Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Aristo, uçan kuyruklu yıldızlar için “keçi yavruları” demiştir. Aristoteles'in bu ateş toplarına niçin keçi dediğine şaşırmaktansa konuyu irdelemek daha uygun olacak. (Eski çağ'da Arabacı takımyıldızındaki iki yıldıza, oğlaklar(capella-keçi yavruları) denmiştir. Eski insanlar, kuyruklu yıldızlar hakkında pek bilgileri olmadığından, onları uzayda dolaşan keçi yavruları olarak betimlemişlerdir.) _Bu arada bahsettiğimiz türden ateş toplarının, havadaki aşırı sürtünmeden kaynaklandığını düşünüyorum. Böyle şiddetli bir eylemden ışık hüzmeleri, topları, akan yıldızlar ve alevler doğar. Bu ince ateşler ince bir yol çizerek rotalarını gökyüzünde uzatırlar. Bu yüzden böyle bir manzaranın oluşmadığı hiçbir gece yoktur; daha az güç gerektirmekle birlikte yıldırımlarla aynı nedenden kaynaklanırlar. Nasıl ki bulutlar ortalama şiddette çarpıştığında şimşekler meydana geliyorsa daha şiddetli çarpışmadan da yıldırımlar meydana gelir. _Eğik rotaları ve olağanüstü hızları, ateşlerin çok şiddetli bir şekilde itildiklerini kanıtlıyor. Kendi başlarına hareket etmedikleri, aksine itildikleri aşikardır. Ateşlerin birçok ve farklı görünümü vardır. _Mevcut yıldızların gökyüzünden düştüğünü ya da sıçradığını düşünmek tam anlamıyla saçmadır. _Kuşkusuz gündüzleri de oradalar; ancak Güneş'in parlaklığı altında kayboluyorlar. Bunun gibi akan yıldızlar da gündüzleyin rotalarında seyreder, ancak gündüz aydınlığında görünmez. Eğer bazen olduğu gibi, kendi ışıklannı gündüz ışığına üstün gelecek kadar güçlü bir şekilde saçarlarsa görünebilir olurlar. _Gemiciler çok sayıda yıldız kaymasını fırtına habercisi olarak görür. Castor ve Pollux kutsallarının yardım ettiğini düşünürler. _Her şeyde kesin bir düzen mi görülüyor, nesneler başka nesnelere. Onlara sebep olacak ölçüde bağlı mıdır ya da önce gelen, sonra gelenin nedeni, işareti midir, hepsini göreceğiz. *_Yeryüzü, evrende sadece bir noktadır. _Bu nokta, yaşamı küçümseme eğilimini de doğurur. (Cicero'nun "Scipio'nun Rüyası" eserinde, Scipio, yukarıdan Roma’ya baktığında, onun bir nokta büyüklüğünde olduğunu görür.) _Uzaydan yeryüzünü incelediğimizde; görkemli revakları, fildişinden parlak tavanları, süslü korulukları ve varlıklı konaklara taşınan ısıtıcı su kaynaklarını küçümseyebiliriz. Çoğu kısmı denizlerden ve karalardan oluşan bu kısıtlı dünyanın farkına varabiliriz. Böylece kendimize sorar: Birçok kavmin kılıçla bölüştüğü nokta burası mı? Ölümlülerin belirlediği sınırlar ne kadar da gülünç. ovalardan. Aslında darlık içinde çırpınan karıncaların geçişidir bu. Küçük beden ölçüleri dışında aramızda ne fark var? Uğruna deniz seferi düzenlediğiniz, savaştığınız ve krallıklannızı idare ettiğiniz yer, okyanusun her bir yandan bastırdığı, küçücük bir noktadır aslında. Ancak ruhun sahip olabildiği göksel mekan alabildiğine geniştir; tabii ki bedenle ilişiği pek kalmamışsa, lekelerinden tümüyle arınmışsa ve hafif silahlı ya da arzularında ölçülü biri gibi ileri atılmışsa. Ruh bu yüksekliğe erişince besinini almış, serpilmiş; yeryüzünün zincirlerinden kurtulmuşçasına kaynağa dönmüş olur. _Meraklı bir izleyici, tek tek her şeyi analiz eder ve araştınr. Neden araştırmasın ki? Her bir şeyin kendisiyle ilgili olduğunu bilir. Daha sonra ise önceki yaşamının sağladığı. Dar sınırlan küçümser. İspania'nın en uzak sınırlarından Hindistan'a kadarki kısım en fazla ne kadar geniş olabilir? Rüzgar gemiyi sürüklerse birkaç günlük mesafe bile kapanır. Buna karşılık göksel mekan, hiç bitmeden aynı hızda seyreden en hızlı yıldız için bile otuz yıllık rotaya izin verir. Ruh da burada uzun süredir aradığı şeyi bulur: Tanrı'yı bilmeye başlar. _Kanncalara insan aklı bahşedilse onlar da tek bir yeri birçok bölgeye bölmez mi? *_Doğa araştırması sayesinde evrenin yapısının nasıl ve yaratıcısının kim olduğunu öğrenmiş oluyorum. Bütün bunları bilemeseydim, doğmamın da bir anlamı olmazdı. Nasıl olurdu da, kendimi, yaşayanların içindeki herhangi biri olarak görüyorum diye mutluluk duyardım? Yoksa yemekleri ve içecekleri hazmedebiliyorum diye mi? Yoksa devamlı beslenemezse ölecek olan şu sağlıksız ve zayıf bedeni, hastaya bakar gibi, yaşatabiliyorum diye mi? Yoksa herkesin, kendisine yazgılı olarak doğduğu ölümden korkuyorum diye mi? Bırak şu beş para etmez rahatlığı; yaşam ter’e ve sıcağa layık değil. _Doğa, olağanüstü sanatıyla, çok benzer noktalardan başlayıp hiç benzemeyen noktalarda neticeye varır. Zira renklerin birleşim yeri yanıltıcıdır: _Hiçbir şey görüş yetimizden daha aldatıcı değil. Kürek, sığ suda kırılmış görünür. Elmalar, olduklarından çok daha büyük görünür. _Konunun, gördüğümüz şeyi nasıl gördüğümüzle hiçbir ilgisi yoktur; aksine konu, benzer görüntünün aynadaki gibi, nasıl yansıyor olduğudur. _Kişinin kendisi için görülebilir olmayan bir şeyin rengini görmesi, ne kadar şaşırtıcı değil mi? Buna karşın bulut görülmese de oradadır; bu yüzden rengi de var olur. _Bazı aynalar vardır, önünde durup bakanı korkutur; nitekim kendisine bakanın bozulmuş, çirkin görüntüsünü yansıtır. Üstelik barındırdıkları sureti de bozarlar. Baktığında seni yetkinliğinle tatmin edecek aynalar da vardır: Kolların büyür ve vücudunun görünümü insan üstü bir büyüklüğe ulaşır. O halde böyle bir aynanın, kendisinde Güneş'in kusurlu bir görüntüsünün yansıtıldığı bir bulutta oluşması, şaşırtıcı olmasa gerek değil mi? _Bir gölete taş atıldığında birçok halkanın su boyunca uzaklaştığını görürüz; bu halkalar ilkin en dar haldeyken sonra baskı kaybolana dek genişledikçe genişler, büyüdükçe büyür, hareket suların düzlüğünde yiter. Aynı şeyin atmosferde de meydana geldiğini düşünelim. Yapı sıkıştıkça darbe almaya uygun hale gelir. Güneş'in, Ayın ya da çevrelediği herhangi bir gök cisminin ışığının halkalar şeklinde geri çekilmesini sağlar. _Stoa felsefesi, bir meyve bahçesidir; mantık, etraftaki çit; fizik, toprak ve ağaçlar; etik ise meyvedir. Posidonius'a atfedilen bir benzetme ise şöyledir: Stoa felsefesini yaşayan bir canlı ise, mantık; kemikleri ve kasları, fizik; etik, ise ruhudur. _Stoa filozoftarı, evrenin yapısını inceleyen fizik bilimini, bir ağaca; insanların bu yapı içinde nasıl hareket edeceğini gösteren ahlak’ı, verimli bir tarlaya ve fizik ile ahlak’ı koruduğu için mantığı da bir sur’a benzetmişlerdir. _İnsan, insanlığının da üzerine çıkmadıkça, ne değersiz bir şey! _Güçlü olmak ile sağlıklı olmak arasında büyük bir fark vardır. _Zihni sıkıntılardan kaçtın diyelim; ikiyüzlünün suratından, başka birine hizmet eden dalkavuğun konuşmasından, içten pazarlıklmın yüreğinden, her şeyi çalan ancak kendini utandıran kederlinin ruhundan da kaçtın. Diyelim ki, artık ne alçakça yitiren ve yitirdiklerini daha alçakça telafi eden şatafatın, ne de seni değersiz şeylerle herhangi bir değere götüremeyecek olan hırsın avısın. _İnsanın kaderindeki iyiye doygunluk, ancak insan kötülüğü ayakları altına alıp çiğnedikten sonra, doğanın doruğunu arzulayıp içindeki oyuklara vardığnda tam anlamıyla gerçekleşir. Bu, yıldızların arasında dolaşan insanın, zenginlerin döşemelerini, tümden altınla dolu topraklan, abartmıyorum, hani yeryüzünün ürettiği ve değerli kıldığı fakat gelecek kuşakların doymak bilmezliği için sakladığı altını küçümsemesine yardımcı olur _Nedir Tanrı? _Evrenin bir parçası mıdır; yoksa bizzat kendisi mi? Tümüyle kendine mi dönüktür yoksa ara sıra da olsa bizimle ilgilenir mi? Sürekli yaratma halinde midir, yoksa her şeyi bir kerede mi yaratmıştır? O veya bu zaman için diyeceğini deme ve kaderin yasasında değişiklik yapma gereğini duydu mu? Yoksa bu durum, onun büyüklüğüne halel getirir mi ve sonradan değiştirilesi şeyler yaratmış olması, hatalı bir itirafı mı? _Nedir Tanrı? Evrenin zihni. Nedir Tanrı? Gördüğün ve göremediğin her şey! O halde Tanrı’nın büyüklüğü düşüncenin sınırlarını aşarak asla daha büyüğü düşünülemeyen şey olur. Buna göre Tanrı bir başına her şey ise yarattığı eserin içinde ve dışında kalan her şeydir. O halde Tann'nın doğasıyla bizimki arasında ne fark var? Bizdeki en iyi parça ruhtur; onda ise ruhtan başka bir şey yoktur. Tümüyle akıldır o. Oysa kimi zaman yanlış düşünce insanların akıllarım öyle sarar ki, insanlar kendisinden daha güzeli, intizamlısı, tutarlısı bulunmayan bu kudretin geçici, tesadüfi olduğunu düşünüp yıldırımlar, bulutlar, fırtınalarla birlikte yeryüzüne ve sınırlarına ilişkin diğer bütün güçlerin karmaşa içinde olduğunu sanır. Bu sadece avama özgü bir yanılgı değildir, bilgeliği öğretenleri de sarıp sarmalar. _Tann ne kadar muktedirdir? İlkin kendi mi maddeyi yarattı, yoksa zaten var olan bir maddeyi mi kullandı? Tasarım mı maddeden önce geldi, madde mi tasanmdan? _Tanrı istediği her şeyi yaratabilir mi, yoksa eserinde herhangi bir bozukluk olmasa da, işlenmesi zor bir maddeden yararlanan bir sanatçı gibi, birçok yaratımında işlediği madde onu yanıltabilir mi? _Tann'nın tatmin olabileceği en iyi şey ne ise, onunla tatmin olması gerekir. Bu yüzden daha az özgür ve daha az güçlü değildir; o, bizzat zorunluluğun kendisidir. _Epicurusçnlara göre, tanrılar insan işlerine karışmaz. Aynı felsefi yönelime göre, bu, aynı zamanda, insanlan Tanrı korkusundan kurtarıp mutlu kılan yoldur. Seneca da, Tanrı'yı cezalandıncı bir "neden" olarak değil. Doğadaki her şeyin nedeni olarak gösterip insanları aynı korkudan kurtarmaya çalışır. Bunun için insanları, Tanrı'yı, doğanın kalbinde saklı olan kutsallığı, doğal nedenler eşliğlinde tanımaya çağırır. _Felsefe ile diğer uğraşlar arasında ne fark varsa, felsefenin insanlarla ilgili olan kısmıyla, tanrılarla ilgili olan kısmı arasında da öyle bir fark olduğunu düşünüyorum. Bu sahalardan biri yeryüzünde ne olması gerektiğini, diğeri ise gökte ne olduğunu öğretir. Biri yanılgılarımızı def eder ve bizi, sayesinde yaşamdaki mutlaklarımızdan kurtulduğumuz ışığa yöneltir: Diğeri bizi, içinde mahkum olduğumuz zulmeti aşarak karanlıktan çıkmamızı sağlayan ışık kaynağına taşır. _Tutkularımızla savaştıkça olağanüstü bir iş yapmış olmaz mıyız? Sanki üstün gelmişiz, canavarları yenmişiz gibi. Niçin kendimizden şüphe duyuyoruz? Zira en kötü olandan farkımız mı var? _Peşinde koştuğumuz erdem, harikuladedir; bu da, kötülükten kaçınmak güzel olduğu için değil de, ruhu dinlendirdiği, kutsalların bilgisine hazırladığı ve Tanrı'yla bütünleştirerek değerli kıldığı için böyledir. _Gökkuşağı: _Gökkuşağı, yeryüzünden çok uzakta oluşmaz ama insan görüşü her daim sınırlı olduğundan biz söz konusu halkanın göksel cisimlerin yakınında olduğunu zannederiz. Zira bu parıltılar, her ne kadar yeryüzünden sanki onlara değiyor ve onları kuşatıyor gibi görünseler de, gök cisimlerinden bir hayli uzakta bulunuyorlar. Her ışık yuvarlaktır; bu yüzden hava, ışığın etkisinde kaldırıldığında onun şeklini alır. _Hale, kuzeyden kaybolursa kuzey rüzgarı, güneyden kaybolursa güney rüzgarı esecektir. Yok, farklı noktalarda yitiyorsa, fırtına yaklaşmış demektir. Halka her bir yandan kaybolursa bu, atmosferin ılıman olduğunun kanıtıdır, bu yüzden hava sakin olacaktır. _Nem, hava veya şeklini darbeden alan herhangi bir şey, kendisini zorlayan şeyin şeklini almak zorundadır. _Şundan asla şüphe edilmez ki, gökkuşağı, Güneş'in bir yansımasıdır; nemle dolu, delikli bulutta meydana gelir. _Aristoteles şöyle der: Işık huzmeleri tümüyle düz yüzeyden görüş açısına yansıtılır. Hiçbir şey sudan ve havadan daha pürüzsüz değildir. _Güneş'te sadece bir renk varken nasıl oluyor da yansımalarında birçok farklı renk bulunuyor? Renklerindeki farklılık, kısmen Güneş ve kısmen nemli bulut olmak üzere ikili kaynaktan doğar. _Her damla bir aynadır. Kabul ediyorum; ancak bir bulutun tümüyle damlalardan oluştuğu düşüncesinde değilim; bulut, damlaları değil, kendisinden damlaların oluştuğu materyalleri içerir. Bulut suyu da değil, sadece su olacak materyalleri içerir. _Damlalar, görüntüyü değil, rengi alıyorlar. _Gökkuşağının şekli ve farklı renkleri, farklı türdeki bulutların niteliğinden kaynaklanır. Yoğun hava, ay'dan veyahut yıldızlardan gelen sönük ışıkla çarpışınca böyle bir renkleme yapar. Gökkuşağı, geceleyin oluşmaz çünkü Ay'ın, bulutlara nüfuz edip onlan Güneş'in parlak ışığından aldıkları renklerle bezeyebilecek yeterli gücü yoktur. _Güneş'e karşı eğik konumda görülen damlalar bir gökkuşağı görüntüsü oluşturur. Bunun nedeni şüphe duymayacağımız ölçüde, bizzat nemdir. Nitekim bulut yoksa gökkuşağı da olmaz. _Kimileri sudaki bazı damlaların ışık geçirdiğini, bazı damlaların ise neredeyse yan saydam olacak kadar yoğun olduğunu söyler. Buna göre ilkinden parlaklık, ikincisinden karanlık doğar, ikisinin karışımı ise gökkuşağını doğurur. _Şimdi binlerce farklı renk parıldarken, bu geçiş yanıltıyor aydınlıkta bakanları; Aslında farklı yerlere uzanıyor bu renkler, aynı yere dokunuyormuş gibi görünürken. _Yüzeyin etrafı çevriliyse o artık aynadır Önlerinde duran bir gözlemciye karışık bir görüntü sunarlar. Zamanla tek tek damlalar yerine, hepsini içeren tek bir bulanık yığın görünür. _Çok sayıda yağmur damlası olduğunda, bir o kadar çok ayna olur. Fakat küçüklüklerine göre, Güneş'in rengini, ayın şekilde açık ederler. Zamanla aynı renk, aralıksız düşen sayısız yağmur damlasında yansıtılınca. Aralıklarla belli görüntülere değil, uzun ve bozulmamış tek bir görünüme kavuşur. _Aynalara ilişkin iki görüş öne çıkar: Bazıları onlarda suretlerin, yani cisimlerimizin, cisimlerimizden çıkan veyahut ayrılan şekillerin belirdiğini düşünmüşken bazıları görüntülerin aynada oluşmadığını, aksine gözbebeklerimizden sekerek yeniden onlarda yansıdığını söylemiştir. _Gerçekten de görüntüsü aynaya aksettirilen nesnenin ayna karşısında olmasının gerektiği gibi, bulutların Güneş ışınlarıyla renklenmesi için Güneş'in uygun konumda bulunması gerekir. Işığı her yönden aksa aynı etkiyi doğurmaz; ışınların aynı etkiyi doğurabileceği uygun bir etki alanı olması gerek. Bunlar, gökkuşağının renklenmiş bir bulut olduğunu düşünenler tarafından kullanılmış kamtlardır. _Posidonius : Bir gölikuşağında renk olsaydı, kalıcı olup daha doğrudan görülüyor ve daha yakında bulunuyor olurdu. Oysa gökkuşağının rengi uzaktan görülür, yakınlaşıldıkça silinir gider.( Seneca'yı en fazla etkilemiş Stoacı filozoflardan biridir. Seneca, doğa olaylanna ilişkin fiziki bilgilerini büyük ölçüde Posidonius'tan almıştır) _Gökkuşağının yapısının, bir top kesitini andıran, içi oyuk ayna gibi bir bulutta meydana geldiğini savunan Posidonius'la aynı fikirdeyim. _Gökkuşağı asla yarım daireden daha büyük görünmez. _Evrene ilişkin bir inceleme; astronomi, meteoroloji ve coğrafya olmak üzere üç sahaya ayrılır. İlk saha yıldızların doğasını, dünyayı çevreleyen göksel alevlerin şeklini inceler. İkinci saha ise yeryüzü ile gökyüzü arasındaki hareketlerle ilgilenir. Bunlar bulutlar, yağmur, kar ve insanların yürerini titreten gök gürlemeleridir. Üçüncü bölüm ise sularla, topraklarla, ağaçlarla yeteri kadar meşguldür. _Diyorsun ki, neden yer sarsıntısıyla ilgili araştırmanı, gök gürlemelerini ve şimşekleri incelediğin yere koyuyorsun? Nedeni şu: Yer sarsıntısı, meltemlerden meydana gelir; meltem, hareket halindeki havadır. _Süreklilik, parçaların, arada boşluk olmaksızın bir arada olmasıdır. Birlik, bileşikliğin olmadığı sürekliliktir ve bir araya gelen iki yapının birbirine dokunumudur. Bazı cisimler ya bağlamayla ya da yığmayla oluşmuşlardır; örneğin halat, tahıl ya da gemiyi düşün. Diğerleri ise ağaç ya da taş gibi bileşik değildir. Bu yüzden duyulanmızdan kaçan ve ancak akılla kavranan şeylerden bazıları da bedensel birlik içinde olduğunu kabul etmelisin. Bu şeyleri senin kulakların için ne kadar kolaylaştırdığımı gör. _Tüm hayvanlar ve bitkiler sınıfı evrenin bir parçasını oluşturur. Zira o sınıf, bütünü meydana getirir ve onsuz evren oluşmaz. Bir hayvan ya da bitki sadece bir parçadır. Ortadan kaybolsa bile, parçası kaybolan bütün, yaşamaya devam eder. _Hava hem göğe hem de yere yapışıktır; ikisinde de doğuştan bulunur. Bir şeyin doğuştan parçası söz konusu birlik içinde olmalıdır; zira birlik olmadan hiçbir şey meydana gelemez. _Çalışmalarında öyle çok yıldız bulunur, öyle etken ve öyle gayretli olur ki, hepsine besinini verir. Evrensel doğa, ihtiyacı olan besini bu kaynaktan alır. Dünya sonsuza değin ihtiyacını duyduğu her şeyi uygunca edinir. Bu büyük işin küçük bir resmini çizeyim: Yumurtalar içlerinde yaratının gerçekleşmesi, yani kabuğun kırılması için gerekli sıvıyı barındırır. ......> ___ _Doğa Araştırmaları kitabı_ _7 kitaptan oluşan bu eser bir yandan depremler, yıldırımlar, şimşekler, rüzgarlar, bulutlar, göksel ışık ve su kaynakları gibi çeşitli doğa olaylarını doğal nedenleriyle açıklamaya çalışırken öte yandan bu açıklamalann her birinden, muhatabı olan ve eserini adadığı dostu Lucilius için birer ahlaki ders çıkarmayı amaçlar. _Seneca, doğa olaylarını, salt kişisel merakından ôtürü incelemez. Düşünürün bu eseri kaleme almasının temel nedeni, Stoa düşüncesindeki ahlak temelli doğa anlayışına uygun olarak, doğa olaylarının bilgisinden hareketle, insanın ahlaki duyuşuna bir takım genelgeçer ölçütler belirleyebilmek ve bizzat doğanın düzenli işleyişini insan yaşamına örnek kılabilmektir. Bu yüzden bu kitap sadece doğa üzerine yazılmış bir eser değildir; ana hedef, insanın doğanın bilgisine ererek ahlaki gelişimini tamamlamasıdır. Bu durum, eserin üçüncü kitabında, "Niçin bilgi sahibi olmalıyız?" sorusuna "kendi kötülüklerimizi ortadan kaldırmak için" cevabının verilmesiyle de netlik kazanır. Bu amaca yönelik bir çalışma, insanlığa zararı dokunmuş olan, örneğin, Philippus veya İskender gibi tarihi kişiliklerin eylemlerini kaleme alıp geleceğe aktarmaktan çok daha faydalıdır. Zaten Seneca için doğa tanrısal bir iradeyle yönlendirildiğinden doğa olaylarını incelemek demek, aslında tanrıların işlerini incelemek, yani övmek anlamına gelir. Doğanın ve buna bağlı olarak tanrıların hakiki bilgisine erişen insan, kutsalın yüce bilgisine vararak yeryüzünde değerli gibi görünen, fakat hiçbir değeri olmayan maddi zenginliği de küçümsemeye başlayacaktır. Yaşamdaki türlü kötülüklerden, kederlerden, ıstıraplardan, tüketici hazlardan, korkulardan ve huzur bozan diğer olgulardan ve duygu durumlarından sıyrılarak zihnen olgunlaşacak," böylece olgunlaşmış zihniylet en büyük gerçeği olan bir gün ölecek olmasını sessizce ve cesaretle karşılar hale gelecektir. _Bazı konular_ _Meteor, gökkuşağı, yıldırım, yıldınmın kehanet niteliği, kaderin rotası, Etrüsk inanışı, luppiter'in okları, elementlerin dönüşümü, kar, rüzgarın oluşumu üzerine atomcu görüş ve bu görüşün çürütülmesi, deprem, İnsanları deprem ve ölüm korkusundan kurtarmak, gezegenler. _Ahlaki ders: Tekirbalığının yemek masasındaki ölümünü seyretmek ve gösteriş eleştirisi. _Sel felaketi: Tanrı'nın yeni insanlığı yaratmak için eskisini yok etmesi. _2. Kitap Etrüsk inanışı, juppiter'in okları _7 Kitap : Kuyrukluyıldız gibi ender görülen olayların insanları, sürekli görülen olaylardan daha fazla etkilemesi. Kuyrukluyıldızın gezegen olmadığı düşüncesi, Kuyrukluyıldız rotası _Seneca_ _Latin edebiyatında "Yaşlı Seneca" olarak da bilinen babası Annaeus Seneca, retorik öğretmeni ve hatip kimliğiyle oğlu Seneca'nın da kendisi gibi hatip olmasını istedi. Ama Seneca, babası gibi bir hatip olmak yerine Stoacı dersler alıp felsefeye yönelince babası epeyce telaşlandı çünkü İmparator, Roma gençliğini saran Yunan felsefe akımlarına hiç sıcak bakmıyordu. Pisagor öğretiden etkilenerek uyguladığı perhizler bünyesini daha da bozmuştu. Babası, oğlunun sağlığını yeniden kazanması için onu Mısır'a gönderdi. Seneca, Roma'ya yeniden döndüğünde kendini siyasete verip mahkemede avukatlığa başladı. Devlet işlerindeki başanlı tutumu, dönemin kıskanç imparatoru Caligula'nın öfkesini üzerine çekmesine neden oldu; neyse ki, arkadaşlan araya girdi de, ölüm cezasından kurtulabildi. İktidar hırsıyla yanıp tutuşan İmparatoriçe Messalina'nın öfkesine hedef olup Korsika'ya sürgün edildi. Messalina'nın ölümüyle onun yerine geçen Agrippina, genç prens Nero'nun annesiydi. Seneca'nın oğlu için iyi bir öğretmen olacağını düşünen Agrippina onu sürgünden çağırdı. Seneca böylece Roma'ya dönebildi ve genç Nero'ya eğitim vermeye başladı. Nero henüz 16 yaşında olduğu halde imparatorluk tahtına oturdu. Bu durum Seneca’nın muhafız kıtası komutanı Afranius Burrus'la birlikte yönetimde yetki sahibi olmasını, dolayısıyla Roma'da geniş bir çevre edinmesini sağladı. Üstelik bu genç imparatorun zihinsel sağlığının annesini öldürmeye varacak kadar bozulması ve Burnıs'un da zehirlenmesi sonucunda Seneca, saraydaki tek yetkili haline geldi. Seneca devlet işlerinden tümüyle kurtulunca kendini en çok sevdiği işe, felsefeye adadı. Bu, huzurlu yaşam dönemeci, adının M.S. 65 yılında Nero'ya yapılacak bir suikast planına karışmasıyla birlikte son buldu ve Seneca İmparator tarafından kendisini öldürme cezasına çarptınldı. _Ulvi : Yüce _Zulmet : Karanlık. _Revak : Sırtı bağlı bulunduğu binaya dayalı, ön cephesi açık, üstü örtülü ve örtüsü sütunlarla ya da payelerle taşınan mekana verilen ad _Hale : gökcisimlerinin çevresinde görülen ışık halkasıdır. _Halel : Bozukluk. _Aksettirmek(Akis) : Yankılamak _İnsanların yüreğini titreten gök gürlemeleri _Tyria (Tir) moru ya da kraliyet moru: İlkin Fenikeliler tarafından yönetim rengi olarak kullanılmış olup Romalılarca aynı şekilde değer görmüştür.
·
412 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.