de kurtulamaz. Bedeni ise, onun yaşamayı istemesini sağlar. _İnsan, yalnızdır. İnsan, eşsiz bir varlık olduğu ve ayrı bir varlık olarak kendi bilincine vardığı ölçüde yalnızdır. O, yargı vermek zorunda olduğunda ya da kararlar vermesi gerektiğinde, yalnız olmalıdır. Ama insan, yalnız başına olmaya, türdeşleri olan insanlarla ilişki kurmamaya katlanamaz. Mutluluğu, türdeşleri ve geçmiş ve gelecek kuşaklarla kendisi arasında bulunduğunu duyumsadığı dayanışma duygusuna dayanır. _İnsan anlığının garip niteliklerinden biri de bir çelişkiyle karşılaştığında edilgin kalamamasıdır. Çelişkiyi çözme amacı, insanı harekete geçirir. Tüm insansal gelişme, bu olgunun sonucudur. Eğer, bu çelişkilerin bilincine vardığında, insanın eylem aracılığıyla onlara tepkide bulunması engellenecek olursa, çelişkilerin gerçekten var olduklarının da yadsınması gerekir. Çelişkileri uzlaştırmak ve böylece yadsımak, bireysel yaşamda ussallaştırmaların; toplumsal yaşamda ideolojilerinin (toplumsal ussallaştırma kalıplarının) işlevidir. Eğer insan anlığı yalnızca ussal yanıtlarla, doğrulukla doyurulabilseydi, bu ideolojiler etkisiz kalacaklardı. Ama insan anlığının bir başka garip özelliği de güçlü yetkelerin öne sürdüğü ya da kendi kültüründeki insanların çoğunun paylaştığı düşünceleri doğruluk (hakikat) olarak kabul etmesidir. _İnsan, dinlendirici ve uzlaştırıcı ideolojiler aracılığıyla kendi anlığını yatıştırabilir; içsel tedirginliğinden sürekli hazzı arayan etkinlikleri ya da işi aracılığıyla kaçmaya çalışabilir. Özgürlüğünü ortadan kaldırmayı ve kendisini kendi dışındaki güçlere teslim ederek bu güçlerin bir aracı durumuna dönüşmeyi deneyebilir. Ama, doyumsuzluğu, tedirginliği ve huzursuzluğu sürer. Bu sorunun bir tek çözüm yolu vardır: Gerçeklerle yüzyüze gelmek ve yalnızlığını kabul etmek; kendi sorununu kendisi çözebilecek, onu aşan hiçbir gücün bulunmadığını onaylamak. İnsan, kendini savunma sorumluluğunu ve ancak kendi öz güçlerini kabul etmek zorundadır. Kesinlik araştırması, anlam arayışını engeller. O, eğer paniğe kapılmadan gerçekle yüzyüze gelirse, yaşamın, insanın güçlerini ortaya koyarak, üretici bir şekilde yaşayarak kendi yaşamına verdiği anlamın dışında bir anlamı bulunmadığını kabul edecektir. _Gerçekte, çok sayıda insanın nevrotik olması olgusuna şaşırmamız için pek fazla neden yok. Asıl şaşılacak nokta, insanlann çoğunun karşılaştıkları ters etkilere karşın, görece sağlıklı kalabilmeleridir. _Bilgi, ruhun besinidir. Bazıları sattıkları malın ruh üstündeki etkisinin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu bilmez. Müşterileri de eğer ruh hekimi değillerse bu konuda aynı ölçüde bilgisizdir. Eğer bu konuda bir görüşe sahip değilsen, o zaman dur ve en değerli şeyini bir şans oyununda tehlikeye atma. Çünkü bilgi satın almak, besin satın almaktan çok daha tehlikelidir. Platon _Aydınlanma insana, geçerli ahlaksal kurallar koyacak bir yol gösterici olarak kendi usuna güvenebileceğini; iyi'yi ve kötü'yü bilmek için kilisenin ne göksel esinlemelerine ne de yetkesine gereksinmesi olmadığını; bu konuda kendi kendisine dayanabileceğini öğretmişti. _Modern anlamında erdem, yetkeci etiğin bir kavramıdır. Erdemli olma, kendini yadsımayı ve boyun eğmeyi; bireyselliğin tam anlamında gerçekleştirilmesinden çok, bastırılmasını gösterir. _İnsan, gerçekten her şeyin ölçüsüdür. İnsancı görüş, insan varoluşundan daha yüksek ve daha onurlu hiçbir şey bulunmadığını dile getiren görüştür. Bu görüşe, etik davranışın asıl özünde, insanı aşan bir şeyle bağlantılı olmanın yattığı öne sürülerek ve bu nedenle de yalnızca insanı ve insanın çıkarlarını tanıyan bir dizgenin gerçekten ahlaksal olmayacağı; çünkü böyle bir dizgenin objesinin salt soyutlanmış, bencil birey olduğu söylenerek karşı çıkılmıştır. İnsancı etik, insan içinci bir etiktir. Bu insan içincilik, insanın evrenin merkezi olması anlamına gelmez. Bu etiğe göre, insanın değer yargıları, tüm öteki yargıları (hatta algıları) gibi, varoluşunun özelliklerinden kaynaklanan ve ancak insana başvurarak anlam kazanan yargılardır. _Din ve görecilik arasındaki seçeneğe razı olacak mıyız? Ahlak felsefesine (etik) ilişkin sorunlarda usun aradan çekilmesi görüşünü onaylayacak mıyız? Özgürlük ve kölelik, sevgi ve nefret, doğruluk ve yanlışlık, bütünsellik ve fırsatçılık, yaşam ve ölüm arasında yapacağımız seçimlerin yalnızca pek çok öznel tercihlerin sonuçları olduğuna inanacak mıyız? _Geçerli ahlaksal normlar yalnız ve yalnız insan usu tarafından oluşturulabilirler. İnsan, ustan türetilen tüm öteki yargılar kadar geçerli olan değer yargılan verme ve bu tür yargıları kavrayabilme yeteneğine sahiptir. İnsancı (hümanist) etik düşünce geleneği, insan özerkliği ve usuna dayanan değer dizgelerinin temellerini belirlemiştir. Bu dizgeler, 'insan için iyi ya da kötü'nün ne olduğu bilmek istiyorsak insan doğasını bilmek zorundayız' öncülü üstüne kurulmuşlardır. Onlar, bu nedenle, aynı zamanda ruhbilimsel araştırmalardır. _Eğer insancı etik, insan doğası bilgisi üstünde temelleniyorsa, modern ruhbilim, özellikle de psikanaliz, insancı (hümanist) etiğin gelişmesi için en güçlü uyarıcıdır. Psikanalizin ana işlevi «putları kırmak», değer yargılarının ve etik normların us dışı ve çok kez de bilinçdışı istek ve korkuların ussallaştırılmış anlatımları olduklarını ve bu yüzden nesnel geçerlilik savında bulunamayacaklarını göstermek olmuştur. Ruhbilimi doğal bir bilim olarak kabul ettirme girişiminde bulunan psikanaliz, onu felsefe ve etiğin sorunlarından ayırmak gibi bir yanlışa düşmüştür. İnsana bütünlüğü içinde bakmadığımız takdirde insansal kişiliğin anlaşılmayacağı gerçeğini bilmezlikten gelmiştir. _Freud'un «ruhbilimsel insanı» en az klasik ekonominin «ekonomik insanı» kadar gerçekçi olmayan bir yapıdır. Değerin ve ahlaksal çatışmaların doğasını kavramadan, insanı ve onun duygusal ve düşünsel tedirginliklerini anlamak olanaksızdır. Ahlaksal normlar insanın doğuştan nitelikleri üstünde temellenirler. Bu normların çiğnenmesi düşünsel ve duygusal bölünmelerle sonuçlanır. Ben, olgun ve bütünleşmiş bir kişiliğin özyapısının, üretici özyapınm «erdem»in temelini ve kaynağını oluşturduğunu; kötülüğün ise son çözümlemede, insanın kendi ben'ine kayıtsızlığı ve kendikendisini sakatlaması olduğunu göstermeye çalışacağım. İnsancı (hümanist) etiğin en yüksek değerleri, ne kendinden vazgeçme ne de bencillik değil; ama kendini sevme; bireyin olumsuzlanması değil, ama gerçek insansal ben'inin onaylanmasıdır. Eğer insan, değerlere güvenecekse hem kendini hem de doğasının iyilik ve üreticilik konusundaki yeteneğini bilmek zorundadır. ___ _Önsöz_ _Bu kitap, Özgürlükten Kaçış adlı kitabımın bir devamıdır. Bu kitapta insanın kendini ve yeteneklerini gerçekleştirmesine yol açan ahlak felsefesi (etik) sorununu ve değerleri ele alıyorum. _Bu kitap ahlak felsefesi ve ruhbilim sorununu aydınlatmak için kuramsal bir girişimden ibaret olup amacı, okuyucuyu yatıştınp dinginleştirmekten çok, kendi kendisini sorgulamaya yöneltmektir. _Ruhbilimin ahlak felsefesinden (etikten) ayrılması, görece yakın bir tarihte gerçekleşmiştir. Gemiş dönemlerin büyük insancı (hümanist) etikçileri, hem filozof hem de ruhbilimciydiler. Onlar insan doğasını anlamakla insan yaşamının kural ve değerlerini anlamanın birbirine bağlı olduğuna inanıyorlardı. Oysa Freud ve Okulu usdışı değer yargılarının putlarını kırmakla her ne kadar etik düşüncenin gelişmesine değerli bir katkıda bulunmuşsa da değerlere karşı göreci bir tutum takınmakla, yalnız etik kuramın gelişmesinde değil, ruhbüimin kendi gelişmesinde de olumsuz bir etki yapmıştır. Psikanaliz içinde bu eğilimi benimsemeyen önemli düşünürlerden biri Jung'tur. O, ruhbilim ve psikoterapinin (ruhsal sağaltım) insanın ahlaksal ve felsefi sorunlarıyla bağlantılı olduğunu kabul ediyordu. Jung'a göre, «bilinçdışı» ve söylence salt ussal kökenli olmadıkları için, ussal düşünceden üstün oldukları varsayılan yeni açıklayıcı kaynaklar olmuşlardı. _Tektanncı Batı dinlerinin olduğu kadar Hindistan ve Çin'deki büyük dinlerin de gücünü hakikatle ilgilenmeleri ve dizgelerinde dile getirdiklerinin doğru olduğunu öne sürmeleri oluşturuyordu. Bu kanı çok kez başka dinlere karşı yobazca bir hoşgörüsüzlüğe neden olurken aynı zamanda o dinin hem yandaşlarına hem de karşıtlarına benzer bir doğruluk (hakikat) saygısı aşıladı. Jung, her din için duyduğu seçmeci (eklektik) hayranlığıyla kendi kuramında bu doğruluk arayışından vazgeçti. Ona göre, ussal olmayan her dizge, her söylence ya da simge eşit değerdeydi. _Tek yanlı bir usçuluğun yanlışlarını sahte-dinci bir bilgisizlik değil, ancak usa daha çok güven duyup yılmadan doğruluğu aramak düzeltebilir. _«Sağaltım» (tedavi) mutluluk ve sağlığın etkin hale gelmelerini önleyen engelleri ortadan kaldırmak demektir. ___ _Kendi kendinize ışık olun. Yalnız kendinize güvenin. Biricik ışık olarak Kendi içinizdeki doğruluğa inanın. Buda _Doğru sözler her zaman aykırı-kanısal görünür; ama hiçbir öğreti biçimi onların yerini tutamaz. Lao _Öyleyse kimler gerçek filozoftur? Doğruluğun görüntüsünü sevenler mi? Platon _Sorun_ _İnsanın doğayı anlama ve ona egemen olma aracı olan ustan gurur duyulmuş. İnsanın gururu haklı çıkarılmıştır. O, usu aracılığıyla içindeki gerçeklikler, düşlerdeki, masallardaki ve ütopyalardaki imgelerden daha üstün olan bir özdeksel dünya kurmuştur. _İnsan, doğaya egemen olmak için yeni araçlar yaratırken, bu araçların ağına düşmüş ve onlara anlam veren kendini yitirmiştir. Doğanın efendisi olma süreci içinde kendi ellerinin yapmış olduğu makinenin kölesi haline gelmişir. Özdeğe ilişkin tüm bilgisine karşın, insansal varoluşun en önemli ve temel sorunları konusunda bilgisizdir. _Aydınlanma'nın «bilmeye cesaret et» deyip «bilgine güven» düşüncesini dile getiren sav sözü, çağdaş insanın çeşitli çaba ve başarıları için bir uyarıcı olmuştu. İnsanın özerkliğine ve insan usuna ve göksel esinlenmenin yol göstericiliğinden yoksun bırakılınca, ahlaksal bir kargaşa yaratmıştı. Bunun sonucu, değer yargılarının ve etik normların beğeni sorunları ya da keyfi seçimler olduklarını ve bu alanda nesnel geçerliği olan önermeler dile getirilemeyeceğini öne süren göreci tutumun binemsenmesi oldu. Ama insan, değerler ve normlar olmaksızın yaşamayacağına göre, bu görecilik onu kolayca usdışı değer dizgelerinin avı yapmaktadır. O, Yunan Aydınlanmasının, Yeniden Doğuş'un (Rönesans) ve 18. yüzyıl Aydınlanma'sının çoktan aşmış olduğu bir tutuma yeniden geri dönmektedir. Böylece, güçlü liderlerin büyülü nitelikleri, güçlü makineler ve özdeksel başarı için duyulan coşkunluk, insanın normlarının ve değer yargılarının kaynaklan olmuştur. ___ _İnsancı Ahlak Felsefesi (Hümanist Etik) : Yaşama Sanatının Uygulama Bilimi_ _Bir keresinde Susia Tanrıya yakardı: «Tanrım, seni pek çok seviyorum; ama senden yeterince korkmuyorum. Bırak ben de tıpkı korku dolu adın içlerine işlediği için korkan meleklerinden biri gibi, karşında titreyerek durayım.» Tann Onun duasını işitti ve korku dolu adı Susia'nın yüreğine tıpkı meleklerinkine olduğu gibi işledi. Ama o zaman Susia, küçük bir köpek gibi yatağın altına süründü. Hayvansal bir korkuyla tir tir titriyordu. Sonunda haykırdı: «Tannm izin ver. Seni yine Susia gibi seveyim _Yetkeci Ahlak Felsefesine Karşı İnsancı Ahlak Felsefesi: _Yetkeci etikte insan için neyin iyi olduğunu bir yetke (otorite) bildirir ve davranış kuralları ile yasalarını bu yetke koyar. İnsancı etikte ise insan kendisi, hem kural koyucu hem de bu kuralların öznesi olan kişidir. _İnsanlar karşılarında iki seçenek olduğuna yaygın bir şekilde inanırlar ve bu iki seçeneği şöyle dile getirirler: Ya diktatörce, usdışı bir yetkeye sahip oluruz ya da hiç yetkemiz olmaz. Ama bu iki seçenek aldatıcıdır. Çünkü burada gerçek sorun, ne tür bir yetkeye sahip olacağımız sorunudur. Yetkeden söz ettiğimiz zaman ussal yetkeyi mi yoksa usdışı yetkeyi mi kastediyoruz? Ussal yetke kaynağını yeterlilikten alır. Yetkesine saygı duyulan kişi, ona güvenerek belli bir iş vermiş olan kimselerin verdikleri bu işi yeterlilikle yapan kişidir. Onun çevresindekileri ne korkutmaya ne de büyülü niteliklerle onların hayranlıklarını uyandırmaya gereksinmesi vardır. Yetkesi sömürmek yerine ussal temellere dayandırılır. Ussal yetke, kendisine boyun eğenlerin sürekli sorgulama ve eleştirilerine yalnız izin vermekle kalmaz; bunu onlardan ister de. Öte yandan usdışı yetkenin kaynağı ise, her zaman insanları aşan bir güçtür. Bu güç, fiziksel ya da ansal (mental) olabilir. Bu güç, gerçek olabileceği gibi, kendisine boyun eğen kişinin çaresizliği ve kaygıları ölçüsünde yalnız görece bir güç de olabilir. Bu yetkenin eleştirilmesi yasaklanmıştır. Ussal yetke, yalnız belli bir alandaki bilgi ve becerileri bakımından ayrılan yetke ile bu yetkeye boyun eğenin eşitliklerine dayanır. Usdışı yetke ise, kendi doğası gereği, eşitsizlik üstünde temellendiği gibi kendisi ile uyruğu (boyun eğeni) arasında değer bakımından bir ayrım olduğunu da dile getirir. _Yetkeci etik: Bu etik, sömürücü bir etiktir. Totaliter ve antidemokratik yetkecilik ile benzerdir. Yetkeci etik, insancı etikten, biri biçimsel, öteki özdeksel olan iki ölçütle ayırdedilebilir. Biçimsel olarak, yetkeci etik insanın neyin iyi neyin kötü olduğunu bilme konusundaki yetisini yadsır. Us ve bilgiye değil; yetke korkusuna, uyruğun zayıflık duygusu ile bağımlılığına dayanır. Onun kararları tartışma konusu yapılamaz. Yetkeci etik neyin iyi ya da kötü olduğunu uyruğun değil, öncelikle yetkenin çıkarları aracılığıyla yanıtlar. _Beğenilmeme korkusuyla beğenilmek için duyulan gereksinmenin gerçekte etik yargının en güçlü ve hemen hemen herşeyi dışta bırakan güdümleyicisi olduğu görülüyor. Bu yeğin duygusal baskı, çocuğun sonra da yetişkinin bir etik yargıdaki «iyi»nin kendisi için mi yoksa yetke için mi «iyi» anlamına geldiğini eleştirel bir yaklaşımla sormasını engeller. Bir arabanın ötekinden «daha iyi» olduğunu söylediğimde, burada «daha iyi» dediğim arabanın, bana ötekinden daha çok yararlı olduğu için, bu şekilde nitelendiği kendiliğinden apaçıktır. İyi ya da kötü, bir nesnenin benim için yararlı olup olmadığını gösterir. _Eğer yetke uyruğu sömürmeyi istemeseydi korkutarak ve duygusal yönden boyun eğdirterek yönetme gereksinmesini duymayacak; kendisinin yetersiz bulunması tehlikesini göze alarak ussal yargı ve eleştiriyi yüreklendirecekti. Ama kendi çıkarları tehlikeye girdiği için yetke, boyun eğmenin en büyük erdem, başkaldırının ise en büyük suç sayılmasını ister. _Tevrat (Eski Sözleşme), insanlık tarihinin başlangıcına ilişkin bir değerlendirme yaparken, yetkeci etiğin bir örneğini veriyor. Adem ile Havva'nın buradaki suçları başkaldırmaları; «iyi'yi ve kötü'yü öğrenerek hemen bizlerden biri olan insan, elini yaşam ağacına da uzatabilir ve ölümsüzleşebilir» diye korkan Tanrı'nın yetkesine meydan okumalarıdır. _Yetkeci etiğin karşıtı olan insancı etik de aynı şekilde biçimsel ve özdeksel ölçütler aracılığıyla anlaşılabilir. Bu etik biçimsel olarak, 'erdem ve günahın ölçütünü insanı aşan bir yetke değil, yalnız ve yalnız insanın kendisi belirleyebilir' ilkesi üstünde temellenir. Bu etik özdeksel olarak, «iyi»nin insan için yararlı; «kötü»nün ise insan için zararlı olan şey olduğu ilkesine dayanır. Yani burada, etik değer için biricik ölçüt, insanın iyiliği olmaktadır. _İnsancı ve yetkeci etikler arasındaki ayrım, erdem sözcüğüne verilen çeşitli anlamlarla da gösterilebilir. Aristoteles, «erdem» sözcüğünü «yetkinlik» anlamına gelecek şekilde kullanmaktadır. Paracelsus «erdem»i her nesnenin bireysel karakteristiği ile anlamdaş olan şey, yani o nesnenin özelliği anlamında kullanıyor. Bir taşın ya da bir çiçeğin, tüm nesnelerin birer erdemi vardır. Bu erdem, onların özgül niteliklerinin bir bireşimidir. İnsanın erdemi de bunun gibi, insan türüne özgü kesin niteliklerin bir dizisidir. Oysa her kişi'nin erdemi, onun tek bireyselliğidir. _Sevgi, insana ne yukardan inen yüksek bir güç, ne de zorla kabul ettirilen bir ödevdir. O, aracılığıyla, insanın kendisini dünyaya bağlayıp dünyayı gerçekten kendisinin kıldığı bir öz güçtür. _İnsan için en iyi olan nedir ? Haz mı yoksa idealler, erdem ya da başka bir şey mi? _Etik hazcılık, nesnelik ilkesine tanınan ilk ayrıcalıktır. Bu görüş, hazzın insan için iyi, acının ise kötü olduğunu öne sürmekle istekleri kendisine göre değerlendirebileceği bir ilke sağlamaktadır. Ama Herbert Spencer buna karşı: Haz, bir değer ölçütü olamaz. Çünkü, öyle insanlar vardır ki özgürlükten değil, boyun eğmekten hoşlanırlar. Yine öyleleri vardır ki sevgiden değil, nefretten; üretici emekten değil, sömürüden haz duyarlar. Bu nesnel bakımdan zararlı olandan haz duyma olayı, nevrotik karakterlere özgü bir olaydır. _Buna karşın, hazcılığın yine de büyük değer taşıyan bir yanı vardır; Bu görüş, insanın kendi haz ve mutluluk yaşantısını değerin tek ölçütü sayar. _İnsanın tüm insanlar için nesnel geçerliliği olan eylem kuralları koyup değer yargıları vermesi, hem de bunu insanı aşan bir yetkenin değil de insanın kendisinin yapması olanağı var mıdır? Ben bunun gerçekten olabileceğine inanmaktayım ve şimdi bu olanağı betimleme girişiminde bulunacağım. _İlkin şunu unutmayalım ki «nesnel bakımdan geçerli», «saltık»la(bağımsız) özdeş değildir. Örneğin, bir olasılık, bir kestirim anlatımı ya da herhangi bir varsayım hem «geçerli» hem de «göreli» olabilir. Göreli olması, sınırlı kanıtlara dayandırılmış ve eğer olgular ya da yöntemler buna izin verirse gelecekteki düzeltimlerin konusu olması anlamındadır. Saltık'ın karşıtı olarak göreli kavramı, tanrıbilimsel düşünceden kaynaklanmaktadır. Tanrıbilimsel düşüncede göksel bir alan olarak «saltık», insanın yetkinsiz alanından ayrılmıştır. Saltık kavramı, bu tanrıbilimsel bağlamı dışında anlamsızdır ve etikte de genel bilimsel düşüncede olduğu kadar az bir yeri vardır. Ama biz bu noktada anlaşsak bile, etikte nesnel geçerlilikte önermeler bulunmasının olanaksızlığını dile getiren ana karşı çıkış hâlâ yanıtlanmayı beklemekte. Bu karşı çıkışa göre, «olguların» «değerlerden» açık seçik bir şekilde ayırt edilmeleri gerekmektedir. Kant'tan beri, ancak olgulara ilişkin nesnel geçerliliği olan önermeler yapılabileceği; değerlere ilişkin önermelerin nesnel geçerliliği olamayacağı yaygın bir şekilde savunulmuş ve değer önermelerini dışta bırakmanın, bilimsellik ölçütlerinden biri olduğu öne sürülmüştür. ___ _Ahlak Felsefesi ve Psikanaliz_ _Bu işin daha başlangıcından, insancı-nesnelci etiğin gelişiminin bir kuramsal bilim olarak ruhbilimin gelişimine dayandığı açıkça görülebilir. _Aristoteles etiğinden Spinoza etiğine doğru görülen gelişme, büyük ölçüde Spinoza'nın dinamik ruhbiliminin Aristoteles'in dingin ruhbiliminden üstün olmasının sonucudur. Spinoza, bilinçdışı güdümlemeleri çağrışım yasalarını, çocukluk yaşantılarının bireyi nasıl yaşam boyu etkilediğini bulgulamıştır. Onun istek kavramı, Aristoteles'in alışkanlık kavramından daha üstün, devimsel bir kavramdır. _Ütopyalar, araçları algılanmadan erekleri(hedef) görme gücüdür. Buna karşın anlamsız değildirler. Tersine bazıları insanın geleceğine duyduğu inancı sağlamlaştırmak için ne denli etkin oldukları bir yana, düşüncenin gelişmesine de büyük ölçüde katkıda bulunmuşlardır. _Psikanalitik kuramın öyle katkıları olmuştur ki bunların özellikle etik kuram için önem taşıdıkları yadsınamaz. En önemli katkı belki de psikanalitik kuramın insanın tek bir yanını değil de tüm kişiliğini kendisine konu olarak alan ilk modern ruhbilimsel dizge oluşudur. Freud, yeni bir yöntem bulgulamıştır. Bu yöntem O'nun kişiliğin tümünü incelemesini ve insanın neden eylemde bulunduğu şekilde eylemde bulunduğunu anlamasını sağlamıştır. Psikanalitik yöntem böylece kendilerini gözleme başka türlü açmayan olaylara bir giriş yolu sağlamıştır. O aynı zamanda, bastırılmış, bilinçten ayırılmış oldukları için içgözlemle bile bilinemeyen pek çok duygusal yaşantıya açıklık kazandırmıştır. _Psikanalitik kuram ve sağaltımın (terapi) ana konusu, nevrotik belirtiden çok nevrotik özyapı oldu. Freud, nevrotik özyapıyı incelerken son yüzyıllarda ruhbilim tarafından savsaklanmış ve romancılarla oyun yazarlarına bırakılmış olan özyapı bilimi (karakteroloji) için bazı yeni temeller koydu. _Özyapıyla ilişkisi koparılmış olan bir erdem, değersiz bir şeye dönüşebilir. (Örneğin, korkunun neden olduğu ya da bastırılmış küstahça bir gururun yerine geçen alçak gönüllülük gibi.) Ya da eğer tüm özyapı ile ilişki içinde ele alınırsa, bir erdemsizlik değişik bir ışık altında görülebilir. (Örneğin, güvensizlik ve kendini küçük görmenin dışlaşması olan küstahça gurur gibi.) _Etiğin konusu özyapıdır (karakter) ve tek tek özellikler ya da eylemlere ilişkin değer yargıları ancak bir bütün olarak özyapıya başvurulduğu zaman verilebilir. Etik araştırmanın gerçek konusu, tek tek erdem ya da kötülüklerden çok, erdemli ya da kötü özyapıdır. _Freud'un işaret etmiş olduğu gibi şeyler değil, ayni zamanda «en yüksek» şeyler de bilinçdışı olabilir. Bunlar eylem için öylesine güçlü güdülerdir ki etik araştırma onları görmezlikten gelemez. _Freud'un göreciliği, en açık şekilde O'nun Üst-Ben (Törelbilinç) kuramında görülebilir. Bu kurama göre, herhangi bir şey ancak baba'nın Üst-Ben'i ve kültürel gelenekte dışlaşan buyruk ve yasaklamalar dizgesinin bir parçası olduğu zaman törelbilincin (vicdan) içeriği haline gelebilir. Bu görüşe göre törelbilinç, içselleştirilmiş yetkeden başka bir şey değildir. Freud'un Üst-Ben çözümlemesi yalnızca bir «yetkeci törelbilinç» çözümlemesidir. _Schoeder: «Ahlakla ilişkisi olmayan bir Ruhbilimcinin Tutumu» başlıklı makalesinde: «Her ahlaksal değerlendirme, geçmişteki duygusal yaşantılardan kaynaklanan bir duygusal sağlıksızlığın ürünüdür» diyor ve ahlakla ilişkisi olmayan ruh hekimi, «ahlak ölçütlerinin, değerlerin ve yargıların yerine ahlakçı kilimlerin psikiyatrik ve ruhsal-evrimci sınıflandırmasını ve de düşünsel yöntemleri koyacaktır» sonucuna varıyor. Yazar sonra «ahlakla ilişkisi olmayan evrimci ruhbilimciler hiçbir şey hakkında saltık ya da öncesiz-sonrasız doğru; ya da yanlış kurallara sahip değildirler» diyerek konuyu karmaşık bir hale getiriyor. _Freud'un, ahlaklılığın temelde insan doğasında bulunan kötülüğe karşı bir tepki oluşumu olduğuna ilişkin görüşü, Üst-Ben kuramından biraz farklıdır. O, çocuğun cinsel kilimlerinin kendi cinsinin karşıtı olan ana ya da babaya doğru yönlendiğini; bunun sonucunda kendisiyle aynı cinsten olan ana ya da babasını rakip görüp ondan nefret ettiğini ve düşmanlık, korku, suçluluk gibi duyguların bu erken evrede, böylece zorunlu olarak doğduklarını (Oedipus kompleksi) öne sürer. Bu kuram, «ilk günah» kavramının laikleştirilmiş bir anlatımıdır. İnsan toplumsal yaşamı olanaklı kılmak için etik kurallar geliştirmek zorundaydı sonucuna varmıştır. _Freud, doğruluğun (hakikat) yalnızca «dile getirildikleri şekilleriyle kendi gereksinme ve isteklerimizin bir ürün olduğunu» öne süren kurama karşı çıkmaktadır. Onun görüşüne, göre, böylesine «anarşist bir kuram, pratik yaşamla karşılaştığı anda yıkılır.» Freud'un usun gücüne, insanlığı birleştirme ve boşinanların zincirlerinden kurtarma erkine duyduğu inanç, Aydınlanma felsefesinin tutkulu özelliğini taşımaktadır. _Freud, Buddha ve Sokrates'ten beri doğruluğa, insanı erdemli ve özgür kılan güç olarak inanç duyan düşünce geleneğini sürdürmektedir. _Çözümleyici sağaltımın (Psikanalitik tedavinin) amacı, usdışı olana (İd'e) usla yer değiştirtmektir. _Freud, libidonun gelişiminin ağızcıl (oral) devreden, dışkil (anal) ve üretici (ganital) evreye doğru sürdüğünü; sağlıklı insanda üretici yönlenmenin başat olduğunu öne sürer. Freud'un özyapıbilimi (karakterolojisi), insansal gelişimin doğal ereğinin erdem olduğunu dile getirmektedir. Bu gelişme, özgül ve çok kez dıştan gelen koşullar yüzünden engellenebilir. Böyle bir engellenmenin sonucunda nevrotik özyapı biçimlenmesi ile karşılaşırız. Ama, normal gelişme, sevmeye ve çalışmaya yetenekli, olgun, bağımsız, üretici özyapıyı ortaya çıkaracaktır. Öyleyse, Freud'a göre, son çözümlemede sağlık ve erdem özdeştir. ___ _İnsan Doğası ve Özyapı (Karakter)_ _Master Eckhart: Bir birey insan ırkını temsil eder. O, insan türünün özgül bir örneğidir. Hem «kendisi», hem de «herkestir.» Özellikleriyle bir birey ve bu anlamda eşsiz olan insan, aynı zamanda insan ırkının tüm özelliklerinin temsilcisidir de. Onun bireysel kişiliği, tüm insanlarda ortak olan insansal varoluş özellikleriyle belirlenmiştir. Bu yüzden, kişilik tartışmasından önce, insansal durum tartışmasının yapılması gerekir. _İnsanın Biyolojik Zayıflığı_ _Hayvan, değişen koşullara kendisini değiştirerek uyarlanabilir. O, çevresini değiştirerek uyarlama yapamaz. Hayvan ya bu dünyaya uyar ya da yok olur. _İnsan tüm hayvanların en zayıfıdır ama bu dirimbilimsel(yaşambilimsel) zayıflık, aslında onun gücünün temeli, kendi özgül insansal niteliklerinin ana gelişme nedeni olmaktadır. _İnsandaki Varoluşsal ve Tarihsel İkiye Bölünmüşlük_ _Usun doğuşu, insanın içinde bir bölünmeye neden olmuştur. Bu ikiye bölünmüşlük onu sürekli olarak yeni çözümler bulmak üzere savaşmaya zorlar. İnsan, bu ikiye bölünmüşlüğü ideolojiler aracılığıyla yadsımaya çalışmıştır. Örneğin, ruhun ölümsüz olduğunu öne süren Hıristiyanlığın ölümsüzlük anlayışı, insan yaşamının ölümle sona erdiğine ilişkin trajik olguyu yadsır. Burada da ideolojiler, çelişkiyi asıl yaşam doyumuna ölümden sonra ulaşılacağını ya da içinde yaşanılan tarihsel dönemin insanlığın son ve en yüksek başarılarını içerdiğini varsayarak uzlaştırma yahut yadsıma eğilimini gösterirler. Yine bir başka ideoloji ise, yaşamın anlamının onun kendisini tam olarak açmasında değil, toplumsal görev ve ödevlerde olduğunu öne sürer. _İnsanın kutsanması olan us, aynı zamanda onun lanetidir de. Us, onu içinden çıkılmaz bir ikiye bölünmüşlüğün içinden çıkma ödeviyle başa çıkmak üzere sürekli olarak zorlar. _«Saltıklık»(bağımsızlık), onun doğadan, türdeşlerinden ve kendinden ayırılmasına neden olan laneti kaldırabilecek bir başka uyum türüdür. _Spinoza'nm deyişiyle, Bilge kişi, ölümü değil, yaşamı düşünür. _İnsan'ın ırkın evrimsel süreci içinde rastlantısal bir noktada başlayan ve biten yaşamı, bireyin tüm güçlerini gerçekleştirme savı ile trajik bir şekilde çelişir. _Varoluşsal ve tarihsel ikiye bölünmüşlükler arasındaki ayrımı vurgulamak önemlidir. Çünkü bu ikisinin birbirine karıştırılması büyük boyutlu sorunlara yol açar. ... _Kişilik_ ... ___ _Törelbilinç : Vicdan _Yetke : Otorite _Özyapı : Karakter _Özyapı bilimi : Karakteroloji _Nevrotik belirti _Seçmeci : Eklektik _Sahte-dinci bir bilgisizlik _Doğruluğun görüntüsü _Aşmış olmak _Çözümleyici sağaltım: Psikanalitik tedavi _Özel verilerin genelleştirildiği _Tanrıbilimsel düşünce _Ruhbilimin yalnız yanlış ahlaksal yargıların putlarını kırmak ve nesnel davranış kuralları için bir temel olması _İdeolojilerinin toplumsal ussallaştırma kalıpları ...
··
1.083 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.