Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Ahlak Metafiziğinin işi, olanaklı bir saf istemenin yani ahlakın en yüksek ilkesinin araştırılmasından öte bir şey değildir. İnsanın istemesinin eylem ve koşullarını araştırmak değil. Saf ve pratik eleştiri arası geçiştir. _Ahlak metafiziğinin görevi, deneyim ve güdülere dayanmayan, saf aklın düşüncesinde ortaya çıkan idelerin, iradeye yansımasını araştırmaktır. Ahlak yasasına bağlılık ile ortaya çıkan yükümlülük, saf aklın iradeyi yönlendirmesi olduğu için akıl sahibi varlıkta ortaya çıkan özgürlüktür. _Metodum_1- Sıradan ahlaktan felsefi ahlaka geçiş 2. Yaygın ahlak felsefesinden ahlak metafiziğine geçiş 3- Ahlak metafiziğinden pratik akla yolculuk. _Temel soru, özerklik ve özgür istenç, belirlenimci bir Newton evreninde nasıl olanaklıdır? _Ahlaklılık saf aklın, pratik talebidir. İde, ahlak yasasıyla kendini görünüşlere sunabilir ve pratik aklın gerçekliğine dönüşebilir. Düşünce olmadan yasa olmaz. Düşünceden bağımsız ahlak boş bir kuruntudur. Ahlak yasasının amacı sevgi değil saygıdır. _Ahlak bir yasadır ve ahlaklılığı sadece özgürlüğün özelliğinden türetmek gerektiğinden, özgürlüğü de bütün akıl sahibi varlıkların istemesinin özelliği olarak kanıtlamak gerekmektedir. _Özgürlük bütün akıl sahibi varlıklarını istemesinin özelliğidir. Özgürlük, istemenin özerkliğini açıklamanın anahtarıdır. İsteme bir tür nedenselliktir. Doğa zorunluluğu, etkide bulunan nedenlerin yaderkliğiydi. _Evrende İyi istemeden daha iyi bir şey yoktur. Karakter ve mizaç özellikleri, zenginlik, itibar iyidir ama iyi bir istemenin olmadığı yerde insanı haddini bilmez yapar. İsteme yalnız kendi başına iyidir; isteme hiçbir şeyi başaramıyorsa da yine mücevher gibi parlar. İsteme dilek değildir. Tüm gücün harekete geçirilmesidir. Yararlılık veya verimsizlik bu değere ne bir şey ekleyebilir, ne de ondan bir şey eksiltebilir. Yararlılığı alışverişte dikkat çekilmesi için bir çerçeve gibidir, değerini belirtmek için değil. _İnsan ne kadar çok bilgiyle zenginleşirse o kadar yük yüklenir ve mutsuz olur. Akıllarını kullanmayan ve içgüdüleriyle yaşayan cahiller ise hafif ve mutludur. Bilgili insanlar cahilleri küçük görmekten çok onların mutluluklarına imrenirler. _Duyular dünyası ve akıl dünyası farklıdır. Duyular dünyasında aynı nesneye bakan herkes farklı şeyler görür. Akıl dünyasında herkes aynı şeyi görür. Aklı dünyası duyular dünyasının da sınırlarını çizdiği için daha yücedir. Özgürlük, doğa yasalarının, ahlakın temelinde olduğu gibi akıl dünyasının da temelini oluşturur. Kendimizi ozgur olarak duşunduğumuz zaman, akıl dunyasında ve ahlaklılıkla birlikte kabul ediyoruz. Kendimizi yukumluluk altında duşunduğumuz zaman ise, kendimizi duyular dunyasına ve anlama yetisinin dunyasına ait sayıyoruz._Akıl dünyasında ahlak, duyular dünyasında mutluluk vardır. Duygu dünyası da zaten akıl dünyasının içindedir. _Doğada her şey yasalara gore etkide bulunur. Yalnızca akıl sahibi bir varlığın, ilkelere gore eylemde bulunma istemesi vardır. _Kesin buyruk tektir ve şudur: Genel bir yasa olmasını isteyebileceğin maksime göre eylemde bulun. Yalnızca kesin buyruk pratik bir yasa olduğu etkisini uyandırıyor, geri kalanların hepsi, gerci istemenin ilkeleridir, _Akıl sahibi varlıklara kişi denir, akılsız varlıklara da şey denir. Çünkü akıl sahibi varlıklar kendilerini kullandırmazlar, şeyler ise kullandırır. Akıl sahibi varlık ise istemenin krallığında kendini bir yasa koyucu olarak görmelidir. Yasa koyucu olarak başkalarının istemesine bağlı olmadığında ise krallığın başıdır. Akıl sahibi bir varlığın en büyük amacı ahlaklılıktır çünkü sadece onun sayesinde amaçlar krallığında yasa koyucu üye olabilir. _Felsefeyi Mantık, Fizik ve Etik olarak üç bölüme ayırır. Mantık düşünmenin genel kurallarıyla uğraşır. Fizik doğa yasalarıyla Etik ise özgürlüğün yasalarıyla ilgilenir. Saf bir ahlak felsefesinin imkanını araştırır. _Yunan Felsefesi 3 bilime ayrılıyordu: Fizik etik ve mantık. Önemli olan bunların dayandığı ilkeyi belirlemektir. Her akıl bilgisi ya içeriklidir ve bir nesneyi ele alır ya da biçimseldir ve nesnelerde ayırım yapmaksızın, anlama yetisi ile aklın yalnız biçimiyle ve düşünmenin genel kurallarıyla uğraşır. Biçimsel Felsefeye mantık denir. İçerikli felsefe de 2ye ayrılır. Doğa yasalarını kapsayan fizik ve özgürlüğün yasalarını kapsayan etik. Doğa olan ve etik ise olması gereken yasalardır. Etiğin deneysel kısmına pratik antropolojii, mantıksal kısmına ahlak denir .Sırf biçimsel felsefeye mantık, biçimin belirli parçalarıyla yetinen felsefeye metafizik denir. böylece doğa ve ahlak metafiziğinin özü ortaya çıkar. _Bütün meslekler ve sanatlar iş bölümünden kazançlı çıkmışlardır; İşlerin bu şekilde ayrılıp bölünmediği, herkesin her telden çalar olduğu yerde, meslekler hala en buyuk barbarlık durumundadırlar. __Görünüşlerin arkasında görünüş olmayan bir şeyin, yani şeylerin kendilerinin olduğunu; ama aynı zamanda, onları bizi uyardıkları şekilden başka turlu hiçbir zaman bilemeyeceğimizden, onlara daha cok yaklaşamıyacağımızı ve kendilerinin ne olduklarını hicbir zaman bilemiyeceğimizi kabul etmemiz gerektiği sonucu kendiliğinden ortaya cıkar. _Özgürlük, yaptıklarımızda ve yapmadıklarımızda aklı kullanmamızı olanaklı kılan tek patikadır ve ondan vazgeçmek olanaksızdır. _Pratik akıl, her şeyi anlamaya kalkarsa sınırını aşmış olur. Negatif duşunce sınırlarını aşmış ve hakkında hicbir şey bilmediği bir şey konusunda bir şeyler bildiğini ileri surmuş olur. _Saf aklın nasıl pratik olabileceğini açıklamakla, özgürlüğün nasıl olanaklı olduğunu açıklamak aynı şeydir ve sınırı aşmaktır. _İnsanın mutlak değerini tek başına oluşturan şey yasaya saygı gudusudur. _Eğer doğanın amacı aklı olan bir varlığın mutluluğu olsaydı, tüm istemeyi onun içgüdülerinde bırakırdı. Akıl, yaşamın tadını cıkarmak icin ne kadar cok uğraşırsa, insan hakiki memnunluktan o kadar uzaklaşır. Akıl varoluşun amacını çözmek içindir. _Yaderklik, özerkliğin karşiti. dışarıdan gelen yasaya, buyruğa göre davranma. _Koşullu buyruk: Bir şeyi başka bir şeyi istediğim için yapmalıyım. Buna karşılık ahlak buyruğu şoyle der: Başka bir şey istemesem de, şoyle eylemde bulunmalıyım. Soz gelişi biri der ki: Saygınlığımı korumak istiyorsam, yalan soylememeliyim; diğeri ise şoyle der: SSana en ufak bir ayıp getirmese bile, yalan soylememeliyim. _Kesin buyruk nasıl olanaklıdır?_ Özgurluk idesi beni duşunulur bir dunyanın uyesi yaptığından, kesin buyruklar olanaklıdır. _İlgi duymak, aklın istemeyi belirleyen bir neden olmasını sağlayandır. Bundan dolayı en cok akıl sahibi bir varlık icin “ ilgi duyuyor" denir, akıl sahibi olmayan varlıklar ise yalnızca duyusal dürtüler duyar. _Ödeve uygun eylemlerin ödevden dolayı mı, yoksa bencil bir amactan dolayı mı yapıldığı kolayca ayırt edilebilir._Yaşamak ödevdir. Mutsuz insanın intihar etmeyip yaşamını sürdürmesi eğer ödevden dolayı ise ahlakidir eğer korkudan yada başka nedenden ise değildir. _Karakterin eşsiz bir şekilde yuksek olan değeri, eğilimden dolayı değil, odevden dolayı iyilik yapmasında ortaya cıkar. Kendi mutluluğunu güvence altına almak ödevdir çünkü bunun sonucu mutsuzluk ödevi çiğnemek için ayartmaya dönüşebilir. Dinde düşmanını da sev der ama sevgi buyurulamaz ama ödevden dolayı yapılır._Ödevden dolayı yapılan eylemin ahlaksal değeri amaçta değil iradededir. İstemenin yasa tarafından belirlenmesinin ve bunun bilincinin adı saygıdır. Doğal yeteneklerimizi genişletmeyi de odev saydığımızdan, yetenekli bir kişide sanki bir yasanın örneğini goruyoruz. Bu da saygımızı oluşturuyor. Ahlaksal denen her ilgi yalnız ve yalnız yasaya saygıdır. _Maksim_Öznel ahlak ilkesi. Maksimimin genel yasa olmasını isteyebileceğim şekilden başka türlü davranmamalıyım.; Soru, zor duruma duştuğumde, tutmama niyetiyle bir soz verebilir miyim? Şunu sorarım: Yalanla, kendimi guc durumdan sıyırma maksimim genel bir yasa olacak olsa, memnun olur muydum? Boylece cok gecmeden farkına varırım ki, yalanı gerci istiyebilirim ama yalan soyleme konusunda genel bir yasa hic istiyemem. _Maksimler, akıl sahibi varlıkların bu nesnel ilkesiyle uyuşmuyorsa, eylemin zorunluluğuna pratik zorlama, yani ödev denir. _Dunyanın gidişi konusunda deneyimsiz, bu gidişteki olup biteni kavramaktan aciz, kendime yalnızca şunu sorarım: kendi maksiminin genel bir yasa olmasını da istiyebilir misin? Bunu isteyemeyeceğim yerde, o reddedilecek bir maksimdir; vereceği zarardan dolayı değil, genel yasamada ilke olarak yer almağa uygun olmadığından. _Ahlaksal değer soz konusu olduğunda, sorun olan, gorduğumuz eylemler değil, eylemlerin gormediğimiz o ic ilkeleridir. _Dedikodular sığ kafaların pek hoşuna gider. _Butun ahlak kavramlarının kaynağı akılda bulunur; onlara deneysel olandan ne kadar katıyorsak, eylemin sınırsız değerinden de bir o kadar eksiltiyoruz. _İsteme pratik akıldan başka birşey değildir. İsteme, eğilimlerden bağımsız olarak iyi olduğunu bildiği şeyi secme yetisidir. … _Aklın emri buyruktur. Butun buyruklar bir “ gerek”le dile getirilirler. İyi olan bir isteme, nesnel yasalara bağlı olur, İşte bundandır ki, tanrısal bir isteme icin buyruklar gecersizdir. Bir istemenin aklın ilkelerine bağımlılığına ise ilgi denir. _Ahlaksal buyruklar, özgürlükle ilgilidir. Pragmatist-faydacı-buyruklar refahla ilgili, teknik buyruklar sanatla ilişkilidir. __Mutluluk kavramını oluşturan oğelerin hepsi deneyseldir, Zenginlik mi istese? Onu nice kaygılar, kıskanclıklar, tuzaklar icine boğazına kadar batırabilir. Cok bilgi ve kavrayış gucu mu istese? Belki de bu, şimdi ondan saklanan ama kacınılamıyacak olan kotulukleri açığa çıkarır, Uzun bir yaşam mı istese? Bunun uzun bir sefalet olmayacağma kim guvence verir ki? Bari sağlık mı istese? Kac kere bedenin rahatsızlığı, kusursuz bir sağlığın surukleyebileceği aşırılıklardan bir insanı alıkoymadı mı? Demek ki mutlu olmak icin, belirli ilkelere gore değil, yalnızca deneysel oğutlere gore, orneğin perhiz, tutumluluk, nezaket, sakınganlık oğutlerine gore eylemde bulunmak yeter; mutluluk aklın bir ideali değil, sırf deneysel nedenlere dayanan hayal gucunun idealidir; _Ahlak, güdüye bağımlılıktan kurtarılmalı ve saf akıldan ortaya çıkan yasayı insana ödev kılmalıdır. İhtiyaçtan ortaya çıkan buyruk pratik kural olabilir ama ahlak yasası olamaz. Ahlak dünyanın koşullarından alınmamalı saf akıldan alınmalı. Özgürlük ahlak yasasının koşuludur. Biricik idedir. Fenomenler dünyasına ait değildir. Özgürlük olmasa ahlak yasası, varlık zeminini bulamazdı. Saf ideler özgürlük zemininde imkan bulur ve görüngüsü bilinmeyen ama düşünülen olmalarıyla varlık kazanır. Ahlak yasaları saf aklın yasalarıdır. İrade akla bağlı değil güdülere bağlı ise raslantısallık oluşur. İlgi, eğilimlere bağlı aklın iradesidir. Saf akıl, ahlak yasası ile idelerine nesnel gerçeklik veren pratik akla dönüşür. _Saf akıl insanı evrensel ahlaki eylemin hem özne hem de nesnesi olarak araç kıldığı için başka öğelerin varlığını ve iyiliğini gözetmekle yükümlü kılacaktır… _Ödev en yüksek ahlaki değerdir. İyilik yapmak ödevdir. Alışkanlıklarından dolayı iylik yapan kimse ahlaklı olmaz. Bu ben sevgisidir ve yıkıcı olabilir. Ahlaki eylem 2ye ayrılır. Ödevden doğan ve ödeve uygun. Ödevden doğan saf akıldan çıkar. Ödeve uygun ihtiyaçlardan çıkar. Buyruklar koşullu ve kesindir. Eylem kendi başına iyi ise kesin, amaç için araç olarak iyiyse koşulludur. _Aydınlanma, insanın insanlığı, herkes için bir amaç olarak görecek şekilde eylemde bulunmasıdır. _İntihar aklın yasalarını reddedip, kişisel amaçlara göre hareket eder.. _Arzu doğanın iradesidir ve özerk değildir. Ahlak iradenin özerkliğini şart koşar. Ahlak yasası nesneldir. Maksimler öznel. Ahlaklılık yasaya uygun olarak kendine yöne veren akıldır. Mutluluk ve ahlaklılık arasında ayrım yapılamaz. Mutluluk isteği, doğa yasalarınca iradeyi belirlerken, ahlaklılık doğa yasalarından bağımsız olarak kendi iradesini özgür kılar. Arzu, payını almak için iradeyi yönlendirir. Ahlaklılık ise ideye gereksinim duyar. Mutluluk, hayat şartlarından bağımsız olarak bilinçtedir ve buna entelektüel mutluluk denir. bu yetkinliğe ulaşmak çok zor ve idealdir. İde=deneyle kanıtlanamayan düşünce. _Ahlak kanunu, mutluluktan çok insanı mutluluğa layık hale getirmeyi emreder. Fazilet hayatta kazanılmaz ise onu kazanabileceğimiz başka bir hayat olmalı. Bu durumda ahlak kanunu imkansızı emreder. Bu sorunu kant: tanrının varlığı ile çözmeyi ortaya koyar. Tanrının varlığını varsaymaksızın en yüksek iyinin gerçekleşme imkanı yoktur. _Kişiler kendileri yasa koymaları ile krallığın başı olabilirler. _Özgürlük kutsallık değildir ama iradeyi belirlemesi ve kendisini duyumların etkisinden uzak tutabilmesi bakımından kutsallığa yakındır. _En yüksek iyi olan tanrı 2 farklı anlam taşıyabilir. 1 en üstün 2 en yetkin. En üstün: kendi koşulsuz olan koşuldur. En yetkin. Bütünün bir parçası olmayan daha büyük bütündür. ..tanrının varlığının kabulü sonlu varlık için ihtiyaçtır ve umut ilkin din ile başlayabilir. __________________ _Ahlak Tartışması_ _Ahlaksal algı, dış algı ve iç algının yanında üçüncü bir algılama türüdür. Varsayalım ki iki farklı kişinin bize yararı dokunuyor olsun; bunlardan birisi bize olan sevgisinden dolayı bize yararlı olsun, diğeri ise yalnızca kendi çıkarı için yararlı olsun: Bu durumda her ikisi de bizim için eşit derecede yararlıdır ama yine de bizim her ikisine karşı oldukça farklı duygularımız olacaktır. O zaman bizim ahlaksal eylemler için yarardan başka diğer algılarımız da olmalı: ki, işte, bu algıları elde etme gücüne Ahlak duygusu diyebiliriz. _Kant duygucu etiğe karşıdır. Etiğin mantığa dayanmasını ister. Hume mantığın bittiği yerde duyguların devreye girmesi gerektiğini savunur. Lockenin öğrencisi Shaftesbury’ye göre ahlâksal değerlendirmelerin kaynağı akılda bulunmaz. Ahlâksal değerlendirmeler eğilimlerin uyumluluğuna ya da uyumsuzluğuna bağlıdır; aynı şekilde estetik değerlendirmeler de kaynaklarını insanın kendine özgü bir yetisinde kalpte bulur. Shaftesbury dile getirdiği bu yaklaşımla “sezgici” akımın bir üyesi de. Ahlâk duygusunu bir “duyu”nun ürünü olarak görür ve “değer yargılarının temelini” ahlâk duygusuna dayandırır. Ahlâksal onay ya da reddetme, olumlu ya da olumsuz yargı verme, akıl ilkelerine indirgenemez; bunlar ahlâk duyusunun “algılarıdır”. “ _Hume: Ahlâk, her belirli varlığın duygusuna ya da zihin beğenisine bağlıdır tamamiyle. Öyleyse ahlâk algılarının anlama yetisinin işlemleri arasında değil, beğeniler ve duyular arasında sınıflandırılmaları gerekir. Erdem ve erdemsizlik arasındaki fark, akılla elde edilmez. Bu ayrımı yapabilmemiz için “belirli bir izlenim ya da his” gereklidir. Ama bu duygu çoğu zaman düşünce ile karıştırılmaktadır. Ona göre erdemden doğan izlenimler hoş, erdemsizlikten doğan izlenimler ise rahatsız edici-acı vericidir. Böylelikle ahlâk algılarının anlama yetisinin işlemleri arasında değil, beğeniler ve duyular arasında sınıflandırılmaları gerekir”. Onaylamama ya da onaylama, yargıgücünün işi değildir; bu yalnızca “kalbin bir işidir” _Kant, metafizik bir yoldan ilerlediği için deneysel psikolojinin bir konusu olan duyguları bir yana bırakarak salt pratik aklın varolduğunu, pratik aklın olanaklılığının, kapsamının, ilkelerinin ve sınırlarının ilkelerini, insanın doğal yapısıyla bağ kurmadan eksiksiz olarak ortaya koymayı amaçlar. Ona göre insan aklı saf kullanılışında eleştirilmediği sürece, pratik alanda yürütülen çalışmalarda doğru bir yol tutturulamaz. Bu eleştiri eksik olduğu için ahlâksallığı açıklamakta kullanılan “ahlâk duygusu” ilkesi de deneyseldir ve mutluluk ilkesine dayanır Deneysel ilkeler ise ahlâk yasalarının temelini oluşturamazlar. Kant için ahlâk duygusu ilkesi de bir mutluluk ilkesidir. _Kant, ahlâk yasasını aklın değil, “özel bir ahlâk duygusunun” belirlediği savını yanlış bir sav olarak görür. Çünkü ahlâk yasasını “özel bir duygu” belirleseydi, erdemin bilinci “hoşnutluğa ve zevk almaya, kötülüğün bilinci ise ruh tedirginliğine ve acıya bağlanmış, böylece de her şey yine kişinin kendi mutluluğu isteğine indirgenmiş olurdu. _Ahlâk yasası güdüdür; çünkü öznenin duyusallığını etkiler ve yasanın istemeyi etkilemesini kolaylaştıran bir duygu uyandırır. Böylece yasaya saygı ahlâklılığın kendisidir. Ahlâk yasası yalnızca akıl tarafından meydana getirilir, eylemler konusunda yargıda bulunmaya yaramaz: “yalnızca yasayı kendine maksim haline getirmek için güdü olarak iş görür. İnsanın sahip olduğu saf pratik akıl ve bu aklın yasası sayesinde ortaya konan özgür istemeye sahip olma asli duyumu vardır ve işte, ahlâksal duygu diye adlandırılabilecek biricik şey budur. _Vicdan, kişi yasaya aykırı bir davranış yaptığında, ne gibi bir gerekçe bulursa bulsun susturamadığı “davacı”dır.. Ona göre vicdan “kendi kendisi için ödev olan bir bilinç” anlamına gelir “Hiçbir kanıtlamaya gereksinim duymayan ahlâksal bir temel ilke vardır: Haksız olabilecek tehlikeli hiçbir şeye cesaret göstermemek gerekir. Bir şeyden kuşku duyuyorsan yapma”. Öyleyse böyle bir bilinç, yapılmak istenen eylemin doğru olup olmadığını gözeten, koşulsuz bir ödevidir. _Vicdan kendi kendini yönlendiren ahlâksal yargıgücüdür. _Shopenhauer, metafizik bir temele yaslanarak etik eylemin temelini yine duygudaşlıkta bulur. Kişi başkasının acısını paylaşma yoluyla kendisini diğer insanlarla özdeşleştirir ve onların acısını sanki kendi acısıymış gibi hisseder. Bu anlamdaki bir “duygudaşlıktan” öte başka hiçbir ahlâk ilkesi yoktur. _Bu kısa tarihçeye bakıldığında bile duyguculuğun tek biçimli bir yaklaşım olmadığı söylenebilir. Bir yanda Shaftesbury, Hutcheson ve Hume’un temsil ettiği, duyguculuğu bir duyu ürünü olarak gören duyguculuk; diğer yanda Darwin ve Kropotkine gibi, ahlak duygusu ya da vicdanı her zaman belirli bir toplumun normlarıyla ilgili olarak o toplumun varlığını sürdürmesinin dayanağı yapan evrimci duyguculuk, tümüyle başka bir yanda ise, Schopenhauer ve Levinas’ın duyguculuğu gibi metafizik bir duyguculuk. Son olarak ise, rasyonel-modern dünyanın çözülme noktasını duygulara yapılan vurguda arayan postmodern duyguculuk. _Ahlak duygusu ya da vicdan denilen duyguların kendiliğinden ortaya çıkan şeyler olmadıklarıdır. Kant bu eleştirisinde haklıdır. Bizi eyleme götüren kimi duygular inandığımız ilkeler, normlar tarafından belirlenir. _Batı Avustralya yerlileri arasında, ölen eşin ardından birini öldürmek geleneği vardır. Karısı öldükten sonra bir kadını öldürmesi gerektiğine inanan bir kişi, inandığı bu gereklilik engellenince zayıflar, uyuyamaz ve sonuçta hastalanır. Ancak ölen karısının yerine bir can aldığında sağlığına yeniden kavuşur. Karısı ölen kişinin vicdanı, bir başkasının canını alamadığı, yani “gerekeni” yapamadığı için huzursuzlaşmaktadır4. Dolayısıyla, karısının ölümünün acısını hafifletmek için bir başkasını öldürmesi gerektiğine inanan bir kişinin vicdanı ile bu inancın gereği yerine getirildiğinde isyan eden bir başka kişinin vicdanı aynı gerekliliği dile getirmezler. Bu şu demektir, vicdan ya da ahlak duygusu görme ya da duyma duyusu gibi kendiliğinden işleyen bir duyunun ürünü değildir. Bu noktada Kant’ın çözümü oldukça tatmin edicidir: Vicdan ya da ahlak duygusu denilen şey, ancak bu duygunun taşıyıcısı olan ahlaksal öznenin insanın değerine duyduğu saygıyla ilişkili olarak ‘yaşandığında’ anlamlıdır. Kant’ın yargıç örneği de bu noktayı aydınlatmayı amaçlar.
·
147 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.