Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

_Ölüm, felsefenin gerçek ilham perisi veya esinleyici gücüdür ve bu sebepten ötürü Sokrates felsefeyi, “Ölüme hazırlık” diye tarif etmişti. Gerçekten de ölüm olmasaydı felsefe yapmak kolay kolay mümkün olmazdı. Bütün dini ve felsefi sistemler esas itibariyle bu amaca yönelir ve öncelikle ölümün kesinliğine karşı bir panzehirdir. Düşünen akıl bunları kendi imkânları ve araçlarıyla meydana getirir. Bu tür görüşler bizi ölüm konusunda teselli eder. _Eğer mezarların kapısı çalınsa ve ölülere tekrar dirilmek isteyip istemedikleri sorulsa başlarını sallayacaklardır. Sokrates'in görüşü budur ve hatta neşeli ve sevimli Voltaire söylemekten kendini alamaz: Hayatı seviyoruz, fakat hiçliğin de iyi tarafları var. Ebedi hayatın ne olduğunu bilmiyorum fakat bu şimdiki hayat berbat bir şaka. _Ölüm çoğu zaman iyi ve arzu edilen bir şey, bir dost olarak görünür. Hayatları veya çabalan için üstesinden gelinmez engellerle karşılaşan, şifasız hastalıktan veya tesellisiz kederden mustarip herkes tabiatın rahmine geri dönüşü çoğu zaman kendilerine tabii bir çıkış yolu olarak açılan son çare görürler. _İnsana erken yaşlardan itibaren zayıf ve savunulamaz fikirleri zorla belletmek ve böylece onu daha doğru ve sağlam görüşleri benimseyecek yeterlilikten ebediyen mahrum hale getirmek aslında tehlikeli bir şeydir. Zamanla zihin olgunlaşıp da derin düşünmenin önündeki engeller ortadan kalktığında ve bu tür öğretilerin savunulamaz yapısının zorlaması hissedildiğinde bunların yerine konulacak daha iyi şeyler bulunamaz. _Bizim işimiz doğru bir orta yol bulmaktan çok bu tür görüşlerin kendiliklerinden silinip kayboluvereceği daha yüksek bakış açısını elde etmektir. _Kanaatler zamana ve mekâna göre değişir fakat tabiatın sesi her zaman her yerde aynı kalır ve bu sebepten ötürü her şeyden evvel o sese kulak vermek gerekir. _Aşın derecede tek yanlı yorumlar karşıtlarına rağmen her biri belirli bir bakış açısından eş zamanlı olarak doğrudurlar. Fakat bu bakış açısının üzerine çıkar çıkmaz ancak nispi olarak ve belirli sınırlar dâhilinde doğru olarak görünürler. Hepsini gözden geçirdiğimiz ve hepsindeki nispi doğruluğu görüp tanıdığımız en yüksek bakış açısı ve aynca bunlardaki yanlışlık bakımından bunun ötesi, böyle bir doğru genel olarak erişilebilir olduğu kadarıyla mutlak doğrunun bakış açısı olabilir. _Ruhun ölümsüzlüğü umuduna her zaman "daha iyi bir dünya" umudu eklenir; bu mevcut dünyanın çok değerli olmadığının işaretidir. Bunların birine cevap bulmuş olan çok geçmeden diğerinin temelini anlayacaktır. _Yokluğu hissedilemeyen bir şeyi kaybetmiş olmak açık ki kötülük değildir. _Şurası çürütülemez derecede kesindir ki, ölümden sonraki var olmayış ölümden önceki var olmayıştan farklı olamaz ve dolayısıyla ilki diğerinden daha hazin ve acıklı değildir. Eğer ölümü bize böylesine korkunç gösteren şey var olmama düşüncesi olmuş olsaydı o zaman zorunlu olarak henüz var olmadığımız zamanı da aynı dehşetle düşünürdük. Bütün bir sonsuzluk henüz biz yok iken kendi mecramda akıp gidiyordu, fakat bu bizi hiçbir surette rahatsız etmez. O halde var oluşa bu susamışlık şimdi onu tatmış ve çok tatlı bulmuş olmamızdan mı kaynaklanıyor? Yukarıda kısaca ortaya koyduğumuz gibi kesinlikle hayır; tersine elde edilmiş tecrübe var olmayışın kayıp cennetine sınırsız bir arzu uyanrdı. _Bensiz bir hayattan sonraki Sonsuzluk, bensiz bir hayattan önceki Sonsuzluktan daha korkunç olamaz, çünkü bu ikisini birbirinden araya hayat düşü denilen kısacık bir aranın girmesinden başka bir şey ayırmaz. Ölümden sonra varlığımın devam edeceğine dair delillerin tümü pekâlâ geçerli olabilir ki bu durumda hayattan önceki var oluşu ispat ederler. Bu sebepten ötürü klasik Hindu ve Buda dini mensuplan bu varsayımlarıyla oldukça tutarlı olduklarını gösterirler. Bu muammaları sadece Kant in zamanın idealliği öğretisi çözer. _Artık var olmayacağımız zaman için kederlenmek henüz var olmadığımız zaman için kederlenmek kadar saçmadır. Çünkü var oluşumuzun doldurmadığı zamanın doldurduğu zamanın geçmişinde veya geleceğinde olmasının bir önemi yoktur, hepsi birdir. _Epikuros haklı olarak, biz varken ölüm yok, ölüm varken biz yokuz açıklaması ile (ölüm bizi ilgilendirmez) demişti. _Bizim için ölümü böylesine korkunç hale getiren şey hayatın sonundan ziyade organizmanın yok oluşudur. Çünkü bu gerçekte kendisini beden olarak gösteren iradeden başka bir şey değildir. _Tabiat yalan söylemez; onun salt nesnel kavranışından kaynaklanan ve mantıklı olarak düşünülüp taşınılmış hiçbir görüş mutlak olarak ve bütünüyle yanlış olamaz; en kötü durumda ancak tek yanlı ve kusurlu olabilir. _Hiçbir zaman yalan söylemeyen ve her zaman dürüst ve samimi olan tabiat, tıpkı Krişna gibi, bu bahiste gayet farklı konuşur. O der ki: Bireyin ölümünün ya da hayatının kesinlikle hiçbir önemi yoktur. O bunu her canlının, hatta insanın hayatını, kurtarmaya gelmeye gerek duymaksızın en önemsiz tesadüflere terk ederek ifade eder. Yolunuzun üzerindeki böceği düşünün; farkında olmaksızın ayağınızın hafifçe dönüşü onun hayatı ya da ölümü üzerinde belirleyici olacaktır. Üzerlerinde ihtiyat ve teyakkuzun en küçük emaresini göremediğimiz bütün bu canlılar hayatlarını her an tehdit eden tehlikeler arasında saf saf dolaşmaktalar. _Tabiat böylesi dile söze sığmaz bir maharetle vücuda getirdiği organizmalarım sadece daha güçlü olanın yırtıcı içgüdüsüne değil fakat aynı zamanda en kör kazaya, her aptalın keyfine, her çocuğun muzırlığına tasasız ihtiyatsız terk ettiği için bu bireylerin yok olmasının olmamasının kendisi için bir olduğunu, bunun kendisine bir zarar vermediğini, dolayısıyla herhangi bir anlam ve öneminin olmadığını ifade etmiş olur. _Şimdi eğer her şeyin anası olan çocuklarını korumasız himayesiz tehdit edici bin bir tehlikenin içine tasasız kaygısız salıyorsa bunun tek sebebi olabilir: O çocuklan düştüğünde başka bir yere değil güvende ve emniyette olacaklan tek yere, kendi dölyatağma geri geleceklerini bilir. Dolayısıyla onlann düşmeleri bir şakadan başka bir şey değildir. İnsan söz konusu olduğunda da diğer canlılara davrandığından farklı davranmaz. _Aslında biz kendimiz tabiatız. Zira eğer yeteri kadar derin görmüş olsaydık kesinlikle tabiatla aynı fikirde olur, hayatı ve ölümü onun karşıladığı kadar kayıtsız karşılar, kayıtsız kabul ederdik. _Hayat veren ilke, bir doğa gücü olarak düşünülmelidir. Bu şekilde sadece bir doğa gücü olarak kabul edildiğinde yaşam gücü sebep sonuç silsilesinin tekrar tekrar ortaya çıkanp kaldırdığı biçimlerin ve durumların değişiminden bütünüyle etkilenmemiş olarak kalır. Bu ölçüde bizim gerçek varlığımızın, derin özümüzün yok olmazlığı zaten kesinlikle ispat edilebilir. Fakat bu kuşkusuz genellikle ölümden sonra var oluşumuzun devam edeceğiyle ilgili deliller hakkında ileri sürülmüş iddialar için yeterli karşılık olmayacağı gibi bu tür delillerden beklenen teselliyi temin etmek için de kifayetsiz kalacaktır. _Safı biçimsiz maddenin—kendi başına asla algılanmayan fakat her zaman sürekli ve daimi olduğu var sayılan tecrübe dünyasının bu temelinin—kendinde şeyin, dolayısıyla iradenin, dolaysız, genel olarak görünür yansıması olduğu sonucu çıkmıştı. Dolayısıyla mutlak olarak kendinde iradeye ait olan şey tecrübe şartlan içerisinde madde için de geçerlidir ve zamana bağlı yok olmazlık temsili içinde iradenin gerçek sonsuzluğunu yansıtır. _Hayatı hafife almak neden böylesine büyük ve soylu görünebiliyor? Bilgi iradeyle çatışır ve bizim yargımız bilginin iradeye karşı kazandığı zaferi alkışlar. _Cicero : Gladyatör mücadelelerinde biz genellikle yenik düşüp yaşamalarına izin vermemiz için bize yalvaran korkaklan hor görür nefret ederiz. Buna karşılık cesur ve gözü pek olanların, kendi özgür iradeleriyle ölüme atılanlann hayatlannı korumak için çaba gösteririz. ___ _Ölüm ve Hakiki Varlığımızın Yok edilmezliğiyle İlişkisi Üzerine: _Tabiatta her yerde nasıl ki her kötülük için bir çare veya en azından telafi edici bir şey verilmişse ölüm bilgisini ortaya çıkaran o aynı teemmül(iyice düşünme) de metafizik bakış açılarının elde edilmesinde bize yardım eder. _İnsanın kendisini asli varlık, vücut bulma ve zail(eksik) olmanın her türüne özü itibariyle yabancı olan Brahma olarak görmesini öğreten Brahman ve Buda dini bu bakımdan insanın yoktan yaratıldığını ve başkasından elde ettiği hayata gerçekte doğumuyla yeni başladığını öğreten dinlere nazaran çok daha başarılıdır. Bununla uyumlu olarak Hindistan'da ölümü metanetle ve sükûnetle (küçümsemeyle) karşılayan bir tavırla karşılaşırız ki Avrupa'da bizler buna dair en ufak bir fikre sahip değiliz. Söz gelimi ona daha kısa bir süre önce hiçlikten çıkıp vücut bulduğunu ve neticede sonsuzluğun içinde bir hiç olduğunu, buna rağmen gelecekte ölümsüz olacağını öğretmek, baştan başa bir başkasının eseri olduğunu ama yaptıklarından ve yapmadıklarından ebediyen sorumlu tutulacağını öğretmekten farksızdır. Tabiatın ölümün kesinliğine karşı telafi edici bir şey olarak sunduğu teselliden de mahrum kalınır. Böyle bir gelişme sürecinin sonucunda şimdi (1844) İngiltere'de maneviyatı bozulmuş sefil fabrika işçileri arasındaki sosyalistleri ve Almanya'da da boğazlarına kadar maddeci görüşlere batmış maneviyatı bozulmuş sefil öğrenciler arasında genç Hegelcileri görüyoruz. Bu bakış açısı onları şu sonuca götürür: Yiyin için, ölümden sonra tadabileceğiniz hiçbir şey yok ve bu ölçüde hayvanlık derekesine inilmiş olduğu söylenebilir. _İntikama susamışlığın en yüksek derecelerinde hasmın başına gelebilecek en büyük bela olarak ölümün görülmesi ve onun gerçekleştirilmeye çalışılması da yakınlarının ölümü üzerine hiç aldırış etmeyen, merhametsizlik ve katı kalplilikle suçlanan insanların durumuna benzer bir olgudur. _Ölüm, başa gelebilecek büyük bir kötülüktür. Tabiatın dilinde ölüm yok oluş anlamına gelir; ve ölümün ciddi bir mesele olması zaten hayatın herkesin bildiği gibi bir şaka olmamasından çıkarılabilir. _Hayvanların kendilerini, daha da fazla yavrularını, tehlikeli olabilecek her şeyden korumaya çalışmasında tanık olduğumuz o dikkat ve teyakkuzda kendisini gösteren sadece acıdan kaçınma değil aynı zamanda bu ölüm korkusudur. Neden hayvan kaçar, titrer ve kendisini saklamaya çalışır? Çünkü o yaşama iradesinden başka bir şey değildir. İnsan da doğası gereği bundan farksızdır. Kötülüklerin en büyüğü, her yerde tehdit edebilecek en kötü şey ölümdür; en büyük korku ölüm korkusudur. Hiçbir şey bir infazdan daha korkunç değildir. _Hayatın nesnel değeri hayli belirsizdir ve var oluşun var olmayışa tercih edilip edilmeyeceği en azından kuşkulu kalır. Hatta eğer tecrübe ve tefekkür söyleyeceklerini söylese var olmayış kesinlikle kazanacaktır. _Hayat her halükârda çok çabuk sona erecektir, dolayısıyla muhtemelen var olacağımız birkaç yıl artık var olmayacağımız sonsuz zamanın önünde tamamen kayboluverir. O nedenle düşünülecek olursa bu kısacık zaman dilimi üzerine bu kadar çok kaygılanmak, kendimizin veya başkasının hayatı tehlikeye düştüğünde böylesine titremek ve korkunç veçhesi(yön) bel kemiğini oluşturan ölüm korkusundan ibaret olan tragedyalar yazmak hatta gülünç bile görünür. Dolayısıyla hayata bu sınırsız bağlılık akıl dışı ve kördür ve ancak bütün varlığımızın kendi başına yaşama iradesinden ibaret olmasıyla açıklanabilir. Bu yüzden ne kadar acı, kısa ve belirsiz olursa olsun hayat ona en yüksek iyilik olarak görünecektir ve bu irade aslı itibariyle ve kendi başına bilgiden yoksundur ve kördür. Buna mukabil bilginin, hayata böyle bir bağlılığın kökeni olması bir tarafa hatta ona karşı olduğu söylenmelidir çünkü o hayatın değersizliğini gözler önüne serer ve bu suretle ölüm korkusuna karşı savaşır. Ve bu savaştan galip çıkıp da insan neticede ölümü cesurca ve metanetle karşıladığı zaman bu büyük ve soylu bir şey olarak yüceltilir. Bu sebepten ötürü biz bilginin, en iç varlığımızın çekirdeği olsa bile, bu kör yaşama iradesine karşı zaferini selamlarız. Benzer şekilde bilginin bu savaşta yenik düştüğü ve bu yüzden hayata kayıtsız koşulsuz sımsıkı sanlan, yaklaşan ölüme karşı elindeki her türlü imkânla mücadele eden ve onu umutsuzlukla karşılayan kimseyi küçümseriz. _Ölüm, öznel bakımdan sadece bilinci ilgilendirir. Şimdi bu bilinç kaybının keyfiyetini herkes bir ölçüde uykuya dalıştan çıkarabilir; fakat gerçekten bayılan kimse bunu daha da iyi bilir. Duyu/algı eşlik ettiği kadarıyla bu katiyen nahoş bir şey değildir; ve hiç kuşku yok nasıl ki ölüm uykunun kardeşiyse bayılma nöbeti de onun ikiz kardeşidir. Hatta kaza sonucu ölüm de acı verici bir şey olamaz. Suda veya kömür dumanıyla ya da asılarak bilincini kaybeden herkes gayet iyi bilindiği üzere bunun acısız sancısız gerçekleştiğini söyler. _Yaşlılıkta ihtiraslar ve arzular, nesnelerine duyarlılıkla birlikte yavaş yavaş azalır; duygular artık kendilerini heyecanlandıracak bir şey bulamazlar; çünkü zihnimizde canlanan resimler zayıfladıkça zayıflar, tasavvurlar canlılığını gittikçe kaybeder. İzlenimler artık üzerimize yapışıp kalmaz, herhangi bir iz emare bırakmadan gelir geçer; günler gittikçe hızlanır; olaylar anlamını kaybeder; her şeyin rengi soluklaşır. _Organizma beynin faaliyetlerini askıya alarak, belli salgılan azaltarak, nefes almayı ve nabzı yavaşlatarak, vücut ısısını düşürerek her gece buna boyun eğer. Çoğu ölmüş kimsenin yüzündeki tatlı hoşnutluk ifadesinde belki de bunun bir payı vardır. Genel olarak ölüm ânı ağır bir kâbustan kalkış anına benzetilebilir. _Hinduların ölüm tanrısı Yama'nın iki yüzü vardır, biri çok korkunç ve dehşet verici, diğeri çok neşeli ve hayırhah. _Bilinç, bana her zaman kendisini organik hayatın sebebi olarak değil fakat onun bir ürünü ve sonucu olarak göstermiştir, zira o hayatın farklı dönemlerinde, hastalıkta ve sağlıkta, uykuda, baygınlıkta, ayılmada ve benzeri durumlarda onun sonucu olarak ortaya çıkmış ve kaybolmuştur. _Tabiatta her yerde her bir münferit fenomeni benzer türden binlerce fenomende etkin olan evrensel bir gücün eseri olarak gördüğüm için bu daha da fazla böyledir. _Binaenaleyh hayatın durmasını hayat ilkesinin hükmünü yitirmesi, dolayısıyla ölümü insanın bütünüyle yok olması olarak görmek daha da az aklımıza gelir. Düşünen ve dengeli bir anlayış, üç bin yıl evvel Odysseus'un yayını büken güçlü kol artık var olmadığı için onda böylesine güçlü bir şekilde faal olan güce bütünüyle yok olmuş bir güç olarak bakmayacaktır. _Aslında varmak istediğimiz yere paradoksla ulaşabiliriz. Başka hiçbir şeyi kavramaya muktedir olmayan kimse yine de belli bir yok olmazlıktan emin olabilir. Fakat o zaman sorulacaktır: "Safi tozun toprağın, kaba maddenin devamlılığı hakiki iç varlığımızın bir devamı olarak nasıl görülebilir?"Ah, siz bu tozu toprağı biliyor musunuz? Onu horlayıp hakir görmezden evvel ne olduğunu öğrenin. Şimdi burada toz ve kül olarak duran bu madde suda çözüldüğünde çok geçmeden kristallere dönüşecektir; metal gibi parlayacak, o zaman elektrik kıvılcımları çıkaracaktır. Galvanik yoğunluğuyla o en güçlü ve sağlam terkipleri çözerek toprağı metallere çeviren bir güçtür. Hatta o kendisi kendiliğinden bitkiye ve hayvana doğru şekillenecektir; ve sizin o dar kafalılığınızla kaybından bu kadar çekinip tedirgin olduğunuz bu hayat onun esrarlı döl yatağından gelişecektir. Hatta ben maddenin bu devamlılığının bile bizim hakiki iç varlığımızın yok olmazlığının, her ne kadar ancak bir teşbih ve temsil içinde de olsa en büyük delilini teşkil ettiğini ciddi ciddi ileri sürmek isterim. _Kaba temel görüşler bile içlerinde canlı varlığın ölümle mutlak yok oluşla karşılaşmayacağı fakat tabiatın bütününde ve tabiatla birlikte var olmaya devam edeceği iddiasını taşırlar. _Bizi bu noktaya getirmiş olan mülahazalar ve onunla ilgili olan daha ileri incelemelerin ortak hareket noktası canlı varlıkların hepsini etkileyen bu ilginç ölüm korkusuydu. _Kuşkusuz hayatın ve ölümün üstüne oynanandan daha büyük bir kumar bilmeyiz. Bunlarla ilgili her kararı en yüksek dikkat, ilgi ve korkuyla izleriz; çünkü gözümüzün önünde bahse sürülebilecek her şey sürülmüştür: her şey tehlikededir. _En kusurlu şey, en aşağıda yer alan, inorganik madde, hiçbir tasalluta uğramaksızın varlığını sürdürürken, her zaman ta en başından yeniden vücut bulması ve kısa bir zaman aralığının ardından kendileri gibi hiçlikten hayata gözlerini açan yenilerine bir kez daha yer açmak için mutlak olarak bir hiç olması lazım gelen en mükemmel varlıklar, yani sınırsız derecede karmaşık ve tasavvur edilemez derecede dahiyane teşekkülleriyle, -canlı şeylerdir. _Organik varlıkların hayatının da genel olarak kısa ömürlü olduğunu, hayvanların ve bitkilerin bugün hayata gözlerini açıp yarın yumduklarını, doğum ve ölümün birbirlerini ara vermemecesine takip ettiğini buna mukabil inorganik şeylerin çok daha aşağıda yer almalarına rağmen kıyas kabul etmez derecede daha uzun bir ömre sahip olduklarını, mutlak biçimsiz maddenin payına düştüğünü görürüz. _Bilgileri hayvanın kafa yapısına benzer tarzda sıkı sıkıya münferit şeylerin bilgisiyle sınırlıdır. Buna karşılık ancak bir ölçüde daha yüksek bir güce sahip, hatta münferit varlıkları küllilikleri, ideleri içinde görmeye başlayan bir yetenek, belli bir ölçüde bu kanaati paylaşacaktır. Çünkü bu dolaysız ve o sebeple kesin bir kanaattir. Hatta ölümü yok oluşlan olarak görüp gayet ciddi şekilde korkan da ancak küçük, dar kafalardır; bariz bir kabiliyetle özellikle kayınlmış olanlar bu tür korkulardan bütünüyle uzaktır _Platon haklı olarak felsefenin tamamını idealar öğretisinin bilgisi, bir başka deyişle, cüzide külli olanın sezilip algılanması üzerine oturtur. Fakat burada sözü edilen ve doğrudan doğanın kavranılmasından doğan kanaat Vedalar"ın Upanişadlar"inin kolay kolay safi insan olarak düşünülemeyecek yazarlarında aşırı derecede diri ve canlı olmuş olmalıdır. Çünkü bu kanaat bize onlann hudutsuz sayıdaki sözlerinden öylesine karşı konulması güç biçimde konuşur ki onlann zihnen/ruhen dolaysız aydınlanışlarını, zaman bakımından ırkımızın kökenine daha yakın olan bu bilgelerin şeylerin iç özünü çoktan kuvvetten düşmüş, bozulmuş ırkın, Şimdi biz ölümlüler gibi. Kavrayabileceğinden daha açık ve daha derin şekilde kavramalanna bağlamamız gerekir. Hal böyle olmakla beraber, Kant gibi büyük bir kafanın yaptığına benzer şekilde tefekkürle, farklı bir yoldan da olsa, aynı sonuca ulaşmak mümkündür. O bize süratle değişen bu fenomenler dünyasının kendisini sergilediği zihin melekemizin şeylerin hakiki, nihai özünü değil fakat sadece gelip geçici görünüşünü kavrayabildiğini öğretir. _Şimdi eğer ben bir canlı öldürsem, bu bir köpek, bir kuş, veya hatta sadece bir böcek bile olabilir, bu varlık, daha doğrusu böylesi harikulade bir fenomen sayesinde daha birkaç dakika önce onun dopdolu hayat enerjisi ve sevgisi içinde kendisini gösteren ilk ve asli güç, benim o uğursuz veya düşüncesiz eylemimle bir hiç haline gelmiş olabilirdi. Aynca diğer yandan her lahza sonsuz çeşitlilikte hayata gözlerini açan güç ve itkiyle dolu her türden milyonlarca canlı kendilerini dünyaya getiren edimden önce asla mutlak manada hiç olmuş ve o hiçlikten mutlak başlangıca ulaşmış olamazlardı. Bu şekilde bu yaratıklardan birinin nereye gittiğini hiç bilmeksizin görüş alanımdan çıktığını ve bir başkasının nereden geldiğini hiç bilmeksizin görüş alanımda belirdiğini, buna ilave olarak her ikisinin de aynı biçime, aynı iç öze, aynı karaktere sahip olduğunu ve sadece hayatta kaldıklan süre boyunca tekrar tekrar üstlerinden atıp yeniden büründükleri o aynı maddeden olmadıklarını görürsem o zaman ortadan kaybolan ve onun yerinde ortaya çıkanın sadece küçük bir değişim—hayat formunun bir yenilenişi—geçirmiş bir ve aynı şey olduğu ve dolayısıyla uyku birey için neyse ölümün de tür için aynı şeyi ifade ettiği varsayımı—işte bu varsayım o kadar yalın ve yakındır ki zihinlerimiz yanlış temel görüşlerin zorla benimsetilmesiyle gençlikte ifsat edilmiş olup da boş inançlara dayalı korkuyla hatta yanına bile yaklaşmadan yolunun üzerinden kaldırıp atmadıkça aklımıza gelmemesi imkânsızdır. Fakat karşıt varsayım, yani bir canlının doğumunun bir hiçten meydana geliş ve dolayısıyla ölümünün mutlak bir yok oluş olduğu, buna ilave olarak insanın da hiçten vücuda getirildiği, dahası köpek, maymun ve fil ölümle yok olurken onun bireysel ve sonsuz bir gelecek hayata üstelik bilinçle birlikte sahip olduğu varsayımı gerçekten sağlam aklın karşı çıkmaktan ve saçma olduğunu ilan etmekten kendini alamayacağı bir şeydir. _Eğer yeterince sık tekrarlandığı üzere bir sistemin sonucunun sağduyunun dile getireceği şeylerle mukayesesi onun doğruluğunun miyarı(ölçüt) olarak kabul edilirse Descartes'tan başlayıp Kant'tan önceki eklektiklere kadar süre gelen, hatta şimdi bile Avrupa'da okuryazar kesimlerin büyük bölümünün hâkim görüşü olan sistemin bağlılarının burada bir kez daha bu denek taşma tabi tutulmalarım isterim.
·
217 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.