Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Maske takarak yaşıyoruz ve maskenin içindeki gerçek beni unutup, ideal benliği gerçek sanıyoruz. Gerçek benliğimizle çatışma sonucu hastalanıyoruz. _Ortaçağda felsefesinde Tanrı, insanı kurgulayarak yaratır ve insan, tanrıya ulaşmak için uğraşır. Bu kurgu dünyası bir sınavdır. Ortaçağ ilkel insanı bu yüzden bir maske takar. Rönesans özgür düşüncesiyle birlikte maskeler atılır ve herkes kendisi olur. _Şerefini kaybettikten sonra yaşamaktan daha feci ölüm olur mu? _Ufukta mutluluk görüyordum. Meğer bütün felâketler kapıda beni bekliyormuş. _Beni ölecek halde gördüğünüz zaman, bir meşenin gölgesine götürün, size vaat ederim ki oradan geri döneceğim. _Zor iş, zamanında yapmamız gereken fakat yapmadığımız koIay işIerin birikmesiyIe meydana geIir. _Doğru yolda giden kaplumbağa eğri yolda giden yarış atını geçer _Şefkatin en büyük amiIi anaIardır. Hayatımdaki bütün hataIarım ana terbiyesi görmeyişimden iIeri geImiştir. _Her işte, güçlü olan gerçek suçlu, zayıf olan suçsuzu öne sürerek temize çıkar _Sanatları öğrenirken en başa yaşama sanatını koymayı unutma _Söyleyeceğiniz anı hazırlamadan söyleyeceğiniz şey bir anlam taşımaz. _Delilerle dolu bir dünyada akıllıca düşünebilmek, başlı başına bir deliliktir. _Hoşumuza giden iyilikleri yapmamızın erdemli olmakla hiçbir ilgisi yoktur. _Para ile her şey alınır ama ahlak satın alınmaz _Üzüntüler yalnızlıktan fazla büyür, bir sinek bir canavar olur. _Bir bütünü eline geçireceğini kesin olarak bilen bir insanın o bütünün bir parçasından vazgeçmesinde büyük bir özveri yoktur bence. _Güçlü biri, insanlığa özgü zayıflıkların da üzerinde olmalıdır, yoksa sahip olduğu aşırı güç, onu diğer insanların aşağısına çeker. _Başka ülkelerde işsiz bir takım insanların, kendi kendilerini en parlak övgülerle yüceltip başka milletlere barbar deyip geçiyorlar. _İlkbaharı tasvir etmek istersem, kışta bulunmam gerekir. _Mevsimlerin hiç değişmeden devam etmesini istemeye benziyor bu _Alçalmış ruhların, büyük şeylere yükselmeleri mümkün değildir. Buna kudretleri olsa bile cesaretleri yoktur. _Bir çayırı renk renk süsleyen çiçekleri birer birer incelemek üzere durakladığınızda, bunu yaptığınızı görenler, sizi cerrah çırağı sanarak, çocuklarının kaşıntısını, insanların uyuzunu veya atların ruam hastalığını iyileştirecek otlar isterler. _Acıma tatlı bir duygudur, çünkü kendimizi acı çeken kimsenin yerine koymakla yine de onun gibi acı çekmiyor oluşumuzun sevincini duyarız. _Eşitlik olmadan özgürlük olmaz. _Gerçekten mutlu bir varlık, yalnız olan varlıktır. _Oldukça uzun bir kaldıraçla insan dünyayı tek parmağı ile yerinden oynatabilir ama, onu taşımak için Herakles’in omuzları gerekir. _Her insan özgür ve kendi kendisinin efendisi olarak dünyaya geldiği için, hiç kimse onu isteği dışında buyruk altına alamaz. _Hayal, gerçeğinden daha fazla sevilir. Sevilen herhangi bir şeyi tamamıyla görmek mümkün olsaydı aşktan eser kalmazdı. _Aydınlanma, ışık demektir. Satir ateşi ilk gördüğünde öpüp kucaklamak istemiş ama promethus ona şöyle söylemiş: Ey sSatir, çenendeki sakallara çok üzülürsün çünkü o dokununca yakar. Uygarlıkla birlikte insan yaşamına giren yeniliklerin var olan gelişmeleri yakabileceğini ve sahte ışıklara adlanılmaması gerektiğini söylemiş. _Gynesin yüzüğü herkesi gerçek yüzüyle gösterir, maskeleri düşürür. Bu yüzüğe sahip olmak mantıksız, fırlatıp atmak gerekli. Yüzüksüz beni hiçbir zaman göremezler. Yanlış görmekte ısrar ediyorlarsa onlardan kaçmak, doğru görüyorlarsa sadece maskeyi görüyorlar demek. Beni göremezler. _Politik_ _Hükümet halkın efendisi değil, emanetçisidir. İnsanlar bir kişinin buyruğu altına girdi mi, ortada bir halk ve başkanı değil, bir efendi ve onun köleleri vardır. Bir kalabalığı boyunduruk altına almakla, bir toplumu yönetmek arasında her zaman bir ayrım olacaktır . _Yarış alanının sonuna gelindiğinde arabayı daha iyi kullanmayı öğrenmek neye yarar? _Mucizeler yaratacağını söyleyen, ama bütün ustalığı hastalara dişlerini sıkıp dayanmalarını salık vermek olan bir hekim için ne düşünmeli? _Devletin iktidara değil, halka ait olduğunu savunmuş ve ulus-devlet anlayışını benimsemişti. Yurttaşlar olmadan erdem, erdem olmadan özgürlük, özgürlük olmadan devlet olamaz _Eski devlet adamları hep ahlaktan söz ederlerdi. Bizimkiler yalnız ticaretten, paradan söz ediyorlar. _Diktatörlüklerde yüksek göreve erişenler, çoğu kez düzenbaz, entrikacı, aşağılık kimselerdir. _Yasama gücü devletin kalbi, yürütme gücü ise beyindir. Bir insan aptal olsa bile yaşamını sürdürebilir, ama kalp durduğu anda canlı ölmüştür. _Onların sarayda yaşaması için senin sürünmek gerekir. Saraylar ne kadar çoğalırsa halk o kadar yoksullaşır. _Parçalanma, ilkin, hükümdarın yasalara uymaması ve egemen gücü zorla ele geçirmesiyle olur. Devlet'in kendisi daralıp küçülür; yani, büyük devlet dağılıp gider ve onun içinde, yalnızca hükümet üyelerinin kurduğu bir başka devlet ortaya çıkar; bu da, halkın geri kalanı için artık bir efendiden, bir zorbadan başka birşey değildir. Öyle ki, hükümet egemenliği zorla ele geçirir geçirmez toplum sözleşmesi bozulur; hukuk açısından doğal özgürlüklerine yeniden kavuşan sıradan yurttaşlar boyun eğmeye zorlanırlarsa da, boyun eğmek zorunda değildirler. Devlet dağıldığı zaman, hükümetin kötüye kullanılmasına, genel olarak anarşi denir. _Devamlı çalışan ve oradan oraya koşuşturan hırslı insanlar, başkalarının özgür olmasından nefret ettikleri gibi kendileri için de özgürlük istemezler. Bu insanlar, hayatları boyunca kendilerini istemedikleri şeyleri yapmaya zorlamış ve emir verebilmek uğruna her türlü esarete katlanmış insanlardır. _Her işlerini tanrıların gözü önünde yapmaktan zevk alan insanlar, o zaman kulübelerinde, tanrılarla birlikte yaşarlardı. Kötülükler başlayınca insanlar, bu rahat kaçıran seyircilerden usandılar ve onları heybetli mabetlere koyup kendilerinden uzaklaştırdılar. En sonunda tanrıları bu mabetlerden de attılar ve içlerine kendileri yerleştiler. Daha doğrusu, tanrıların mabetleri, vatandaşların evlerinden ayırt edilmez oldu. İşte o zaman ahlak bozukluğu son haddine vardı. _Kim genel istemi saymamaya kalkarsa, bütün topluluk onu saygıya zorlayacaktır _Halka halkın diliyle değil, kendi diliyle seslenmek isteyen bilge kişiler demek istediklerini anlatamazlar _Tanrılardan oluşan bir halk olsaydı, kendisini demokrasiyle yönetirdi. Böylesine mükemmel bir yönetim insanlara göre değildir. _Devlet varlığını yasalarla değil, yasama gücüyle sürdürür _Güç ilk köleleri ortaya çıkardı ve korkaklık da bu durumu ebedileştirdi. _Boş bir yanılgıya aldanmış ve kurban gitmiş. _Başkentte yükselen her sarayı gördükçe, bütün bir ülkenin yıkıntıya çevrildiğini görüyormuşum gibi gelir bana. _Bir çocuğun bir yaşlıya emretmesi, bir budalanın bir bilgeyi yönetmesi nasıl ki doğa kanununa aykırıysa açlık içindeki çoğunluk zorunlu ihtiyaç maddelerinden yoksun yaşarken bir avuç insanın gereksiz şeyler bolluğu içinde yüzmesi doğa kanununa açıkça aykırıdır. _Modern insanlar, sizlerin köleleriniz yok ama siz kendiniz kölesiniz. _Çocuğa bir gerçeği öğretmekten daha çok, her zaman gerçeği bulmak için nasıl davranması gerektiğini öğretmek. Çocuğunuzun zekasını geliştirmek istiyor musunuz? O halde çocuğunuz; koşsun, zıplasın, bağırsın, daima hareket içinde bulunsun siz, çocuğunuza sürekli olarak ne yapması gerektiğini söylerseniz onu ahmaklaştırırsınız. Gün boyu " git, gel, bunu yap, şunu yapma, dikkat et, düşme, oradan yürüme, buradan koşma. Emirlerine muhatap olan çocuğun kendisine güvenmesini nasıl beklersiniz? Kafanızla çocuğun kollarını ve bacaklarını siz idare edecekseniz onun kafası ne işe yarayacak? _Tüm bir milletin bir bayram gününün sevinciyle dolup taştığını, tüm kalplerin, hayatın bulutlarını çabucak, ama şiddetle delip geçen zevk ışınları altında parıldadığını görmekten daha büyük bir zevk var mıdır? _Konuşurken el ve baş hareketleri yapanlar sadece Avrupalılardır. Sanki dillerinin bütün gücü kollarındadır. Buna bir de ciğerlerininkini eklerler ve bütün bunlar hiçbir işe yaramaz. Bir Frank birçok söz söylemek için çırpınıp dururken, bedenini hırpalarken bir Türk bir an nargilesini ağzından çıkarır, yarım ağızla iki sözcük söyler ve onu bir vecize ile ezer geçer. _İnsan bilgilerinin sanıldığı gibi güzel bir kaynağı olmadığını göreceksiniz. Astronomi, boş inançlardan doğmuştur; güzel söz söylemek hırstan, kinden, dalkavukluktan, yalandan; geometri cimrilikten; fizik boş bir meraktan ve hepsi birden, hatta ahlak bile, insanın kendini beğenmesi neden doğmuştur _Hiç kimse aydınlıktan kafası karışmış kendisininkinden farklı koşullar hakkında yürüttüğü mantığın eziyet ettiği ilkel adamdan daha mutsuz olamaz. _Kalbimin ve aklımın aynı insana ait olmadığını söyleyebilirim. _Aşk gibi nefret de insanı aptallaştırır. _Doğduğumuzda girdiğimiz savaş meydanından ölünce çıkarız. _Boş şeylere gerçek denilmesi, gerçeğin kutsallığına saygısızlıktır. _Beni tutkularım yaşatmış, tutkularım öldürmüştür. "Ne gibi tutkular?" diye sorabilirsiniz. Bir sürü hiç. _Beklemek karşılaşmaktan daha muthistir; tehdit, darbeden daha kötü. _Erkekler her zaman kadınların istediği gibi olacaklardır. Büyük ve erdemli olmalarını istiyorsanız, kadınlara büyüklüğün ve erdemin ne olduğunu öğretin. _Hayvanlar evcilleşince bu üstünlüklerinin yarısını kaybeder. Bizim bu hayvanlara iyi bakmak, onları iyi beslemek için gösterdiğimiz bütün özenin sadece onları yozlaştırmaya neden olduğu söylenebilir. İnsan için de durum böyledir: Toplumsallaşır ve kökleşirken, zayıf, korkak, sürünür hale gelir. Bu, insanın yumuşak ve kadınsı yaşama tarzı hem gücünü hem de cesaretini azaltmak, onu gevşetmek sonucuna varır. _Düş kurmak beni dinlendirir ve eğlendirir. Oysa düşünmek beni yorar ve hüzünlendirir. _Özgürlüğünden vazgeçmek, insan olma niteliğinden, insanlık haklarından, hatta ödevlerinden vazgeçmek demektir. _Karşılıksız sevmenin değeri yoktur _Spartalı bir kadının orduda beş oğlu vardı; savaşla ilgili haberleri bekliyordu. Bir köle geldi; kadın titreyerek ondan bu konuda bilgi istedi:" Beş oğlunuz da öldürüldü. -Aşağılık köle, ben sana bunu mu sordum?- Zaferi kazandık!" Anne koşarak tapınağa gidip tanrılara şükretti. İşte size kadın vatandaş! _Özgürlük, her iklimde yetişen bir meyve değildir, onun için her ulus ulaşamaz ona. _Büyük adamları yaratan büyük fırsatlardır. _Mutluluk anlatılmaz hissedilir. Anlatma imkanı ne kadar azalırsa hissetme o kadar artar. _İnsanın, çıkarı için olduğundan başka türlü görünmesi gerekiyordu. "Olmak" ve "görünmek" birbirinden farklı iki şey oldu. _Tanrı beni yarattı ve yarattığı kalıbı parçaladı _Erkeklerin kadınlara kul köle olup onların istediği gibi yaşadığı, kadınların beğenmediği dram şiirlerine değer verilmeyen bir çağda ülkede doğmak felaketine uğramış bir sanatçı kendini beğendirmek için ne yapar Söyleyin ünlü Voltaire, bizim sahte nezaketimize uymak için nice kudretli ve erkekçe güzellikleri feda ettiniz! _Mısırlılardan Yunanlılara geçmiş eski bir geleneğe göre bilimleri icat eden, insanların rahatına düşman bir tanrıdır. _Hollanda'da halkın saati söylemek ya da yol göstermek için para aldığını söylerler. En sıradan insanlık görevlerini alışveriş konusu yapmak için pek aşağılık bir ulus olmalı. _Nasıl Okyanus sularının alçalıp yükselmesi gece bizi aydınlatan seyyarenin muntazam tesirine bağlı ise namus ve ahlakın akıbeti de ilim ve sanatların tekamülüne bağlıdır. Onların ışıkları ufkumuzda yükseldikçe faziletin kaybolduğu görülmüş ve aynı hadise her devirde ve her yerde vaki olmuştur… _Niçin Türkler genel itibariyle bize nazaran daha fazla insani ve misafirperverdirler? Bireylerin büyüklük ve saadetini geçici ve fani bulduklarından, başkalarının düşkünlük ve sefaletlerine karşı yabanci kalmayacak derecede insanlığa daha yakın olduklarından ve bugün yardım ettiklerinin akıbetine yarın kendilerinin de düşebileğini düşünür olduklarından _Alçak ruhlar, büyük insanlara asla inanmazlar… _Mutluluğun ta kapısına kadar varıp da içine giremediğim anlar çok olmuştur hayatımda. Bir bedende iki ruh istiyordum ben, başka türlü içimdeki boşluk dolmuyordu. _Bilim, edebiyat ve sanatlar insanları bağlayan zincirleri çiçeklerle örter; özgür yaşamak için doğmuş görünen insanların damarlarında taşıdıkları özgürlük duygusunu söndürür. Onlara kölelik hayatını sevdirir; onları uygar milletler dediğimiz topluluklar durumuna sokar. Kuşkular, kıskançlıklar, korkular, soğukluk, uzaklık, nefret ve ihanet sürekli olarak kibarlığın o tek biçimli ve hain örtüsü altında gizlenir. _Tüm zamanlarda çağlarının, ülkelerinin, toplumlarının görüşlerine boyun eğmek için doğmuş insanlar olacaktır. Tam bu nedenle, bugün özgür-düşünürler ve filozoflar olarak davranan kimileri eğer o zamanlarda yaşamış olsalardı birer fanatikten daha çoğu olamazlardı. _İyi insanlar için dürüstlük bilgili insanlar için bilgililikten de daha değerlidir. _Uygar insan köle doğar köle ölür. Doğunca kundağa sararlar ölünce tabuta kapatırlar. __ Yalnız Gezenin Düşleri _İşte, yeryüzünde yalnızım. Kendimle baş başayım. Artık ne kardeşim var, ne bir benzerim, ne dostum ne de ait olduğum bir toplum. _İnsanlar, huyumu tanımadıkları kadar yüzümü de tanımasalar, aralarında yine rahat yaşardım. Hiçbir şeye bağlanmayarak yalnızca kendime dayanıyorum. Hiçbir gereksinimi olmayan insanlara hangi boyunduruk dayatılabilir? Ancak yalnız olduğumda kendimi bulurum. Bunun dışında çevremin oyuncağıyım. Uçurumun dibinde rahatım; mutsuz bir ölümlü ve Tanrı'nın kendisi gibi duygusuz. Dünyaya yabancı bir gezegenden düşmüş gibiyim. Endişeli ve dalgındım. Bu hâli anlatmak hayli zor. Bundan böyle elimden gelebilecek tek iyiliğin, istemeden ve bilmeden kötülük yapmamak için hiçbir sey yapmamak. _İnsanlar, toplum yaşamının bütün zevkini yüreğimden kopardılar. Bundan böyle iyilik de kötülük de etseler, onlardan gelen her şeye karşı ilgisizim. Süslenmekten de vazgeçtim; ne kılıç taşıyacaktım ne saat - Kendimi sevgiye ve beğenilmeye layık, sevildiğimi ve sayıldığımı sanan ben, birdenbire, yeryüzünde eşi görülmemiş bir canavara dönüştürüldüğümü gördüm. İnsanların yüzünde düşmanlıktan başka bir şey görmüyorum oysa doğa bana hep gülüyor. _Kimseye bağlı olmaya katlanamazdım; işte özgürdüm; özgür olmaktan da daha çok bir şeydim. _Becerikli bir ikiyüzlü olmadığım, ahlaklı ve sabırsız biri olduğum için battım. _Birinin attığı taş bizi üzüyor, ancak yukarılardan bir yerlerden düşen taş kendiliğinden düştüğünden bizi üzmüyor. _Özgürlük daha çok, yapmak istediğini yapmamaktır. _Elde ettiği güç ile insanlığın üzerine çıkan biri, insanlığa özgü zayıflıkların üzerinde olmalıdır, yoksa bu güç fazlalığı onu diğer insanların, hatta bu güce sahip olmadan önceki kendisinin bile altına indirir. _Doğarak girdiğimiz savaş alanından ölümle çıkarız. _Yaşlı birinin yapacağı bir tek inceleme kalmışsa, o da yalnızca ölmeyi ögrenmektir. _Yalnızlık ve düşünme saatleri, günün, bütünüyle kendim olduğumu, bana yabancı düşüncelerden uzak olduğumu, doğa benim nasıl olmamı istediyse öyle olduğumu gerçekten söyleyebileceğim tek anlarıdır. Hak ettiğimden dolayı beklediğim durumun gerçekleşme umudu olmasa, yalnızca anılarımla yaşayacağım. Böylece, kendimi büsbütün batırmadan önce görebilmek için, yeryüzündeki bütün umutlarımı yitirerek, yüreğimi besleyecek hiçbir besin bulamayarak onu kendi özüyle beslemeye ve besinini içimde bulmaya yavaş yavaş alıştığım döneme dönmeliyim. _Kendimle karşı karşıya kalmak alışkanlığım, sonunda bana dertlerimi duyumsatmaz oldu. Mutluluk kaynağının bizde bulunduğunu, mutlu olmasını bileni mutsuz kılmanın insanların elinde olmadığını, deneyimimle öğrendim. Dört ya da beş yıldan beri, sevgiyle dolu yumuşak ruhların dünyadan uzaklaşmakta buldukları iç hazzını duymaktaydım. _Yalnız dolaşırken düştüğüm bu esrime, bu kendimden geçme durumları, bana acımasız davrananlara borçlu olduğum zevklerdi. Onlarsız kendimde taşıdığım hazineleri ne bulabilir, ne de görebilirdim. _Otların arasında dolaşıp eğleniyor, ot koleksiyonu için güzel bitkiler topluyorum. Bağbozumu bitmiş. İnsanlar çekilmiş, ıssızlaşmış sonbahar ve kış geliyor. Ruhuma öyle benziyor ki İçimi çekerek kendi kendime, "Bu dünyada ne suç işledim?" diyordum. _Rousseau’nun bir kaza geçirmesi ve düşüp suratının dağılması sonucunda yerde akmakta olan kanına, bir derenin akışına bakar gibi bakması ve bu o anı ne zaman anımsasa bilinen hiçbir zevkle karşılaştıramadığı bir huzur hissetmesi. __________ Emile ya da Eğitim Üzerine _Doğal bir ortam içinde dünyaya gelen Emile korunmaya muhtaç bir çocuk olarak diğer insanlar gibi annesine muhtaçtır. İlk öğretmeni annesidir. Emile özgürlüğünü kısıtlayıcı her türlü uygulamadan uzaktır. Onu korumak için doğasından uzaklaştırmak, ağladığında, hastalandığında, konuşmaya başladığında verilen kötü tepkiler doğal olmalıdır. Yapmacık şeyler onun kötü yetişmesine neden olabilir. Emile baskı görmez, ailesi ona kızmaz. Yaratıcılığı engellenmeden aşağılanmadan büyür. Annesi, Emile yaralandığında panik olmaz. Onun bunlardan da birer tecrübe edineceğini düşünür. Ağlamayı bir ifade biçimi olarak görür. Onu kısıtlamaz, dışarıda oynama saati eve dönmesi uyanması sabit değildir. Kendi kendine uyanır, karnı acıktığında yemek yer. İstediği şeyleri almak için bazen de uğraşması gerekir bu da ona çaba göstermeyi, istekleri için çalışmayı öğretir. Emile yetim kalınca J.J. Rousseau onu yanına alır ve eğitmeye başlar. Ancak 12 yaşına kadar hiç karışmaz. Din, sanat, bilim öğretmez. Rousseau bunları gereksiz gördüğünden Emile’e belirsiz bir şey için gelecek yatırımı gibi saçma bir düşünce için çocukluğunu özgürlüğünü boşuna harcatmaz. Bunu yaparsa onu esir edeceğini düşünür şımartmaması için her istediğini yapmaz. Ona ders vermez. Sadece iyi bir örnek olur. Dürüst davranır çünkü ondan dürüstlük bekler. Hayatı öğrenmelidir ve Robinson Crusoe’dur. Çünkü hayatta kalmak için gereken ihtiyaçlarını, bunlara karşı neler yapması gerektiğini öğrenir. Emile de bu halkanın bir parçası olmalı kendine burada bir yer edinmelidir Aynı zamanda dinler hakkında bilgi edinmeye, bunları yargılamaya başlar. _Emile, insanlığın kokuşmuşluğu ve çürümüşlüğü karşısında bir gencin yetiştirilme öyküsü üstüne kurulmuştur. _Çocuklar yaramazlık ve inattan dolayı ağladığında yanına gidilmemeli, sustuğunda yanına gidilmelidir. Kısa bir süre sonra çocuğun çağırma biçimi bağırma değil susma olacaktır. _Çocuk, kullandığı mobilyaları kırıyorsa, yenilerini koymakta hiç acele etmeyin; mahrumiyetin acılarını ve sıkıntılarını çeksin. Odasının camlarını kırıyorsa gece gündüz rüzgâr altında kalsın. _Zanaatlar içinde en önemlisi ve en itibarlısı tarımdır: İkinci sırada demircilik, üçüncü sırada da inşaatçılık yer alır. Onun için maddelerin kullanım değeri önemlidir cam da elmastan daha değerlidir. _Krallar uyruklarına karşı niçin merhametsizdirler? Asla insan olmayı düşünmedikleri için. Zenginler yoksullara karşı niçin bu kadar acımasızdırlar? Çünkü yoksul olma korkusu yoktur onlarda. Soylular niçin halkı bu kadar küçümserler? Çünkü bir soylu kesinlikle halktan biri olmayacağından emindir. Türkler niçin genel olarak bizden daha fazla insan sever ve misafirperverdirler? _İnsanlar başkalarının ancak kendilerinin de korunamayacaklarına inandıkları felaketlerinden etkilenirler. _Kişinin anlamlı ve mutlu bir yaşam sürebilmesi için elden geldiğince toplumun zararlı etkilerine karşı korunaklı olması, yaratıcı, uyumlu, neşeli bir yaşam geliştirebilmesi için kendi kişisel kaynakları ile ahlaksal bağlanımlarına geri dönmesi gerekmektedir. _Devletler, kendi hukuk, askerlik ve eğitim sistemleri üzerinde var olurlar. Rousseau Ortaçağ kilisesinin dogmalarına karşı “aklı” öne çıkaran bir “Aydınlanma Çağı” filozofu olduğu kadar, modernitenin getirdiği bozulmalara karşı doğayı, şehre karşı da kırı savunan romantizmin öncü yazarlarından biri olarak da kabul edilmektedir _Hobbes’a göre; Doğa Durumu’nda insanlar birbiri ile kavgalıdır ve bir savaş durumu söz konusudur. Mutlak egemen (Leviathan) gelerek bu duruma son verir ve insanlar sözleşme sonucu bu egemene mutlak olarak itaat ederler. J. Locke’da ise Doğa Durumu’nda insanlar barış içindedir. Sözleşme neticesinde mülkiyetlerini korumak için bir araya gelirler ve egemenliği parlamento ile kısıtlanmış bir hükümdara itaat ederler. Rousseau’da da doğa durumunda insanlar barış içinde olsalar da, mülkiyetin oluşumu kargaşa yaratmıştır. Bu sebeple bir sözleşme ile kendilerinden oluşan bir “Genel İrade”ye özgürlüklerini teslim etme ihtiyacı hissederler. _Emile “Yaradanın elinden çıktığı sırada her şey iyidir: Her şey insanın elinde bozulur” cümlesi ile başlar. Emile isimli bir erkek çocuğun doğumundan yirmili yaşlarına ve evliliğine kadarki süredeki eğitimi üzerine kurgulanmıştır. _Gerçek eğitim derslerden ve ilkelerden çok uygulamadır. _Onun eğitimi doğa ile uyum içindedir. Bu sebeple insana bahçesindeki bir ağaç gibi biçim vermek gerekir. _Çocuk kentten ziyade köyün temiz havasında büyümeli, et yerine sebze ve bitkisel gıdalar ile beslenmelidir. _Rousseau, Platon gibi çocuklara masal öğretilmesine karşıdır. _Çok et yiyen insanlar acımasız ve barbar olurlar. _Ben sana söylemiştim sözünden daha saçma bir şey yoktur. Söylediklerinizi hatırlatmanın en iyi yolu söylediğinizi unutmuş gözükmektir _Savoie’li bir rahibin dilinden Katolik kilisesinin dogmalarına ve dini inançlarına sert eleştiriler getirmektedir. _Kitap Emile ve Sophie’nin tanışması, evlenmesi ve Rousseau’nun genç evlilere öğütleri ile son bulmaktadır. ________________ _İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı_ _2 tür eşitsizlik var. İlki, doğa tarafından. Yaş, sağlık ve zeka farklarından. Diğeri ise sonradan. Siyasi eşitsizlik. _Doğal durumdan uygar toplumlara geçişte yitirilen bazı değerlerden bahsetmektedir. Bunlar, merhamet, acıma duygusu ve insanın kendi kendisini sevmesidir. Uygarlığın getirdiği aklı ön planda tutma ve akıl yürütmenin de bu değerleri yok edişi _Eşitsizliğin en büyük nedenlerinden biri, özel mülkiyete doğal durumdaki son nokta ve sivil toplumun ortaya çıkışındaki ilk nokta yoksulun zengine bağımlı kılınarak köleleştirildiğini savunur. _Özgürlükten vazgeçmenin insanlıktan vazgeçmek, köleleşmektir. _Bireyin doğa durumundaki erdem ve değerlerin sosyal hayata geçişle birlikte yavaş yavaş yozlaştığını ve yok olduğunu varsaymaktadır. _Rousseau, ruhun ölmezliğine , öte dünyada iyileri ödüllendiren ve kötüleri cezalandıran , varlığı doğanın harikalarının manzarası, kendi bilincinin sezgisi ile kanıtlanan bir tanrıya, ‘ Tanrısal iç güdüye’ inanır. Demek ki Rousseau “deist” –yaratmacı- dır. Rousseau ezilenlere haklarını verecek bir tanrıya ihtiyaç duyar. _Eşitlik, özgürlük, yoksulluğu ve serüveni yaldızlı bir köleliğe her zaman üstün tutacaktır. Bir kısım insanların içinde yaşadığı bolluğun arkasında başkalarının yoksulluğu olduğunu 1756 Lizbon Depremi'ni Tanrısal iradeye bağlayan Papa'nın yalanını fark edip yaşanan depremin toplumsal sistemin ürünü olduğunu, çünkü yıkımın ve ölümün gelip yoksul mahallelerin başına çöktüğünü fark eden bir düşünürün yalnızlığıdır _Uygarlık gelişir ve mülkiyet anlayışı değişir. __ _Jean-Jacques Rousseau (1712 –1778) _Düşüncelerinden dolayı aforoz edilip eleştriye maruz kalmış ve kimliğini gizleyerek sakin, yeşil bir köyde duygularını yazmış. Kendi ruhuyla bir iç konuşması yapan bir Botanikçinin itiraflarından derlenen bir kitap. Rousseau, Fransız Devrimi’nin şafağında, 1778’de öldü. Ölümünden 11 yıl sonra, 1789’da, en azından Avrupa tarihine bundan böyle politik düzlemde de yön vermeye hazırlanan burjuva sınıfının halkı arkasına alarak gerçekleştirdiği büyük devrimi göremedi. _Babası Isaac, Topkapı Sarayı'nda saat tamirciliği yapmıştır. Babası, Rousseau'yu kardeşine emanet edip terk etmiş, annesi is daha doğururken ölmüştür. Babasınin, Rousseau'nun teyzesi ile evlendiğimiş. Rousseau, amcası ile bir süre kaldıktan sonra evden kaçarak Cenevre'yi terk eder. Fransa'da yazıları yasaklanınca daha sonra aralarının açılacağı dostu David Hume'un daveti üzerine İngiltere'ye gider. Kalvenist olan Rousseau, Torino'da iken Katolikliğe geçer, daha sonra tekrar Kalvenist olur. 66 yaşında iken sabah yürüyüşü sırasında düşer ve kan kaybından dolayı hayatını kaybeder __ Dillerin Kökeni Üstüne Deneme _Güçlü duygulanımlar, insanın içine yerleşip onu etkileyen, yargıda bulunurken aklını askıya alan ve yanlış yargılara yol açan, ruhun yaşadığı hareketlerdir. Hayvandan insanı ayıran nitelik, güçlü duygulanımlardır. _Aristoteles, güçlü duygulanım anındaki insanı, uyuyan, aklını yitirmiş ya da sarhoş insanların durumuna benzetir: Tıpkı onlarda olduğu gibi, onun da aklı iş görmez haldedir. Aristoteles’in Retorik’te tanımladığı biçimiyle güçlü duygulanım “bizde değişim yaratırken yargılarımızda farklar ortaya çıkaran ve ardından acı ya da hazzın geldiği şeydir.” Nikomakhos’a Etik’te ise güçlü duygulanım olarak şunları sayar: “arzu, öfke, korku, cesaret, kıskançlık, sevgi, dostluk, nefret, haset, rekabet, acıma.” _Zenon’a göre pathos “aklın doğru yolundan sapan ve doğaya aykırı bir ruh hareketidir”. _İlk kez yabancılarla karşılaşan ilkel insan, onlar karşısında duyduğu korkudan dolayı doğru yargıda bulunma yetisini kaybeder ve onlara dev adını verir. Daha sonra, “aklı başına geldiğinde” ise korkusu geçtiğinden onlarla ilgili doğru bir yargıda bulunabilir. _“Güçlü duygulanım”, Yunan’daki paskhein ve pathos sözcüklerine dayanır. Paskhein fiilini “maruz kalmak” olarak çevirebiliriz; pathos ise “acı”, “hastalık” sözcükleriyle karşılanabilir. _Özgür olmayan eylem, erdem açısından da bir değer taşımaz. Oysa bu tür bir değerlendirmeye konu olabilecek eylem, özgür seçime dayanan eylemdir. Doğa durumundaki insandan erdemli ya da erdemsiz olarak söz edemeyiz çünkü onun “iyi”liği, deyim yerindeyse, kendinde bir iyiliktir. Herhangi bir bilince, akıl yürütmeye dayanmaz, bir seçimle belirlenmemiştir. _Konuşurken el ve baş hareketleri yapanlar sadece Avrupalılardır. Sanki dillerinin bütün gücü kollarındadır. Buna bir de ciğerlerininkini eklerler ve bütün bunlar hiçbir işe yaramaz. Bir Frank birçok söz söylemek için çırpınıp dururken, bedenini hırpalarken, bir Türk bir an nargilesini ağzından çıkarır, yarım ağızla iki sözcük söyler, ve onu bir vecize ile ezer geçer. _En güçlü dil, işaretin konuşmadan önce her şeyi söylediği dildir. Konuşmadan önce sunulan nesne hayal gücünü sarsar, merakı uyandırır, zihni kararsızlık içinde ve söylenecek şeyin beklentisinde tutar. Jestin her zaman söylemden önce geldiği İtalyanların böylece kendilerini daha iyi, hatta daha büyük bir hazla dinletmenin yolunu bulduklarını gördüm. _Kulaklara olduğundan daha iyi biçimde gözlere konuşulur. Seslerin de hiçbir zaman renklerin etkisini yarattıklarındaki kadar güçlü olmadıklarını görürüz _Nesnelerin resmedilmesi vahşi halklara, sözcüklerin ve önermelerin işaretlerle gösterilmesi barbar halklara, alfabe de uygarlaşmış halklara uygundur. _Yazı, dili kesinlikle değiştiren bir şeydir; dilin sözcüklerini değil, düşünme biçimini değiştirir; anlatımın yerine kesinliği koyar. _Ben bütün Odysseia’nın, bir-iki harfin toza çevireceği bir saçmalıklar ve aptallıklar örgüsünden başka bir şey olmadığını ileri süreceğim. _Tarih-dışı bir noktada başlayan ve insanın yazgısı haline gelen tarih, üç aşama içinde düşünülür: 1-Vahşilik(Tek başlarına avcılık yaparlar) 2) Barbarlık(Güçlü duygulanımlarla, Kabilecilik ve hayvancılık başlar.) 3) Uygarlık: (akıl çağıdır. Üretim başlar) _Voltaire, Rousseau’ya yazdığı mektupta acımasızca: “Yapıtınızı okuduktan sonra insanın dört ayak üzerinde yürüyesi geliyor” demiştir. (Rousseau’nun doğa durumuna dönmenin olanaksız olduğunu, bir varsayımdan ibaret olduğunu anımsatalım.) _İnsanoğlu, doğa durumundaki mutlu ve bütünlüklü yaşamını artık bulamayacak, yazgısı haline gelen toplum durumunda artık bin bir dertle acı çekecektir. Bütün bunlardan yola çıkarak tek çözümün tekrar doğa durumuna dönüş olduğunu mu söyleyeceğiz? _İlkel insanın dili bugünkü gibi ayrışmadığından, bir nesneden söz ederken “her sözcüğe bütün bir önermenin anlamını verir.” Yani bir meyveden söz ederken, diyelim bir elmadan, elmayı göstermek için kurduğu ifade, elma ile kurduğu ilişkiyi de içerir. Elma derken elmayı yiyeceğim ya da elma güzel demektedir aynı zamanda. Zamanla dil de ayrımlar kazanır ve daha kesin ifadelere izin verecek bir yapıya kavuşur. _Rousseau, doğa insanını, iki güçlü duygulanım ile tanımlar. 1-Kendine karşı duyduğu sevgi. 2- Diğerlerine karşı acıma duygusu. Akla dayanmadıkları için kendiliğindendirler. Bu doğal ahlak ilkeleri toplumsal ahlak için temel olacaktır. Bu iki ilke insanı hayvandan ayırmaya yetmiyor. O halde bu ayrımı bize verecek nitelikleri bulmak gerekli. İlkini özgürce eylemde bulunabilme ve bu özgürlüğün bilincinde olma olarak tanımlıyor. İkinci Hayvan, tür olarak da tekil olarak da hiç değişmeden, gelişmeden varlığını sürdürür. Doğanın ona verdiğinin üstüne hiçbir şey eklemez. Edindiklerini de kaybetmez. Oysa insan, doğanın ona vermediğinin yerine kendi ürünü olan bir şey koyar. Hem birey olarak hem de tür olarak sürekli gelişim halindedir. Rousseau insanın bu niteliğine yetkinleşebilirlik adını verir. Sartre’ın deyişini ödünç alacak olursak, olduğunu olmayan ve olmadığını olan bir varlık haline gelir. Bu yeti, insanı doğanın belirleniminden kurtaran ve özgürlük alanına çeken temel yetidir. İnsan bütün varlığını sonradan edindiğinden, bunları kaybetmesi de söz konusudur. “neden sadece insan aptallaşabiliyor?” sorusunu sordurur. Dil de insanın doğanın kendisine koyduğu sınırı aşmak için bu yetisiyle ürettiği bir araçtır. Doğa durumundan toplum durumuna geçişin koşulları aslında yukarıda sözünü ettiğimiz iki halin sona ermesiyle oluşur. Elverişli koşullarda yaşamaya devam etseydi, insanlar hiçbir zaman birbirlerine gerek duymayacaklardı. _Düşüncelerimizi iletmenin çeşitli yolları üstüne_ _Resim sanatını bulanın aşk olduğu söylenir. Az hoşnut olan aşk onu hor görür, kendisini ifade edecek daha zengin yolları vardır. _Jestlerimiz doğal tedirginliğimizden başka bir şeyi göstermez. _Levili, karısının ölümünün öcünü almak istediğinde İsrail’in kabilelerine hiçbir şey yazmadı. Kadının cesedini on iki parçaya böldü ve onlara gönderdi. Bu korkunç görüntü karşısında silahlarını kuşandılar ve hep bir ağızdan bağırdılar: İsrailoğulları Mısır’dan çıktığından beri böyle bir şey olmamış, görülmemiştir. Ve Benyamin’in kabilesi yok edildi. Tarladan dönen Kral Saul de aynı biçimde sabanındaki öküzleri parçaladı ve İsrailoğullarını Yaveş kentinin yardımına koşturmak için benzer bir işaret kullandı. _Tek başına söylemsiz pantomim sizi neredeyse dingin bir halde bırakır; jestler olmaksızın söylem ise gözyaşlarınızı sizden çeker çıkarır. _Hayvanların kendi aralarında anlaşmak için doğal bir tür dilleri var. bu dilleri konuşan hayvanlar onlara doğuştan sahiptirler ve her yerde aynı dile sahiptirler; onu hiç değiştirmezler, en küçük bir ilerleme de göstermezler. İnsan ise ilerleme gösterir ve bu nedenle hayvanlarda ilerleme hiç görülmez _İnsanların sözleri gereksinimlerden dolayı değil, güçlü uygulanımlardan dolayı buldukları üzerine_ _İlk insanların dillerinin geometricilerin dilleri olduğu söylenmiştir bize. Bununla birlikte görüyoruz ki doğu dilleri şairlerin dilleriydi çünkü bu diller canlı ve mecazlıdırlar. _İnsanlardan ilk sesleri çekip alan açlık ya da susuzluk değil aşk, nefret, acıma, öfkedir. Yiyeceğimiz avı sessizce izleriz; ama genç bir kalbi heyecanlandırmak için, haksız bir saldırganı püskürtmek için doğa vurguları, çığlıkları, yakınmaları dayatır: _İlk dilin mecazlı olması gerektiği üstüne_ _İlk önce doğan dil mecazlı dildir. Gerçek anlam en son bulunmuştur. İlk başta yalnızca şiir biçiminde konuşuluyordu; insanlar akıl yürütmeyi uzun zaman geçtikten sonra düşünebilmişlerdir. _Yazı üstüne_ _Gereksinimlerin arttığı, işlerin karmaşıklaştığı, aydınlanmanın yayıldığı ölçüde dil de nitelik değiştirir: daha doğru ve güçlü duygulanımlardan arınmış hale gelir; duyguların yerine fikirleri koyar, artık kalbe değil akla seslenir. _Yazı ne kadar incelikten uzaksa dil de o kadar eskidir. _Chardin’deki betimlemeyi okuduğumda kendimi başka bir dünyaya gitmiş sandım. _Yunan alfabesinin Fenike alfabesinden geldiği de açıktır. Troya kuşatmasına kadar Yunanlıların sadece 16 harfi vardı. …… _Melodi ve Müziksel Taklit ile ilişki İçinde Dillerin Kökeni Üstüne Deneme_ __ _Önsöz_ _Rousseau’nun bu metni daha sonra Rameau’nun müzik konusunda kendisine yönelttiği eleştirilere yanıtı ile birlikte yeniden ele aldığını, ama ardından okura sunmaya değer bulmadığı için yine yayınlamaktan vazgeçtiğini öğreniyoruz. _Rousseau, dilin bulunuşunun bütünüyle rastlantısal olduğundan söz ederek tartışmaya başlar. Bunun ardından, ilk ses olarak kabul edilen “doğanın çığlığı”ndan sonra jestlerin diline geçildiğini, daha sonra da söylemin ortaya çıktığını savunur. _Rousseau’nun bu alandaki çalışması belgelere ve olgulara dayanmaz. Onun yerine, tamamen zihinde kurulan, hatta kurgulanan bir tarihtir. “Bu konuya girebileceğimiz araştırmaları tarihsel doğrular olarak değil, şeylerin asıl kökenini göstermekten çok onların doğasını aydınlatmaya uygun, sadece varsayımsal ve koşullu akıl yürütmeler olarak kabul etmek gerekir. Tıpkı doğa bilimcilerimizin, dünyanın oluşumu konusunda yaptıkları gibi. Öbür doğa durumu kuramcılarından ayrılan Rousseau, bu durumu tanımlamaya çalışanların genellikle “toplumdan aldıkları fikirleri doğa durumuna taşıdıklarını, “vahşi insandan söz ederken uygar insanı betimledikleri”ni söyleyerek Hegel’in doğa durumu kuramcılarına getireceği eleştiriyi de önceler. _Doğa durumunun kategorileri, Alexis Philonenko’nun belirttiği gibi, yalnızlık, güç ve masumiyettir. __
·
973 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.