Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Bana, “Sen kral mısın yoksa yasacı mısın ki politika üstüne yazı yazıyorsun?” diye soracaklara cevabım: Hükümdar ya da yasacı olsaydım, ne demek gerektiğini söyleyip vaktimi boşuna harcamaz, ya yapacağımı yapar ya da susardım. _Niyetim, insanları oldukları gibi, yasaları da olabilecekleri gibi ele alıp, toplum düzeninde güvenilir ve haklı bir yönetim kuralı bulunup bulunamayacağını araştırmaktır. Bu araştırmada, adalet ile fayda birbirinden ayrı düşmesin diye, hakkın onayladığını çıkarın gerektirdiğiyle uzlaştırmaya çalışacağım. _Bir devletteki en önemli yasa, ahlak yasasıdır. Bu yasa mermere değil yüreklere kazınmalıdır. Buyruk gücünün yerine yavaş yavaş alışkanlığın gücünü koyar. Bütün öbür ilişkilerin başarısını sağlayan şeydir bu. _Yasama gücü, devletin yüreği, uygulama gücü de beynidir; bütün öbür parçalara canlılık sağlar. Beyin felce uğrasa bile insan yine aptal şekilde yaşayabilir. Ama yürek görevini göremez olunca, canlı varlık da ölür. Devlet yasalarla değil, yasama gücüyle yaşar. _Sağlam insanların yiyip içtiği şey hastalara nasıl iyi gelmezse, ahlakı bozulmuş bir halkı, ahlakça sağlam bir halkın yasalarıyla yönetmeye kalkışmak da iyi olmaz. _İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur. Falan kimse kendini başkalarının efendisi sanır ama, böyle sanması, onlardan daha da köle olmasına engel değildir. _En Güçlünün Hakkı_ En güçlü, gücünü hak, boyun eğmeyi de ödev biçimine sokmadıkça hep egemen kalacak kadar güçlü değildir. _Madem güçlü her zaman haklıdır, öyleyse yapılacak şey, her zaman güçlü olmaya bakmaktır. kabul edelim ki, güç hak yaratmaz ve insan ancak haklı güce boyun eğmelidir. _Bir parçası eksik bir bütün, bütün sayılmaz. Kişisel bir konuyla ilgili her türlü görev yasama yetkisi dışında kalır. _Her ulusun bir karakteri vardır. Yahudiler ve Araplarda din, Atinalılarca edebiyat, Rodoslularca gemicilik, Spartalılarca savaş, Romalılarca da erdemdi. _Halka halkın diliyle değil, kendi dilleriyle seslenmek isteyen bilge kişiler demek istediklerini anlatamazlar ona. Oysa halk diliyle anlatılamayan bin bir çeşit düşünce vardır. Çok genel kavramlar gibi, çok uzak konuları da halk anlayamaz: _Eşitlik olmadan özgürlük olmaz. Eşitlikten, hiçbir yurttaşın ne başkasını satın alacak kadar zengin, ne de kendini satmak zorunda kalacak kadar yoksul olmaması gerektiği anlaşılmalıdır _Özgürlüğünüzden çok, kazancınızı düşünürsünüz, yoksulluktan korktuğunuz kadar kölelikten korkmazsınız. _Siz ey zamanımızın halkları! Size gelince, köleleriniz yoktur ama, asıl sizler kölesiniz; kölelerin özgürlüğünü kendi özgürlüklerinizle ödüyorsunuz. Birini öbürüne üstün tutmaktan istediğiniz kadar övünün, bence bu insanlık duygusu değil, korkaklıktır daha çok. burada yalnız kendilerini özgür sanan zamanımız halklarının niçin temsilcileri bulunduğunu ve eski halklarınsa niçin bulunmadığını anlatmak istiyorum _ Ahlakı bozuk bir adamın Sparta kurultayında iyi bir düşünce ileri sürmesi üzerine, ephorelar buna aldırmadan aynı düşünceyi erdemli bir yurttaşa söylettiler. Birisi için ne onur, öbürü içinse ne onur kırıcı bir şeydi bu! _Toplumsal birliği bozan her şey kötüdür; _Hukuku koyduktan, devleti kendi temeli üzerine oturttuktan sonra, sıra onu dış ilişkilerine gelir ki, devletler hukukunu, antlaşmaları vb. içine alır. Bu konular benim dar görüşümü aşar. _Demokraside halk yalnız egemen değil, aynı zamanda hem yönetici, hem yargıç durumundaydı. _Bir insanın çok geliri olması, yaşadığı çağın en iyi çağ sayılmasını gerektirmez. Yurttaşların rahatlığına bakmak gerekir. _Machiavelli: Birazcık karışıklık ruha etkinlik verir. İnsanoğlunu mutlu eden şey, dirlikten çok, özgürlüktür.” Asıp kesmeler, sürgünler, iç savaşlar içinde bile cumhuriyetimiz daha da güçlenmişti. _Yurdumuz bize muhtaçken ona hizmet etmemek için çekip gidilmez. Kaçmak bir suç olur o zaman ve cezayı hak eder; _Bir istemin genel olması için, her zaman oybirlikli olması gerekmez. _Bir hükümetin yasal olması için, egemen varlığın vekili olması gerekir. _En iyi kanunları bulup çıkarmak için, insani hiçbir tutkuya kapılmayan üstün bir zekâ gerekir. Öyle bir zekâ ki, mutluluğumuz için çalışmayı istesin ve sadece onur payıyla yetinsin, bir yüzyılda çalışıp, bir başka yüzyılda keyfedebilsin. _Yasacı makineyi bulan mühendistir, kralsa onu işleten bir işçiden başka bir şey değildir. Kralın yapacağı şey, yasacının göstereceği örneğe göre davranmaktır. _Montesquieu der ki: “Toplumların ilk günlerinde, cumhuriyetin başları kurumları kurar, sonra da kurumlar başları yetiştirir.” _Bir ulusa kurumlar vermeye kalkışan kimse, hepimizin doğadan aldığı bağımsız varlığımızı ahlaksal bir varlığa çevirecek, onu bütünün bir parçası durumuna sokacak güçte olmalıdır. Kısacası, insandan kendi güçlerini alıp, başkasının yardımı olmaksızın kullanılabileceği yeni güçler vermesi gerekir ona. _İnsanlara komuta edenin yasalara etmemesi gerektiğine göre, yasalara komuta edenin de insanlara etmemesi gerekir. Yoksa tutkularının aracı olan yasaları, çoğu zaman haksızlıklarını sürdürmekten başka bir şeye yaramaz, Eski Yunan sitelerinde yasaları yabancılara yaptırırlardı. _Halk bile, istediği zaman başkasına geçirilmeyen bu haktan vazgeçemez. _Gerçek demokrasi hiçbir zaman var olmamıştır ve olmayacaktır. _Bir tanrılar ulusu olsaydı, demokrasi ile yönetilirdi. Böylesi olgun bir yönetim insanların harcı değil. _Devlet kendini birisine satmışsa, o kimsenin sırası gelince devleti satmaması ve güçlülerin kendisinden çektikleri paraları güçsüzlerden çıkarmaması pek olacak şey değildir. Böyle bir yönetimde her şey er geç parayla satılmaya başlar. _Montesquieu: Özgürlük her iklimde yetişen bir meyve değildir, onun için her ulus ulaşamaz ona. _Benim özel düşüncem üstün çıksaydı, istemiş olduğumdan bambaşka bir şeyi yapardım ve asıl o zaman özgür olmazdım. Devletin bütün üyelerinin değişmez istemleri genel istemdir; _Halkın görüş ve düşünüşünü yükseltin, ahlakı, töreleri kendiliğinden arınır. İnsan her zaman güzel olanı ya da güzel bulduğunu sever; ama asıl güzel üstüne verdiği yargıda aldanır: Demek, yapılacak şey bu yargıyı düzenlemektir. _Devleti sağlamlaştırmak için iki ucu elden geldiğince birbirine yaklaştırın. Ne çok varlıklıların bulunmasına göz yumun, ne de çok yoksulların. _Egemen varlık_ _Hükümet, egemen varlıkla karıştırılır. Egemen varlık, halktır ve egemenliği ne paylaşır ve ne devredebilir. Hükümet ise egemen varlığın verdiği yürütme görevini gerçekleştiren aracıdır. Yönetici yasamayı, yurttaşlar da yasayı hiçe saymaya kalkıştılar mı, düzen yerini karışıklığa bırakır. Hükümet ne denli güçlü olursa, egemen varlık da kendini o denli göstermelidir ki devlette denge olsun. Egemen güç tektir, onu parçalamak demek, onu yok etmekle birdir. _Egemen varlık yalnız ulusun bütününü tanır ve onu oluşturanlar arasında hiçbir ayrılık gözetmez. _Hiçbir hükümet aldığı oy oranını gözeterek, ülke ve halk üzerinde egemenliğe sahip olduğunu düşünmemelidir. _Hükümet halkın efendisi değil, görevlileridir. Halk istediği zaman onları işbaşına getirir, istediği zaman da işten uzaklaştırır. Onların işi, boyun eğmektir; devletin kendilerine yüklediği görevi kabul etmekle de, yalnız yurttaşlık ödevlerini yapmış olurlar; koşullar üstünde tartışmaya hakları yoktur. Demek, halk babadan oğula geçen bir hükümet kurduğu zaman, yönetime sadece geçici bir biçim vermiş olur, o kadar. _Dağılma hükümetin devlet gücünü eline geçirmesiyle olur çünkü devlet yasalarla değil, yasama gücüyle yaşar. Hükümet bu yasama gücüne müdahale ettiği zaman yürütme ve yasama birbirine karışmış demektir. _Dünyanın bütün hükümetleri, kamu gücünü bir kez ellerine geçirdikten sonra, aynı kolay yoldan egemen gücü de er geç ellerine geçirirler. Sessizlikten ya da yolsuzluklardan yararlanarak korkudan ağızlarını açamayanları kendinden yana sayar ve ağzını açacak olanları da tepeler. İşte, önceleri bir yıl için seçilen, sonra devlet gücünü sonsuzcasına ellerinde tutmaya böyle kalkışmışlardı. Halk toplantıları, bu kötülükleri önlemeye yarar. Çünkü o zaman hükümdar yasaları hiçe saydığını ve devlete düşman olduğunu açığa vurmaksızın bu toplantıları yasak edemez. _Hükümetin Kötüye Kullanılması_Özel istem, genel istemi etkilediği için, hükümdar egemen varlığa baskı yapacak ve toplum sözleşmesini bozacaktır. Hükümetin bozulması için, 2 yol vardır: Biri hükümetin daralması, öbürü de devletin dağılması. Hükümetin daralması, demokrasiden krallığa geçmesiyle olur. Hükümet gevşedikçe sıkıştırmak gerekir: Yoksa zembereğin ayakta tuttuğu devlet yıkılıp gider. __Yanlışlık, egemen gücün belirtilerini, parçaları sanmaktan ileri geliyor. Örneğin, savaş açmak gibi işlere egemenlik işlemi gözüyle bakılmıştır. Oysa bunlar egemenlik işlemi değildir, çünkü bu işlemlerin hiçbiri yasanın kendisi değil, uygulanmasıdır sadece; egemenliği parçalara ayrılmış gördüğümüz zaman yanılgıya düşeriz. Egemenliğin parçaları sanılan haklar ona bağlıdır. _ Yurttaşlar cimri, korkak, gevşek oldukları, özgürlükten çok, rahatlarına düştükleri zaman, hükümetin artan baskıları karşısında sessiz kalırlar. Böylece direnç gitgide arttığından, egemen güç sonunda yok olur. Baştakiler, politik bütünün koruyucusu ve dizgini olan bu halk toplantılarından öteden beri ürküntü duymuşlardır. Çünkü o zamanlarda kendisinden üstün bir gücün varlığını kabul etmek zorunda kalır. Onun için, yurttaşları bu toplantılardan bıktırmak amacıyla her çeşit çabadan çekinmezler. _Egemen varlığın kendinden üstün bir varlık kabul etmesi saçma ve çelişik bir şeydir. _Yasama gücü halkın elindedir, ondan başkasında da olamaz. _Egemen varlık (Ruhsal birlik), yönetimi tek bir yöneticinin eline ya da halka bırakır. _Hükümetin iyi olabilmesi için, halkın aşırı ölçüde güçlü olması gerekir. _Devletin büyümesi, devlet gücünü ellerinde tutanlara güçlerini kötüye kullanma araçları sağlar. Bu yüzden hükümet, halkı dizginlemek için elinde ne kadar güç bulundurmak zorundaysa, egemen varlık da hükümeti dizginlemek için eli altında o kadar güç bulundurmak zorundadır. Burada sözünü ettiğim mutlak güç değil, devletin çeşitli parçalarının görece gücüdür. _Her iş iki etkenden doğar, istem ve güç. İstem yasama gücüdür, güç ise yürütme gücüdür. Yasama gücü halkın elindedir. Yürütme gücü egemen varlığın sadece bir aracı olan hükümettir. Egemen varlığın birer görevlisi olan yöneticiler, yine onun adına devlet gücünü kullanırlar. _Egemen varlığın toplumla ilgili inanç maddelerini saptama hakkı olduğunu öne sürüyor, sırf toplum düzeninin bozulmaması için. Yalnız bunların din dogmaları değil uzlaştırıcı duygular olması gerektiğini savunuyor. Bu sayede toplumsal farlılıklar yüzünden bölünme olmamasını amaçlıyor. Atatürk’ün de bu görüşleri benimsediğini kabul edersek, diyanetin neden bir cumhuriyet kurumu olduğunu anlayabiliriz. _Devlet kendiliğinden, hükümetse ancak egemen varlıkla birlikte vardır. Onun için hükümdarın üstün istemi, genel istemden ya da yasadan başka bir şey değildir ve olmamalıdır; gücü de kendinde toplanan kamu gücüdür sadece: Kendi başına mutlak ve bağımsız bir işlemde bulundu mu, bütünün bağları gevşemeye başlar. Hükümetin yapma bedeni bir başka yapma bedenin eseridir; yaşamı da bir bakıma, iğreti ve bağımlıdır. _Yöneticiler ne kadar çok olursa, hükümet o kadar güçsüz olur. Hükümetlerin en etkini bir kişinin elinde bulunanıdır. Yönetici sayısı ne kadar çok olursa, bütünün istemi genel isteme o kadar yaklaşır. Oysa bir tek yöneticinin yönetiminde bütünün bu istemi, özel bir istemden başka bir şey değildir. Böylece bir yandan kazanılan öbür yandan yitirilir. _Hükümet devletin bir parçasıdır. _ Egemen varlık, başların buyruklarına karşı gelmekte özgür olur da karşı gelmezse, başların buyrukları genel istem yerine geçemez diyemeyiz. Böyle durumlarda herkesin susmasından, halkın bunu kabul ettiği anlamı çıkarılmalıdır. _Egemen varlık isteyince, her yurttaş devlete yapabileceği hizmetleri hemen yapmak zorundadır. Ama egemen varlık da yurttaşları topluluğa yararlı olmayan hiçbir işe zorlayamaz _Varlığını borçlu olduğu sözleşmeyi saymamak, kendini yok etmek demektir; kendisi hiç olan bir şey ne yaratabilir ki? Hiç. halk kalabalığı, böylece bir bütün halinde birleşti mi, artık üyelerden birine saldıran bütüne saldırmış, bütüne saldıran da üyelere saldırmış olur. Egemen varlığın bu kişilerin çıkarlarına aykırı çıkarı yoktur ve olamaz, Ama egemen varlığa karşı uyruklarının durumu böyle değildir; egemen varlık güven vermezşe hiçbir şey onların sözlerini yerine getirmelerini sağlayamaz. _ Egemenlik bölünemez, çünkü istem ya geneldir ya değildir. İktidar başkasına geçebilir ama, istem geçemez. Toplum bu ortak çıkar açısından yönetilmelidir. İstem sahibi bir kimsenin iyiliğine aykırı bir şeye boyun eğmek de hiçbir istemin elinde değildir. Halk açıkça boyun eğeceğine söz verirse, bu davranışıyla kendi kendini dağıtıp halk olmaktan çıkar. Ortaya bir efendi çıkar çıkmaz, egemen varlık diye bir şey kalmaz. __Egemenlik hangi nedenlerden ötürü başkasına aktarılamazsa, yine aynı nedenlerden temsil de edilemez. Egemenlik başlıca genel isteme dayanır, genel istemse temsil olunamaz; ya genel istemdir, ya değildir. İkisinin ortası olamaz. Buna göre, milletvekilleri milletin temsilcileri değildirler ve olamazlar. Olsa olsa geçici işlerinin görevlileri olabilirler; hiçbir kesin karara da varamazlar. Halkın onamadığı hiçbir yasa geçerli değildir, yasa sayılmaz. İngiliz halkı kendini özgür sanıyorsa da aldanıyor, hem de pek çok; o ancak parlamento üyelerini seçerken özgürdür: Bu üyeler seçilir seçilmez, İngiliz halkı köle olur, bir hiç derekesine iner. Kısa süren özgürlük anlarında, özgürlüğünü o kadar kötüye kullanır ki, onu yitirmeyi hak eder. _Genel İstem_ _İstemi genel yapan oyların sayısından çok, onları birleştiren ortak yarardır. _Genel istem kişisel bir konuya yönelirse, doğruluğunu yitirir. Çünkü bize yol gösterecek hak duygusuna bağlı hiçbir ilkemiz olmaz. _Genel İstem Yanılır Mı? Genel istem her zaman doğrudur ve kamusal yararlara yöneliktir. Ama bundan halkın kararlarının her zaman aynı doğrulukta olduğu sonucu çıkmaz. Halk çoğu kez aldatılabilir. İşte, ancak o zaman kötülüğe eğilimli görünür. Genel istem yalnız ortak yararı göz önünde tutar, öbürü ise özel çıkarları gözetir. Genel istemin kendini iyice dile getirebilmesi için, devlet gücünde ayrı ayrı birleşmeler olmamalı ve her yurttaş kendi görüşüne göre kanısını söylemelidir. _Yasalar genel istemin işlemleridir sadece. Bir adamın kendi başına verdiği buyruklar, hiçbir zaman yasa olamaz. Hatta egemen varlığın bile, özel bir konuda verdiği buyruk yasa değil, sadece kararnamedir; yasayla yönetilen her devlet cumhuriyettir: Her yasal hükümet cumhuriyetçidir. Yasalara boyun eğen halk, onları koyan halkın kendisi olmalıdır. Kendisine neyin hayırlı olduğunu binde bir fark ettiği için çok kez ne istediğini bilmeyen gözü bağlı kalabalık böylesine büyük, yasa koyma gibi güç bir işi kendi başına nasıl başarabilir? yöneten kafa her zaman aydın değildir. Tek tek kişiler iyiliği görürler, ama teperler onu. Halksa iyiyi ister, ama görmez. _Genel İstem Yok Edilemez_Toplum bağı gevşemeye, devlet gücünü yitirmeye, özel çıkarlar kendilerini duyurmaya, küçük toplumlar da büyükleri etkilemeye başladı mı, ortak yarar değişikliğe uğrar ve birtakım muhalifler çıkar ortaya: Artık oybirliği diye bir şey kalmaz, genel istem de herkesin istemi olmaktan çıkar. Tartışmalar baş gösterir, en iyi düşünce bile kavgasız gürültüsüz kabul edilemez olur. Yıkılmaya yüz tutan devlet boş ve aldatıcı bir biçim olarak ayakta durduğu, kimsede toplum bağı diye bir şey kalmadığı ve en aşağılık çıkarlar utanmadan o kutsal genel yarar adını aldığı zaman, genel istem artık dilsiz kalır. Gizli etkenlerin güttüğü insanlar, devlet sanki yokmuş, hiç var olmamış gibi, artık bir yurttaş olarak düşüncelerini ileri sürmez, özel çıkarlardan başka amaçları olmayan birtakım haksız kararları yasa diye benimserler._Genel istemin bozulduğu sonucu çıkar mı bundan? Hayır. Genel istem hiçbir zaman bozulmaz; tertemizdir. Ama kendisine üstün gelen başka istemlere bağlıdır. Özel çıkarlar gibi. _Devlet_ _Bir devletteki en önemli yasa, ahlak yasasıdır. Bu yasa mermere değil yüreklere kazınmalıdır. Buyruk gücünün yerine yavaş yavaş alışkanlığın gücünü koyar. Bütün öbür ilişkilerin başarısını sağlayan şeydir bu. _Devleti küçük memurlar yönetir. Devlet dayanıklı olmak, ayakta tutunabilmek için, kendine bir temel sağlamak zorundadır. Bir devletin kuruluş anları, tıpkı bir taburun kuruluş anları gibi, yapısının dayanmaya en az ve yıkılmaya en çok elverişli olduğu anlardır. Bunalım zamanlarında bir savaş, bir kıtlık, bir ayaklanma olmaya görsün, devlet şaşmamacasına çöker. Bu fırtınalı zamanlarda birçok hükümet kurulmuş olabilir ama devleti yıkan da bu hükümetlerdir. _Devletin dağılması iki türlü olabilir: Dağılma, önce hükümetin yasalara uymaması ve devlet gücünü zorla ele geçirmesi ile olur. Devletin kendisi sıkışıp daralır: Yani büyük devlet eriyip gider ve onun içinde, yalnız hükümet üyelerinin kurduğu bir başka devlet ortaya çıkar. Bu da halkın geri kalanı için bir zorbadan başka bir şey değildir. Öyle ki, hükümet egemenliği zorla ele geçirir geçirmez toplum sözleşmesi bozulur ve hukukça doğal özgürlüklerine yeniden kavuşan yurttaşlar boyun eğmeye zorlanırlarsa da, boyun eğmek zorunda değildirler._ 2-Hükümet üyeleri, devlet gücünü ayrı ayrı ellerine geçirdikleri zaman büyük karışıklıklara yol açar. Ne kadar yönetici varsa, o kadar da hükümdar var demektir. Devlet ortadan kalktığı zaman, biçimi ne olursa olsun, hükümetin kötüye kullanılmasına genel olarak anarşi denir _Yasama gücü, devletin yüreği, uygulama gücü de beynidir; bütün öbür parçalara canlılık sağlar. Beyin felce uğrasa bile insan yine aptal şekilde yaşayabilir. Ama yürek görevini göremez olunca, canlı varlık da ölür. Devlet yasalarla değil, yasama gücüyle yaşar. Dünün yasası bugünü bağlamaz: yasalar eskimekle güçlerini yitirirler: Bu da artık yasama gücünün yok olduğunu, devletin de yaşamadığını gösterir._ bir defa için “istiyorum” dediği şeyi, sonradan “istemiyorum” demedikçe, her zaman için istiyor demektir. Egemen varlık bunları her zaman yararlı saymamış olsaydı, çoktan ortadan kaldırırdı. _İyi yönetilen bir devlette cezalar azdır. Cezaların sıklığı bir hükümette her zaman için bir güçsüzlük ve tembellik belirtisidir. Bunun nedeni suçluların azlığıdır: Çökmekte olan bir devlette suçların çokluğu cezasız kalmalarına yol açar. _Uzun tartışmalar, ayrılıklar, gürültü patırtılarsa, özel istemlerin ağır bastığını ve devletin sonu geldiğini haber verirler. Devlet içinde adeta iki devlet olur. _Devlet, üyelerinin birleşmesiyle kurulmuş bir tüzel kişidir ve en önemli işi vardığını korumaktır ve her parçayı bütüne en uygun biçimde işletip kullanmak için genel ve zorlu bir güç ister. Önem konusunda söz sahibi yalnız egemen varlıktır. _Devlette yalnız bir tek sözleşme vardır, o da ortaklık sözleşmesidir. _Kölelik_ _Köleler zincirler içinde her şeyi, hatta onlardan kurtulma isteğini bile yitirirler: Köleliklerini sever olurlar. İlk köleleri köle yapan kaba güçse, onları kölelikte tutan korkaklıkları olmuştur. Kölelik içinde doğan her insan kölelik için dünyaya gelir, bundan daha su götürmez bir şey olamaz. _Özgürlüğünden vazgeçmek, insan olma niteliğinde, insanlık haklarından, hatta ödevlerinden vazgeçmek demektir. _ Aşağılık köleler özgürlük sözüne gülerler. İnsanı darlaştıran güçsüzlüğümüz, ahlaksızlıklarımız, kör inançlarımızdır. Alçak ruhlu insanlar büyük adamlara inanmazlar: _İnsanın, benzeri üstünde doğal bir yetkisi yoktur ve kaba güç bir hak yaratmaz, öyleyse insanlar arasında kala kala yalnız sözleşmeler kalıyor._ _Kölelik, anlamsız ve saçma olduğu için geçersizdir. Kölelik ve hak çelişmeli sözlerdir, birinin bulunduğu yerde öteki bulunmaz. Seninle öyle bir sözleşme yapacağım ki, hep benim iyiliğime ve senin zararına olacak; keyfim istediği sürece ben uyacağım, yine keyfim istediği sürece sen uyacaksın ona. __Bir kalabalığı boyunduruk altına almakla, bir toplumu yönetmek arasında her zaman bir ayrım olacaktır. İnsan toplulukları bir kişinin buyruğu altına girdikleri zaman, ortada bir ulusla başkanı değil, bir efendi ile köleleri vardır. Bu belki bir topluluktur, ama hiçbir zaman toplum sayılamaz. Ne kamusal bir yarar vardır, ne de politik bir bütün. Bu adam ölüverirse, hükümeti kendinden sonra dağılıp gider, tıpkı yanıp kül olan bir meşe ağacı gibi. _Grotius diyor ki: “Bir insan özgürlüğünden vazgeçip bir efendinin kölesi olabiliyor da, neden bütün bir ulus kendi özgürlüğünü aktarıp bir kralın buyruğuna giremesin.” -Bir başkasının kölesi olan adam kendini geçimini sağlamak için satıyordur. Ama bir ulus niçin satar kendini? Bir kral uyruklarının geçimini sağlamak şöyle dursun, kendi geçimini onlardan çıkarır asıl. Denecek ki; zorba, uyruklarına toplum içinde düzen sağlıyor. Diyelim ki, öyledir: Ama zorbanın şan şeref hırsının başlarına bela ettiği savaşlar, doymazlığı ve bakanlarının kırıcılığı, uyrukları kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan daha büyük üzüntülere sokarsa, bu dirlikten ne kazançları olur ki? İnsan zindanda da sessizlik içinde yaşar ama, bu kadarı orayı özlenir bir yer yapmaya yeter mi? Kiklopların mağaralarına kapatılmış olan Yunanlılar da hayvanlara parçalattırılmadan önce sıra beklerken, sessiz sessiz yaşıyorlardı orada. _Bir insan kendini karşılıksız bağlar demek, saçma, akıl almaz bir şeydir. Çünkü böyle davranan bir kimsenin aklı başında değildir. Aynı şeyi bir ulus için söylemek, baştan başa deli bir ulus düşünmek olur. Delilikse, hiçbir hak kazandırmaz. _Grotius, bir ulus kendini bir krala verebilir diyor. Öyleyse ulus kendini bir krala vermeden önce ulustur. _Köle durumuna düşen yurttaşlar özgürlüklerini ve istemlerini yitirdikleri zaman böyle olur. O zaman korku ve dalkavukluk oyları alkışa çevirir; artık görüşüp konuşma yok, ya hayran olmak ya da lanet etmek vardır. _Romada, oy toplama yolu, yurttaşlar arasında dürüstlük geçer akçe olduğu ve herkes haksız bir düşünceye oyunu vermekten çekindiği sürece iyi idi. Ama halkın ahlakı bozulup da oylar satın alınmaya başlandığı zaman, düzenbazlara ihanet yollarını kapamak amacıyla, oyların artık gizli verilmesi uygun görüldü._ _Tribunluk: Devleti oluşturan parçalar arasında tam bir ilişki kurulamazsa, özel görevliler bölüğü kurulur ve taraflar arasında bir bağlantı oluşturur. Tribunluk adı verebileceğim bu bütün, yasaların ve yasama gücünün koruyucusudur. Tribunluk devletin parçaları arasında yer almaz ama her şeye engel olabilir. Egemen varlıktan ve hükümdardan daha kutsal ve saygındır. Tribun, yürütme gücünü zorla eline geçirdi mi zorbalığa düşer. _Diktatörlük_ _Tek adam rejimlerinde, amaç halkın mutluluğunu değildir. Yönetim de devletin zararına işler durur. Kişisel çıkarları her şeyden önce halkın güçsüz, yoksul olmasını, hiçbir zaman kendilerine karşı gelememesini ister. _Tiran, hakka ve yasalara aldırış etmeksizin zorbaca yöneten bir krala denir. Despot ise, kendini yasaların üstüne çıkaran kişidir. Demek ki, tiran despot olabilir; despot ise her zaman tirandır. _Özgür devletlerde her şey ortak yarara harcanır. Zorbalık yönetimi ise, yönetmek amacıyla yoksul duruma sokar. _Cumhuriyet yönetiminde halk oyu hemen her zaman yalnız aydın ve yetenekli kişileri yüksek görevlere getirir; bunlar görevlerini onurla yaparlar. Oysa monarşilerde yüksek görevlere erişenler, çoğu kez birtakım insan taslakları, düzenbaz, entrikacı, aşağılık kimselerdir. _Diktatörlük_Tehlikeli anlarda, her şeyi kesip atan bir baş seçilir ve o yasaları yapar, halkın egemenliğini bir süre durdurur. Böyle durumlarda halkın en birinci isteği devletin yok olmamasıdır. Yasama gücünün böylece işlemekten alıkoyulması, bu gücü ortadan kaldırmaz: yönetici bu gücü baskı altında tutabilir, ama temsil edemez; yasadan başka her şeyi yapabilir. Roma Cumhuriyetin ilk günlerinde sık sık diktatörlüğe başvurulmuştur; çünkü devlet yalnız ana yapısından aldığı güçle tutunacak kadar değişmez bir temelden yoksundu. Diktatörlüğü gerektiren bunalımlı günlerde, devlet çok geçmeden ya kurtulur ya da yok olup gider; sıkışık durum ortadan kalktı mı, diktatörlük ya zorbalığa kaçar ya da etkisiz kalır. _Halkla hükümet arasında uzaklık ne kadar artarsa, vergiler de o ölçüde ağırlaşır. Bundan ötürü halk, demokrasilerde en hafif vergi yükü altındadır; monarşideyse en ağır yükü taşır. Demek, monarşi yalnız çok varlıklı uluslara, demokrasi de küçük ve yoksul devletlere elverişlidir. iklimin etkisiyle zorbalık yönetimi sıcak memleketlere, barbarlık soğuk memleketlere, iyi bir toplum düzeni de ılımlı bölgelere elverişlidir. _Din_ _Ulus sayısı kadar tanrı vardır. Birbirine yabancı ve düşman olan iki ulus, aynı Tanrıyı efendi olarak tanıyamamışlardır: Birbiriyle çarpışan iki ordu da aynı başın buyruğunda olamazlardı. Böylece ulus ayrılığından çoktanrıcılık doğdu, bundan da, dinsel ve toplumsal hoşgörüsüzlük doğdu. _Paganlık döneminde her devletin kendine özgü tanrıları olduğu halde, nasıl oluyor da din kavgaları yoktu? Çünkü tanrıların etki alanları ulusların sınırları dışına taşmazdı. Bir ulusun tanrısı, öbür uluslar üzerinde hiçbir hakka sahip değildi. _Bir ulusa dinini değiştirtmenin yolu onu sadece boyunduruk altına almaktı; bu yeni dinin rahipleri fatihler oluyordu; __Din, insanın dini ve halkın dini diye de ikiye ayrılabilir. Birincinin tapınağı, törenleri yoktur; yüce Tanrıya içten bir tapınıştır ve yüksek ahlak ödevleriyle sınırlıdır; temiz ve sade din, gerçek tanrıcılıktır. İkincisi ise, onun dogmaları, ayinleri, törenleri vardır; onu kabul eden ulustan başkası imansızdır, yabancılar barbardır. İlk kavimlerin dinleri böyleydi; tuhaf bir üçüncü din daha vardır. Japonların, Hıristiyanların dini böyle bir dindir. Buna papaz dini denebilir. Üçüncüsü o kadar kötüdür ki, bunu ispatlamaya kalkışmak boşuna vakit kaybetmek olur. ikinci din şu bakımdan iyidir: Tanrı sevgisini yasa sevgisiyle birleştirir ve devlete hizmet etmenin, devletin koruyucusu Tanrıya hizmet olduğunu öğretir. Yurdu uğrunda can vermek şehit olmaktır; yasaları çiğnemek dinsizlik; bir suçlunun üstüne herkesin lanetini çekmek, onu tanrıların öfkesine kurban etmek demektir: Yine kötüdür, çünkü tekelciliğe ve zorbalığa kaçarak, bir ulusu can kıyıcı ve hoşgörüsüz yapar; o ulus artık asıp kesmekten başka bir şey düşünmez olur ve kendi tanrılarına inanmayanları öldürmekle kutsal bir iş yaptığına inanır. yanılgı ve yalan dolan üzerine kurulu olan bu din, insanları aldattığı, çabuk kanan, kör inançlı kişiler durumuna soktuğu ve gerçek tapınmayı birtakım boş törenlere boğduğu için ayrıca kötüdür. Geriye kala kala insan dini kalıyor. Bu kutsal, yüce ve gerçek din sayesinde aynı Tanrının kulları olan insanlar birbirlerini kardeş bilirler _Bir adam hilelerle devlet gücünü eline geçirince saygı görmeye başlar. Tanrı ona saygı gösterilmesini istiyordur. Bu gücü kötüye kullanıyorsa, Tanrı kullarını cezalandırmak için, başlarına bir bela salmış demektir. Bu acılarla dolu dünyada insan köle olmuş, özgür olmuş ne önemi var, en önemli şey cennete gitmektir. Boyun eğmek de cennete gitmenin yollarından biridir. Gerçek Hıristiyanlar köle olmak için yaratılmışlardır; bunu bilir ve üzülmezler. Hıristiyanlık kölelik ve bağlılık öğütleri verir sadece. _Toplumsal hoşgörüsüzlükle dinsel hoşgörüsüzlük birbirinden ayrılmaz. İnsan cehennemlik saydığı kimselerle barış halinde yaşayamaz; onları sevmek, onları cezalandıran Tanrıdan nefret etmek demektir; bunları ya kesin olarak imana getirmek ya da yok etmek gerekir. _Doğa yasalarına olduğu gibi, devlet yasalarına da bağlı uluslar, insanın oluşmasında aynı gücü tanıyıp ona boyun eğsinler diye, her çağda tanrısal yollara başvurmaya ve kendi bilgeliklerini tanrılara mal etmeye zorlayan şey budur. Musa yasası, bin yıldan beri dünyanın yarısını yöneten Muhammet yasası, bunları yapanların büyük adamlar olduğunu bugün bile gösteriyor bize. Felsefe ya da particilik ruhu bunlara birer düzmeci gözüyle bakadursun, gerçek politika, onların yapıtlarında o uzun ömürlü kurumlara önderlik eden büyük ve güçlü zekaya hayran kalmaktadır. _Bir ulus boyun eğmeye zorlanır da boyun eğerse iyi eder; boyunduruğunu silkip atabilecek olur da atarsa daha iyi eder. Çünkü özgürlüğünü kendisinden hangi hakka dayanarak almışlarsa, yine o hakka dayanarak geri almasında, ya bu davranışı haklıdır _İlk Toplumlar_Bütün toplumların en eskisi ve tek doğal olanı aile topluluğudur. Bu toplumlarda baş bir baba, halk da çocuklar gibidir; hepsi de eşit ve özgür doğdukları için, özgürlüklerinden ancak çıkarları uğrunda vazgeçerler. İnsan kendini bilecek çağa gelir gelmez, kendi kendisinin efendisi olur. _Grotius ve Hobbese göre: insanlar birtakım evcil hayvan sürülerine bölünmüştür, her birinin başında da onu parçalayıp yemek için koruyan bir baş vardır. _Caligula kralların tanrı, halkın da hayvan olduğu sonucuna varıyormuş. Aristoteles de insanların eşit olmadıklarını, kimisinin köle, kimisinin de efendi olmak için dünyaya geldiklerini söylemişti. Aristoteles haklıydı ama, sonucu neden sanıyordu. _Düşman, silahlarını bırakıp da teslim olunca, artık düşman olmaktan çıkar, sadece birer insan olurlar. _insanlar kendilerini korumak için yapacakları tek şey, birleşerek bir güç birliği kurmak. _Üyelerinden her birinin canını, malını bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki, orada her insan hem herkesle birleştiği halde yine kendi buyruğunda kalsın._ Her birimiz bütün varlığımızı ve bütün gücümüzü bir arada genel istemin buyruğuna verir ve her üyeyi bütünün bölünmez bir parçası kabul ederiz._ _Bütün kişilerin birleşmesiyle oluşan bu tüzel kişiye cumhuriyet deniyor. Üyeleri ona, devlet diyorlar. Ortaklara gelince, onlar bir birlik olarak halk, egemen gücün birer üyesi olarak teker teker yurttaş, devletin yasalarına boyun eğen kişiler olarak da uyruk adını alırlar. _Herkesin insan olarak sahip olabileceği özel istemi, yurttaş olarak sahip olduğu genel isteme aykırı ya da karşıt olamaz, _ Kim genel istemi saymamaya kalkarsa, bütün topluluk onu saygıya zorlayacaktır. Bu da, “o kimse yalnız özgür olmaya zorlanacaktır” demektir. Çünkü bu koşul, her yurttaşı yurda mal etmekle onu her çeşit kişisel bağlılıktan korur, toplum bağlılıklarını yalnız o haklı kılar. _Doğal yaşama halinden toplum düzenine geçiş, insanda çok önemli bir değişiklik yapar: Davranışındaki içgüdünün yerine adaleti koyar. Hak da isteklerin yerini alınca, o güne kadar yalnız kendini düşünen insan başka ilkelere göre davranmak, eğilimlerini dinlemezden önce aklına başvurmak zorunda kalır. Düşünceleri açılır, duyguları soylulaşır, baştan başa ruhu öylesine yükselir. Kendini akılsız ve gelişmemiş bir hayvan durumundan çıkarıp akıllı bir varlık, bir insan haline sokmuştur. İnsanı kendi kendisinin efendisi yapan “manevi” özgürlüğünü ekleyebiliriz: Çünkü salt isteklerin itisine uymak kölelik, kendimiz için koyduğumuz yasalara boyun eğmekse özgürlüktür _insanı bir şeyin sahibi yapan işlem, onu geriye kalan her şeyin sahipliği dışında bırakır; _ Kişiler, topraklarını birleştirilip devlet ülkesi olurlardı. Yalnız iranlıların, iskitlerin, Makedonyalıların kralı adını almakla, kendilerine memleketlerinin efendisi olmaktan çok, insanların başı gözüyle bakan eski monarklar bu yararı pek anlamış görünmüyorlar. Oysa bugünün hükümdarları daha akıllıca davranıp Fransa kralı, ingiltere kralı vb. adını alıyorlar: _insanlar güç ve zekâ bakımından olmasalar da sözleşme ve hak hukuk yoluyla eşit olurlar. _Ölüm Kalım Hakkı_ Her insan yaşamını korumak için yine kendi yaşamını tehlikeye atma hakkına sahiptir. Yangından canını kurtarmak için kendini bir pencereden atan kimsenin canına kıydı diye suçlandığı duyulmuş şey midir hiç? _Sözleşmeye aykırı davranmış bir insan ya sürgün edilerek ya da halk düşmanı diye öldürülerek devletten koparılıp atılmalıdır. _ Yasa_ Her türlü adalet Tanrıdan gelir. Ama biz adaleti bu kadar yüksekten almasını bilseydik, ne hükümete ihtiyacımız olurdu, ne de yasalara. Kuşkusuz, yalnız akıldan çıkan evrensel bir adalet vardır; _Yasama işini güçleştiren, kurulması gerekenden çok, yıkılması gereken şeydir _Lüks ya zenginlikten doğar, ya zenginliği zorunlu kılar; zenginin de ahlakını bozar, yoksulun da; birinciyi mal mülk, ikinciyi de açgözlülük yüzünden. Lüks, yurdu gevşekliğe ve yokluğa sürükler; bütün yurttaşlarını köle eder. _Demokrasi yönetimi genel olarak küçük devletlere; aristokrasi yönetimi orta devletlere; monarşi yönetimi de büyük devletlere elverişli gelmektedir. _3 çeşit aristokrasi var: Doğal, seçime bağlı ve soydan geçme. Birincisi basit halklara uygun gelir. Üçüncüsü, yönetimlerin en kötüsüdür. İkincisi ise en iyisidir; gerçek anlamda aristokrasi budur çünkü. Bilge kişilerin halk yığınını yönetmesi en iyi ve en doğal bir düzen gereğidir; Yabancı ülkelerde devletin saygınlığını değerli senatörler, tanınmamış ya da hor görülen halk yığınından çok daha iyi korurlar. _Aristokrasi, halk hükümetine kıyasla, yoksullarda azla yetinmek gibi erdem ister. Çünkü aristokraside tam bir eşitliğin yeri yoktur. _Machiavelli krallara ders verir gibi görünerek, uluslara büyük öğütler vermiştir. _Fethetmek yönetmekten çok daha kolaydır. Oldukça uzun bir kaldıraçla insan dünyayı tek parmağı ile yerinden oynatabilir ama, onu taşımak için Heraklesin omuzları gerekir. _Genç Dionysosun kötü bir davranışını yüzüne vuran ve “Benim böyle bir şey yaptığımı gördün mü?” diyen babasına, “Sizin babanız kral değildi ki.” _krallık yönetimini iyi bir kralın yönetimi ile karıştırmakla insan kendini aldatmış olur. Bu yönetimin özünde ne olduğunu anlamak için, onu yetisiz ve kötü hükümdarların eli altındayken incelemeli. _Bir ispanyol, bir Almanın akşam yemeğiyle sekiz gün yaşayabilir. İnsanları oburcasına yiyen memleketlerde lüks, yiyecek ve içeceğe yönelir. Bu lüks kendini ingilterede et yemekleri ile dolu sofralarda gösterir. Chardon diyor ki: “Biz Avrupalılar Asyalılara kıyasla yırtıcı hayvanlara, kurtlara benzeriz. iranın her yerinde hep aynı azla yetinirlik var. iranlılar yaşama biçimleriyle pek övünürler. Hıristiyanların yaşayışından ne denli üstün olduğunu anlamak için yüzlerinin rengine bakmanın yeteceğini söylerler. Gerçekten, iranlıların tenleri pürüzsüz, ciltleri güzel, ince ve parlaktır. Oysa Ermenilerin derileri sert, gövdeleri iri ve hantaldır.” _İyi Yönetimin Belirtileri_Kimisi malları, kimisi güvenliği üstün tutar. Kimine göre en iyi yönetim en sert, kimine göre de en yumuşak olanıdır. Herkes kendine göre çözümlemek istiyor onu. Bence her şey eşit olmak koşuluyla, dışarıdan katılmalar, yurttaşlığa alınmalar ve sömürgeler olmadan, yönetimi altında yurttaş sayısının arttığı hükümet şüphesiz ki, en iyi hükümettir. Yönetimi altında halkın sayıca azalıp yok olmaya yüz tuttuğu hükümetse, en kötü hükümettir. _Kentlerin surları köy evlerinin yıkıntılarıyla yapılır. Başkentte yükselen her sarayı gördükçe, bütün bir ülkenin yıkıntıya çevrildiğini görüyormuşum gibi gelir bana. _Gerçekten özgür bir devlette yurttaşlar her şeyi parayla değil, kol gücüyle yaparlar. Ödevlerinden kurtulmak için değil, tam tersine, onu kendileri yapmak için para verirler. _Montesquieu der ki, “Kura öyle bir seçim yoludur ki, kimseyi kırmaz; her yurttaşa yurda hizmet yolunda akla uygun bir umut payı bırakır.” _Gerçek bir demokrasi hiçbir zaman var olmamıştır. Kura yoluyla seçim. Gerçek bir demokraside az verimli olur. Seçim ve kura yolları birleştirilirse, seçim yolu askerlik görevi gibi özel yetenekler isteyen yerlere; kura ise, yargı görevi gibi yalnız sağduyuya, doğruluğa ve dürüstlüğe bağlı yerlere adam bulmak bakımından elverişlidir: _Romanın ne kadar ünlü yurttaşı varsa, hepsi köylerde yaşardı. Köylülerin çalışmayla geçen sade yaşamları Roma burjuvalarının aylak ve tembel yaşayışlarından üstün tutuldu. Kentte zavallı bir emekçi olmaktan kurtulamayacak bir adam, tarlalarda çiftçilik etmekle saygın bir yurttaş oluyordu. _Censorluk _ Censor, Antik Roma'da beş yılda bir yurttaşların sahip oldukları servetlerin sayımını yapmak, senatörlerin listesini belirlemekle yükümlü memuriyettir. Censorluk ahlak ve töreleri ayakta tutmak için düşüncelerin bozulmasına engel olur, akıllı uygulamalarla doğruluklarını sürdürür, Kamuoyu öyle bir yasadır ki, censorluk onu uygulamakla görevlidir. _Machiavelli: Bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Ama bu bilgilerde başkalarını inandıracak ölçüde açık birtakım nedenler yoktur. hiçbir memlekette olağanüstü bir yasacı yoktur ki, tanrıya başvurmuş olmasın; yoksa, koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. _Her aklı başında ulus, öbürünü bu bağlılıktan bir an önce kurtarmaya çalışır. Thlascala Cumhuriyeti, Meksikalılardan tuz satın almaktansa, hiç tuz kullanmamaya karar vermiş; hatta bedava bile almamıştı. Çünkü o bilge Thlascalalılar, bu cömertliğin altındaki tuzağı gördüler. Özgür yaşadılar _Romulustan türetildiği ileri sürülen Roma sözcüğü Yunancadır ve anlamı da güçtür. Numa sözcüğü de Yunancadır, yasa anlamına gelir. __
··
623 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.