Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Türkler, hür ve bağımsızdırlar. Gururları çok yüksektir. Gururludurlar fakat asilzadelik taslamazlar. Türklerin karakterinde büyük tezatlara rastlanır. Hem sert ve dik başlı hem de yumuşak ve sabırlıdır. Yırtıcılığı İskitlerden, yumuşaklığı da Yunan'dan almışlardır. Fetihçi ve cahil olduklarından bütün uluslara tepeden bakarlar. Aralarında hiçbir sınıf farkı yoktur. Yalnız devletteki görevleri dolayısıyla birer rütbeleri olabilir. Türkler yiğittirler fakat düello etmezler çünkü ancak harbe giderken kılıç taşırlar. Açgözlüdürler fakat hırsızlıkları hemen hemen hiç yoktur. Boş vakitlerini kötüye kullanmazlar. İçlerinden pek azı birden fazla kadınla evlenir. Avrupa'daki büyük merkezler arasında en az genelev kadını olan şehir İstanbul'dur. Dinlerine pek sıkı bağlı olan Türkler, Hristiyanlardan tiksinirler. Onlara kafir gözüyle bakarlar. Bununla beraber, onları bütün ülkeleri içinde, hatta devlet merkezinde hoş görür ve korurlar. İstanbul'daki Hristiyan mahallesinin sokaklarında, paskalya yortusunda, ağır yürüyüşle yapılan ayinlere izin verildiği gibi, bu törenlerin başında dört yeniçerinin muhafızlık ettiği de görünür. Bayezit'in felaketi şunu kanıtlamıştır ki; Türkler yenilebilse de boyunduruk altına alınamayan savaşçı bir ulustur. Türklere aldırılmaz. _İngiliz Kralı Giyotin: "Türklere karşı onur taslanmaz." demiştir. Bu söz, malını satmak isteyen bir bezirgan tarafından söylenirse belki hoşa gider ama şeref denilen nesneye kıskançlıkla bağlı bir hükümdara bilmem nasıl yaraşır! _Kadınları baskı altında tutan, güzel sanatlara ilgisiz davranan Türkleri sevmem fakat iftiradan o kadar iğrenirim ki; onlara dahi çamur sıçratılmasına katlanamam. _Ne bir erkek ve ne bir kral gibi koruyamadığın tahtına şimdi bir kadın gibi ağla. (Arabın iç çekmesi diye anılan o tepede, Endülüs eski kralı Ebu Abdullah'ın annesi Ayşe ona böyle demiş.) _Mısır halkı için ağırbaşlı ve ciddi oldukları söylenir. Oysa esir ve düşük oldukları halde, kaygısızca danslar ve şarkılarla zaman geçirdiklerini görüyoruz. Bence bundan aşağılık bir ulus olamaz. Yaradılış ve idarelerinde, kendilerini her zaman bayağı köleliğe indiren esaslı bir kusur olmalı. _İnsan zekasına üç şey etki eder: İKLİM, HÜKÜMET ve DİN. Şu dünya bilmecesinin başka açıklaması yoktur. Bunca sarsıntılar, iç kavgalar, komplolar, suçlar ve delilikler arasında, ilk önce İtalya'da, sonra diğer Hristiyan ülkelerde, nasıl olup da o kadar güzel ve faydalı sanatlar türediğini sorasımız geliyor. Türklerin egemenliği altında olan yerlerde bunu hiç görmüyoruz. Bize ait Avrupa ahalisinin zekasında ve yaradılışında, Türklerde rastlanmayan bir özellik olsa gerek. _Yahudilerin meşhur hahamları, Hristiyan dünyasına: "Bizler sizin atalarınızız. Kitaplarımız, ilahilerimiz kiliselerinizde okunmaktadır." diye haykırmışlarsa da bu telkinlerinden yağına edilmek, kovulmak, iki köpek arasında asılmaktan başka sonuç elde edemediler. _Türkler, Arapları yendikleri halde, onların din, dil ve adetlerini benimsemişlerdi. Arap milletin duygu ve düşünce sanatlarındaki üstünlüğünün şaşmaz ölçüsü, şiir kültüründeki yüceliğidir. Arapçanın avantajı, çok eskiden beri yetkinleşmiş olmasıdır. İşte bunun içindir ki; yıllarca sonra, Asya'dan gelen Türklerin egemenliği altına düştükleri halde Araplar, efendilerine bile dinlerini kabul ettirdiler ve Türkler Müslüman bir millet oldu _Türk Devleti_ _Türk imparatorluğu gerçek bir demokrasiydi. Bütün tarihçilerimiz, Türk İmparatorluğu'nu istibdada dayanan bir devlet olarak göstermekle bizi çok aldatmışlardır. Bunlar arasında, en derin bilgileri olan Kont de Marsigli şöyle diyor: "İstanbul'da bulunan Yeniçeri Ocağı, sultanı hapse atmak, öldürmek ve yerine başkasını getirmek yetkisindedir. Savaş açmak veya banş yapmak için padişah çok defa süel [asker] ve siyasal çevrelere danışmak zorunda kalır. Paşalar da taşrada istedikleri gibi davranamazlar. Kentin ileri gelenleri onlar hakkında Divan'a rapor yazıp, şikayette bulunabilirler. Türk devleti bir demokrasidir. _Osmanlı paşaları da sultana kendilerinden bahsederken 'kulunuz' derler. _Sultanın özel gelirleri arasında müsaderelerin (herhangi bir kişinin malının padişah tarafından zaptıyla elde edilen gelirler) hatırı sayılır payı vardır. En eski zamanlardan beri kökleşmiş zorbalıklardan biri de, bir aile reisi ölüme mahkum edilince, ailenin bütün mal ve mülklerinin hükümdara kalmasıdır. Padişaha bir vezirin başı getirilir ve bu baş ona çok defa, birkaç milyon kazandırabilir. _Hristiyan kralların ayrılıkları yüzünden Müslüman Türkler Avrupa'da yerleşirken, Müslüman Araplar aynı nedenlerden ötürü, Avrupa'nın öte tarafından kovuluyorlardı. _Hiç şüphe yok ki; o devrin çalışmakta dirençli, görgülü, batur ve zengin Türklerii kısa bir zamanda, Roma'yı da, bütün İtalya'yı da alabilirlerdi. Fakat, sonradan gelen ahlaksız padişahları, kötü generalleri ve kusurlu hükümetleri Avrupa'yı kurtarmıştır. _III. Mehmet saltanata başlarken, on dokuz kardeşini böğdurmuş ve babasının on iki karısını belki gebedirler diye denize attırmış. Bu olaya karşı ancak biraz homurdanma olmuş. Fakat bu vahşi ve kaba adam, devletini şahane bir ustalıkla yönetti. Ordusunun başına geçerek Macaristan'a koştu. _Düşmanlara dehşet salan yeniçeriler, sultanlarını da yıldırmaya başlamışlardı. Ne emir dinler, ne disiplin tanır, ne de ortadan kaldırılır. Çok defa hükümet işlerine de burnunu sokar. 3. Murat, yanına adamlarını alarak kapıyı açtırdı, kılıcını çekti. Yeniçerilerin üstüne yürüdü ve birkaçının başını uçurdu. _Devamlı zaferlerle gelişen, 18. yy'a kadar durmadan ilerleyen şu koca imparatorluk, dilleri, dinleri, gelenekleri birbirine hiç uymayan 30 milleti içine almıştır: Yunanlılar, Eflaklılar, Boğdanlılar, Macarlar, Araplar, Ermeniler, Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar, Arnavutlar, Hırvatlar, Mısırlılar, Suriyeliler, Yahudiler, eski Kartaca toplulukları, Türk bayrağı altında yaşıyorlar. Bunların nüfusları Türklerinkinden kat kat fazladır. Türk gücü, tek başına bütün bunları yendi ve sindirdi. İçlerinde öz Türk pek az bulunur. Tarımla uğraşan hemen hemen yok gibidir; pek azı güzel sanatlarla ilgilenir. Virgilius'un Romalılar hakkında söylediği gibi: "ONLARIN SANATI KUMANDANLIKTIR.' _Ulusların mal ve canlarıyla topyekün padişahın kölesi sayıldığı iddia ediliyor. Böyle bir idare kendiliğinden çökerdi. _Türk İmparatorluğu, Avrupa devletlerinden hiçbirine benzemez. Fakat; oradaki kanunların, bir kişinin keyfi üzerine kitleler asıp kesmeye elverişli olduğunu düşünmek hatadır. Bizler öyle sanıyoruz ki, bir çavuş, eline bir padişah buyruğu alarak şehirdeki bütün aile reislerinden, padişah adına kızlarını ve paralarını toplayabilir. Gerçekten, Türk yönetiminde korkunç yolsuzluklar olmaktadır. Ama bunun kötülüğü ulustan ziyade, devlet adamlarının sırtına yüklenir. Babıalinin gizli bir kararı üzerine en büyük başlar en ufak kuşkular yüzünden uçurulur, Orada kanunları saydırmak ve padişahın dokunulmazlığını sağlamak için yüksek bir adalet mekanizması yoktur. Yeryüzünde en güçlü görünen sultan, tahtından pek az emindir. Bir günlük ayaklanma onu tepetaklak edebilir. Bu konuda Türkler, yere vurdukları Yunanistan'ın usullerini kopya etmişlerdir. Şu farkla ki onlar Osmanlı soyuna çok bağlıdırlar. Bir sultanlarını atarlar veya boğdururlarsa, onun yerine Osmanlı Hanedanı'ndan başka birini getirirler. Halbuki, Yunan İmparatorluğu, katliam ve cinayetlerle türlü ellere geçmiştir. _Padişah için en büyük fren, görevden alınma korkusudur. Müftüden bir fetva çıkarmakla yanındaki adamlardan dilediğinin canına kıyabilir. Fakat devlet işlerinde keyfine göre hareket edemez. _Biz Avrupalılar, Kurana sayısız saçma sözler kondurduk. Oysa, Kur'an'da bunların hiçbiri yoktur. Keşişlerimizin asıl zoru, müslüman olan Türklerle idi. İstanbul'un fatihlerine başka türlü karşı konulamayınca, onlar aleyhine bir suru kitaplar yazıp durdular. Sayıca Yeniçerilerden üstün olan yazarlarıımz, kadınları partilerinde kazanmaya uğraştılar. Sözde, Muhammed kadınları akıllı yaratıklardan saymazmış; Kur'an'ın hükümlerine göre hepsi köleymiş. Bu dünyada hiçbir varlıkları olmadığı gibi, cennette de yerleri yokmuş. Baştan başa yalan olan bütün bunlara Avrupalılar inanmıştır. _Bizler her zaman Türklerin ayağına gideriz. Onlar bir defa olsun Batıya gelmezler. Bu bizim ihtiyacımızın açık bir belirtisidir. Avrupa devletlerinin orada konsoloslukları vardır. Hepsinin Babıali'de elçileri olduğu halde, Türklerin Batıda bir tek temsilcileri yoktur. _Türk imparatorluğunun yönetimi de gelenekleri ve dini kadar bizimkine aykırıdır. _Yobazlık_ _Dini, hayal kaprislerine ve ihtiras taşkınlıklarına esir eden bir anlayışa yobazlık denir. Bugünkü yobazlık ise kan dökücü bir deliliktir. Çiçek hastalığı kadar bulaşıcı bir akıl hastalığıdır bu. Ve bunun yayılmasında kitaplardan çok, topluluklar ve nutuklar etkilidir. Okumakla pek heyecanLanılmaz. Çünkü o zaman duygular uyanık olmayabilir. Fakat hayal gücüne sahip coşkun bir adam, zayıf hayallilere söz söylerken gözleri ateş saçar ve bu ateş çarçabuk etrafı sarar. Sesinin tonu, el hareketleri dinleyicilerin bütün sinirlerini oynatır, o bağırır: "Allah size bakıyor, onun uğruna savaşınız" der ve kitleler boğuşmaya gider. Sayıklama karşısında humma, öfke karşısında kudurma ne ise, boş inançların karşısında yobazlık odur. Hayaller görerek kendinden geçen, rüyalarını gerçek, düşündüklerini de keramet sanan kişi, büyük yetenekler taşıyan bir yobaz çömezidir. O ilk fırsatta Allah'ın aşkı için adam öldürebilir. Soğukkanlı yobazlar da vardır. Bunlar, bütün suçları kendileri gibi düşünmemekten ibaret olanları darağacına gönderen yargıçlardır. Bu hastalığın biricik ilacı filozofça düşünüş ve anlayıştır. Giderek oluşan hoşgörü, sonunda insanların huylarını inceltir ve kötülük salgılarını önler; böyle ruhsal vebalara karşı din yasaları da yetersiz kalır. Çünkü yobazlık mikrobuna tutulan beyinler üzerinde din, iyileştirici bir gıda olacak yerde zehir etkisi yapar. Kanunlar bu gibi çılgınlıklara karşı acizdirler. İnsanlara boyun eğmektense; Allah'a itaat etmeği daha uygun bulduğunu söyleyen ve sizi boğmakla cennete gideceğine inanan yobaza ne diyebilirsiniz? Boş inançlılar ve yobazlardansa tanrıtanımazların yanında yaşamak daha çok hoşa gider elbet. Fakat tanrıtanımazlık ve yobazlık, insanlığı parçalayıp yiyebilen iki canavardır. Şu farkla ki; tanrıtanımaz yanlışına rağmen, aklının dengesini korur; bu da onun tırnaklarını söker. Oysa yobaz, devamlı bir sayıklama nöbeti içindedir. Bu nöbet de onun tırnaklarını büsbütün keskinleştirir. _Endüljans_ _Papa, Türklere savaş açmak bahanesiyle bütün Hristiyan ülkelerinde, 'göz yumma' anlamına gelen 'endüljanslar' çıkartıp satmaya başladı. Denebilir ki bunları alanların gerek kendileri, gerekse akraba ve dostları cehennem azabından kurtulmuş olacaklardı. Kahinler, pazar yerlerinde: "Bu endüljanslardan alanlar, Hazreti Meryem'in ırzına da geçseler yine de ceza görmeyecekler!" diye bağırdıkları zaman, halk onları dindarlıkla dinliyordu. _Türklere karşı Avrupa'nın tek siperi Venedik'ti. Savaşlarda kaybettiğinden fazlasını onlarla yaptığı ticaretten çıkarıyordu. _Türkler nereden geldiler ve nasıl Müslüman oldular? _Kafkasya'nın ardında, Volga'dan Çin'e ve Buz Denizi 'ne kadar uzayan sonsuz ülkelere İskitya denirdi. Göçebe halinde başıboş yaşama zevkini tabiattan almışa benzeyen o kavimler, şehirlere, krallar tarafından yapılmış esir kampları gözü ile bakarlardı. Bugün o steplerde yaşayan ilkel insanlar, sadece atalarının vaktiyle dünyaya hakim olduklarını bilirler. Tatarlar da aynı köktendirler. Büyük İskender'den çok önce, Asya'yı defalarca soyguna uğratan Avrupa'mızda adım adım tozu dumana katan onlardır. Moğollar adı altında Asya'yı, Hunlar ve Türkmenler adı ile de Arabistan, Suriye ve Avrupa'nın büyük bir kesimini sindirip, ta Roma'ya kadar gelen yine onlardır. _Horatius, İskitlerin karakterini Romalılarınkiyle karşılaştırırken: "Arabalar üstünde ömür süren korkunç İskitlere bakınız. Yaşayışları savaşçı milletlerinkinden çok daha masumanedir. _Araplar, ilk halifeler zamanında Küçük Asya'yı ele geçirmişlerdi. Sonra Türkmenler onları kovdular. _Harun Reşid soyundan Mu'tasım, muhafız alayı olarak yanına birkaç yüz Türk çağırmakla, kendisinden sonraki halifeleri çöküntüleri altında ezecek olan binanın ilk taşını koymuştu. Mu'tasım'ın hizmetinde çalışan bir avuç Türk eri, Viyana kapılarına kadar dayanan Osmanlı İmparatorluğunun temelini atmıştır. _Türkmenler, tıpkı Franklar, Normandiyalılar ve Gotlar gibi, egemenliklerine giren ülke halklarının din ve geleneklerine uydular. Bu durum, zayıf ama kültürlü ulusların, güçlü ama ilkel saldırıcıları karşısındaki üstünlüğünü gösterir. Türkler, Arapların dinini ve dilini benimsediler. _Hz. Muhammed_ _Hz. Muhammed 578 yılında Mekke'de doğdu. Ailesinin, çok ünlü Kureyşi oymağından olduğuna şüphe yoktur. Ama onu doğrudan doğmya Hz. İbrahim'e bağlayan şecere, insanlarda çok doğal olan üstün görünmek özlemiyle uydurulmuştur. İlk çağların gelenekleri ve boş inançları Arabistan'da da sürüp gidiyordu. Her kabile birer yıldıza tapardı. Ayrıca yarı ilah sayılan perilerle cinlere de dinsel paylar ayrılırdı. Bununla beraber, hepsinin üstünde bir Allah tanınırdı ki, bu kanıda hemen hemen bütün uluslar birleşmişlerdir. _Muhammed genç yaşta fakir kaldığı için, amcalarından biri onu Suriye ile geniş çapta ticaret yapan Hatice isminde dul bir kadına deveci olarak vermişti. Hatice bir süre sonra devecisiyle evlendi. Muhammed kırk yaşına kadar, Hatice ile sıradan bir insan gibi yaşadı. Araplar nezdinde çok geçerli olan, sanatsız ve metodsuz ama ateşli ve sürükleyici bir söz yeteneğine sahipti. _Ülkesinde, hem Allah'a hem de yıldızlara tapan Sabiacılığı, her yerde nefretle karşılanan ve Arabistan'da üstünlük kazanmakta olan Yahudiliği ve tarikatçılarının kötülüklerini gördüğü Hıristiyanlığı yok etmeyi kafasına koydu. Hazreti ibrahim'in yalın ve katışıksız mezhebini yeniden canlandırmak istiyordu. _Ulema (ilim mensupları) hakimleri kışkırtarak, onun yıldızlara değil, yalnız Allah'a tapmak gerektiğini söylemiş olmak suçundan idamına karar verdirdiler. Bu karar, Muhammed'in şan ve şerefinin kaynağı olmuştur. Baskı görmeseydi, belki de başarılı olamazdı. Mekkelilerin düşmanlığından kurtulmak için Medine'ye kaçtı. Hıcret denilen bu ayrılış, onun büyüklüğünün ve devletinin kuruluş tarihi oldu. (Bence Voltaire, kendisiyle Muhammedi özdeşleştiriyor.) _Çarpışmada Muhammed'e atılan taş biraz daha iri olsaydı, dünyanın yazgısı bambaşka olacaktı. _Kuran: İnanmayanlara gelince, sen onları (kötülüklerden) sakındırmasan da kafir kalırlar. İnsanlardan Allah'a ve ahiret gününe inandık deyip de hiç inanmayanlar vardır. Onlar Allah'ı ve Allah'a inananları kandırdıklarını sanırlar. Oysa ki kendilerini kandırırlar ve farkında olmazlar. Gönülleri hastadır. Allah da onların derdine dert kattı _Eğer Muhammed'in kitabı zamanımıza ve biz Hristiyanlara göre kötü ise onun çağdaşları için pek güzeldi; kurduğu din ise daha da iyiydi. İtiraf edelim ki hemen de bütün Asyayı putperestlikten kurtardı. Allah'ın birliğini öğretti. Ona eş koşanlara şiddetle çattı. Muhammed'in dininde tefecilik yasaktır, sadaka ernrolunmuştur, dua farzdır; kadere boyun eğmek en büyük ilkedir. _Taşlanmış şeytandan Allah'a sığın. Şüphesiz inanan ve Allah'ına güvenen kimselere karşı şeytanın gücü yetmez. Şeytanın gücü, ancak kendisine dost olanlara ve Allah'a eş koşanlara geçer. _Muhammed'in baskı ile alt edilemeyeceğini gören Kureyşiler, Kur'an'ı onun yazmadığı, olsa olsa bir Yahudinin yardımından faydalandığı yolunda dedikodular çıkardılar. Muhammed ise: Onlar, bunu ancak birisi öğretiyor, derler. Öğrettiğini sandıkları adam yabancıdır, Arapçayı bilmez. Bu Kur'an ise öz bir Arapça iledir." _Yahudi, Bensalon adında biriydi. Bir Yahudinin, Musevilik aleyhinde yazmak koşuluyla Muhammed'e yardım etmesi gerçeğe benzemiyorsa da imkansız değildir. _Harut ve Marut, insanları yanlış düşüncelerden ve her türlü aşırılıktan korumak üzere Allah tarafından gönderilen iki meleğin adlarıdır. Güzel bir kadın bunları yemeğe davet etmiş. Misafirler bir miktar şarap içip kızışınca, kadını aşka davet etmişler. Kadın, cennete girebilmek için ahiret sorularına nasıl cevap verileceğini söylemeleri şartıyla bu işe razı olur gibi görünmüş ama istediğini öğrenince sözünü tutmamış. Bunun üzerine gökyüzüne çıkarılmış ve olup bitenleri Allah'a anlattıktan sonra Zühre denilen 'Sabah Yıldızına' çevrilmiş. Bu iki melek de ağır cezalara çarpılmışlar. Müslümanlara şarabın yasak edilmesine sebep bu olaymış."_ Kur'an'ı baştan başa istediğiniz kador okuyun, bu saçma masal hakkında tek bir söz bu lamazsmız. Bütün Müslümanlar iyi bilirler ki, Peygamberlerinin alkollü içkileri yasaklaması onların sağlıklarını korumak içindir. _Müslümanlıği kuran o güçlü ve yaman adam, doktrinini cesaret ve silahlarıyla yaydıktan sonra ortaya, acıması ve bağışlaması bol bir din çıkıverdi. Oysa, Hristiyanlığın ilahi kurucusu İsa, sade ve sakin ömrü boyunca kötülüğe karşı hoşgörüyü öğütlediği halde, onun aziz ve tatlı dini, birtakım gayretkeşlerin çalışmalarıyla dinlerin en merhametsizi ve en barbarı olmuştur. _Batı ulusları Müslümanlardan ders alıyorlardı. Hindistan'dan aldıkları bugünkü rakamları Avrupa'ya getiren Araplardır. Yıldızların seyrini de biz onlardan öğrendik. Sadece 'Almanak' sözü bunun büyük kzınıtıdır. Bugün bizde çok ilerlemiş olan kimya, Arapların malıdır. _İslam_ _Bir takım cahil ve aptallar, başka birtakım cahillerin telkinlerine uyarak, İslam dininin bedensel 'nefsani' zevklere dayandığını ileri sürüyorlar. Hiç de öyle değildir. Oysa, Avrupalıların aşın derecede kullandıkları alkollü içkileri yasak eden, yıllık kazançlardan en az yüzde iki buçuğunu fukaraya vermeyi farz kılan, en sıkı bir şekilde oruç tutmayı, ergenliğe ermek sırasında kanlı bir ameliyat geçirmeyi, günde beş defa namaz kılmayı, yüzlerce fersah uzakta, yakıcı kumlar ortasında hacca gitmeyi buyuran dinin nefsani zevkleri neresinde? İyi ama diyeceksiniz, onlar, hem bu dünyada dört kadın alabiliyorlar hem de öldüklerinde hurilere kavuşuyorlar. Bu konuda Grotius aynen şöyle diyor: "Bu gibi kaba ve pis hayallere kapılmak için geniş ölçüde sersem olmak lazım." _Tanrısal gücün en şanlı gösterisi, zevki yaratıp, zevkin etkisiyle duygulu yaratıkların nesillerini çoğaltmaktır. _Haçlı Seferleri_ _Müslümanlığın en parlak çağında halifelik, Türkmenlerin eliyle yıkılmış gibiydi. Tuğrul Bey'in 1050 yılında Bağdat'a girişi, birçok imparatorun Roma'ya girişine benzemişti. Tuğrul Bey Bağdat'ı alınca, Halifenin önünde yerlere kapandı. Sonra onu katırına bindirdi ve katırı yularından çekerek, saraya götürdü. Fakat kendi hükümdarlığını sağladıktan sonrra, Halifeye cuma namazlarında imamlık etmek ve derebeylerine kılıç kuşatmaktan başka bir iş bırakmadı. _Küçük Asya'ya sel gibi akıp giden Fransız, İtalyan ve Alman Haçlılar arasında birlik sağlanamadığı gibi, çekememezlikler yüzünden ikide bir çarpışmalar da olduğundan, onları yenmek Türklere zor gelmiyordu. Genç Lui, Müslümanlara veya Antakya Prensine esir düşmemek için karısıyla Kudüs'e kaçtı. Emrindeki bütün askerler yenilerek dağıldı. En sonunda, üç bin Fransız, silahlarını bırakıp, açlıktan ölmemek için müslüman oldu. _Dehşetli bir deprem oldu. Suriye ve Kudüs'teki şehirlerin çoğu yıkıldı. Yüzlerce yerde topraklar açılarak insanları ve hayvanları içine aldı. Türklere, Allah'ın gazabının Hristiyanlara çarptığı; Hristiyanlara da Tanrı'nın Müslümanlara çattığı yolunda propagandalar yapıldı. Bu yıkıntıların ortasında, Avrupalıların 'Saladen' dedikleri büyük Selahattin Eyyubi yükseliyordu. Selahattin, kısa bir zamanda Mısır, Suriye, Arabistan, İran ve Mezopotamya'yı fethetti; ona, karda soğutulmuş bir kupa şerbeti kendi eliyle sundu. Lusinyan bir parça içtikten sonra, kupayı Renaud de Chatillon isimli general ine uzatmak istedi. Çünkü, Müslümanlar arasında şöyle bir adet vardı: Bir esire yiyecek ve içecek verilirse, o esir öldüremezdi. _Setahattin, düşmanlarının bile hayranlığı içinde, Şam'da öldü. _Rivayete göre Selahattin, fakir Müslümanlara, Hristiyanlara ve Yahudilere eşit olarak dağıtılmak üzere, vasiyetnamesinde miraslar ayırmış. Böylece, bütün insanların kardeş olduklarım, onlara yardım etmek için inançlarını değil, ıstıraplarını göz önünde tutmak gerektiğini anlatmak istemiş! _İstanbulun Haçlılar tarafından işgali_ _Ege Adaları, Trakya, bütün Yunanistan ve Avrupa'nın Belgrad'dan Eflak'a (Romanya) kadar uzayan kesimi, o zamanlar Roma İmparatorluğu adını takınan İstanbul hükümetinin elindeydi. Bu devlet, Küçük Asya'dan arta kalan yerleri Araplara, Türklere ve Haçlılara karşı savunmak çabasındaydı. _İstanbul'da her zaman, bilimler ve güzel sanatlar üzerine çalışmalar olurdu. 1453 yılma kadar süren o devrin ardı arkası kesilmeyen tarihçileri, hep krallar, prensler veya devlet adamlarıydı. Dolayısıyla bunlar doğru dürüst bir şey yazmazlardı. Hep dinden bahsederler, bütün olayları diledikleri gibi gösterirler ve işe yaramayan birtakım söz cambazlıklarıyla vakit geçirirlerdi. Onlara Eski Yunan istan'dan kalan biricik miras çene kuvvetiydi. _Isak Angelos da öz kardeşi Aleksis tarafından düşürüldü ve gözleri kör edildi. Ve bu olay İstanbul'un Haçlılar tarafından işgaline sebep oldu. Çünkü, Papanın yardımını sağlamak üzere Ortodoks kilisesinden ayrılıp, Latin kilisesine bağlanan Aleksis, halkın nefretini çekmişti _İstanbul'u yağma etmek için, orada sürüp giden entrikalardan faydalandılar. Başkente hemen hemen hiç karşı koyma görmeden girdiler. Kiliseler soyuldu, Ayasofya'da Azizlere ait eşyalar en kirli yerlere döküldü; kutsal kaseler dinsiz hizmetlerde kullanıldı. _Ve bir milletin değişmez karakterini belirten bir olay da şu olmuştur ki; Fransızlar, Ayasofa'nın en kutsal yerinde dans ettiler; ordularının peşisıra gelmiş olan kadınlardan biri de Patrik'in kürsüsüne çıkıp mesleğine ait şarkılar söyledi! Yunanlılar çok defa, krallarını boğazlarken Meryem Ana'ya dua ederlerdi. Fransızlar da bir taraftan Ayasofya'yı yağmalarken, öte yandan kızlan okşayıp kucaklıyorlardı. Her ulusun karakteri ayrıdır. _Türklerin Avrupa’ya geçişi_ _Her taraftan Latinlerle Türklerin baskısı altında kalan zavallı Yunanlılar, İsa'nın öldükten sonra yeryüzüne inip, çörnezlerine görünüşü hakkında altından çıkılmaz tartışmalara dalmışlardı. Halkın yarısı Tabor ışığının öncesizliğini, diğer yarısı da Tanrı'nın bu ışığı Transfiguration için yarattığını iddia ediyordu. Büyük bir gizemci tarikatı, keşişler ve sofular, bu ışığı göbeklerinde görüyorlardı. Tıpkı Hint fakirlerinin 'nur-u semaviyi' burunlarının ucunda gördükleri gibi. Oysa Türkler, Anadolu'da kuvvetleni yığıyorlardı. Kısa bir süre içinde Trakya'yı sel gibi kapladılar. _Türklerin henüz gemileri dahi yoktu ama arzuları Avrupa'ya geçmekti. Yunanlıların düşüklüğü o derecedeydi ki Cenevizliler ufak bir bedel karşılığında Galata'ya sahip olmuşlardı. _1. Paleolog,(Hanedan) Roma'ya koşarak papanın ayaklarına kapandı. Yardım diledi. Ama Haçlı Seferlerinden ağzı yanan Avrupa hiç kıpırdamadı, Papadan umduğunu bulamayan imparator, padişahın eteğine yapıştı. Onunla bir anlaşma yaptı. Ancak bu bir anlaşmadan çok, bir efendinin uşağına verdiği buyruğa benziyordu. Paleolog, veliahtının gözlerini oydurdu. İkinci oğlu Manuel'i de rehine olarak sultana teslim etti. _Bayezit, İstanbul'un hesabını sonraya bırakarak Macaristan'ın fethine koştu (1396). Orada, Batı imparatoru Sigismond'un kumandasındaki Hristiyan ordusunu ve o cesur Fransızları perişan etti. Fransızlar, savaştan önce ellerine geçirdikleri Türk esirleri öldürmüşlerdi. Bayezit de zaferden sonra bu kötü örneğe uyarak, Fransızları yok etmişse buna hiç de şaşılamaz. Ancak, o Fransızlardan yirmi beş şövalye ayırdı. Ve biz Fransızlar, Türklerden daha insaniyetli olduğumuz kuruntusuyla övüneduralım. _Timur'un karakteri hakkında avantajlı bir fikir veren olay, onun Osmanlı padişahıyla çatışmaya başlamadan önce, hiç olmazsa devletler hukukuna uymuş olmasıdır. Öncelikle Bayezit'e elçiler göndererek İstanbul'u almaktan vazgeçmesini, Derebeylerinin mülklerin geri vermesini istedi. Padişahın bu teklifleri öfke ve hakaretle karşılaması üzerine ona savaş açtı ve üstüne yürüdü. Bayezit, İstanbul'u kuşatmayı yüzüstü bırakarak (1401), Ankara ile Kayseri arasında büyük bir meydan savaşı verdi. Arap tarihçilere göre Timur, düşmanının karısı güzel Elena'ya yarı çıplak vaziyette şakilik ettirmiş; bu büyük yanlışın karşılığı olarak, bir Türk Hakanı'nın eşine yapılan bu hakaretten sonra sultanların bir daha evlenmedikleri söylenir. Timur, Süleyman dik başlılık edince, onun yerine Musa'yı Bursa'da sultan ilan etmiş ve ona Babanın mirasını sana geri veriyorum. İnsan olan, ülkeler fethetmesini bildiği gibi onları bağışlamasını da bilir." demiş. Bayezit'in oğullan arasında 13 yıl süren kavgadan Timur'un faydalandığı görülmedi. Demir kafes hikayesini ve Beyazit'in karısına yapılan hakareti, Türklerin Timur'a atfettikleri yüksek yiğitlikle bağdaştırmak zordur. _Bir İranlının anlattığı fıkra: Hamdi Kermani adında bir şair, Timurlenk ve bazı saray adamlarıyla bir hamamda bulunurken, bunlardan her birine değer biçmek yolunda bir mizah oyunu açılmış. Şair, Timurlenk'e: 'Tahminimce siz otuz beş akçe edersiniz." demiş. Büyük Han: "Üstümdeki peştamal o kadar eder." deyince, Hamdi: "Onu da hesaba kattım." Cevabını vermiş. _Timurlenk, ne büyük Lama mezhebindendi ne de müslümandı. Fakat Çin aydınları gibi bir Tanrı'ya inanırdı. Kendisinde ve ordularında boş inançlara rastlanmaz. Müslümanları, Lamistleri, Brahmanları, Mecusileri, Yahudileri, putperest denilenleri, kısacası hepsini hoş görürdü. Astrolojiye zaafı vardı. _Avrupalıların birbirlerini kemirircesine çekişmeleri, Türk silahlarının şansını artırıyordu. _Macar Kralı Ladislas ile Padişah arasında tarihin en tantanalı barışı yapıldı. Türkler artık ileri gitmemeye ant içtiler. Türk, Venedik ve Macar sınırları kesinleşti. Bu barışa saygı göstereceklerine dair bir taraf Kur'an'a, diğer taraf da İncil'e el bastı. Yalancı bir vicdan sesine uyan Macar Kralı, Türk topraklarını çiğneyiverdi. İki taraf kuvvetleri Varna yakınında kapıştılar. Murat, yeni imzalanmış olan anlaşmayı koynunda taşıyordu. Ordularının sarsılmaya yüz tuttuğu bir sırada onu çıkardı ve yeminlerini tutmayan, dünya kanunlarına aykırılık eden hainlerin cezalandırması için Allah'a yakardı. Hristiyan birlikleri uzun bir karşı koymadan sonra bozguna uğradı. Ladislas delik deşik edildi. Bir Yeniçeri onun başını keserek, Türk saflarında törenle gezdirdi. II. Murat, düşmanı Ladislas'ı askeri törenle dövüş yerinde gömdürdü. Mezarı üzerine onun cesaretini öven, felaketine acıyan sözlerle büyük bir mezar taşı diktirdi! _Fatih Sultan Mehmet_ _Il. Mehmet, Yunanca, Arapça, Farsça konuşurdu. Latince anlar, resim yapardı. O vakitler bilindiği kadar coğrafya ve matematik bilirdi. Pentürü severdi. Venedik'ten meşhur Bellini'yi getirtmiştir. Philippes de Comines der ki: "Vatandaşlarına bir vergi saldığı için, Fatih ölürken Allah'tan af dilemiş." Hristiyan prenslerin hangisinde böyle bir pişmanlık görülmüştür? Fatih Sultan Mehmet, o zamanın en iyi yetişmiş şehzadelerindendi. Osmanlı tahtının mirasçısına mükemmel bir terbiye verilmekte kusur edilmediğini belirtecek niteliktedir. Mehmet'in de babasından aldığı tahtı geri vermek gerektiğinde, makul bir evlat gibi davrandığı, aşırı isteklerini susturmasını bildiği itiraz götürmez bir gerçektir. En ufak bir kargaşalık çıkarmadan sultanlıktan inmeye razı oldu. Tarihte eşsiz bir olaydır bu! _Birkaç fersahlık bir araziye kızaklar döşeterek, seksen kadırga ile yetmiş mavnayı bir gecede Haliç'e indirdi. Kuşatılmış olanlar, ertesi sabah koca bir filonun karadan limana inişini büyük bir şaşkınlıkla seyrettiler. Söylendiği gibi, Fatih'in doksan kiloluk gülle atan toplar kullandığı şüphelidir. Yenilenler her şeyi büyütürler. _Bizans İmparatoru, papanın ve katolik prenslerin gözüne girmekle yardım sağlayacağını umarak, Kardinal İzidor'un yanı başında Latin mezhebine göre ayinler yaptırıyordu. Bu saçma manevraya Bizanslılar öyle kızıyorlardı ki, artık onun gittiği kiliseye ayak basmıyorlardı. "Burada bir kardinal şapkası görmektense, bir sarık görmeği tercih ederiz." diyorlardı. _Doğrusunu isterseniz, İstanbul düşmeliydi ve düştü çünkü dış yardımla tutunmak isteyen her kurum, çökmeye mahkumdur! Türkler saldırırken, imdada hiç kimse yetişmedi. Eskiden, bütün Hristiyan prensleri, kutsal savaş bahanesiyle Hristiyanlığın bu kalesine çullanmak üzere el ele vermişlerdi. _İstanbul'un fethi, büyük bir devirdir. Avrupa Hristiyanlannın ortasında Türk İmparatorluğu'nun gerçek kuruluşu o tarihte başlar. Bizanslılar, 49 günlük kuşatılmadan sonra teslim oldular. Fatih, İstanbul'u kendi malı gibi görüyor, onu yağmaya uğratmadan alıp korumak istiyordu. _Dukas'ın kitabında okuduğumuza göre; Sultan her yerin ateşe verilmesini emretmiş ve bu emir, boş inançlardan gelen kafirce haykırışlar içinde yerine getirilmiş! Bu sözleri okurken içinizi öfke mi yoksa acıma hisleri mi kaplar? O kafirce çığlıklar, müslümanların her savaşta attıkları 'Allah, Allah!' naralandır. Asıl boş inançlar Yunanlılarda olmalı ki; bir kahinliğe güvenerek, gidip Ayasofya Kilisesi'ne sığındılar. Sözde, bir melek oraya inecek, onları koruyacakmış! Kilisenin avlularında birkaç Yunanlı öldürüldü, kalanı esir edildi. Fatih de o kiliseyi gül suyu ile yıkattıktan sonra orada namazını kıldı, Allah'ına şükretti ve gidip Konstantin'in sarayına yerleşti. _Bütün tarihçilerimiz, keşişlerin o zaman uydurdukları masalları tekrarlayıp dururlar. Fatih, İstanbul'u kan ve ateşe boğan bir barbarırnş. Bir kavunu kimin yediğini anlamak için 14 uşağının karnını yardırmış. Yeniçerilerine hoş görünmek amacıyla sevgilisi İrena'nın başını kestirmiş! _II. Mehmet, Avrupa hükümdarlarının hepsinden daha terbiyeli ve kültürlüydü. Gözdesinin canına kıymaya gelince, bir sultanın yatak işlerine askerin karışabileceğini düşünmek için, Türk gelenekleri hakkında pek cahil olmak gerekir! _Yenilen Yunanlılara patriklerini seçmek serbestliğini bağışladı. Ona, batılı imparatorların çoktan beri vermeye cesaret edemedikleri asa ve yüzüğü sundu. _II. Mehmet'in güya patriğe "Bendeki yetkii le seni Kutsal Teslis patrik yaptı." dediğini anlatırlar. Bu aptalca iddiayı ileri sürenler, bilmiyorlar mı ki; bizim 'Üçlü Tannrı' doğmamız Türkleri tiksindirir; onlar bu sözü ağızlarına almayı küfür sayarlar ve bizlere birden fazla Tanrı'ya tapınan putperestler gözüyle bakarlar. _Hristobul adında bir Rum mimar sayesinde, Hristiyanlara bir kilisenin daha muhafazası ve bir mahallenin hediye edilmesi sağlandı. Bir mimarın bir mahalle sahibi olması tarihsel bir olay değildir ama Türklerin Hristiyanlara karşı, hayal edildiği gibi, her zaman barbarca davranmadıklarını bilmek önemlidir. Hiçbir Hristiyan devleti, kendi topraklarında Türklerin bir camisi bulunmasına müsaade etmez. Oysa, Türkler bütün Rumların kiliseleri olmasını hoşgörürler. _Türklerle Romalılar arasındaki büyük fark şudur ki; Roma, yendiği bütün milletlerle kaynaştı. Türkler ise onlardan daima ayrı kaldılar. _II. Mehmet'e başarıyla karşı koyan, Arnavutluk'ta İskender Bey'den başka Rodos Şövalyeleri oldu (1480). Fatih bu adayı zorladığı halde eline geçiremedi. _ Chalcondyle, 'Türklerin tarihi' adlı kitabında, Rodos'taki başarısızlığı şöyle yorumluyor: "Türkler, açtıkları gedikten geçerlerken, gökyüzünde ışıklar saçan bir altın haç ile beyazlar içinde güzel bir kadın görmüşler. Bu mucizeden ürkerek hemen sıvışmışlar." Halbuki, güzel bir kadının Türkleri korkutacak yerde, daha çok şahlandıracağı akla yakın gelir! Fakat şimdiki Yunanlılar işte böyle yazıyorlar: _"II. Mehmet, Mısır'ı fethetmeyi sonra da Roma'yı almayı tasarlıyordu. Napoli Krallığı'nın tümü düşmek üzereydi. Roma titriyordu. Fakat hiç umulmadık bir musibet; bir karın sancısı, Fatih'i elli üç yaşında ebediyete götürdü. _Cem Sultan_ _Fatih'in iki oğlu vardı: Biri Cem, diğeri Bayezit. Türkler Cem'i pek çok severlerdi; Bayezit'ten ise nefret ederlerdi. Fakat ulusların arzularına aykırı olarak Bayezit tahta çıktı. Yenilgiye uğrayan talihsiz Cem, Rodos Şövalyeleri'ne bir elçi göndererek onlara sığınmayı teklif etti. İlkin, şövalyeler onu ağırlanması gereken ve faydası dokunabilecek bir prens diye kabul ettilirse de daha sonra esir olarak alıkoydular. Bayezit, onlara Cem'in bir daha saraya dönmemesi için yılda kırk bin altın ödüyordu. Şövalyeler Cem'i Fransa'ya gönderdiler. Papa ise İtalya'nın Türklere karşı korunması için bu prensin rehine olarak kendisine bırakılmasını istiyordu. Fransa Kralı onu papaya gönderdi. Cem'i, papanın ayaklarını öpmeye mecbur etmek istediler. Bozzo, bu alçakça teklifi Cem'in öfke ve şiddetle geri çevirdiğini anlatıyor. Zehirin papa eliyle mi, yoksa Padişahın gizli bir ajanı tarafından mı verildiği karanlıkta kalmıştır. Ancak, kardeşinin başı için Bayezit'in papaya üç yüz bin duka altın vaat ettiği açıklanmıştır. Bu zavallı prens, Kanterair'in Türk dergilerine dayanan iddiasınca, özel berberi tarafından boğazı kesilerek öldürülmüş ve sonra da o berber, mükafat olarak sadrazamlığa atanmış. _Yunanistan_ _Fatih'in ölümüyle İtalya nefes almışsa da Türklerin elinde bütün İtalya'dan daha büyük ve daha güzel bir ülke kalmıştı. Platon’ların vatanı kısa bir zamanda yabanlaştı, Yunan dili bozuldu. Güzel sanatlardan eser kalmadı. Minerva tapınağı camiye çevrildi. Baskı altında olmakla beraber, Yunanlılar esir muamelesi görmüyorlar. _Evrenin olaylarını birbirine zincirleyen kaçınılmaz ve yenilmez kaderin en büyük tecellisi olarak bakılacak şey Romulus'un yüzyıllarca önce Kapitol' ün temellerini Katolik Kilisesi için attığına benzediği kadar, Konstantin'in de İstanbul'u Türkler için yapmış olmasına benzemesidir! _Endülüs Devletinin Çöküşü_ _8. yüzyılın başında İspanya'ya egemendiler. Güzel sanatlar gelişiyordu. Sarayda zevk, ihtişam ve incelik hüküm sürüyordu . Turnuvalar, zorlu dövüşler belki de onların icadıdır. Temsilleri, tiyatroları vardı. Astronomi, geometri, kimya ve hekimlik üzerinde çalışmalar, Batının yalnız bu kesiminde yapılırdı. _Bir gün, Leon Kralı şişman Sanche, kendini tedavi ettirmek için ünlü bir Arap hekimini yanına çağırtmış. Fakat hekimin "Kral bana gelsin!" demesi üzerine, kalkmış onun ayağına gitmiş (956). _Mısır_ _Mısırda Kafkasya'dan gelme Mamelük(Köle-kölemenler) denilen Çerkezler vardı. _Krallıktan paşalığa düşen Tomanbay, paşaların kaderine uğrayarak kısa zaman sonra idam edildi. O zamandan beri, Mısır halkı en utanç verici bir şekilde aşağılandı. Sezostris devrinde kahramanlığı ile övünen o millet, Kleopatra zamanında olduğundan daha ürkek olmuştur. Bilim ve tekniğin kaşifidirler deniyor. Şimdi hiçbir bilimle ilgileri yoktur. _Piramitleri ile övünüp dururlar. Fakat bunlar köle bir milletin anıtlarıdır. Ve bütün halkın bu işte çalıştırıldığı besbelli, başka türlü bu çirkin yığınlar ortaya çıkmazdı. Acaba ne işe yarıyorlar? Küçücük bir odada, herhangi bir kralın bin yıl sonra tekrar ruhuna kavuşacağı umulan cesedinin mumyasını saklamaya! Peki ama vücudun bir gün tekrar dirileceğine inanıyorlarsa, onları mumyalarken ne diye beyinleri çıkarıyorlardı? Yoksa Mısırlılar beyinsiz mi dirileceklerdi? _Süleyman_ _Selim'in oğlu Süleyman, Avrupalılarla İranlıların en korkulu düşmanı olmuştur. _Macaristan ve Bohemya Kralı Genç Lui, tek başına Türk gücüne karşı koyabileceğini sanmıştı. Süleyman'a savaş açmakla kendini bilmezlik etti. Budin yakınlarında, Mohaç denilen alanda yapılan meydan savaşı, Hristiyanlar için Varna bozgunu kadar acıklı oldu. Hemen hemen bütün Macar asilzadeleri orada harcandı. Orduları baştan başa kılıçtan geçirildi. Kral Lui kaçarken bir bataklığa düşerek boğuldu. O zamanın yazarlarına göre, bu zaferden sonra Süleyman bin beş yüz Macar asilzadesinin başını kestirmiş. O zamandan beri Macaristan Avrupa'nın en şanssız ülkesi olmuştur. _Süleyman 1532'de Viyana'yı kuşattı. Fakat pek ünlü bir padişah olmasına rağmen bu işi beceremedi. Doğrusuna bakılırsa çok zararı dokundu. İki yüz bine yakın askeri esir alarak İstanbul'a gönderdi. Yalnız şu var ki; ordularının güdümünde büyük bir kumandandan ziyade, bir Tatar ağası gibi hareket etti. Viyana'daki başarısızlığı üzerine Süleyman, silahlarını İran'a yöneltti. İran, bu olay dolayısıyla Avusturya'yı kurtarmış oldu. _Muhammed'in ardılı olarak Örner'i veya Ali'yi tanımak yolunda ne Türkler ne de İranlılar için herhangi bir sebep yoktur. Ülkelerinden kovdukları Arapların hakları, onları ilgilendiremezdi. Fakat İranlılar için önemli olan hac yerinin Türk mülkünde olmamasıydı. Tatar soyundan Uzun Hasan'ın hükümdarlığı sırasında, Türklere karşı yeni bir mezheple çıkmak, Hz. Ali'yi Hz. Ömer'den üstün tutmak ve hac ibadetini Mekke'den başka bir yerde yaptırmak hevesiyle Haydar'ın doktrinine canla başla sarılmıştı. _İran hakkında işittiklerimiz, İran'ın insan haklarına çok önem veren bir ülke olduğu kanısını uyandırmaktadır. Hayatın zehiri olan can sıkıntısına karşı, İranlılar şöyle bir çare bulmuşlardır: Kahvehane denilen büyük salonlarda toplanılır, kimi kahve içer, kimi oynar, kimi okur, kimi meddahı dinler, kimi hokkabazları seyreder, kimi de bir kenarda birkaç para vererek dervişe dualar okutur. İran'ın Osmanlı'ya benzeyen tarafı, kişiler arasında sınıf farkı olmayışıdır. Görev dolayısıyla kazanılan aşamalar aileye ulaşmaz. Kimse, babasının şu veya bu oluşundan faydalanamaz. Adalet mekanizması gayet basittir. Saltanat kaygısı padişahları çok defa akraba ve kardeşlerini öldürmeye sevk ederken, İran'da sadece şehzadeler kör edilir! _Fransızlarla dostluk yapan ilk Osmanlı Padişahı Süleyman'dır. Şartken yine Fransa kralının bir elçisinin başını kestirmişti. Bu yeni olay üzerine, iki kral arasında her zamankinden daha çetin bir düşmanlık baş gösterdi. Şarlken'e kesin bir darbe indirmek amacıyla Süleyman'la anlaşarak İtalya'yı paylaşmayı tasarladı. Kendisi, büyük bir ordu ile Milano'ya yürüyecek, Türkler de Napoli Krallığı ve Avusturya'ya saldıracaklardı. Süleyman sözünü tuttu. Fransua tutamadı. Meşhur Barbaros Hayrettin, gemileriyle Taranto ve Otranto'yu kuşattı. Süleyman Avusturya'ya yürüdü. Artık Güney İtalya ile Avusturya'nın Osmanlı İmparatorluğu'na katılması, Lombardya'nın da Fransa'ya eklenmesi gerçekleşmek üzereydi. Fakat hayır! Fransızların Milano'ya karşı harekete geçmediklerini gören Barbaros, ganimetlerini ve 16 bin esirini alarak İstanbul'a vardı. Süleyman da müttefikinden memnun kalmayarak zaferlerine devam etmekten vazgeçti. Sonra Şarlken, Fransa'yı ezmek için İngiltere'yle anlaşırken, 1. Fransua tekrar Türklerden yardım istedi. Barbaros, kalyonlarıyla Marsilya'ya geldi. Türk ve Fransız deniz kuvvetleri, Niş üzerine yürüdüler ve şehri zaptettiler. Fakat Niş Kalesi'ni ele geçiremedikleri gibi meşhur Andrea Dorya imdada yetişince, kuşatmayı kaldırmaya mecbur oldular. 'Çok Hıristiyan' diye vasıflandırılan I. F ransua'nın ancak bir Türk Amirali sayesinde kendini saydırmaya çabalamış olması üzücü bir niteliktir. İhtiyar Amiral Barbaros, kışı Tulon'da ve Marsilya'da geçirdikten sonra, gidip İtalya sahillerini topa tuttu ve gemilerini tekrar esir ve ganimetlerle doldurarak İstanbul'a döndü. Barbaros Tulon'da cami yaptırırken, Fransa'da, Lüter mezhebine katılanlar için özel bir işkence düzenlenmişti. Onları bir sırığIN ucuna bağlarlar ve öldürünceye kadar ateşe uzatıp çekerlerdi. _Malta kuşatması_ _Kanuni, denizlerde yok ettiğini sandığı düşmanlannm her gün gemilerine saldırmasından huylanarak, Malta'nın fethini tasarladı. 700 şövalye tarafından savunan o küçük adaya 30 bin asker gönderdi. Şövalyelerin başkanı, yetmiş bir yaşında Jan de Lava Jette, dört ay kuşatılmaya dayandı. Türkler birkaç noktadan hücuma geçtiler. Maltalılar, üstlerine yağ, kezap, ispirto ve barut ekilmiş çuhalarla örtülü yuvarlak tablaları ateşleyip, savuran yeni silahlarla karşı duruyorlardı. Nihayet, Sicilya'dan 6 bin kişilik yardımın yetişmesi üzerine, Türkler çekilmek zorunda kaldılar. En çok saldırıya uğrayan Malta kasabası 'Zafer Sitesi' adını aldı ve hala bu namı taşır _Araplar - Yahudiler_ _II. Selim 1571 yılında, Kıbrıs'ı Venediklilerin elinden aldı. Tarihçilerimiz tekrarlayıp dururlar ki; Selim, bu sefere adanın meşhur şarabından içmek ve adayı bir Yahudi'ye peşkeş çekmek amacıyla girişmiş. Kıbrıs'ın fethi, Anadolu'nun korunması bakımından gerekliydi. Hiçbir hükümdar şarap içmek veya bir Yahudi için savaşmaz. Hıristiyan dininin birçok yasa ve geleneklerini onlara borçluyuz. _Kimi ülkelerde, Yahudilerle cinsel ilişkide bulunanları diri diri yakarlardı. Bunun en önemli nedenini, büyük hukukçu Gallus şöyle açıklıyor: "Çünkü bir Yahudi ile yatmak, bir köpekle yatmaktan farksızdır." _1215 yılında, Hristiyanlardan ayırt edilebilmeleri için Yahudiler, göğüslerinde tekerlek şeklinde ufak bir rozet taşımaya mecbur tutuldular. _Yahudiler, Türkiye' de ne yakılırlar ve ne de paşalığa ererler. Fakat oranın ticareti ellerindedir. Fransızlar, İngilizler ve Hollandalılar, onların kanalından geçmeksizin mal alıp satamazlar. Onun içindir ki; İstanbul' un bu zengin tüccarları, Türklerin hor bakışlarına ve ağır muamelelerine rağmen, Kudüs'ün hasretini çekmezler. _Arap Fıkra_ _Bir gün Mekke camisinin avlusunda, üç Arap arkadaşlık ve yüce gönüllülük hakkında yorumlar yaparken, bu erdemlere geniş ölçüde sahip görünen o zamanki adamlardan hangisinin en çok beğenildiği noktasında anlaşamamışlar. Kimi, Muhammed'in amcası Cafer'in oğlu Abdullah'ı; kimi Saadi'nin oğlu Kais'i; kimi de As Kabilesinden Arabad'ı tutmuşlar. Epey tartışmadan sonra, bahis konusu olan bu üç kişiye birer arkadaşını göndererek, onları tecrübeden geçirmeye ve sonuçları mecliste oya koymaya karar vermişler. Abdullah'ı görmeye giden arkadaşı ona, ipekli kumaşlar ve altın yüklü devesiyle giderken rastlamış. "Ey Abdullah" demiş. "Yolculuğa çıktım ama hiç de harçlığım yok." Abdullah hemen aşağıya inmiş, devesini olduğu gibi ona bağışlamış ve yaya olarak evine dönmüş. İkincisi Kais'e gitmiş. Kais uykudaymış. Bir hademe ne istediğini sorunca: "Kais'in arkadaşıyım, yardıma ihtiyacım var." demiş. Hademe şu cevabı vermiş: "Efendimi uyandırmak istemem. Buyurun size şu yedi bin altını vereyim. Evimizde yalnız bu var. Size bir deve ile bir de köle takdim edeyim. Evinize varmak için bu kadarının yeteceğini umarım." Kais uyandığı zaman, arkadaşını bu kadar az ağırladığından ötürü hademeyi paylamış. Üçüncüsü As kabilesine varıp, arkadaşını bulmuş. Körmüş. İki esirine dayanarak, Mekke camisine gitmek üzere evinden çıkıyormuş. Arkadaşının sesini duyunca şöyle demiş: "Bütün varlığım bu iki köleden ibarettir. Lütfen bunları alıp satınız. Ben, değneğime basıp camiye giderim." _Araplarda böyle fıkralar çoktur. Bizim Batılılarda ise hiç yoktur. Bizim zevkimiz başka! Bizim romanlarımız 'Boccace', 'Gilbias' ve daha birçoklarının ki gibi düzenbazlıklarla dolu dur. Oysa bu gibi şeyler bir ulusun özelliklerini belli eder. Bunun tam aksine, Yahudi milletinin tarihinde hiçbir asil jeste rastlanmaz: Ne konukseverlik, ne hoşgörü ne de bağışlama. En büyük mutlulukları; yabancılara tefecilik etmektir. Bu tefeci ruhu kalplerine o derece işlemiştir ki; kendilerine has olan konuşmalarında kullandıkları figürler hep buna dairdir. _İnebahte deniz savaşı_ _Kıbrıs'ın düşmesinden beş ay sonra, Papa V. Pie, Haçlı Seferi örgütlemekten daha iyi bir iş yaptı. Venedikliler ve İspanyollarla sözleşerek, Osmanlılara savaş açma cesaretini gösterdi. Tarihte ilk kez 'iki anahtarlı' bandıranın Türk bayrağına karşı yükseldiği ve Roma kalyonlarının Türk deniz kuvvetlerine saldırdığı görüldü. Aksiyom savaşından beri Yunan denizleri bunca geminin bir araya gelişine ve böylesine çetin bir çarpışmaya şahit olmamıştı. (1571) Hıristiyanlar kazandılar. Türklerin ilk defa olarak denizde yenildi. Venedikliler Türklerden bir karış toprak alamadılar. II. Selim'in amirali hiç yorulmadan Tunus'u tekrar fethetti. Oradaki bütün Hıristiyanlar kılıçtan geçirildi. İnebahtı Savaşı'nı sanki Türkler kazanmıştı! _Genç Osman_ _Sultanın elindeki yetki, iki tarafı keskin bir kılıçtı . Kötü kullanıldığı zaman sahibini de kesebilirdi. Tahta çıkmayı yöneten bir sıra da yoktu . Yeniçeriler, Ahmet'in oğlu Osman'ın yerine, kardeşi Mustafa'yı padişah yaptılar (1617). İki ay sonra, saltanat sü rmeye yeteneksiz buldukları Mustafa'dan bıkarak, onu hapse attılar ve on iki yaşında Genç Osman'ı tahta oturttular. Fakat Mustafa'nın yandaşları vardı. Bunlar Genç Osman'ın Yeniçeri Ocağı'm kapatmak için önce zayıf düşürmeye çalıştığı yolunda propaganda yapınca, Osman tahttan indirildi. Genç Osman bir eşeğe bindirilerek, İstanbul sokaklarında dolaştırıldı ve aşağı halkın hakaretleri altında Yediku le'ye götürülüp boğduruldu. Sadrazam Davu t, bizzat su ltanını öldürmeye koştu (1 627). Mustafa ikinci defa tahta çıkarıldı ve bir sene sonra da yine indirildi. _Türkler IV. Murat'ın sadece yiğitliğini överler fakat içki ve eğlencelere çok düşkün ve zorba (kıyıcı) olduğunu da söylerler. _Girit’in Fethi_ _Erişilmez sarp kayalar üzerinden Türk gücüne meydan okuyan Malta'dan hıncını alamayan Babıali, öfkesini Venediklilere çevirdi. Maltalı kadırgaların ele geçirdikleri Türk gemisini bir limanında barındırmış olmakla Venedik hükümeti barış şartlarını bozmuş sayılıyordu. Türk filosu Kandya önünde demir attı (1645). Kandya düştü ve biraz sonra hemen hemen bütün ada teslim oldu. _İbrahim devrinde yeniçeriler, devlet işlerine tamamen karışıyorlardı. Nihayet, müftünün fetvası ve Divan'm kararı üzerine İbrahim tahttan indirildi. O zamanlar Türk imparatorluğu gerçek bir demokrasiydi; çünkü sultan, kadınlar koğuşuna kapatıldıktan sonra yerine kimse getirilmedi. Devlet yönetimi sultansız olarak devam etti (1649). Tarihçilerimiz iddia ederler ki; İbrahim, dört dilsiz eliyle boğdurulmuş. Türkler, İbrahim'in nasıl öldürüldüğüne dair bir şey söylemiyorlar. _17. yüzyılın başlangıcı bütün dünyada zorbaların devri olmuştur. O zamanın olayları gözden geçirilirse; acizlikler cezada, büyük cinayetler sefada, evren tesadüfe bırakılmış geniş bir soygunculuk sahnesi olarak görünür. _Kandya Savaşı'nın galibi Köprülü Ahmet Paşa, Avrupa generallerfrtin en iyilerinden biri, büyük devlet adamı ve aynı zamanda adil, ince bir insandı. Türklerin kendi itiraflarınca, iki yüz bin askerlerine mal olan bu uzun savaşta Köprülü, sonsuz bir şan ve şeref kazanmıştır. Bu savaşı, Truva Savaşı'na benzetmek biraz yerinde olur. Ülis'e yaraşan bir taktik kullanarak, Kandya karargahını teslim olmaya ikna etti. _(Girit'in Fethi 1645 yılında başlayıp 1669 yılına dek sürmüştür. Kandiye kalesi uzun süre direnmeye devam etmiştir. Kandiye Kuşatması 1648'den 1669'a kadar sürmüştür. Girit IV. Mehmet zamanı fethedilmiştir) _Viyana Savaşı_ _Viyana'da cellatlar eliyle döktürülen Tekeli partisine bağlı asilzadelerin kanı, Leopold'a çok pahalıya mal olabilirdi. Az daha Viyana ve Avusturya elinden gidiyordu. Tekeli'nin öcünü almak bahanesiyle, IV. Mehmet sadrazam Kara Mustafa Paşa'ya, Almanya üzerine yürüme emrini verdi. O zamana kadar Türklerin seferber ettikleri en büyük ordu bu olmuştur: 150 bin asker. Kırım Tatarlarının sayısı 30 bindi. Gönüllüler, topçular, levazımcı, işçi ve hizmetçilerle bu ordu 300 bini buluyordu. _Bu kent, Avrupa kalesi haline gelmişti. O düştükten sonra ta Ren Nehri 'ne kadar Türk gücünün karşısına çıkabilecek bir tek mevzi bulunamazdı. Viyana her yönden abluka altına alınmıştı. Şehirde kalan erkekler silah altına alındı. Üniversite silahlandırıldı. Profesörler, okullular nöbetçilik ettiler. Vivana artık uzun zaman dayanamazdı ve İstanbul'dan daha kolay Türk eline düşerdi, eğer karşısında 2. Mehmet olsaydı! Kara Mustafa'nın Hristiyanları kabaca hiçe sayması, uyuşukluğu, gevşekliği, Viyana Seferini ağırlaştırdı. Türk tarih dergilerine bakılırsa, bu sadrazam Viyana ve Macaristan'da, sultana bağlı olmayan bir devlet kurmayı tasarlıyormuş. Ülke başkanlarının savaş zamanında kullanılmak üzere servet biriktirmeleri adettir. Viyana hücumla alınırsa yağmaya uğrar ve o hayali hazineler eline geçemez kaygısındaydı. Alman ve Polonyalı kuvvetler, dağın eteklerine anfi tiyatro şeklinde yayıldılar. Bu ordunun mevcudu altmış dört bindi. Sadrazamın ordusu bunun iki mislinden fazlaydı. Bu savaş bir daha gösterdi ki, ufak sayı büyüğü yenebilir. Belki de bunun nedeni, büyük ordularda knrışıklığın, küçüklerde ise düzenin çok olmasıdır. 12 Eylül 1683 günü yapılan savaşta, akşama doğru Viyana kurtuldu. Çok uzun süren bir durgunluktan sonra bu şaşkınlık o kadar tuhaf oldu ki; Türkler, çadırlarını, bagajlarını ve hatta 'sancak-ı şeriflerini' bırakıp kaçtılar. O gün sadrazamı kovalamamak Hristiyanların en büyük yanlışı olmuştur. Pek kolay kazanılan bu zafer oldu. _IV. Mehmet devri_ _Bu kadar aksiliği sultanın kaygısızlığmdan bilen yeniçeriler, onu tahttan indirmeye karar verdiler. İstanbul kaymakamı, Ayasofya imamı, sancak-ı şerif muhafızı ve Köprülü Mustafa, huzura çıkıp, ulusun isteği üzerine saltanatı terk etmesini padişaha bildirdiler. IV. Mehmet şu cevabı verdi: "Allah'ın dediği olsun. Milletin sesiyle beliren Tanrı buyruğunu, gidin kardeşime bildirin." …… __ _Voltaire (1694-1778)_ _Cizvit okulunda okuyup hazcı yaşam felsefesini benimsedi. Orleans dükünü hicveden bir yazı yazdığı için tutuklanıp on bir ay Bastillc'de yattı. Ruhan düküyle kavga ederek Bastille'de beş ay daha kaldı, sonra da ingiltere'ye sürüldü. Burada dönemin ünlü isimleriyle tanıştı. Felsefe Sözliiğii, Fransız siyasal rejimini eleştiriyordu. Yerleşik, dinsel ve siyasal kurumları açıkça karşısına alıyordu. Bunun üzerine Voitaire, Chatelet markizinin yanına sığındı. Şatosunda edebiyat çalışmıalarına ve tarih araştırmalarına devam etti. Hayranı olduğu ve yazıştığı Prusya Veliahtı Il.Friedriclı tahta çıkınca, dostlarının yardımıyla Versailles'da tarih yazmanlığına getirildi. Yazılarıyla Protestanları kızdırdı ve Rousseau ile arası açıldı. _1789 Fransız Devrimi'nin düşünsel yapısını oluşturan, hiç kuşkusuz Voltaire'di ama devrimin gerçekleşmesini göremeden öldü. __
··
1.907 görüntüleme
Fatma Şahin okurunun profil resmi
İnanmak isteyen bir odunada inanabilir..Yok değilse şayet gözü önünde denizi ikiye ayır,sihir der. Vesselâm Oku Oku Oku
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.